• sadık yalsızuçanlar'ın son romanı. harakanlı bilge ebu'l-hasan'ın hayatını konu alıyor.
  • yazılan çoğu şeyin yazanın hayatına dair olduğuna inanan biri olarak, hikayenin mutsuz, depresif kahramanının sadık bey olduğunu düşündürmüş, şaşırtmış kitap.
    kurgu güzel. özellikle bölüm aralarına serpiştirilen hikayeden kopuk gibi görünen fakat dolaylı olarak hikayeye dair bölümler orjinaldir.
  • kitap... başlarken sıkmış, basit gelmiş, lakin ortalarda kavramış sonunda ise ağlatmıştır. normal hayatta karşılaştığımız bazı kıssa ve özlü sözlerin harakanlı bilge ebul hasan'a ait olduğunu öğrenmek de ayrıca ilginç oldu. ayrıca kitabın özellikle kerbela ile alakalı kısmında ağlamamak, yanmamak, yıkılmamak mümkün değildir...

    "nasıl kıydın ceylana kansız avcı?
    sana bu söz yetmez, sana kıyamet gerekmez. sana cennet gerekmez, sana cehennem gerekmez"

    diyerek katile, sen cehenneme girsen bile dönüp bakmam sana diyerek kırgınlığını küskünlüğünü dile getirmiştir yazar...

    "sana dünya gerekmez, ahiret gerekmez, sana söz yetişmez, ateş yetişmez."
  • harakanlı bilge ebu'l hasan * ile buhran bataklarında çırpınan bir kameramanın * hayatını anlatan sadık yalsızuçanlar romanı. buhranın girdaplarındaki katmanlar ve onun yegane devası inanç ve teslimiyet çok güzel harmanlanmış. ludwig wittgenstein'ın "yüreğimin büklümleri hepbirbirine yapışmaya çalışır, ben de yüreğimi açmak için büklümleri hep yeniden çekip koparmak zorunda kalırım." alıntısıyla başladığını gördüğümde hissetmiştim aslında ne kadar derin bir kitap olacağını, ama bu kadarını ben de beklemiyordum. can alıcı satırları ise azımsanamayacak kadar çok. elbette bir kısmı:

    "biri on yıl ilim okur, bir çıra bile yakamaz. biri bir harf duyar, onun içi yanar."

    "bir insan kilitli olmayan, ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir."

    "fakat ona koşmaktır aslolan. bunu koşarken göremezler, sadece ona koşmak... koşarken susamış bir halde ölmek. bu neye benzer biliyor musun? çölde yolculuk yapan birinin az suya kanmayınca, kendini su kuyusuna atarak, susamış bir halde boğulmasına..."

    "orada gördüm yalnızlığı. insana benziyordu. ondan sonra hep insanı da yalnızlığa benzettim.

    "göğe bak, oradan geldin sen, yurdun orasıdır, oraya layık bir ışığa gir. ilmini ölmeyen diriden al, ölüyü ölüden alma.

    "ne dinlemek ne konuşmak, sesim sözün olmadığı bir yere gitmek istiyorum."

    "insan yalan söylemiyorsa yeterince özgündür"

    "içimizdeki merhameti koruma isteğini yitirecek kadar körleşmiştik."

    "gönlünüz hüzünlenince bunu ganimet bilin, insanlar sıkıntının bereketiyle bir yere varırlar."

    "bizim derdimiz, hiçbir şekilde iki dünyaya da sığmayan bir hüzündür."

    "eskiden insanlar ilaç gibiydi. başkalarına sadece yararları dokunurdu. şimdi ise, kendilerinden başkasına deva ulaşmayan dert gibiler."

    "gidiyor ve değişiyor olmak dokunaklı bir şarkı gibi gırtlağıma dalıyor, yüreğimi sızlatıyor."

    "islam'ın, insanlar arasında, tersinden giyilen birgiysiye dönüşeceğini seziyorum."

    "sarı bir illet gibiydi kavmiyetçilik... herkesi vurdu..."

    "insanın artık bugün hiçbir yerde kendi özüyle karşılaşamayacağı yönünde bir şey..."
hesabın var mı? giriş yap