suskun
-
...susmayı seçen, sessiz... **
ayrıca hicri izgören'inde bir şiiri.
"susardın ve kar yağardı
gözlerinde başlardı gece
yarım kalmış kitaplarda sürerdi
alnımızda bilenen kör bir bıçaktı günler
zaman kırılmış aynalardı
susardın, durmadan susardın ve kar yağardı
ocak ağaran saçlarımdı üşürdüm
şubat hayırsız bir evlattı kaçaktı
ve uzaktı yaz bir anaydı
mart`ın izlerini taşırdım bedenimde
aynı masalın ikizleriydi günler
nisan saçlarımda ıslanırdı hep
susardın, durmadan susardın ve yağmurlar başlardı
çok bekletti bizi
hiç vaktinde gelmedi mayıs
haziran aram`dı ya da öyle biriydi
yaraları sarar gibiydi
temmuz bir düştü belki
ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
bir gül suçüstü yakalanırdı
eylül bir çocuğun çığlıklarıydı
susardın, durmadan susardın ve rüzgarlar başlardı
yolunu yitirmiş bir yaprak gibiydi ekim
sürgünlere uğurlardık kendimizi
kalan mı bizdik, giden mi bilinmezdi
kasım rüzgarda bir peşrevdi
ve biraz itri
aralık kendi sesiyle irkilirdi
soluksuz bir düş gibi geçse de
hiçbir mevsim gözlerin kadar
acımasız kullanmadı neşteri
susardın, durmadan susardın ve kar yağardı..." -
bir de ahmed arif anlatır suskunları...bir vakitler fikret kızılok da bir kısmını bestelemişti bu şiirin...tamamını yazmak gerekirse şiirin;
(bkz: rüya bütün çektiğimiz)
(bkz: bir mısra boyu macera)
"...
sus, kimseler duymasın.
duymasın ölürüm ha...
aydım yarı gecede
yeşil bir yağmur sonra...
yağıyor yeşil...
en uzak, o adsız ve kimselersiz,
o yitik yıldızda duyuyor musun?
bir stradivarius inler kendi kendine,
yayı, reçinesi, köprüsü yeşil...
önce bendim diyor ve sonra benim...
ölümsüz, güzel ve çetin...
ezgisidir dolaşan bütün evreni,
bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları...
canımı, tüylerimi sarmada şimdi
kendi rüzgarıyla vurgun...
sarıyor yeşil...
rüya, bütün çektigimiz...
rüya kahrım, rüya zindan...
nasıl da yılları buldu,
bir misra boyu maceram...
bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
bilmezler nasıl sevdik,
iki yitik hasret,
iki parça can...
çatladı yüreği çakmaktaşının,
ağlıyor gök kuşaklarının serinliğinde
çağlardır boğulmuş bir su...
ağlıyor yeşil...
yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
susmuş bütün namlular...
susmuş dağ,
susmuş deniz...
dünya mışıl-mışıl,
uykular derin,
yılan su getirir yavru serçeye,
kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş,
memeleri bereketli ve serin...
sağıyor yeşil...
aydım yarı gecede,
neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
ve sezarsa, bir ad, yıkıntılarda...
ama hançer taşı sanki
koca kartaca!
hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
bak nasıl alıyor, yigit,
binlerce yıl da sonra
alıyor yesil...
vurur dağın doruğundan
atmacamın çalkara,
yalın gölgesi...
kuş vurmaz, tavşan almaz,
ama aç, azgın
köpekbalıklarıydı parçaladığı
bak, tiber saygılı, suskun...
bak nilüfer dizisi zinciri...
bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
ve ilk gerillası spartakus'un...
susuyor yeşil...
sus, kimseler duymasın,
duymasın, ölürüm ha...
aymışam yarı gece,
seni bulmuşam sonra...
seni, kaburgamın altın parçası...
seni, dişlerinde elma kokusu...
bir daha hangi ana doğurur bizi?
ruhum...
mısra çekiyorum, haberin olsun...
çarşıların en küçük meyhanesi bu,
saçları yüzümde kardeş, çocuksu...
derimizin altında o ölüm namussuzu...
ve ahmed'in işi ilk rast gidiyor...
ilktir dost elinin hançersizliği...
ağlıyor yeşil...
..." -
mahpus iken yeşile özleme duyulan özlemi anlatan ahmed arif şiirdir..yeşil mahpus iken en görülmesi zor renktir..zindan renksizdir, ya da sihaytır..nedir tam bilmiyorum..ama pis bir renktir..tüm bu mahpusluktan bir nebze olsun kurtulmanın yolu görülmesi en zor yeşili düşünmektir..suskun suskun..hem de sırf konuşmuş ve suskun kalmamış olmaktan dolayı mahpusluk çekmekteysen sonuna kadar kısılmışken; hayatı yeşil yeşil düşünürken suskun kalmak zorundasındır..aradığın yeşil stradivaryusta da olabilir, kartacada da..belki de yarin gözlerinde.. ama yeşili düşünmeye başladıktan sonra renkler karışır, darmadagın olur..sonra sen yeşil olursun..hayat olur mısra çekersin..dizelere akarsın..yeşili düşünenleri düşünürsün..artık rüyadır zindan..
-
konusmaya mecali olmayan,biraz ara vermek ,biraz sessizlik isteyen ,bunun icin kisa bir sureligine de olsa perdelerini sıkı sıkı kapatan...
-
serbest çağrışım, bir ustanın şiiri olmalı bu, behçet necatigil'den...
solgun bir gül dokununca
çoklarından düşüyor da bunca
görmüyor gelip geçenler
eğilip alıyorum
solgun bir gül oluyor dokununca.
ya büyük şehirlerin birinde
geziniyor kalabalık duraklarda
ya yurdun uzak bir yerinde
kahve, otel köşesinde
nereye gitse bu akşam vakti
ellerini ceplerine sokuyor
sigaralar, kâğıtlar
arasından kayıyor usulca
eğilip alıyorum, kimse olmuyor
solgun bir gül oluyor dokununca.
ya da yalnız bir kızın
sildiği dudak boyasında
eşiğinde yine yorgun gecenin
başını yastıklara koyunca.
kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
en çok güz ayları ve yağmur yağınca
alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
uzanıp alıyorum kimse olmuyor
solgun bir gül oluyor dokununca.
ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
akşamlara gerili ağlara takılıyor
yaralı hayvanlar gibi soluyor
bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
yollar, ya da anılar boyunca.
alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
solgun bir gül oluyor dokununca. -
uzun uzadıya aslında tavır koyan belki ama becerebilene.
beceremeyene ise vurup karadeniz gibi aşarak, taşarak, her can sıkana gülerek cevap vermeyerek, huzursuz bir kedi, kusursuz bir köpek olabilmeyi kendine yedirmeyip, belki de hakikaten yedirip, bilmem katılır mısınız, artık eskisi gibi değiliz, suskunuz ama değiliz, yekünümüzde neler neler gizli, ne isyanlar ettik, ne gözyaşları döktük, ne sabahlar bitti, bizim için oynamalar bitti, ne olduk peki suskun halimize birisi gelip de çakmağı çaktı mı, infilak etti mi, bir pazartesi sabahı gibi işi gücü olmayana, işinden memnun kalmayana, olduğu yerde aslında olmak istemeyene, altunizade'de sabah 7 trafiğinde, yan arabada hayata, o son model arabada, nasıl böylesine tek başına, otobüstekilerin gözünün içine baka baka suskun kalana..
evet böylesi bir ortamda ya otobüsün içinde tıklım tıklımken, suskun olana? yoruldum o ânın etkisinden.
ya bizim bu salak nefretimiz, ya bu kanışımız hayatın bu sahte baharına?
hepsi mi suskun, hep mi sessiz, hep mi sakin?
artık susamıyoruz, konuşamıyoruz da. öyle arada kalmışız sadece, suskun kaldığımızı sandığımız anlar hep, dikkat edin, bu yaşamdan bunalmadığınız ana mı denk geliyor, öyle mi sanıyorsunuz yoksa?
yoksa artık tepkisiz kalışlarımız sıkıyor mu bizleri, ne yani dedektif mi tutalım, yalan söyleyeni kulağından tuttuğumuz gibi, bir kulak haznesi kadar geniş bir hücre evinde, bir gün sensiz de bu hayatın bir anlam kazanabileceğini, "bıktım gayrı" her gecenin sonunda sabah olmasından, onlar varken ben, ben varken onlar, hep ama hep epikurosçu..
düşünün bunu.
yaşamak güzeldir
yüz kırışıklıklarıyla ama. saçlarınız da dökülebilir, örülebilir ya da, yaşamak özeldir, kaçma, susma.
ayrıca
doğarken sana söylenenlerin hepsi yalan çıktıysa, sızını dindir, fayda yok sus.
susmak güzeldir. -
"durmadan genişleyen sessizliğinin neresindesin?
suskunu ne ile süsleyeceksin?
şimdi soruların ötesindesin, evet! ama bir gün,
bir yer seçmiş olacaksın kendine: ya sulara çok yakın,
ya yollar için dar!"* -
(bkz: boyle bir yazar aslinda yok)
-
son zamanlarda yazılmış en anlamlı köşe yazısının başlığı;
(bkz: http://www.telgrafhane.com/…p/basliklar/guncel/2561) -
zeynep alasya'nın ilk albümünun olması yanı sıra çıkış parçasının da adı.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap