• nazım hikmet'in yıllarının nasıl heba edildiğini anlatır.
    nazım 37 yaşında orta yaşlı bir adam olarak girdiği hapisten 50 yaşında genç bir dede olarak çıkmıştır.
    kitapta komploda fevzi çakmak'ın rolü olduğu söylenir.
    yazarı, aynı davada hüküm giymiş olan a. kadir'dir.
  • '' arada bir, o da haftada yada on günde bir falan, küçük bir şişe rakı aldırırdık, biraz leblebi, tuzlu fıstık, beyaz peynir... posta ibrahime derdik ki:
    - ibrahimciğim, biz bu gece, şöyle usul usul, ağacın altında efkar dağıtacağız... ne dersin?

    - hadi bakalım, derdi ibrahim gülerek..

    sererdik beylikleri kavak ağacı altında, karanlıkta oradan buradan vuran ışıklardan yararlanarak, demlenirdik ufak ufak.. yarımşar çay bardağı yeterdi her birimize.. üstüne suyu koydumu olurdu bir bardak. ikinci, üçüncü yudumda açılırdı nazım.

    -hadi abi derdik...
    -peki başlıyorum, derdi

    ilkin yürüyen adamı okurdu. en önce kalın kalın.
    bu şiir bitince ' duvar' şiirini şiirini okurdu. bu ünlü şiir doğuyu saran emperyalizm üzerine yazılmıştır.

    bu şiir bitti mi, hemen arkasından soluk almamacasına başlıyordu

    o duvar
    o duvarınız,
    vız gelir bize vız!..

    en sonra karıma mektup gelirdi.

    şiirin sonuna doğru gözleri dolu dolu olurdu nazımın... ''

    olayda a. kadirin anlattığı yer ankara cezaevidir.

    şimdi ben hepinizi bir bardakta hoş eden o rakıdan kaç şişe içsem o gece sizin olduğunuz kadar duygulanırım? ne kadar içsem özgür hissederim etrafımda hiç bir duvar yokken? kim ne dese içime o kadar işler nazımın sesi kadar? hangi türküyü dinlesem altında oturduğunuz kavağın hışırtısından tatlı olur?

    düşünüyorumda özgürtutsaklıktan bin kat daha iyidir tutsaközgürlük...
  • kitaplarımız çoğu kez bir o yana bir bu yana savruluyorlar hayatın akışı içinde. ama bu kitabın 1967 baskısı inatçı çıkmış, benimle birlikte bu günlere kadar gelmeyi başarmış. geçen sene evde tadilat vesilesi ile giriştiğim temizlik ve düzenleme çalışmaları içinde elime çıkıverdi saklandığı köşeden. arka kapak yazısı içime dokunmuştu. sözlüğe aktarmak istemiştim. kısmet bugüneymiş.

    "o zamanlar, ta 1938 lerde, alman faşizmi azgın bir hale gelmişti. ortadoğuda tam bir egemenlik kurmuştu. harp okulunda kitap okumaya meraklı bir avuç genç ırkçı ve turancı bir başka öğrenci gurubunun hışmına uğredı. harp okulu, ankara allak bullak oldu. bugün yarın darağaçları kurulacakmış gibi bir hava esti ortalıkta. sorgular sualler mahkemeler derken, bu çocuklar, kabahatli kabahatsiz gürültüye gittiler. bunlar içinde sosyalist fikirler taşımak şöyle dursun , dünyadan habersiz olanlar bile vardı. ama bu olayın asıl acı yanı o zaman 37 yaşında olan şair nazım hikmet'in bu gençlerin varlığından bie haberi yokken ,tevkif edilerek onlarla birlikte muhakeme edilmesi ve 15 yıla mahkum olmasıdır.
    bu kitabın yazarı a.kadir o zaman harp okulu öğrencisiydi. bu kitabı ister bir anı kitabı, ister roman, ister tarih diye okuyun. nasıl isterseniz öyle okuyun. ama muhakkak okuyun. "
    alıntı:
    1938 harp okulu olayı ve nazım hikmet,
    a.kadir
    basan: istanbul matbaası 1967 2.basım
  • (bkz: a. kadir)
  • "ayağa kalktım.
    -savcının bütün iddialarını reddediyorum, dedim.
    -reddediyorsun ama okuduğun kitaplara baksana, dedi hakim.
    -ne var benim okuduğum kitaplarda? dedim. siz ne okumamı istiyorsunuz benim? ben gerçekleri öğrenmek istiyorum, gerçek hayatı. halk çocuğuyum ben, babasız büyüdüm. çocukluğum perişanlık içinde geçti. tatillerde sepetçilik yaptım, kahveci çıraklığı yaptım, mahalle aralarında kurabiye sattım, karpuz sergilerinde çalıştım, gelecek yılın kitap, defter parasını çıkarayım diye. mahallemizde zengin çocuklarının yaşayışlarını görürdüm. biz kurufasulyeyi çok zaman zor bulurduk. ben askeri okula fukaralık yüzünden girdim. fukara olmasaydık belki de doktor, mühendis okuluna giderdim. ne okumamı istiyorsunuz benim? halit fahri'leri, orhan seyfi'leri, yahya kemal'leri mi? elbette ki gorki'yi okuyacağım, nazım hikmet'i okuyacağım. ama bunları okuyorum diye isyan falan mı düşünüyorum sanıyorsunuz? askeri isyan nerede, ben nerede? bizim aklımızın ucundan geçmiş değil böyle bir şeyler. bedava yedirdiğiniz yemekleri kursağımızdan çıkarmak istiyorsunuz bakıyorum. nedir bu dünyada zenginlik, fakirlik, diye düşündük mü, hemen komünist deniyor. ben zenginleri sevmiyorum. komünistlik mi bu sizce? soruyorum, komünistlik mi? mahallemizde "yorgancılar" denen birileri vardı, çok zengindiler, komşumuzdular. bir akşam bir tabak yemek gönderdiler bize. koyduk yemeği sofraya. ilk lokma boğazımda kaldı. yemek ekşimişti. namussuzlar, bizi insandan mı saymıyorlardı fukarayız diye? işte ben o günden beri hiç iyi gözle bakmam zenginlere. zenginleri sevmemek, fakirlere acımak, nazım'ı okumak ve sevmek komünistlik mi? eğer komünistlikse bu, komünistim ben işte, ne yaparsanız yapın, dedim ve olanca gücümle elimi sıraya vurdum ve oturdum.
    daha önceden kararlıydım böyle hızlı konuşacağıma, ama gene de şaşırıyordum, nasıl söyleyebilmiştim bu kadar lafı koca mahkemenin önünde? mahkeme heyeti yumuşayıvermişti. baktım, zabıt katibi gözlerini bana dikmiş, yanaklarından yaşlar akıyor, bayağı ağlıyor zavallı! önümde fuat ömer, nazımın avukatı, şaşırmış kalmış, öyle bana bakıyor. nazım'a baktım, yüzü bana dönük, gözleri yaşlı, bir baba şefkatiyle gülümsüyor. arkamdan bir ses duydum, döndüm söyle bir baktım naci fişek içini çeke çeke ağlıyor. hay allahım, neden üzdüm ben bunları böyle, diye düşünmeye kalmadı, hakim,
    -mahkemeye ara veriyoruz, dedi.
    nazım'ı derhal dışarı çıkardılar. anlaşılan, onu bizimle hiç konuşturmak istemiyorlardı. bulaşıcı bir hastalık gibi görünüyordu onlara nazım.
    ben de dışarı çıkmak üzere kalktım. kapıya doğru giderken, mahkeme üyelerinden binbaşı fuat bey de bana doğru geliyordu. üzüntülüydü, ama hiç belki etmemeye çalışıyordu üzüntüsünü. vakurdu. harp okulu'nun en yakışıklı, en erkek subaylarındandı o. yaklaştı bana, elini omzuma koydu ve,
    -işin içinde bir şey yok, biliyorum abdülkadir. ama siz hazır olur, ne yapalım, yukarıdan geliyor emir, size ceza vereceğiz, oğlum, dedi. hiçbir şey söyleyemedim binbaşıya. nutkum tutulmuştu. sadece,
    -sağ olun, binbaşım! diyebildim.
    dışarı çıkmadım, döndüm yerime oturdum, başladım düşünmeye."
hesabın var mı? giriş yap