10 entry daha
  • hangi sistem by-pass edildi?

    geçmişte gerçekten de çok garip insanlar yaşamış. mesela sokrat'ın hocalarından biri sayılabilecek elea'lı zeno. hakkında çok da fazla bilgi bulunmamakla birlikte plato'nun fizik kitabı aracılığıyla günümüze kadar ulaşmış nefis teorileri var. daha doğrusu paradoksları... bunlardan herhalde en meşhurları hareket diye bir şeyin olmadığını ispatlamak için ortaya attığı 3 paradoks. harika bir mantık zinciri, heyecan verici bir beynin eseri bunlar. şöyle;

    1. diktomi; bir nesnenin hareket edebilmesi için öncelikle yarı yolu katetmesi gerekir. önündeki mesafenin her zaman yarısı mevcut olacağı için aslında hareket diye bir şey yoktur.

    2. aşil ve kaplumbağa; bir yarışta aşil (hadi biz tavşan diyelim) önündeki kaplumbağayı asla geçemez. çünkü kaplumbağa da hareket ettiğinden dolayı tavşan için her zaman katedilmesi gereken bir “yarı mesafe” olacaktır.

    3. ok; bir okun hareket ettiğinden bahsedebilmemiz için zamanın başını ve sonunu tanımlayabilmemiz ve de okun o iki noktada da var olabilmesi gerekir. bu olamayacağına göre demek ki ok hareket etmemektedir.

    elea'lı zeno o sıralar 40 yaşlarında, sokrat da 20'lerindedir. zeno bunları anlatıp, ispatlamaya çalışırken sokrat hiç ses çıkarmadan ayağa kalkar ve gider karşıdaki duvara dokunur. gençlik işte...

    aradan geçti 2400 senenin üzerinde bir vakit. deli fatma'nın bilmeceleri isimli projem 31 aralık 2005 tarihi itibariyle bitti. 100 gibi dişi bir rakamı hedeflerken, 74 gibi başka bir dişi rakama denk geldik. hakikaten de ilk 100'e 74 dakikalık cd'ler gönderildi. piyasaya 80 dakikalık çıkacaktı... ne tesadüf ama : ) herhangi bir okulda 100 üstünden 74 alırsanız sınıfınızı geçersiniz. geçtim mi? 74 aynı zamanda tungsten maddesinin atom sayısı... hani şu garip tungsten lambalarını yaptıkları metal. avrupa'nın tungsten kaynağı da portekiz'miş. bu aralar netten portekiz radyolarını sıklıkla dinliyorum. hoş bir şey, gayetle duygusal fado... 74'ü ikiye bölünce asal bir sayı olan 37 çıkıyor karşıma. üstelik de ilk düzensiz asal sayıymış... her ne demekse. 37 çok ama çok ilginç bir sayı. binbir türlü konu var bununla ilgili. 73 olsaydı yine asal sayı olurdu ve bir çok hikayesi bulunurdu. ya 75 olsaydı... aslanlar gibi bir sayı. onun da bir yığın da hikayesi var.

    ama 74?

    1974'te kıbrıs çıkartması vardı... 1874'de allah bilir ne... 2074'de 104 yaşında olacağım (!). aklıma gelmeyen, internette göremediğim başka neler var?

    insanlık bilgi mirasına demirhan baylan'dan bir hediye. 74'ün artık bir anlamı daha var. deli fatma'nın bilmeceleri orijinal haliyle 74 kişide mevcut. berkun oya'nın televizyon programına döndü bu iş...

    iki ay boyunca bir hareket yarattığımı düşünmüştüm. elea'lı zeno böyle bir hareketin hiç olmadığını söyleyecekti herhalde. sokrat da “olacaksan tokmak ol” diyerek bana televizyon peşinde koşmamı önerirdi belki. sonra da müzik piyasası hakkında bildiğim tek şey hiç bir şey bilmediğimdir derdi. deli fatma'nın bilmeceleri adına yakışır bir şekilde yani bir bilmece olarak hayatına devam ediyor.

    2005'te dünyadaki müzik piyasası pastası şöyleydi;

    %25.5 universal

    %21.5 sony bmg

    %13.4 emi

    %11.3 warner

    %28.4 bağımsız yüzlerce firma

    kaynak: ifpi (international federation of the phonographic industry)

    görüldüğü üzere bu emperyalist (!) firmalardan en büyüğü olan universal'i misak-ı milli sınırlarından (musul-kerkük hariç) o ya da bu şekilde kovmayı başardık. şimdi sırada sony/bmg ve emi var gibi. ne dersiniz, onlar nasıl gidiyorlar? birazdan onları da inceleme fırsatımız olacak... bu arada aklıma geldi. universal'den "numara" isimli bir albüm çıkmıştı zamanında. bulutsuzluk özlemi albümü... "sanaaaa numara verdiler mi?" isimli sistem eleştirisi olduğu tahmin edilen bir şarkı içeriyordu. kaderin garip cilvesine bakınız ki ben de numara veriyorum : ))) belki de dfb projesinin fikir babası nejat yavaşoğulları ve universal tarafından bilinçaltıma yerleştirilmiş bu şarkıdır... kim bilir? "numara" albümü universal'den çıkmıştı, universal battı... bulutsuzluk bu aralar dmc'den albüm yapıyor. bulutsuzluğun yeni numarası... acaba dmc'de mi batacak yoksa? : )) şaka şaka...

    dönelim dünyaya...

    ifpi (international federation of the phonographic industry)'ye göre dünya çapında satışlar 2003'te %7.6 oranında düşmüştü ve bayağı panik yaratmıştı. 2004'te sanki toparlıyormuş gibi yaparak %1-2 puanlık bir büyüme oldu ama 2005'te bu sefer %8 oranında bir düşüş daha yaşandı. gümm!!! yeni bir "numara" çıkmazsa daha da gümlenecek, bu kesin...

    velhasılı kelam dünya müzik piyasasının kayıtlı müzik satışı konusunda geleceği parlak değil. şu anda hemen herkes internet olasılıklarını nasıl zorlasak diye uğraşıyor. ancak müzik dinleyicileri artık müziğin bedava ulaşılabilecek bir şey olduğunu biliyorlar. sanatçıların zayıf noktasını “yani dinlenmek istediklerini” öğrendiler. üstelik müzik dinleyicisi daha da önemli bir bilgiye kapılarını açtı. o da iyi ve de geleceği şekillendirecek müziğin mega firmaların elinde olmak zorunda olmadığı gerçeği.

    türkiye?

    asıl konuya girmeden önce türkiye hakkında bir iki ufak hatırlatma yapalım. bilindiği üzere artık 70 milyonun oldukça üstündeyiz. ve bu nüfusun üçte biri (yaklaşık 25 milyon) 15 yaşın altında. inanılmaz ama bu böyle... elimizde 25 milyon çocuğumuz var. ancak bir diğer önemli nokta da ölüm ve doğum oranlarının 1997'de yapılmış araştırmalara göre düşmüş ve de düşüyor olduğu. genç nüfusuz ama bu hep böyle gitmeyecek demek ki. (kaynak; die)

    gelelim üniversite çağına gelmiş gençlere. 2005'te öss sınavına toplam 1.730.876 kişi başvurmuş. (kaynak: ösym) önümüzdeki sene bu rakamın 2 milyonu aşması kaçınılmaz gibi. bu kadar kişiden kaçı üniversiteye girmiş peki? bunun sizce ne kadar önemi var? pıtırak gibi üniversiteler açılıyor da sanki çocuklara iş imkanı sağlanacakmış gibi... palavradan işler. “eğitim şart, eğitim şart” diye diye özelinden geneline bir yığın okul açıldı. özellikle de özel olanlar maaşallah 6 yıldızlı otel gibiler. kalite desen yerlerde. hani “üretim şart, üretim şart”? nedir bu firmalardaki futbol takımı satın alma hastalığı? neyse... döneyim asıl konuma.

    şu aşağıda gördüğünüz rakamları da müyap'tan aldım. bunlar kayıtlı yerli eserler için alınmış bandrol miktarları. en azından 2004 ile 2005'i karşılaştırırsanız durumu görebilirsiniz.

    2002............: 35.130.710

    2003............: 38.985.328

    2004............: 41.436.989

    2005............: 25.064.391

    2005 yılında toplam kaset/cd/dvd/vcd formalarında yerli/yabancı toplam 3609 yeni ürün piyasaya sürülmüş. bu rakam 2004'te 4665'ti.

    41.5 milyondan 25 milyona düşüşün müsebbibi sadece korsanlar mı sizce? diyelim ki öyle... dünyadaki gerilemeyle üç aşağı beş yukarı aynı oranda bir genel düşüş de olacağını varsayarsak bu düşüşün %8 civarında olması gerekirdi. yani 2005'te alınmış olan bandrol sayısı ortalama 38.110.000 civarında olmalıydı. ancak arada 13 milyonluk bir açık var... eğer bu açığın korsanlar tarafından kapatıldığını düşünürsek (-ki bu sayının çok ama çok daha yüksek olması gerekir) türkiye'de şu anda iki farklı müzik piyasası var diyebiliriz.

    bu piyasalardan biri bizzat üreten, dağıtan ve satış yapan bildiğimiz firmalar. diğer kesim ise sadece dağıtan ve satış yapan kesim. 3 ayaklı bir sistem bu. demek ki mücadele dağıtım ve satış ayaklarında gerçekleşiyor.

    tabloyu böylece önümüze koyduktan sonra şu soruyu sorabiliriz; bir türk sanatçısının albüm yapmak için "yasa içinde" firmalara gitmesinin ne sebebi olabilir? yanıtlanması gereken ve de firmaların kendilerine ve sisteme çeki düzen vermelerinin önünü açacak soru budur. bir yanda 25 milyon bandrol gücüne sahip "yasal" firmalar, diğer yandan da en azından 13 milyon tahmin ettiğimiz (-ki rakam gerçekten de çok daha yüksek) "diğerleri". diğerlerinin elinde olmayan nedir? televizyon. aşağıda firmaların verilerine de bakarsanız bunu çok net görebilirsiniz. rasyonel olan bütün müzik firmalarının albüm yapmaktan ellerini çekmeleri ve ne yapıp edip bir televizyon kanalı açmalarıdır. ya da o 13 milyonluk pastayı çekip çeviren "korsanları" sistemin içine almak için bir anlayış geliştirmektir. o kadar insanı suçlu ilan edip de bu ülkeden kovamayacağınıza göre müzik piyasası yeni koşullara göre şekillenmek zorunda. buna uygun vizyon geliştirebilecek bir firma tanıyor musunuz?

    aralık 2005'te bütün müzik meslek birlikleri toplanarak tbmm'ye gittiler. “aman devlet baba bizi kurtar” demek için. en büyük dertleri de korsanlardı. sektör batıyor, yandık bittik isimli basın toplantısı ise hilton oteli'nde gerçekleşti. zaten daha aşağısı kurtarmazdı : ))))

    şimdi bu yazının ana fikirine geldim. ortada korsan adı verilen bir kitle ve de bunlardan alışveriş yapan müzik dinleyicileri var. bu o kadar büyük bir kitle ki bütün müzik sektörünün belini büküyor. ya da durum gerçekten böyle mi? neyse komplo teorisine girmeyeyim. bunu böyle kabul edeyim. o halde demek ki türkiye'nin müzik pastası, gençliğin işgücü önde gelen müzik endüstrisinin yöneticileri tarafından yönetilemiyor. bu başarısız yönetimden dolayı da toplum kendi dinamiklerine göre kendi iş bölümünü yapıyor, üretim zincirlerini kuruyor. bütün dünyanın değiştiğini ve artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını görmek istemeyen “suyun başını tutanlar” bildikleri eski yöntemlerin devam edebilmesi için devletten yardım almak istiyorlar.

    türkiye'de yasal yollarla değerlendirilemeyen oldukça büyük ama atıl bir iş gücü ve de müzik pastası var. vizyonsuzluk ve tutuculuk yüzünden bu kitleyi türkiye'nin kullanılabilir bir değeri haline getirmek yerine “korsan” damgası vurarak suçlu konumuna itmek belli bir zümrenin çıkarlarını ancak bir süre daha koruyabilir.

    türkiye'nin önde gelen firmaları yönetmeyi beceremedikleri albüm piyasasından sonra şimdi de internet ortamını talan etmek istiyorlar. bu konuda yalnız değiller... halen çalışmaları süren ve çok yakında önümüze konacak olan (ibm başladı bile) tcpa uyumlu sistemler de aynı mantığın uzantısıdır. bunu çok yakında daha sık duymaya başlayacaksınız. şimdiden merak edenler http://www.trustedcomputinggroup.org/ sitesinden bilgi edinebilirler. kimsenin aklına karpuz kabuğu düşürmüş gibi olmayayım : ))

    merak ediyorum.. acep meslek birlikleri dünyadaki bu gelişmelerden haberdarlar mı? haberleri olduğunda karşı uygulamalar çoktan geliştirilmiş olacak hiç şüphesiz. peki o zaman da mı yine devlete koşup “yandık, bittik” diyecekler? yoksa şimdiden ülkenin kaynaklarını rasyonel olarak kullanmak için fikir üretip, uygulamaya mı koyulacaklar?

    şimdi bir de (satış rakamlarını tam göstermemekle birlikte) 2005'in en çok bandrol alınmış albümlerine bakayım... önce “mega”lar;

    tarkan... 460.500

    sezen aksu... 412.200

    yıldız tilbe... 300.000

    şimdi de elektrik gitar kullananlar listesi, haliyle bu beni daha çok ilgilendiriyor;

    murat göğebakan – sana olan aşkım şahit... 105.000

    manga - manga... 99.000

    şebnem ferah – can kırıkları... 91.000

    kargo – yıldızların altında... 85.000

    kazım koyuncu - hayde... 71.000 (2004'te 95.000)

    haluk levent – annemin türküleri... 64.500

    göksel – arka bahçem... 54.000

    mor ve ötesi – dünya yalan söylüyor... 52.000 (2004'te 176.200)

    gece yolcuları – gece yolcuları... 43.600

    özlem tekin – 10,9,vs.vs. ... 40.000

    athena - athena... 35.000

    duman – duman 2005...30.000 (iki kere 30.000 alınmış... nasıl yani?)

    pamela – şehir rehberi... 28.000 (2004'te 64.000)

    kıraç – kayıp şehir... 25.000 (2004'te 455.000)

    kazım koyuncu - viya... 25.000

    aylin aslım – gul yabani... 21.000

    bu yukarıdaki isimler müyap'ın ilk 200 listesine girebilecek kadar bandrol almışlardır.

    şimdi de firmaların durumuna bir bakalım;

    doğan müzik yapım.... 1.173.374 (2004'te 2.810.251'ti... karşılaştırma için belirtelim)

    seyhan müzik... 1.141.000

    avrupa müzik... 840.000

    sony bmg... 588.997

    emre grafson... 534.900

    hitt müzik... 480.500

    pasaj film reklam... 480.360

    öz müzik plakçılık... 343.065

    emi... 319.025

    özdemir plakçılık... 315.200

    kalan ses görüntü... 290.700

    bir yorum yapmaya gerek yok sanırım.

    74'le ilgili ilginç bir tesadüf daha... bunun da altını komiklik olsun diye çiziyorum. 2005'te türkiye'de en çok bandrol almış firmanın sayısının son iki rakamına bakın : )

    elea'lı zeno bir takım mantık ve matematik önermeleri ortaya koyarak "hareket yoktur" sonucuna ulaşmıştı. sokrat da konuşmaya bile gerek duymadan yerinden kalkıp duvara dokunmuştu.

    deli fatma'nın bilmeceleri projesi bu hikayeye benziyor. dfb bütün öngörülerin aksine beklenmedik bir duvara dokundu. sanırım zeno da haklı, sokrat da...

    işte deli fatma'nın bilmeceleri böyle bir ortamda peydah oldu.

    74 kişiye teşekkür ederim.

    11 ocak 2006, istanbul, demirhan baylan

    kaynak: http://www.demirhanbaylan.com/…006/11_ocak_2006.htm
hesabın var mı? giriş yap