aynı isimde "3 cisim problemi" başlığı da var
  • s01e02

    --- spoiler ---

    uzaylı;

    - sakın cevap vermeyin. cevap verirseniz geliriz. sizi istila ederiz. sakın cevap vermeyin.

    dünyalı;

    + gelmezseniz amınıza koyayım adamsanız gelirsiniz.

    --- spoiler ---
  • sen kalk yayınladığı 2008 yılı itibariyle, son yirmi yılın en başarılı bilimkurgu romanlarından birini yaz, sonra hollywood emperyalistleri gelsin, romanla alakası olmayan karakterler, konular eklesin, woke kültürünü dayatsın abd - israil projelerine alet etsin, pkk'lı mayın eşşeklerini konunun kahramanı yapsın, içine sıçsın!
    işte faşizmi tam da budur!
    edit: 3. duvarabakan olarak açıklanan pkk'lı leyla, orijinal romanda manuel rey diaz adında , amerika emperyalizmine karşı venezuela'da gerilla savaşını kazanmış efsane sosyalist bir liderdir. yani netflix dizindeki leyla karakterinin tam tersidir!
  • dizibox sitesinde gördüğüm ve hoşuma giden bir yorumu paylaşmak istedim, kopyala yapıştır yapıyorum;

    yazan kişinin nick: @bronzehand

    --- spoiler ---

    kitabı da hiç sevmemiştim, diziyi de sevmedim. konseptlerle ilgili büyük hatalar var. yani bir çinli’nin yazdığı bilimkurgu eserinde böyle şeyler olması makuldür ama izlerken türk gibi japon gibi izlenmez bilimkurgu ya, o nedenle geçmiyor boğazımdan. ne demek 1300 kere yıkıldı uygarlık, tekrar kuruldu? burada normalken her şey yani güneşlere göre yörünge falan değişmiyorken, yer çekimi değişmiyorken bile tek bir yaşam gelişti, tek bir meteor yaşayan canlıların yüzde seksenini yok etti. birkaç milyon yıl sonra kalanlar ancak kendine geldi. yani 8 milyar yılın son 2 milyar yılında yaşam oldu dünyada. bunun son 65 milyon yılında bir meteorun yıkımı nedeniyle kendini tekrar toparlıyordu yaşam. bahsedilen uydurma gezegende bahsedilen etkiler gözlemleniyorsa yaşam hayatta kalamazdı zaten. kalsa da bakteri seviyesinde olurdu. evrim dediğimiz süreç bir sabah yer çekiminin üç kat azalmasına ayak uydurabilecek şekilde ilerlemiyor. adım adım üremeyle nesil nesil değişen bir sistem. böyle bir sistem ayakta kalamaz ki bir akıllı canlı çıksın da uygarlık kursun da hayatta kalsın 1300 sefer her yıkıldığında tekrar başlasın.

    bunu geçtim. gelelim ikinci fiyaskoya. insan gibi bir canlı için gereken oyuncu, hileci, hayali konseptleri düşünebilen beyin, yalan söylemek kadar basit bir işi çoktan çözmeliydi. bir kedi dahi aniden düşmanla karşılaşınca kabarıp kendini büyültüyor. yalan söylüyor yani, maymun kadar zekası olmadan… maymunlar zaten yalan söylüyor. yunuslar saldıracak gibi yapıp saldırmıyor taktik yapıyor yani yalan söylüyor. ahtapot ve bukelamun görüntüsünü değiştirerek yalan söylüyor. insan hepsinde zeki değil mi? insan konuşmayı icad etmeden önce bile yalan söylüyordu davranışlarıyla. dil ile birlikte de yalan söyledi. yalan söylemeyi keşfetmedi konuşunca. konuşmadan da yalan söylüyordu. tüm masallar, tüm anı aktarımları, tüm vaadler ve tüm hayaller, gün içindeki davranışlarınızın büyük kısmı yalan söylemektir. önce kendinizi kandırırsınız zaten, hayat b*k gibidir ama düzeleceğine inanırsınız umut ettiğiniz için, kendinize söylediğiniz bu yalan ile yaşama katlanısınız. ister üç güneşli ister beş güneşli olsun sistemi, akıllı canlı yalan söyler. söylemeli. söylemek zorunda. bu kadar basit.

    bir diğer fiyasko. protonları alıp bizim şuan kontrol edemediğimiz alt boyutlarda katladınız, kuantum dolaşıklık ile eşlediniz, çok küçük ve kütlesiz olduğu için dünyaya fırlattınız ve on yıllar içinde 4 ışık yılı mesafeyi aşıp geldi. dolanık olduğu için sizdekini manüple edince dünyadaki de manüple oluyor böylece dolaşabiliyorsunuz, veri iletiyorsunuz vesaire. eğer eserdeki gibi bu açılıp saçılıp dünyayı alt boyutlar içinde hapsettiyse ve amacınız dünyaya yerleşmekse, sadece film oynatmazsınız, halüsinasyon göstermezsiniz. insanlar 5dk nefessiz yaşayamazlar, boyutlar sizin kontrolünüzde, azıcık büyültüp küçültseniz oluşacak dalgalanma ile bile havayı maüple edebilirsiniz. milyonlarca farklı şekilde öldürmek mümkün her insanı, ayrıca buraya gelmeden. böyle oyunlar oynamaya gerek yok yani. ki kendi 3 güneşinizden sevmediğiniz 2sini de kaplayabilirsiniz alt boyutlar içine hapsederek. hüüüp diye nokta kadar bir boyuta getirirsiniz. 2 güneş gider. 1 güneş kalır. mis gibi sabit yörüngede takılırsınız. ne gereği var o teknolojiyle başka gezegene gitmeye? öyle bir teknolojiniz var yani at gibi teknolojiniz var…

    gelelim en en en aptalca çıkarıma. gemiyle 400 yıl gidiyor olmakla teknoloji geliştirememek arasında hiçbir ilişki yok. zaten ışık yılları uzaklığa göçebilecek kadar gelişmiş bir uygarlığın o saçma sapan gezegende durmasının mantığı nedir? bas git, illa ki toprakta mı yaşaman lazım? şuan biz toprakta yaşıyoruz da ne oluyor? gıdayı uzayda da üretirsin. zaten gezegeninde olmaman lazım senin, sade dünyaya değil pek çok başka uzak gezegene de göçebilirdin, direk uzayda güvenli bir yerde yapay bir gezegen de kurabilirdin. bu dünya aşkı nedir sırf aptal bir kız sana mesaj gönderdi diye işi gücü bırakıp buraya göçmek nedir? ne gereği var? git başka yerde yaşa. dahası git kendi 3 güneşinin ikisinin enerjisini sömür, tek güneş kalsın, sen de 2 güneşin enerjisiyle coş, kullan, vesaire…

    şimdi kafası çalışanlara dizide ve kitaplarda verilen mesajlarla spoiler’imsi üretelim:
    -“birimiz yaşasak yeterli” dedi ya kılıçlı simlülasyon teyze, sıngularıty var bizde diyor, yani tek tabancayız diyor, yani alayımız tek varlık diyor, yani “gerçek görüntümüzü göstersek sizi üzer bebeim” dedi ya, şekli şemali olmak zorunda değil, sümük gibi olabilir yani, eli, kolu, sıfatı olmaksızın, kıpırdanan bir kurmuk gibi olabilir. zaten güya bir anda ısınabilen, bir anda donabilen, bir anda yer çekimi artabilen bir anda azalabilen saçma sapan bir gezegende evrim geçirebilip zeka sahibi olduysan, bedeninin tüm bu manyaklıklara adapte olmuş olması gerekir. böyle manyaklıklara da ancak sümük gibi bir şeklin varsa erişebilirsin. soğuyunca top olursun, merkezinde biraz ısı bırakırsın, havalar ısınınca tekrar açılmak üzere. ısınınca genişlersin, halı gibi olursun, yüzeyini arttırırsın, tekrar serinlik olunca nemlenip şişersin. yer çekimi azalırsa ip gibi olursun, bir ucunla yere tutunursun. yer çekimi artarsa ağırlaşırsın, muhallebi gibi yere çökersin. iliğin, kemiğin, iskeletin falan olamaz. her zerrende beyin olur, ahtapotun kollarının beyin olması gibi her zerren biraz beyin olmuş olur. seni ikiye kessek senden 2 tane olur. ikinizi değrdirsek tekrar birleşip tek olursun. birimiz yaşasa yeter. zira biri kalsa da bölüne bölüe çoğalabilir. bu kadar basit.

    bunca saçmalıktan sonra sardıysa izleyin tabii ki. değişik ve havalı olması iyi bilimkurgu yapmıyor ama bir eseri. farklı olsun diye üç cisim bilmem nesi teorileri üzerine yapıt yaparsan ve çinli isen böyle bir şey çıkıyor demek ki. kızacak değilim. ama insan aklının sınırlarına geldiğimizi düşünüyorum. artık daha fazla uyduramıyoruz. zaten evreni de daha iyi anlayamıyoruz. beynimizin sınırındayız. dördüncü boyutu önerebiliyoruz ama 4 boyutlu olsaydık evreni nasıl algılardık izah edemiyoruz. geçmişi ve geleceği aynı anda deneyimlemek nasıl olurdu izah edemiyoruz. izah edemediğimiz şeylerin üzerinde hikaye yazınca da böyle yamuk yumuk oluyor işte. bugün bile kodladığımız yapay zekalar onlara izin verdiğimizde bizim anlamadığımız diller geliştirip öyle düşünüyor. o kadar limitliyiz ki kendimiz veri girdiğimiz yapay beynin bizim dil kapasitemizi aşmasına engel olamıyoruz. onun dilini öğrenip kendimizi de geliştiremiyoruz. bizden teknolojik olarak ileri bir medeniyet olabilse, bizimle muhattap olmazdı. yani burdan oraya radyo dalgası ile mesaj göndermezdik. zaten onlar bizi çoktan görmüş olurdu. geleceklerse çoktan gelmiş olurlardı. bir böcekle konuşmazsınız onu ciddiye alıp, adamdan sayıp. direk basarsınız üstüne vıcık diye ses gelir. onunla oyunlar oynamazsınız. falan filan işte. izleyen izlesin. ben böyle şeyler gördükçe ne kadar salak olduğumuzu anlayamayışımıza üzülüyorum. salağız çünkü, bir tür olarak, yetersiz, aciz, budala, vizyonsuz, korkak, çaresiz, acınası, umutsuz, bağımlı, hayalci bir canlı türüyüz. acılar içinde yaşayıp ölüyoruz. artık gerektiği kadar üremiyoruz bile. bir derde merhem olsun diye değil de egoist olduğumuz için yapay zeka yaratmaya çalışıyoruz. meraklı olduğumuz için evrene mesajlar ilettik. hem evrende yaşam var olsun istiyoruz, hem bizden gelişmişler varsa bizi s*kmesinler isityoruz, hem sonsuza dek yaşamak için ölümsüzlük istiyoruz hem çocuk yapmıyoruz, hem yapay zeka üretip onun tanrısı olmak istiyoruz hem yapay zekanın bizden zeki olmasına katlanamıyoruz. bu kadar çelişik, bu kadar sorunlu bir türüz işte. saçmalık. ama gerçek. gerçek olan şey o kadar ağır ki anlayanlar için bu bilimkurgular dandik geliyor. kurgudan daha fantastik bizim m*llığımız bir tür olarak.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    + evet biz insanlar yalancıyızdır my lord, ben de bazen yalan söylüyorum ehuhehue.

    + my lord ?

    + my lord, foton gitti !?

    --- spoiler ---
  • evet, nihayet bitirdim ve sizlere orijinal eserle netflix uyarlaması arasındaki birtakım felsefî farkları anlatacağım.

    buradan itibaren spoiler deryası.

    kitapla dizi arasında illa ki farklar olur, bunu yadsımak anlamsız. farklı mecralar neticede. hatta bazı uyarlamalarda ana eserin tamamen dışına çıkmak da mümkün. mesela the man in the high castle öyle bir diziydi. çünkü orijinal kitap pek fazla diziye malzeme verecek durumda değildi. felsefî bilimkurgu diyeceğimiz bir tarzdaydı. aksiyon azdı. hâliyle diziye uyarlamayı tercih edenler, onu başka bir kalıba sokmuştu.

    netflix'in yaptığı ise kitabın ruhunu paramparça edip onu tamamen amerikan tarzı bir "uzaylı istliası" formatına sokmak. hatta bilimkurgu janrından çıkarıp büyülü fantastik bir evrene dönüştürmek.

    ne demek istiyorum?

    orijinal kitapta trisolaris gezegenindeki canlılar, dünyadaki bilim insanlarının beynini yıkamak ve bu arada gezegenlerinin hâlipürmelalini gözler önüne sermek için bir bilgisayar oyunu tasarlıyorlar. (evet, dizide de var.) bu oyunu ilk kez oynayan kahramanımız profesör wang miao, üniversitedeyken aldığı bir fotoğraf dersini hatırlıyor.

    o derste hocası, iki kare gösteriyor öğrencilere. ilki, çinli song hanedanının ressamı zhang zeduan'ın elinden çıkma, along the river during the qingming festival isimli eser. başkentte hanedan ailesinin de katılımıyla kutlanan bir bayram bütün detaylarıyla aktarılıyor bu resimde. ikinci karede ise belli belirsiz bir bulut ve onun hemen arkasında parıldayan bir güneşin fotoğrafı var.

    soru şu: hangisi daha fazla bilgi barındırır? ilk etapta herkes ilk resmin bize daha çok şey verdiğini düşünür ama esasında ikinci karenin derinliklerinde çok daha fazla bilgiye rastlamak mümkündür. klasik bilgisayar oyunları detaylı tasvirleriyle oyuncuları içine çekmeye çalışırken, trisolaris'lilerin yaptığı oyun bu basit görüntünün altında çok katmanlı, sofistike bir bilgilendirme aracı.

    işte efendim, netflix'in yaptığı dizi ile orijinal kitap arasındaki en büyük fark bu. batılı yaratıcılar, bu sadeliğin arkasına saklanmış sofistike hazineyi (ç)alıp göze hoş gelecek biçimde yeniden yorumlamış (müzelik etmiş). bunda bir sorun görmeyebilirsiniz, farklı yorumdur deyip geçebilirsiniz. ben sadece farka işaret ediyorum.

    ikinci meselem ise karakterlerle ilgili.

    şimdi efendim ye wenjie, bu kitabın en önemli karakterlerinden birisi. antagonist mi? evet. villain mı? hayır. bu kadının neler yaşadığı, neden trisolaris'le iletişime geçtiği, ardından neden mark evans'la ters düştüğü ve kurdukları cult içinde neden fraksiyonlar oluştuğu detaylıca işlenmeyi hak ediyor. ye wenjie fanatik bir terörist mi? hayır.

    ama netflix dizisinde tam olarak öyle yansıtılıyor. dizi, bilim dünyası ve insanlığın önde gelenleri için epey sarsıcı olacak bir gelişmeyi (dünyada yalnız değiliz ve dahası bizi istila etmeye geliyorlar) klasik bir terör-güvenlik mantığı içinde ele almış (bkz: 11 eylül sonrası dünya düzeni). bilim insanlarının yaşadığı "acaba bizim bilim dediğimiz şey, algılarımızın darlığı nispetinde bize oynanan bir oyun muymuş?" travması tamamen es geçilmiş. the shooter (atışçı) ve the farmer (çiftçi) hipotezlerine hiç girilmemiş. (şurada ingilizcesi var.)

    çevre felaketleri, nükleer savaş ihtimalleri ve kıyametçilik gibi akımlardan bahis pek yok. kitapta önemli sayılabilecek bir karakter olan mark evans, sanki bir rahipmiş gibi sürekli "my lord, my lord" diye dolaşan bir ihtiyara dönüşmüş. baş kahraman wang miao parçalara ayrılmış (ki bence güzel bir fikir) ama bu parçaları toplayınca anlamlı bir bütün çıkmamış. bilakis hikâye gereksiz aşk hikâyeleriyle sulandırılmış. ayrıca shi qiang gibi orijinal bir karakter harcanmış, yerine ikâme edilen adam (da shi) da araya kaynamış.

    hadi bilimsel açıklamalara girmeyelim, izleyici sıkılmasın diye düşündünüz, onu anlarım, ama kardeşim karakterler şıp diye bakıp her şeyi anlamasın di mi? azıcık dünyamızı tanıyalım. yani saul durand isimli karakter son bölümde üç beş kere "neden ben?" diye soracağına, bir kez sorsun, cevabını alsın, oradan artan süreyle de trisolaris'in teknolojik kabiliyetlerini adam gibi açıklayın ki boşluklar sırıtmasın.

    açıkçası diziyi seyrettim çünkü merak uyandırıyor. çekimler de iyiydi. diyaloglar sıktı sadece. üstelik tencent'in o uzun uyarlamasını da seyretmiştim. netflix özelinde batılı eğlence sektörünün çoğu zaman seyirciyi "aptal" yerine koymasını ve ona uygun içerik üretmesini tiksindirici buluyorum. azıcık güvenin be kardeşim şu insanlığa. bakın üç güneşliler geliyor...

    son bir not: dizi, sadece ilk kitabı değil, ikinci ve üçüncü kitaptaki bazı konseptleri de kullanmış. muhtemelen sonraki sezonlarda ayrışma artarak devam edecektir. çünkü diğer kitaplarda zaman sıçramaları da var.
  • ben kitaptan ziyade orjinal çin yapımı dizi ile netflix versiyonunu karşılaştırmak isterim.

    çin yapımı orjinal dizi çok daha hard bir bilimkurgu dizisi ve 30 bölümden oluşuyor, ve kitaba bire bir sadık kalarak kitapta anlatılan hemen her şeyi bire bir gösteriyor. türkçe altyazılı olarak şuradan izlenebilir. bu dizi kitaptaki gibi, aksiyondan ziyade konuşmalara ve işin felsefesine odaklanıyor. bu anlamda diziyi bitirmek 22 saat sürüyor ve dizi bazı yerlerde oldukça yavaşlıyor. ama yine de kendini merakla izletiyor. özellikle 20. bölümden, yani bilmece artık anlaşıldıktan sonrası daha heyecanlı.

    netflix versiyonunda ise konu çok hızlı geçilmiş ve hikayeyi güzel kılan çoğu detay atlanmış. bu hikayede esas güzel olan bilimsel tartışmalar netflix versiyonunda hemen hemen hiç yok. örneğin orjinal dizinin en güzel yerleri olan oyundaki einstein ve galileo arasındaki bilimsel teorik tartışmalar netflix versiyonunda kendine hiç yer bulmamış. oysa ki 3 güneşin yarattığı etkileri, uzaylıların geçmişte yaşadıklarını ve bu yüzden oluşan asıl amaçlarını tüm bu bilimsel tartışmalarla adım adım keşfediyordu izleyici. hele orjinal dizideki uzaylılardan ilk gelen mesajı çözme anındaki heyecanı dizinin netflix versiyonunda hiç verememişler. bu kısım çok hızlı geçilmiş. bu yüzden de adım adım sırrı çözme gerilimi netflix versiyonunda yok. yine çin versiyonunda 3 güneşli sistemli bir gezegenin ne denli kötü, ve dünyanın evrende tek güneşi olduğu için ne denli şanslı olduğu bilimsel tartışmalarla çok güzel anlatılıyor. netflix dizisinde bu ambians hemen hemen hiç yok, bu yüzden uzaylıların yaşadıklarını ve yolculuğa çıkma motivasyonlarını tam anlayamıyorsunuz. yine orjinal 30 bölümlük dizinin 20. bölümünde ancak çözülebilen esas sır ve amaç, netflix versiyonunda daha dizinin ilk bölümlerinde zaten hızlıca çözülmüş oluyor. sonrasında ise gereksiz diyaloglar ile zaman dolduruluyor. ama hikayenin esas olayı zaten sırrın adım adım çözülmesi ve bu süreçte yaşananlar. sonuç olarak; teorik fizik ve bilimsel tartışmaları seviyorsanız, çin versiyonu dizi bu anlamda çok daha başarılı ve konuyu ve gerilimi çok daha güzel aktarıyor.
  • daha ilk bölümden buram buram woke kokmaya başladı.

    bir bilimkurgu düşkünü olarak dişimi sıkıp, bir kaç bölüme daha tahammül etmeye çalışacağım ama bu yarım akıllı woke tayfanın eline düşen bir şeyden hayır çıkma olasılığı yok.

    doğrudan ilgisi yok ama yüzüklerin efendisi üçlemesinin bu rezillikler olmadan çekilmesi ne büyük şansmış meğer...
  • henüz son 4 bölümü izlemedim ama pkk sempatizanları pkk sempatizanı olmayanlara kürt düşmanı diye iftira attığını görünce bir kaç şey yazayım dedim.

    bu pkk sempatizanları kadar sahtekar, yalancı, iftiracı başka bir güruh yoktur. odtü'de de sırf türk bayrağı taşıyor diye 20 kişi bir türke saldırır, sonra da kendi medyalarında faşist türkler kürt öğrencilere saldırdı diye yalan haber yaparlardı. hiç değişmediler.

    türkler kürtlerden değil sizin terörünüzden, iftiralarınızdan, hırsızlıklarınızdan, yalanlarınızdan tiksiniyor. her suç işlediğinizde kürtlük arkasına saklanmanızdan tiksiniyor.

    tek ahlaklı kürt bile sizin gibi şerefsizlerle aynı safta değil, bunu en iyi siz biliyorsunuz. işte bu sebeple sürekli kendinizi kürtleri temsil ediyor gibi lanse ediyorsunuz. siz kürtleri değil sadece katilleri, hırsızları, yalancıları temsil ediyorsunuz. biz de kürtlerden değil, sizden nefret ediyoruz.
  • içinde kürt olsaydı bırak problem etmeyi vallâhi billahi hoşuma giderdi. bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan biriyle hiç kimsenin sorunu olamaz. etnik kökeni de zenginliktir. ama dizide bildiğin pkklı var ve ben pkklıların anasını götünden sikeyim.
  • güçlü, akıllı kadınlar - check
    safoz, zayıf beyaz erkekler - check
    asyalılar - check
    hintliler - check
    ingiliz’den de ingiliz hintliler - check
    zenci erkek - check
    güney amerikalı - check
    white pussy, black cock - check
    gay - check (hem de asyalı)

    son bölüm editi:

    kurdish war hero

    (bkz: bi siktir git dedirten woke zırvaları)
hesabın var mı? giriş yap