• ''direniş dediğin şey ise toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa aykırı olmadan yapacağın eylemlerdir. bundan ötesi yağmadır, insan hakları ihlalidir, kanunsuzluktur. oyunun kuralları budur.''

    oyunun kurallarını koyanlara karşı çıkanların oyunun kurallarına uyması gerekiyormuş. hani tarihten bihaber olsak, işçi haklarının kazanılmasında ''illegal'' eylemlerin önemini bilmesek inanacağız belki bu teraneye.

    devlet fetişistlerinin, burjuva yasallığına biat edenlerin tasvip etmediği ayaklanma.
  • "16 yaşındaki bir gencin polisin açtığı ateş sonucu yaşamının yitirmesi" bu yunanistanlılar da... diye düşündürten haberdir. bu olay türkiye'de her gece olmazsa allah polisimize, jandarmamıza zeval mi verdi diye düşünüyoruz biz. hatta internette copunuz bilmemne, silahınız şöyle böyle olsun diye gruplar bile kuruyoruz. tüm yunanistan'a yayılmışmış bir de. ayıp ayıp. türkiye'nin üzerlerinde oynadığı oyunlar olabilir mi bu? zaten ab yunanistan'ı bölmeye çalışırken yani birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duydukları günleri yaşarken yunanistan hiç olur mu bu? soros vermiştir bu anarşistlerin parasını. yok mu orada bir atina başkent üniversitesi anarşiye destek veren ab'ye şamarları indirsin?

    ay yunanistanlılar siz de çok tepki gösteriyorsunuz. yoksa sizin abbas güçlü sıfatıyla anılacak bir insan hakları bilmemne başkanınınz yok mu mecliste? hem zaten polis vurmamıştır ki; o kişi hızlıca kafasını polisin kurşununa çarpmıştır.
  • benzer sebeplerden bir isyan bizde çıksa, halk polisin haksız vahşetine karşı ayaklansa, bir süre sonra "olm isyan edenlerden şu şu gruplar pkk sempatizanıymış" haberleri ortada yayılır, ayaklanmaya iştirak edenler ikiye bölünüp birbirine girer, hatta evlerinde oturan üçüncü bir umarsız grup "neymiş olay, bir durum olursa biz de dalarız" diye katılırdı.

    bu hengameyi uzaktan sigara yakarak izleyecek olan polis ise, ayaklanmanın içinde patlak verecek bu kavgadan kaçmak isteyenleri elleri boş göndermeyerek üzerine düşeni yapar, kendinden bekleneni verirdi.

    sonra akşamına ana haber bültenlerinde beceriksiz kasaplardan kaçan boğaları izlerdik hep beraber...
  • ayaklanan, ortalığı yakıp yıkıp savaş alanına çeviren anarşist gençleri takdirle, gururla, hayranlıkla ve biraz da kıskançlıkla izlediğimiz eylemlerdir. kıskançlıkla izliyoruz çünkü bu gençlerin arkasında halk var. halka güvenerek, onlardan destek ve yerine göre yardım alarak sürdürüyorlar eylemlerini. çünkü halkın katil sürüleriyle bir olup kendilerini linç etmeyeceğini, polise teslim etmeyeceğini, satmayacağını biliyorlar. polis bu çocuklardan birini vurduğunda "iyi oldu, kimbilir ne yapmıştı" demiyor hiç kimse. eylemci gençlerle birlikte o da sokağa çıkıyor ve polislerin ağzına sıçıyor, gençler devlete ait bir yeri yakıp yıktığında onları alkışlıyor.
    peki bu çocuklar bu işeri yapıyor, biz yapamıyoruz. bu çocuklar bizden daha mı taşaklı?
    hayır değil. zamanında biz onlardan çok daha iyisini yaptık, yaparken aynı bu çocuklar gibi halka güvendik, çünkü onlar için yapıyorduk kavgamızı, satmazlardı bizi.
    ama işler hiç de sandığımız gibi değilmiş.
    iki bin öğrencili lisede toplam elli kişiydik. kızgındık, öfkeliydik ve direnmek istiyorduk. direniyorduk da. hem de ne direnmek. arkadaşlarımızdan bazıları eyleme giderdi mesela. arıza çıkardı, polislerle takışırlardı. biz de takışırdık. bu arkadaşlarımız kaçarak okula gelirlerdi, arkalarında polis ekipleri. toplum polisleri sarardı okulun etrafını isterdi arkadaşlarımızı. vermezdik, satmazdık, teslim etmezdik frukolara. yine o gün de öyle oldu. yusuf koşarak geldi okula. "frukolar peşimde" dedi. indirdik kalorifer dairesine. geldi polisler, istedi yusufu. vermedik. zor kullanmaya kalktılar arıza çıktı. püskürttük onları okulun dişina. takviye ekipler geldi yardımlarına ama yine direndik. tam dört saat polis taşladık. dört saat sonunda ekiplerden birinin arabasının okulun önünden ayrıldığını gördük sevindik. ama çok sürmedi sevincimiz. araba geri geldi. arkasında üç otobüs. otobüslerden inenleri hemen tanıdık. ülkü ocaklarında takılan faşistlerdi. sonra önde faşst tosuncuklar, arkada polisler yine saldırdılar. ve biz yine direndik. taşladık, taşladık, taşladık. kantinde coca cola şişeleri vardı ve bunlar pet değildi. üst katlardan faşistlerin kafasına atıyorduk onları ve bağırıyorduk "bunlar sizin köpekliğini yaptığınız ağababalarınızın memleketinden geldi". şişeler faşistlerin kafasında çok güzel patlıyordu.
    nihayet gece oluyordu ve biz karanlığa karışıp buharlaşıyorduk oradan. yorgunduk ama gururluyduk. sokmamıştık okula ne faşistleri ve ne de polisleri. ve teslim etmemiştik yusufu.
    sonra oni iki eylüloldu. biz anlamıştık işlerin değiştiğini ama hala arkamızda halk var sanıyorduk. eylem falan yapılmıyordu artık. son senemizdi ve bitirip gitmekten başka birşey düşündüğümüz yoktu bu sıralar.
    atölye dersindeydik ve sıkılmıştık. kantine inmiştik çay içmek için. bahçeye bir beyaz toros girdi. anladık hemen kim olduklarını. arabadan inen dört sivil yanlarına gelen müdürle konuşmaya başladılar. bu arada bizimkilerden biri koşarak geldi yanımıza ve "kaç!" dedi yusufa. "kaç! seni almaya gelmişler" kaçmaya başladı yusuf.
    neredeyse başarıyordu. arka kapıya birkaç metre kala kapklandı yere. polisler anında yetişti ve tekmelemeye başladılar yusufu. özellikle kafasına ve midesine vuruyorlardı tekmeleri. kendinden geçen yusufu kelepçeleyip kaldırdılar ve arabaya sürüklemeye başladılar.
    okulun arka tarafında öğrencilere tost, çay, meşrubat ve özellikle de tek sigara satan adnan abi vardı. arkadaşımız, dostumuz, sırdaşımız ve abimizdi bizim.ç sever sayardık.
    adnan abi geldi koşarak ama elleri doluydu. anlamadık bakakaldık. polislere yanaştı sırıtarak. "buyrun" dedi. "yorulup terlediniz, bizim için uğraşıyorsunuz siz" ve elindeki kola şişelerini polislere uzattı.
    polisler kolalara uzandı. o sırada yusufu bir an için bıraktılar ve baygın olan yusuf tekrar yığıldı yere. o an hiç ummadığımız birşey oldu ve adnan abi yusufun kafasına tekme attı, ardından tükürdü ve bağırdı "pis komonist!"
    donduk kaldık. adnan abinin dükkanına baktık. camında koskoca bir kenan evren posteri vardı. ve biz o gün anladık ki arkamızda halk yoktu. ve bir daha hiç göremedik yusufu.
    o gece adnan abinin dükkanı yandı. kimin yaktığı asla bulunamadı. adnan abi kayboldu ortalıktan.
    bir hafta sonra müdürün odasına çağrıldık biz. ellerimize tasdiknameler tutuşturdu müdür. tasdiknamelerde üçüncü sınıfı iki kez üst üste okuduğumuz, sınıfta kaldığımız ve eğitim hakkımız kullandığımız yazıyordu. oysa üçüncü sınıfta ilk yılımızdı ve aylardan ocaktı. daha yarıyıl tatili bile gelmemişti. töbder okul temsilcisi hocamıza baktık, başını önüne eğdi.
    anladık ki arkamızda hocamız da yoktu, okul da yoktu,eğitim hakkımız elimizden alınmıştı. gereken her yere başvurduk, haksızlığı anlattık, elimizdeki tasdiknameleri gösterdik. ama anlamatık derdimizi ,duyuramadık sesimizi.
    anladık ki adalet te arkamızda değildi.
    iş hayatına atıldık. ama birşeyler yapmanın ihtiyacını hissediyorduk hala. sömürülüyordu işçiler, birlik olunmalıydı. sendika getirdik fabrikaya, işçileri üye yaptık ve yetki aldık mahkemeden." bu iş yerinde çoğunluğumuz vardır, artık patronun dediği olmayacak adam gibi toplu iş sözleşmesi yapacağız, pazarlığa oturacağız" dedik.
    sözleşme günü geldiğinde patronun odasına çağrıldık. istifa mektupları gösterildi bize, hepsi noter onaylı. artık sendika yok burda dedi patron, çık şimdi dışarı. kapının önüne konulan sadece biz olduk. çalışma hakkımız elimizden alındı.
    anladık ki işçiler de arkamızda değilmiş.
    tutunamadık hayatta, savrulduk oraya buraya. evlendi bazılarımız ama terkedildi pek çoğumuz.
    anladık ki ailelerimiz de arkamızda değilmiş.
    nefret sardı içimizi ve öfke. karşılığında on lira zarar göreceğini bilsek de, eğer denk getirdiğimiz yerde devlete iki lira zarar verme fırsatı varsa o fırsatı asla kaçırmadık, kaçırmıyoruz.
    yanılmıştık, ideallerimiz vardı, genç romantiklerdik ve arkamız sağlam zannediyorduk. ama öyle değilmiş, çok kötü öğrettiler bunu bize.
    biz boynumuzda yüzümüzü örtecek atkı, sırtımızda buruşuk parka ve ellerimizde taşlarla eylem koyarken, onun da eğitim hakkını savunduğumuz, boynunda bir milim bile gevşemeyen kravatı, sırtında jilet gibi takım elbisesi ve elinde bond çantasıyla okula gelen sivilceli çocuk sırf bizim eğitim hakkımız elimizden alındı ama o okudu adam oldu diye çemkiriyor şimdi eylemcilere . arabaları yakıyorlar, sağa sola zara veriyolar bilmem ne yapıyorlar diye.
    işte biz de tam bunun için savaştık. sen okuyasın diye, eğitim hakkın elinden alınmasın diye okuldan kovulduk, üniversite denilince hala burnumuzun direği sızlar bizim içimizde uktedir.
    sen çalışabilesin diye savaştık. çalışma hakkın elinden alınmasın diye işsiz kaldık, çalışma hakkımız alındı elimizden.
    ve dostum sen adam olabilesin diye adam olamadık biz. savrulduk oradan oraya. hala da savruluyoruz.
    ve sen şimdi oradan çemkiriyorsun "arabaları yakıyorlar, etrafa zarar veriyorlar" diye. ucunun yarın sana dokunacağından korkuyorsun çünkü.
    işte tam bu yüzden takdirle, gururla, hayranlıkla ama biraz da kıskanarak izliyoruz o anarşist çocukları. bizler yalnızdık ama sizler değilsiniz. onaylıyoruz sizi.
    ve selam ediyoruz.
    biz de onaltı yaşındayız!!
  • kendimizi aslında o kadar geri değiliz yunanistan'dan italya'dan çok farkımız yok durum sadece ekonomik diye boşa avuttuğumuzu gösteren isyan.
  • bu ayaklanmayı daha anlamlı yapan 1 olay daha vardır. yunanistan'da en son polisin bu şekilde bir cinayet işlediği yıl 1985!!!tir. o zaman da büyük olaylar çıkmıştır ve 23 yıl polis böyle bir şeye cesaret edememiştir yunanistan'da. cesaret edememiştir!
  • ayaklananlar solcular değil, anarşistlerdir. türkiye solcuları rahatlarına bakmaya devam edebilirler..
  • turkiye deki genlickle yunanistan daki gencligi tanidigim,bildigim kadariyla karsilastirinca aramizda gorebildigim yegane farklar olan ve yunanlilarda bizden daha fazla bulunan duyarlilik, boyun egmezlik ve kendisine dikte ettirileni kabul etmeme durtulerinin yol actigi ayaklanmalardir. ege denizinin iki yakasi arasindaki bu fark suphesiz ki yunanlilarin aslinda oyle cok da ovunerek bahsetmedikleri egitim sistemlerinin bizimkinden kat be kat daha ozgurlukcu olmasindan kaynaklaniyor. bir cok kereler arkadaslarimdan pek de anlam veremeden dinledigim yunanli ogrencilerin bizim hic de onem vermeden gecistirecegimiz seylere ayaklanmalarinin, selanikten kalkip atinaya eylem yapmaya gitmelerinin simdi aslinda ne kadar onemli bir toplumsal refleks oldugunu goruyorum. en onemlisi de boyle bir refleksin ogrenci toplulugunun kucuk bir kesmi tarafindan degil de neredeyse butun ulkeye yayilmis sekilde genel olarak gosterilebilmesi. elbetteki turkiye de de boyle olaylara tepki duyup da bunu dile getiren gruplar ve bilincli olarak nitelendirebilecegimiz ogrenci topluluklari mevcut, ama biz acaba ne zaman bu sekilde bizleri hedef alan zorbaliga toplu tepki gostermeyi unuttuk? ne zaman bu kadar duyarsiz olduk ve ne zamandir sadece kendimiz icin yasiyoruz? niye gazetelerde neredeyse her hafta bir yenisini okudugumuz polisin asiri guc kullanim orneklerine yunanistan da veya avrupa nin herhangi baska bir yerinde goruldugunden daha yogun ve daha ciddi olmasina ragmen bir tepki koyamiyoruz? bizi neyle uyusturdular da ben su anda icimdeki buyuk utanci duyuyorum turk gencligi ve kendim adina? ben peki neden odtu de okudugum bes sene boyunca hicbir seye dogru durust sesimi cikartmadan kuzu kuzu sistemin ve bana soylenenin bir parcasi olarak yasadim? biz ki buyuk bir millet olmakla ovunuruz neden bu kadar kendimiz icin yasiyoruz? ben sahsen bu haberleri okudukca ve avrupa nin cesitli yerlerinde yasayan arkadaslarimin bu ve benzeri konular uzerine anlattiklarini dinleyince kendimden ve universite ogrencisi olarak geciridigim 5 seneden utaniyorum.

    edit: bu entride gecen ayaklanma, toplumsal tepki gibi kelimeler sadece ve sadece siddet icermeyen eylemleri kapsamaktadir. zira tepki olarak ortaligi yikip dokmek, saga sola molotof kokteyli atip araba yakmak aslinda tepki gostererilen eylemin yinelenmesinden baska bir sey degildir.
  • coşkuyla, umutla ve kimi zaman da yenilgiye alışmışlığın farkına varmanın utancıyla izlediğim ayaklanma.

    anarşizm özgür bir dünyanın nasıl oluşturulacağına dair net bir kurgu oluşturamadı bugüne dek bende. fakat ne yapılması gerektiğinden daha değerli bir şey öğretti bana anarşizm, ne yapılmaması gerektiğini.
    bu nedenle ne zaman içim bulansa anarşistlere kulak vermişimdir. onların sadece kapitalizm değil marksizm tarafından da itilip kakılan tarihlerine göz atmışımdır. çünkü yenilgilerle dolu insanlık tarihi bana öğretti ki neye ihtiyacımız olmadığını görmek, neye ihtiyacımız olduğunu tespit etmekten; neyin nasıl olmaması gerektiğini farketmek, neyin nasıl olması gerektiğine karar vermekten çok daha değerli olabiliyor.

    işte bu ayaklanmanın çocukları, insanca yaşamak için neye ihtiyacımız olmadığını gözümüzün içine sokuyor günlerdir.
    varsın yıkmak ve yoketmek istediklerinin yerine koyacakları şeyin tam bir tarifi olmasın.
    şu anda, tam da ihtiyacımız olan şeyi (yani neye ihtiyacımız olmadığını) yaktıkları ateşle apaydınlık bir şekilde önümüze seriyorlar. yaşamak ama gerçekten yaşamak için devlete ve onun kolluk kuvvetlerine, sermayeye ve onun uluslararası güç kazanan babalarına, otoriteye ve onun ideolojik baskı aygıtlarına, statükoya ve onun koyun sürülerine, militarizme ve onun kanlı postallarına, iktidara ve onun hırstan gözü dönmüş suratlarına ihtiyacımız yok.

    içinde bulunduğumuz dehşet ormanında başka bir dünyayı mümkün kılmanın önünü açacak olan ateş budur.
hesabın var mı? giriş yap