• karanlık bir dünyada, bilimin mum ışığını taşıyan 9 numaranın öyküsünü anlatan animasyon. olayların gereğinden fazla hızlı gelişmesinden ve hikayenin geçtiği dünyanın eksik/yetersiz detaylı bırakılmış olmasından, hafif zorlama bir konusu varmış gibi duruyor. din adamlarına, isyancılara, sorgulamayanlara ve bilim insanlarına göndermeler daha gizliden ve belki daha kurnazca olsaydı, izlemesi daha zevkli olabilirdi.
  • sıradan bir hikayesi olmasına rağmen konuyu etkileyici bir görsellikle sunan, karakterlerin görünüşlerinin çok hoş olduğu film. filmin en büyük eksiği, böylesine güzel, değişik ve farklı karakterler yaratmasına rağmen bu karakterlerin içini dolduracak senaryo başarısına sahip olmamasıdır. filmde karakterler arasındaki ilişki, akılda kalıcı repliklerle komik ve daha keyifli bir hale getirilebilirdi. özellikle 7, 5 ve ikiz karakterlere daha da yüklenilerek film, etkileyici bir yapım haline getirilebilirdi.
  • bilseydim tim burton'ın buna burnunu soktuğunu izlemezdim. ama bir kere izlemiş bulundum, şaka yapıyorum elbette. sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyeyim (ne zamandır bu kalıbı kullanmamıştım, iyi geldi supradyn içmişim gibi vitaminlendim) biter bitmez çok kısa sürdüğünü düşünmeye başladım, beğendiğimi söyleyebilirim. bir kere bir süredir gündemimi işgal eden, gâvurların felsefe bohçasında "progress of knowledge vs moral philosophy" şeklinde savaştırılan, dövüştürülen iki kavramın ne kadar da futurist bir söyleme yedirilebildiğini gördüm. bilen bilir seneca'da bilginin gelişimi vs ahlâk felsefesi çaprışıklığı meselesi üzerinde yoğunlaştığım şu günlerde, sağda solda konuşurken hava atabileceğim, güzel doneler sağladı. nedir bilginin gelişimi vs ahlâk felsefesi, kısaca değinelim:

    bilgi gelişince insanların ahlâkı bozulacak: altın çağ mitosundaki bozulma, ibrahimî kıyamet senaryoları ve stoacı ekpyrosis yani "insanlığın çok bilmişliğinden kaynaklanan kozmik bir yangın felâketi olacak, evren tükenecek sonra tanrılar yeniden hayatı başlatacak, bu sonsuza kadar sürecek" anlayışı. böylece determinist din adamları ve filozoflarla doğa bilimciler birbirine girer; yaparsın-yapamazsın kavgasına tutuşurlar. "bu başımıza bela olur, bırak bu bilgi gizli kalsın" der din adamları, ahlâk filozofları. hatta sokrates'in bile fiziği gereksiz görmesinin nedenlerinden biri budur (bkz. etik-fizik ilişkisi); kilisenin aykırılıkları ve 9'daki 1'i andıran muhafazakârlıkları bu çaprışıklıktan ileri gelir.

    animasyonun içeriği de bunun üzerine kurulu. batı düşün geleneğinin en büyük artısı, gelenek olarak kalabilmesinde. dünü, bugünü ve yarını bir bütün halinde değerlendirip üzerine bunun gibi hikâyeler uydurabiliyorlar. uydura/bilmek için bilmek gerek. bu toprağın yetiştirdiği kurgucularının sanatsal kurgu mekanizmasındaki güdüklük de büyük ölçüde bu köksüzlükten kaynaklanıyor, ya "onlar" gibi iş çıkartacaksınız tüm iğretiliğinizle ya da kökünüzü araştırıp onu evrensel nitelikli zamanın ruhuyla kaynaştırıp senteze varacaksınız. yoksa işiniz kesat. 9 tam anlamıyla bir batı edebiyatı ürünü sanki. izlemedim de okudum sanki. o kadar çok derinliği var ki sahnelerin, diyalogların herbirini yazmaya zaman yetmez, gereksiz de zaten, belki de sadece benim hüsnü kuruntumdur. daha animasyonun başında, mesela, "bazı şeylerin olduğu yerde kalması gerekir" mesajı veriliyor mermi üzerinden. haklı nedenlerle sindirilmiş, korkutulmuş canlı robotların başındaki 1 için "her grubun bir lideri olmalıdır" deniyor, kaosa doğan canlı robotların şahit olduğu "gaz her şeyi yok etti" ise tam anlamıyla bilgiyle birlikte gelen ve yukarıda kısmen bahsettiğim kıyamet projesinin bir ürünü. bilgi bardaktan taşan su gibi, insanın yaşamından taşmaya başlayınca olan oluyor. "haklı nedenlerle" şartını düşmüş olmamın nedeni bu. insanın beyin icat etmesi varacağı son noktaymış gibi geliyor bize. "insanın beyin icat etmesi" bile dememek gerek aslında, "insanın beyin yapması" bu.

    "insan nasıl beyin yapar?" sorusunun bilimadamlarınca anlamı var ama 9 gibi distopya örneği bir yapım için anlamsız. nitekim öne çıkan soru "insan neden beyin yapsın ki?" olmalı sanki. insanı bu denli (ne denli? kendini yok edecek "denli") doğanın sırlarını öğrenmeye iten ise marlowe'un dr. faustus'una biçilen "yeryüzünde zeus olma" tutkusu olsa gerek. hepimizin içinde farklı kimlikler dolaşıyor ama bazıları diğerlerinden daha uyanık ya da fazlasıyla cüretkâr; bütün gücü elde etmek isteyen tarafımız, diğer saftirik taraflarımıza üstün geliyor. insan ilişkilerimizde, toplumun içindeki ekşiliklerimizde de böyle bu: berikinin ayağını kaydır, dedikodu yap, tuzak hazırla, sandalyeye çivi koy, maille şaka programı yolla, yatağına sunî fare koy vs. bu gibi salçalıklarımızın temelinde saftirik tarafımızın elden ayaktan kesilmesi yatıyor. kendini yok edecek bilgiye erişmek isteyen insanoğlunun debelendiği saha ise animasyonda "gizli bilgiler" diye geçiyor; bunu rahatlıkla büyüye ve ritüellerine yormanız mümkün. insanoğlunun büyüyle randevusunu ben içindeki saftirik tarafı bırakıp uyanık tarafıyla uzlaşması olarak görüyorum. yoksa domuz yemenin günah olduğu bir ortamda sırf komşunun kızını bağlamak için domuz dişini nereden bulursun, anlamıyorum ki.

    şunun da altını çizmekte beis görmüyorum. eskiden kişileştirilen hayvanlar ve doğa, kurgusal alemimizi şenlendirir etik kaygılarımıza doneler sağlardı. ne olduysa oldu, sanayi devrimi sonrası tüketim toplumunun bir gereği olarak makineler ve robotlar insandan çok insancı olmaya başladı. fabllarımız bile makineleşti. bu da etik kaygılarımızın ne denli çağa uygun yaradılışlı olduğunu gösteren bir veri; insanın sosyal evrimi böyle böyle gerçekleşiyor, sonra ara form vs. arıyorsunuz yarı hayvan-yarı robot. insanın tasarımı da eldeki imkânlardan yararlanıyor, aisopos görseydi, eseriyle kıvanç duyardı.

    böyleyken böyle. "her grubun bir lideri olmalıdır, 1 de bizim liderimizdir" minvalinde bir şeyler deniyor animasyonda. bu bana battle for terra'daki liderin konumunu anımsattı. oradaki lider de kendini bir nevi papa'laştırmıştı, dikkat çekilecek nokta da burası, her iki animasyonda da liderin dinî kimliği olmakla birlikte, ikamet edilen kutsî mekânlar da kiliseyi andırıyor. yukarıda "haklı nedenler" şerhini düştüğüm kısma yeniden bakınız. komplolardan beslenerek angels and demons'a kadar varan bir analiz deryasında yüzdürebilirim sizi bu entiride ancak burada kesmek istiyorum. film, kitap ya da müzik önerisi bulunan insanları hiç anlamam; sanki insan insana benzermiş, aklın yolu birmiş gibi, beğeniler örtüşebilirmiş gibi ukalaca bir tavır bu. insanın içindeki ve dış yüzeyindeki organlar bile birbirine benzemiyorken, insanı insana benzetmenin bir anlamı var mı? hiç yok. o yüzden 'ben bunu beğendim' diyerek, geleceğe ilişkin sağladığı donelerden ötürü mutlu kılındığımın da altını çizip entiriyi kapatıyorum.

    paracelsus sizinle. paracelsus'un iflası.
  • 2002 yılında çekilen ve türk filmi olanına ilişkin bilgiler http://www.sinemalar.com/film/2283/dokuz/ adresinde, bu yıl çıkan sevimli animasyona ilişkin bilgiler ise http://www.sinemalar.com/film/3087/9/ adresindedir; maksat kafalar karışmasın.
  • 1 saat 16 dakikalık muhteşem bir animasyon filmi. hani bir veya iki film izlemişsinizdir, saat çok geç olmuştur. sonraki filmde illa uyunacağı da tecrübeyle sabittir. işte o anda açıp 9'u izleyin. kısa olduğu kadar uyutmaz da... bitince de rahadılan mışıla bağlarsınız.
  • olay örgüsünün senaryoyla birleşmediği,bir şeyler söylemeye çalışan ama ne söylediğini kendisi de anlamayan,hollywood klişelerinden yakasını kurtaramamış,beklentileri karşılamayan anti ütopik animasyon.sayılarla sınıflandırılma mantığı minimini birler haylaz ikiler şeklinde oluşturulmasaymış keşke.belki de wall-e nin başarılı,sert söylemini bu kadar güzel bir dille anlatmış olmasının çıta yüksekliğindendir bu beğenememe halimiz kim bilir...
  • cep telefonlarında ışınlanma* tuşu.

    - hepsinde mi, yoksa sade turkcell mi?
    - evet*
  • kahramanlarının woody allen'ın vesikalıklarından ilham alınarak yaratıldığını düşündüğüm cici animasyon.
  • türk filmi olan ne kadar güzel lan öyle. karakterler harika oyuncuların harika oyunculuklarıyla ne kadar güzel anlatılmış. fikret kuşkan sokak serserisi olmuş çıkmış, serra yılmaz ne kadar sinir bozucu bir mahalle teyzesi, cezmi baskın filmin siyasi boyutunu temsilen görmüş geçirmiş eski komünist... esin pervane'nin sesi, gözleri, bakışları... üç noktalı bir film olmuş, sonu da öyle zaten. bol üç noktalı.
  • 8'den sonra 10'dan önce gelen rakamdır.
hesabın var mı? giriş yap