• bela çiçeği

    alsancak garı'na devrildiler
    gece garın saati bela çiçeği
    hiçbir şeyin farkında değildiler
    kalleş bir titreme aldı erkeği
    elleri yirtilmisti kelepceliydiler
    çantasını karısı taşıyordu
    hiç kimse tanımıyordu kimdiler
    gece garın saati bela çiçeği
    üçüncü mevki bir vagona bindiler
    anlaşıldı erkeğin gideceği
    bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
    bir türlü karısına bakamıyordu

    ayaküstü birer bafra içtiler
    gece garın saati bela çiçeği
    şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
    karanlık gelmişi geleceği
    birdenbire sapsarı kesildiler
    vagonlar usul usul kımıldıyordu

    attilâ ilhan
  • üstad'ın şöyle bir (meraklısına notlar 'dan) not yazdığı şiirdir;

    ".. saatin. hele boyutları fazla iri tutulmuş. içinden aydınlatılan bir gar saatinin. insana. hayatımın gerilimli anlarında nasıl garip göründğünü. bilenler bilir. alsancak garı'nda. 'mevcutlu' götürülen bir 'siyasi'ye tanık olmuştum. olay beni çok etkiledi. hem adamın. hem kadının. birbirlerinden çok garın saatine bakmaları. ürpertici bir şeydi. şiiri tamamladıktan sonra 141/142 ile ilgili bir de ithaf eklemiştim başına. kitabı yayımlayacağımız sırada şükran 'la başbaşa verip üzerinde düşündük. çıkarmayı uygun gördük. (a. aksan fransızcaya, p. bruveris letoncaya çevirdi; gülbeniz besteledi ve kasete okudu.)
  • i. fasıl

    attila ilhan'ın şiirlerinin şiir kitaplarına yayılışında bir denge vardır; herhangi bir şiir kitabını diğerinin üzerine çıkarabilmek güçtür. spesifik bir bölümlemeye ihtiyacınız olur. örneğin bela çiçeği çok karanlıktır; sonbaharda raftan indirilip okunabilir. mümkünse kasım gibi, havanın ne yağıp ne yağmadığı, ne gürleyip ne gürlemediği, öğlen vakti mavinin en koyu laciverde büründüğü vakitte haydarpaşa garı'nda attila ilhan'la karşılaştırır sizi. "gece garın saati bela çiçeği" ile rock n roll kopekleri eşliğinde ömer haybo'yla tanışmak zorunda kalırsınız. aysel git başımdan ile sen benim hiçbir şeyimsin aynı karanlıkta neredeyse kardeş gibidir. üstad attila ilhan'ın ikinci yeni ile dalga geçerken kullandığı "birinin dizesini alın öbürkünün şiirine ekleyin, hiçbir şey anlamazsınız, hiçbir şey değişmez" ifadesini ben de bu iki şiir için kullanabilirim. deneyelim, isterseniz. aysel git başımdan'a 1, sen benim hiçbir şeyimsin'e 2 diyelim:

    (1) aysel git başımdan ben sana göre değilim
    (1) ölümüm birden olacak seziyorum
    (1) hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
    (2) sen benim hiçbir şeyimsin
    (2) yazdıklarımdan çok daha az
    (2) hiç kimse misin bilmem ki nesin
    (2) lüzumundan fazla beyaz
    (2) sen benim hiçbir şeyimsin
    (1) ıslığımı denesen hemen düşürürsün
    (1) gözlerim hızlandırır tenhalığını
    (1) yanlış şehirlere götürür trenlerim
    (1) ya ölmek ustalığını kazanırsın
    (1) ya korku biriktirmek yetisini
    (2) sen benim hiçbir şeyimsin
    (2) yabancı bir şarkı gibi yarım
    (1) sakın başka bir şey getirme aklına
    (1) aysel git başımdan ben sana göre değilim
    (2) sen benim hiçbir şeyimsin

    üstadı yermek için sunmadım bu bileşimi. aksine burada anlatmaya çalıştığım şiir kitabının bütününe sinen o karanlık havadır. onu parmakla göstermek de yetmez; isterseniz tilahan'ın sen benim hiçbir şeyimsin'e "meraklısına notlar"da düştüğü notu okuyalım: "şiirin ilginç bir öyküsü var: o yıllarda özellikle izmir'de, bazı genç kızlar, telefonla beni arardı. kimisi adını verir, kimisi vermez. bazısıyla kültürpark'ta ya da karşıyaka'daki bir deniz kahvesinde buluşuruz, söyleşiriz. bazısı 'meçhul' kalmayı yeğler, sadece telefonla söyleşir. şiir işte bu sonuncu türden bir ilişkinin etkisiyle yazıldı. kim olduğunu hala bilmediğim o genç kız, en çok da geceleri beni arar, sıcak, biraz kırık sesiyle dakikalarca konuşurdu. ben de konuşurdum elbet. allah bilir ona neler anlatırdım. derken, dönüp dolaşıp onun benim neyim olduğu sorusuna takıldık, sıcak bir yaz akşamı gibi hatırlıyorum, sen dedim benim hiçbir şeyimsin. sonra bu yeni şiirin ilk mısrası oldu. bitirip ona okuduğumda adamakıllı içlendiğini hatırlıyorum. kimdi dersiniz?"

    o kız her kim idiyse, onun telefonda kapıldığı karamsarlığı bela çiçeği'nin tümünde hisseder gibiyiz. üstad izmir diyor yukarıdaki hikayede ama ben istanbul diyorum; gecenin kapıları örneğin. bana sanki istanbul'da "sokakta kalınırmış" gibi geldiğinden midir nedir, şiiri istanbul gecelerine adarım:

    bütün kapılar kapandı dışardayım
    birden karşıma çıkmayın korkuyorum
    uykusuzum fena halde sokaktayım
    karanlık bastırdı mı bozuluyorum
    ...

    yine karanlığı bu denli ön plana çıkardığı bir şiirine de artık tümüyle kaybedişi gösterircesine ispanyolca "hiç" adını vermiştir: nada nada y nada

    ...
    seni kaybettiğimi anlamayacak mıyım
    silahsızım yüzümde kaç günlük bir sakal
    kırarsam içimdeki camları kırıyorum
    saat çaldı mı seviştiğimizi de unutma
    geç vakit sular çekilmeye başladı mı
    asarsam bel kayışımla kendimi asıyorum
    verdiğim adreste yoğum nada nada y nada

    aynı şiirde "silahsızım yüzümde kaç günlük bir sakal" demese, bu nada nada y nada'nın telefonda "hiçbir şey" olduğunu öğrenen kız olduğunu bile düşünebilirmişiz. o kızın, telefonda sesini değiştirerek konuşan aysel olduğunu düşünsek, çok daha anlamlı olmaz mıydı?

    nun nun ise bela çiçeğinin rıhtım şiirlerinden biri gibi duruyor. bu haliyle de izmir değil, yine bir istanbul şiiri.

    iyimser bir mayıs karanlığında bildik istanbul'un
    fok nefesleriyle bomboş gemiler yelkovan rıhtımında
    tutsak yalnızlıklarından ağır sular gibi yorgun
    gecemi değiştiren en gizli şey nun nun
    ...

    üstadın en düşündürücü bulduğum dizelerinden biridir "bütün çizgileri bozuyorsun"; şubat yolcusu'nun sonuna resmen yapıştığını hissediyorum. önceki dizeye resmen eklemlenmiş.

    ...
    seni kim çizebilir şubat yolcusu
    bütün çizgileri bozuyorsun

    sonbahardan şubata doğru akmış bulunuyoruz. aysel'i, adı bilinmeyen "hiçbir şey" kızını geride bırakıp büyük leylâ'ya dalıyoruz. tam anlamıyla dalmak bu. attila ilhan'ın orospulara dönük şiirleri içinde bela çiçeği'ne en yakışanı buymuş; ki yerini de bulmuş, yadırgamamış.

    ...
    halbuki onun ilk zamanları
    balon kadehlerde içilen konyak
    âvizeler altında sevip kadınları
    at yarışlarında büyük oynamak
    pera içlerinde italyan şarkıları
    her gece bir baron kendini asıyor

    aynalara sinmiş tokatlıyan'da
    onsekiz yaşından birkaç tebessüm
    gözyaşları bütün şampanyalarda
    bir gölge gibi kaç kere gördüm
    dolaştığını dip odalarda
    belki de kendisini arıyor

    yine bela çiçeği'nde büyük leyla'yı istanbul'da yitmiş bulacağız:
    büyük leylanın sonu

    izmir'i oldum olası sevemediğimden, hep o civcivli, şen şakrak, renkli havasıyla hatırladığımdan attila ilhan'ın şiirlerindeki izmir de benden kaçıyor sanki. izmir kızlarını tanımıyor muyum neyim, anlamıyorum ki. eksik'te çizilen kızlar çok yabancı.

    en eksik kızlar izmir'e çizilmiş
    dudakları simsiyah akıyor
    gözlerini iyice karıştırmışlar
    yaşadıkları neyse eksik
    ...

    gerçekten de eksik benim için; izmir kızları, ankara oğlanları, prag travestileri diye genellemeler yapıyor değilim; sadece eksik harbiden de eksik diyorum.

    ...
    korkularının tadı bir tuhaf
    geceleri birden yaklaşıyor
    karanlıkları az uğultulu
    sevdikleri neyse eksik

    belki de istanbul'un mazot tüküren yapısı içimize işlemiş; bir tarafımıza sürekli iğne batmadan yaşayamaz hale gelmişiz. olabilir. benzer bir şeyi roma için de düşünmüştüm; bütün yollar roma'ya nasıl çıkıyorsa, nasıl urbs orbis'e dönüşmüşse; kent, dünyanın bizzat kendisi olmuşsa, istanbul da öyle sanki sadece o varmış gibi geliyor. eh haliyle kızları da buna dahil. her şeyi içinde.

    ibrahim cura limited ise tilahan'ın serüven adamlarından biri. o da köken olarak nereye bağlanırsa bağlansın, artık bir "istanbul çocuğu" olsa gerek.

    ...
    kan mı emzirmiş katıldığı çamura
    acaba bir kaçakçılığı tartışıyor
    buldog güzelliğine sığmazsa pek pek
    biraya sızıyor ağırdan ağıra
    geceleri beyoğlu'na tekmil küserek
    asya'da bir limana yanaşıyor
    ...

    beşiktaş'tan bu tarafa gece dönüşlerimi anımsattığı için belki de, bilemiyorum. aynı limana yanaşıyoruz sanki şairle beyoğlu'na küsmek de dahil olabilir.

    o dönüşlerden birinde ya da çok alakasız bir günde bela çiçeği'nin en şiddetli şiirlerinden birini okumamız gerekebilir: "beni bir kere dövdüler"

    yalan yok, bu şiir bana bir türlü bağlanamayanlardan. eklemlenemiyor bir türlü. ama istanbul şiiri olması açısından ve şu dizeleri barındırması açısından bela çiçeği'nin karamsarlığına dayak yemenin de ötesinde bir şiddetle düşüyor, tuzağa düşmek gibi.

    ...
    kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
    dağılmış suratımı avuçlarına saklamayı
    ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de
    bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm
    ...
    cinnet çarşısı ise attila ilhan'ın pek sevmediğini söylediği mensur şiir türündedir. kendi deyimiyle beyoğlu'nu şiirsel bir prizmadan geçirerek yansıtmaya çalışıyor burada. özellikle de civcivli, eğlenceli kısımlarını. ancak burada bir diyalektik göze çarpıyor: ömer haybo da, abbas da aynı çarkın işleyen dişlilileri. ama üstadın da bilirdiği gibi, biri olumluyu biri olumsuzu oynuyor. şiir olumlunun üstünlüğüyle bitiyor. tema üstadın dilinde şöyle aktarılıyor: "uzun zaman kafamı kurcalamış. gerçek hayatın dışında kalmak sorunu. mekânsız kurt. yalnızlık."

    şiir olumlu bitiyor diyor ya üstad; bakalım sahiden de öyle mi:

    "... seni o otelden. beni bundan kovuyorlar. ben ona gidiyorum sen aynı anda buna geliyorsun. ölmek işten değil. delirmek. sırtısıra oteller. yağmur geceleri akan, kar geceleri üşüyen. serseri ve kurtlar yatağı. oteller. oteller. oteller. birinden ötekine. ötekinden berikine yayından kurtulmuş öfkeli bir mekik hızıyla dolaştığım. hanginiz'den ömer haybo'ya, yani kendime, telefon edebilirim? söyleyin bana, hanginizden?"

    devamı sonra...
  • şehirde tanınmayan adamın kitabıdır.
  • (bkz: sevgili)
  • az önce çözdüğüm sorudaki gizemli şiir. soru çözmeyi bırakıp daldığım dizeler
  • sen dudaklarını boyadığın zaman orlean düşesi
    ben hangi filme gitsem sonunda ölüyorum
    bu şehrin en büyük yanlışı galata kulesi
    onu cinnet çarşısında bile kimse sevmiyor

    müslüman meyhanelerinde sarhoştan geçilmiyor

    bir tramvay çiğnedim midem hala bulanıyor

    *
  • attilâ ilhan'ın yayımlanan beşinci şiir kitabı. ilk baskısı 1962'de ataç kitabevi tarafından yapılmıştır. bu kitapta en sevdiğim şiirlerden biri gecenin kapıları'dır. kim bilir kaç gece uykuya bu şiirden mısralarla daldım. kaptan, şiirle ilgili şunları söylüyor:

    "yaz yağmuru gibi birden bastıran şiirlerden. izmir'deyim. akşam, herhâlde sonbahar, şehrin ışıkları birden yandı, eflatun hafif nemli bir karanlık körfez'in üzerinde dağılıyor, pasaport'tan konak iskelesine yürüyorum, vapurla karşıyaka'ya geçeceğim: şiirin ilk mısrasını ta içimde duyuyorum, iskelede, sonra vapurda, mısralar birbirini izledi. öyle ki eve geldiğimde iş şiiri kâğıda dökmeye kalmıştı. sevdiğim şiirlerdendir."

    ben galiba en çok "yaz yağmuru gibi birden bastıran şiirler"i seviyorum...
  • 1971'de ok yayınlarından çıkan ikinci baskısına sahip olduğum, kaptanın bilmem bendeki kaçıncı kitabıdır. aysel git başımdanla başlar, sen benim hiçbir şeyimsinle devam eder...
hesabın var mı? giriş yap