• carl gustav jung'un insan bilimlerine bir armağanı. orijinali 1976'da basılmış 400 sayfadan uzun bir kitap olsa da güzide ülkemde 3'te 1'ine düşürülerek dört arketip adıyla basılmış metis tarafından. olsun, o da bi şeydir. anne arketipi, yeniden doğuş miti, yaşlı bilge adam, mandala, efendime söyleyim, ilk günah, yalnız kadın gibi gibi birçok tipik anlatı ve ritüel öğesini bir araya getirmiştir bu kitabında jung efendi (pek tabii metis baskısında bunların çoğu yer almıyor, adı üstünde 4'üne yer vermiş sadece). bunu yaparken de the golden bough gibi alanında bir temel eser olmayı başaran çok çeşitli antropoloji ve mitoloji kitaplarına başvurmuş, bunları psikolojinin yapısal kurallarına ve alanlarına oturtmuş, ortaya böylesi bir eser çıkararak biz kullarına armağan etmiştir. sağolsun varolsun.

    edebiyatta ve sinemada arketipçi eleştiri diye bilinen bir yaklaşımın da james george frazer'la birlikte yaratıcısı olmuştur aynı zamanda.
  • (bkz: #31667264)
  • bergman'ın persona'sı anne arketipi pasajından mülhem olmuştur. ya da ben uyduruyorum.
  • metis yayınlarının sırf basmak için bastığı, jung'a yazık ettiği kitabı.
    kitapçıdan acele çıkmam gerektiği için şöyle bi' jet hızıyla bakıp alıp çıkmıştım ki eve gelince pişmanlıktan kafamı duvarlara sürterken buldum kendimi. olayın aslını, kitabın hiç bir orijinal kitabın çevirisi olmadığını ve yalnızca bir kaç yazının seçkisi olduğunu, anca 15. sayfada açıklama gereği duymuş abiler, bu işler için kitabın arka kapağı uygunken.

    velhasıl kitap yalnızca anne arketipi ve kuran'ın suresi gözden geçirildiği için ilgi çekici buldukları yeniden doğuş üzerine yazıları içeriyor. jung hakkında internetten yapabileceğiniz araştırma, kitabın size vereceklerinden kat kat daha fazla. ya hakkını vererek bir şey yapınız, ya da bırakınız eksik kalsın vıjdansızlar.
  • türkçedeki kısıtlı karşılığı dört arketip seçkisinden birkaç damıtma alacak olursak:

    "tüm gardiyanlar gibi kendisi de tutsaktır ve lanetleyen herkes gibi kendisi de lanetlenmiştir*."

    "insan muazzam işler başardı, ama bunun karşılığında dünyanın uçurumunu derinleştirdi; insan nerede duracak, durabilecek?"

    "hilebaz fantezisi muzip anlatılarda, karnaval coşkusunda, şifa ve büyü ritlerinde, dinsel korku ve aydınlanmalarda, kimi zaman açık seçik, kimi zaman da muğlak biçimlerde, tüm zaman ve mekanların mitolojilerinde dolanır durur, belli ki bir "psikolegem", yani çok eski bir arketipik psişik yapıdır."

    "kahraman mitinin gelişiminde 4 evre saptanır: hilebaz, tavşan, kızılboynuz, ikiz."

    "ayrıca hilebaz yeniden anımsanmasını bilincin ona duyduğu ilgiye borçludur; bunun yanı sıra, yavaş yavaş gerçekleşen uygarlaşmanın kaçınılmaz sonucu olarak, başlangıçta bir demonium olarak belli bir özerkliğe, çıldırma kapasitsine sahip ilkel bir figürün asimilasyonuna da bağlı olabilir."

    "şaman ve büyücü hekimin de hilebaz bir tarafı vardır."

    "sözümona uygar insan hilebazı unutmuştur. (...) insanlar, bireyin silindiği kitleler oluşturur oluşturmaz bu gölge harekete geçer ve -tarihin de göstermiş olduğu gibi- bir kişide vücut bulur."

    "eski imgelerin anısından bir türlü kurtulamaz insan, bu nedenle de bu anıyı anlamsız bir yük gibi taşır durur."

    "tantrik* sistemlerdeki çakralar eskiden bilincin bulunduğu düşünlen yerlere karşılık gelir, örneğin anhata*: göğüs bölgesi, manipura*: karın bölgesidir, vishudda* modern insanın dil bilincine ve gırtlağa karşılık gelir."

    "psikolojik açıdan bakıldığında, insan kültürünün tarihi, büyük oranda, insanın hayvandan insana dönüştüğünü unutma çabasından ibaretttir."

    "oysa hiçbir şey geçip gitmiş değilir, şeytanla yapılan anlaşmalar bile."

    "çoğu zaman gölgenin hemen ardında, muazzam bir büyü ve etki gücüne sahip anima durur."

    "tüm psikoloji önermeleri tam tersine de çevrilebilir, gerçekliklerin kanıtlayan da budur zaten."

    "bilindiği gibi bir kompleksin gerçekten üstesinden gelinebilmesi*, o kompleksin sonuna kadar yaşanmasıyla olur."

    "yapı zaten mevcut olandır, yani her halükarda var olan önkoşuldur. bu da anne, tüm deneyimleri içine alan biçimdir. buna karşılık baba, arketipin dinamizmini temsil eder, çünkü o hem biçim hem enerjidir."

    "omne superius sicut inferius*. yukarıda olan her şey aşağıdakinin aynısıdır."

    "bizim bir irademiz vardır, ama ilkel insanın yoktur."

    "sistematik unutkanlık, bir organın işlevinin zayıflaması ya da tamamen durması isterisidir."

    "ruh zenginliği ganimet biriktirmeyle değil, alımlama açıklığıyla olur."

    "nitekim her mesleğin* kendine özgü persona'sı vardır."

    " ... insan doğasında armağanları doğal saymak gibi bir zaaf vardır; sıkıntı anında bizzat çaba göstermek yerine, bunlar üzerinde hak iddia eder.(...) komünist devlet, yurttaşların değil, yalnızca serflerin olduğu mutlak bir monarşiden başka şey değildir."

    "3 rakamı eril bir rakam olduğu için kötü avcıyı simgeler, kötü avcı aynı mantıkla (simyasal olarak) alttaki üçlük olarak kavranabilir. oysa 4 rakamı dişi rakam olduğu için yaşlı cadıyı simgeler."

    "tıpkı cennetteki bir ağacın meyvesinden yemek yasak olduğu gibi, bu odaya girmek de yasaktır, ama işte tam da bu yüzden girilecektir."

    (bkz: collective unconsciousness)
    (bkz: deli dumrul'un bilinci/@ibisile)
  • buna ilgisi olan bunu da okur;

    (bkz: kahramanin sonsuz yolculugu)
  • orijinalinin 464 sayfa, metis'in çevirdiği dört arketip'in' ise 144 sayfa olduğu kitap.
    ah, of, öf! zaten topuzuma kadar dolmuşum, taşıracağım şimdi tuzlu sularımı kusura bakmayın.
    o kadar zor ki bu ülkede yaşamak... huzur dolu, öfkesiz, ''ya sabır'' nefesi almadan yaşamak... hayır her şey mi yarım yamalak olur, her şey mi kusurlu olur? kanser gibi bu illet nasıl sarmış tüm varlık sahasını? nasıl kurtulacağız, yok mudur bir çaresi? içim kararıyor, dışarıda yağmur. günler hep gloomy sunday.

    aklımıza esen yabancı bir kitabı*** tereddüt etmeden alamıyoruz. çünkü özet olabilir, kesilmiş olabilir, yazara ait olmayabilir, aforizma olabilir, sansüre uğramış olabilir. olabilir de olabilir... sonuç? muhakkak ön araştırma yapmalıyız. gözü kapalı kalkışmaların bizi arzuladığımız ideal sonuçlara götürmeyeceğini bileceğiz. ve suistimal edilme gerçeğine karşı tedbirli olacağız.. güvenmek ah nasıl ütopik bir duygu.
    sistem insanın kafasına vura vura öğretiyor tekayyuza geçmeyi. halbuki ne gerek var? niye saf saf yaşayamıyor, doğduğumuz gibi ölemiyoruz? hep mi tetikte olmalıyız?
    kolektif bilinç böyle bir şey mi?

    kitaptan geçtim, aklıma meryem uzerli geldi. çocuğuna hamile kaldığı insanın kaypak çıktığı zamanlardı, uzerli'nin türk tanıdıkları ''nasıl olur da adamı google'lamazsın, azıcık araştırsan zaten nasıl biri olduğunu anlardın.'' mealinde bir şey söylemişlerdi. en azından magazine yansıyan kısmı böyleydi. ne zaman ''aslında araştırmamam gereken bir şey''i araştırmak ''zorunda kalsam'' bu detay gelir aklıma. kadında böyle bir refleksin gelişmemiş olmasına gıpta ederim. ne muazzam bir saflık, güvenmişlik.

    bizse ırmakların akışı uğruna ölünebilen ama hiçbir işi doğru yapmayan ilkesiz, etiksiz, pespaye bir yurttayız. stalker olmak zorundayız, görmeden inanmamak zorundayız, almadan araştırmak zorundayız.
    bitkiden farkımız yok, iklime uyum sağlamak zorundayız.

    carl gustav jung, kitabında bu konulara da değinmiş miydi?
  • “insan, biri ölümlü, diğeri ölümsüz olduğu bir dioskuros çiftidir, bu ikisi hep bir aradadırlar ama asla bir bütün olmazlar. dönüşüm süreçlerinin amacı bu ikisini birbirine yaklaştırmaktır, fakat bilinç buna karşı direnir, çünkü öteki yabancı ve tekinsiz gelir, çünkü kendi evimizin tek efendisi olmadığımız fikrine bir türlü alışamıyoruzdur. daima yalnızca ben olmayı tercih ederiz. oysa içimizdeki dost ya da düşmanla karşı karşıya gelmişizdir ve onun dost mu düşman mı olduğu bize bağlıdır.”
    (carl gustav jung. “dört arketip.” metis)
  • arketipin taşıyıcısı öncelikle kişisel annedir, çünkü başlangıçta
    çocuk onunla tam bir ortaklık, bilinçdışı bir özdeşleşme içindedir.
    anne, çocuğun hem fiziksel hem de psişik önkoşuludur. ben bilincinin uyanmasıyla ortaklık yavaş yavaş ortadan kalkar ve bilinç, bilinçdışıyla zıtlaşmaya başlar, ki bu da bilincin önkoşuludur. böylece ben
    ve anne ayrımı oluşur ve annenin kişisel özellikleri giderek belirginleşir. onun imgesindeki tüm efsanevi ve gizemli özellikler ortadan
    kalkar ve bunlar, en yakın olası kişiye, örneğin büyükanneye yüklenir. büyükanne, annenin annesi olarak anneden daha "büyük"tür. asıl
    "büyük ana" odur. hem bilgelik hem de cadılık özelliklerini taşıdığı
    sık sık görülür. zira bir arketip bilinçten uzaklaştırıldığı oranda netleşerek mitolojik yanı belirginleşir. anneden büyükanneye geçiş, arketipin statüsünün yükseldiği anlamına gelir. bu durum bataklar örneğinde açıkça görülür: ölen babanın onuruna verilen kurban mütevazıdır, sıradan bir yiyecekten ibarettir. fakat oğulun bir oğlu olduğunda, baba da artık büyükbaba olduğu için öte dünyada daha saygın bir
    konuma gelmiştir. o zaman kendisine büyük kurbanlar sunulur.
  • " insan, insan- olmak hususunda bir anlatıya giristiginde, irdeleyecegi hep kendisi olacaktır.bu kendini- anlatma, anlatının hem içeriğin de, hem de biçiminde ickindir. hiçbir özgün kuram öteki'nden çıkmaz. her şey "kendi" nin kuramidir. öteki, ancak bir ilişki surecinde, oteki'nde kendini bulmak ve oluşturmak içindir. "

    " bilincin kozmik anlamını o an için de apaçık kavradım.'doganin yarım bıraktığını sanat tamamlar ' der simyacılar.ben, yani bir insan, gizli bir yaratıcılıkla, dünyaya nesnel bir varoluş katarak, ona kusursuz damgasını vurmustum. böyle bir davranışı ancak yaradan yapabilir denir... insan, yaradılışın tamamlanabilmesi için gerekli(dir), çünkü insanın kendisi ikinci bir yaratıcı(dir) ve dünyaya nesnel varlığını kazandıran o(dur)... nesnel varoluşu ve anlami yaratan insandı(r) ve insan varoluşun yüce sürecinde vazgecilmez yerini almıştı(r)." (jung 2001: 262-3).

    metis yayınları, dört arketip, 2017.
hesabın var mı? giriş yap