• (bkz: chokella)
  • cerrahi de bir terim.

    ama nasıl yapıldığını burada açıklayamayacak kadar mutaassıbım.* * *
  • halk arasında çokokrem, sarelle, chokella, nutella gibi kakaolu kremaların genel adı.
  • fiskobirliğin de 'nuga' adıyla yeni bir ürün kattığı kakolu fındık kremaları bütünü.
  • bir zamanlar * evde anneler de yapardı.

    mutfak robotlarının yeni çıkmaya başladığı ve değişik tariflerdeki şokellalara hayat verdiği bu dönemlerde, kahvaltıya çağrılan komşular tarafından lezzeti test edilirdi.

    *

    *
  • allahına kurban ya.
    hayır bir de günümüz ablalarının çocukluğunda plastik kaptan şokellaya ekmek banmamış gibi nutellasız asla yaşayamam, ay bizim evde hep var, of sıcak su torbası kitaplarım ve nutellam adlı paylaşımları..
    bunu da özellikle nutella başlığında değil de şokella başlığında paylaşayım dedim, ona prim yaptırmak istemiyorum.
  • nasıl oluyor bilmiyorum ama kadın grup yorum elemanlarının koğuş arkadaşlarına rujun yasaklandığı zamanlar, mahkumların ruj yerine kullandıkları madde. (cumhuriyet gazetesi/nihat halıcı-19 ekim 1989)
  • kimi cahillerin genel olarak sürme çikolataya verdiği isimdir. birinden duyduğum anda tüylerim diken diken olmakta. bazı markaların yıllar içinde ürüne ismini vermesini elbette anlayabilirim (selpak gibi) ama chokella hiç bir zaman piyasayı öylesine domine eden bir marka olmadı. (ayrıca kağıt mendile selpak demekte ısrar etmenin de belirli bir kıroluğu var.)
  • (bkz: derdini sikeyim butonu)

    ayrıca; ah olsa da yesek şokella!
  • market raflarında ne zaman görsem "almayacağım seni, yemeyeceğim seni!" diyerek kafamı başka yöne çevirip göz ardı ettiğim, çoğu zaman görsem de görmezden geldiğim, hem fena hem de şukela bir gıda ürünü.

    bu aralar depresyona girip girmeme konusundaki kararsız psikolojimle beraber bol bol yürüyüş yapıyoruz. bugün yine "hadi kalk, dolaşım biraz!" dedik. gezdik, dolaştık, yürüdük, düşündük ve her zamanki gibi herhangi bir çözüme ulaşamadık ama eve dönmeden önce markete uğramaya karar verdik.

    akşamüstüydü, önce sıcacık ramazan pidelerinin o buram buram iştah yoklayan kokularına, sonra birdenbire "ulan bunun içine ne güzel şokella sürülür ha!" düşüncesine yenik düşerek yıllardır bünyemizden ve market sepetimizden uzak tutmakta direttiğimiz o tıknaz, o gödelek, o şeytan kavanozunun büyüsüne kapıldık. evet, bu iradesizliği gösterip onu satın aldık.

    eve gelince satın aldığımız ürünleri tek tek yerlerine yerleştirmemize rağmen, şokella kavanozu, masanın ortasından kımıldamıyordu. ilk etapta onu yine görmezden gelip pamuk ipliğinde dans etmekte olan psikolojimle tartışmaya başladım; satın aldık diye tüketmek zorunda olmadığımızı, bu kötülüğü kendimize yapmamız gerektiğini uzun uzun anlattım ama o beni pek dinlemiyordu sanki. zira kavanoz hala aynı yerdeydi. artık tartışmak istemiyordum. ona sırtımı dönüp mutfağa yöneldim; ortalığa biraz çekidüzen verdim, hazır elim değmişken bir de çay demleyeyim, dedim.

    o ise hala konuşuyor; pidenin soğumaya başladığını, bir an önce yememiz gerektiğini, yoksa hiçbir anlamı kalmayacağından bahsediyordu. herhangi bir yanıt vermedim. bardağıma çay koyup sandalyeye oturdum. sadece susuyordum. kavanoz gözümün önündeydi ve ben tepkisiz kalmayı yeğliyordum.

    o ise diretmeye devam ediyordu. tüm ikazlarıma rağmen kavanozun kapağını yavaşça açıp üzerindeki jelatini kopardı. artık savaşacak gücüm kalmamıştı. o an tek yapabileceğim şey, gözlerimi kapatmaktı. fakat bir müddet sonra gözlerimi açtığımda pidenin ve kavanozun yarısı bitmişti. gözlerime inanamamıştım! suçlu, katiyen ben değildim. ben sadece çay demlemiştim.
hesabın var mı? giriş yap