• diğer adıyla dede. annenin veya babanın babasına verilen ad
    (bkz: büyükanne)

    bir de tv dizisi var bu isimle
  • genelde sofistike aileler tarafından çocuklara dede yerine kullandırılmaya çalışılan kelime. öğretmenim sözünün ileriki yıllarda hocam'a dönüşmesi gibi, bu da dede'ye dönüşüp çocukluğun tozlu sayfalarında yerini alır.
  • kendine dede dedirtmeyi gururuna yediremeyen torun torba sahibi er kişilerin tercih edeceği sözcük.
  • "öğrenmek için komünistlerin kitaplarını bile okuyacaksın evladım," diyebilen kişilere verilen ad.
  • okul oncesi caglaridir, baba eve gelir anne baslar babaya butun gun yaptıgınız masumca seyleri bir bir anlatmaya. (aksam babana seni bir bir soyleyecegim) tam baba kaslarini cattigi sirada imdada yetisir ‘noluyo burada gel yavrum sen benim yanima’ der buyukbaba. buyukbabaya dogru ilerlerken babaya ‘oooh canima degsin, kizamadin ya bana ‘ bakisi atilir. banyo gunleri onun sayesinde iskence olmaktan cikar, banyoda iken anneniz sizin bir canli oldugunuzu unutup size oto tamircisi pantolonu muamelesi yaptigi sirada yine yetisir, banyo kapisini bastonuyla gumletip ‘yeter canini cikardin cocugun, cikar cabuk banyodan ‘ der buyukbaba.
    arada sirada kufurlu de olsa veciz sozler eden kisidir. astimin pencesinden kurtulamamis, surekli balgam cikarttigi icin aile fertleri tarafindan arkasindan konusulan, yuz burusturulan kisidir buyukbaba.
    babaannenin (hayvan sevmeyen babaanne) tum olumsuz tepkilerine ragmen size hayvanlari sevmeyi ogretendir.aksamlari gizlice mutfak penceresinden artan yemekler, yogurda batirilmis ekmekler atilir cunku buyukbabadan oyle gorulmustur.
    okul caginda babanin hep unuttugu harcliklari verendir buyukbaba. karne gunu kahvenin onunde yolunuzu bekleyip, afferim benim kizima, hepsi pekiyi diye tum kahve dostlarina size para vermesini saglayan kisidir buyukbaba. kendi de vermeyi unutmaz tabi. baba unutur ama o asla unutmaz..
    hafta sonlari onunla pideci gunudur.carsidan telefon edip tereyagi, 2 yumurta getirin pideciye gelin diyen muthis sesin sahibidir buyukbaba. size kiymali pide soyleyip kendine damar tikanikligina inat bol tereyagli 2 yumurtali pide soyleyendir buyukbaba. baba pideyi eve getirir, buyukbaba sizi pideciye goturur.
    ilkokul sonrasi istanbulda kazanilan okula, babaniz hic orali degilken aldigi uc bes kurus maasi ile sizi getiren, okula kayıt ettiren ve cebinize yuzbin lira (1990 yili) koyan kisidir buyukbaba.
    lise yillarinda ara sira mektuplarinizi karistirsa da kizilamayan kisidir buyukbaba.
    yillar gelir gecer, artik universiteli olmussunuzdur, asik olmussunuzdur, hersey iyi gitmektedir, okul bitince evleneceksinizdir, ama nedensiz bir sekilde babaniz bu duruma siddetle karsi cikar. o zamana kadar dogru durust sizinle ilgilenmeyen babanizin bu anlamsiz inadi karsisinda gucunuzun kalmadigi bir anda yine yetisir;’ben ona guveniyorum, o kimi secmisse benim basimin tacidir’ der ve olaya son noktayi koyar buyukbaba.
    artik buyumussunuzdur, is guc sahibi olmussunuzdur, tam onun emeklerine karsilik sevgiden baksa seyler de verebilecek (maddi yardim) duruma geldiginiz zamanlardir ve bir yilbasidir (2004). gideyim de sevinsin canim buyukbabam derken istanbul disindan arkadaslariniz size gelmeye karar verdigi icin son anda evde kalmaya karar verirsiniz, sonra giderim dersiniz. arkadaslarla gecirilen yilbasinin ardindan birinci gun, ikinci gun, ucuncu ve dorduncu gun keske gitseydim, ozledim, hem bu siralar hep ruyamda goruyorum, hayir olsun insallah derken asla gelmesini istemediginiz, hep en buyuk korkunuz olan o telefon gelir:’’ablaaaaa, buyukbabam cok hasta gel!!’’
    lutfen olmemis olsun demeniz hicbirsey ifade etmez, buyukbaba son veciz sozunu soylemistir artik.
    nur icinde yat, canim buyukbabam.
  • eli açıklığın içinde bir yaşam, safiyane bir neşe, çocuklara benzer bir ışık (gözlerde), naif naif bir gülümseme (hali, halleri); kıkırdaklar yayılmış, kulaklar genişlemiş, leke dolu yüz ve eller ve kafa derisi: babadaki hatalar yoktur onda.
  • hayatımın 16 yılında hemen her gün gördüğüm, tonton, gözlüklü, takma dişli, bastonlu, sürekli günlük yazan, eşini kaybettikten sonra camiye gitmeye başlayan, masal uydurma kabiliyeti mükemmel olan, sabırlı, yer yer üç kağıtçı, sevecen, sakallı, kalan iki üç tel saçıyla kelini kapayan, tam üç kavanozun dibi derinliğinde gözlüğü olan, babamın yanında sigara içemediği, dolabına sütlaç ve bilimum tatlılar saklayan, şeker hastası, mors alfabesi bilen, ve şimdi düşündüğümde hakkında bir çok şeyi unuttuğumu farkettiğim hayatımın büyük parçası olan adam.
    zaman zaman hala buralardaymış hissine kapıldığım, tespihini elime alıp özlem giderdiğim tontonum.
  • ben annemin babasına hep büyükbaba dedim. dede olmak için çok genç ve dinçti. 18 yaşıma kadar, üniversiteyi kazanıp istanbul a gelene kadar onun evinde yaşadım, doydum, oynadım,güldüm, ağladım. annem ve babam çalıştığı için okuldan sonra hep büyükbabamla anneannemleydim. denize ilk büyükbabamla girdim. sonra hep onun omzunda girdim, ta ki yüzmeyi öğrenene kadar. onunla evcilik oynadım ben anneannem mutfakta yemek yaparken. ilkokula başladım, ilk 1 ay annem değildi beni okul bahçesinde bekleyen. büyükbabamdı. okul servisini benle bekleyen gene oydu. yaz tatillerini babamla değil , büyükbabamla orduevi kamplarında, tesislerinde geçirdim. hayvanat bahçesiyle beni ilk tanıştıran büyükbabamdan başkası değildi.
    üniversiteden eve geldiğim ilk yaz yani bu yaz ilk yine onun evine geldim. ama bi değişiklik vardı. sarı beyaz saçları yoktu artık. atatürk e benzeyen kalın kaşları azalmıştı. zayıflamıştı. mavi gözleri buğuluydu. anladım gibi ama konduramadım olamaz dedim içimden. sonra annem söyledi bi köşede , "akciğer kanseri" dedi. "doktorlar 3-6 ay ömür biçtiler". işte o zaman her şey yerine oturmuştu. neden büyükbabacığımın benle telefonda konuşurken ağladığı şimdi bi anlam kazanmıştı.
    "sigara içme "kızım dedi defalarca "bak ben ne hale geldim". "evleneceğin zamanda sabırlı ol acele etme, doğruyu bulana kadar bekle. annenin sözünü dinle". bilmiyordu 6 ay ömrünün kaldığını ama "ben kendimi biliyorum " diyordu. son nasihatlarını veriyodu sohbet aralarında çaktırmadan."keşke " demiş anneme "gelinlikle görebilsem kızımı."
    2 ay dayanabildi kemoterapiye, ölmeden birgün önce yanına gittim, öptü beni belkide hayatında hiç öyle öpmemişti. son busesini kondurdu son kalan gücüyle.
    rüyalarıma geliyor şimdi; geçen bayramda geldi. en sağlıklı haliyle, traş olmuştu kahverengi puanlı kravatını da takmıştı. keşke görebilseydin gelinlikle, keşke bilseydin nasıl mükemmel bir adamla evleneceğimi.
    babamdan çok babamdın.
    rahat uyu; sigara içmedim hiç.
  • nedenini bilmediğim halde asla dede dedirttirmemiş anneciğimin babası.
    herkesin senin karşında yer aldığını sandığın o kararsız, dengesiz ergenlik zamanlarında bile başını yaslayabileceğin bir göbeğe sahip er kişi. sigaraya ilk başlanan yıllarda annen, teyzen, anneannen hepsi laf sokma yarışına girdiğinde buraya gel diyerek kollarını açan, yine başımı göbeğine yaslayan gözyaşlarımla gözleri buğulanan, üzüntüsünü o içinin titreyişinden bile farkedebildiğim, canım.
    ilk torun olmanın verdiği bir ayrıcalıkla sevildiğimi zannederim bugün bile. aramızdaki kilometrelere rağmen sürekli yokluğunda ne hissediceğimi düşünür, yanına ışınlanmak isterim o an ve neden daha çok zamanımı geçiremiyorum ki diye hayıflanırım kendime.
    dün konuştuk daha neden aramıyorsun? neden gelmiyorsun? sorularına verebileceğim tek cevap finallerim var büyükbaba demekti. ee ama sende aramıyosun ki hiç insan bi mesaj atar dediğimde bütün sevimliliğiyle; ben anlamam mesaj müsaj sen ara arada demişti.
    şimdi hatırlıyorum da en son gördüğüm anı; istanbul'a gelmiş memlekete geri dönüyordu. yapıştım yanaklarına kırmızı rujumla, utandı yanındaki akrabalardan (baya bi gülmüşlerdi de), sonradan öğrendim ki yanağında ruj lekesiyle gitmiş bir müddet.
    neden ağlıyorum ki ben şimdi? sanki ilk kez sigara içiyormuşum duygusu sardı her bi yanımı.. özledim seni, çok. yoruldum artık acaba bir kez daha görebilecek miyim sorusunun beynimi uyuşturmasından, nolur son olmasın.
    varlığına şükrediyorum, yokluğuna dayanamam.
  • eski kusagi anlamak zordur, hele bir de karadenizliyseler. buyukbabam da bunlardan biriydi, uzun yillar kaptanlik yapmis tez canli bir insandi. fazla taniyamadan, uzak limanlardaki sevgililerinin hikayelerini dinleyemeden, bu dunyadan goctu gitti. kucuktum o zamanlar fazla birsey hatirlamiyorum, ama calisma odasindaki o garip kasayi ve kapagi acilinca icinden gelen nefis kokuyu unutamiyorum.

    bildigimiz eski model celik kasaydi bu, ama icinde normalde olmasi gereken seyden olmazdi. bir suru kagit dokumanlar ve dosyalar vardi ama beni onlarin hicbiri ilgilendirmezdi. dokumanlarin ustunde siyah bir torbanin icinde birkac kilo en guzelinden armut olurdu. tabii o zamanlar alice harikalar diyarinda modunda oldugum icin pek garip gelmezdi bu bana. yasli kaptan armutlardan birini soyup uzatirdi, bitirince bir tane daha soyardi.

    buyukbabam icin en degerli seydi afiyet. simdi dusunuyorumda, acaba gelecekte de oyle mi olacak.
hesabın var mı? giriş yap