• prof.dr.fethi heper'in anlatımıyla
    türk futbolunda devrim yaratan eskişehirspor efsanesinin başlangici

    1963 yılının eylül ayında, eskişehir amatör 1. lig'de gençlikspor kulübü'nde, kendisi de benim gibi eskişehir iktisadi ticari ilimler akademisi öğrencisi olan dayımın oğlu bilgin'le birlikte oynuyorduk. gençlik kulübü sanki bizim ailenin kulübü gibi. kurucusu ve kulüp başkanı halamın oğlu zeynel karagöz. takım kaptanı ağabeyim osman, askerliği sırasında sakatlanmasaydı, belki türkiye'nin star futbolcularından biri olabilirdi. diğer ağabeyim beytullah takımın geçilmez beki, golcü santraforu, bazen de sağaçığı idi. diğer hala çocukları benden önce takımın futbolcuları ve sonra da yöneticileri idi.
    bir hafta sonu şeker stadı'ndaki toprak zeminde lig maçımızı bitirip o yıl kurulan akademispor takımının ikinci amatör lig maçını seyretmek üzere şeker stadı'nın arka sahasına geçtik. tribünler yoktu. toprak kümelerinin üzerinde maçı seyretmek için gelen iktisadi ve ticari ilimler akademisi başkanı prof. dr. orhan oğuz ve şimdi prof. dr. olan asistanları yılmaz büyükerşen, akar öcal, ercan güven ve aramızdan genç yaşta ebediyen ayrılan prof. dr. ilhan cemalcılar ile prof. dr. suat mirza'nın yanında yerimizi aldık. akademispor maçı 14-0 kaybetti. akademi başkanımız orhan hoca, bilgin'le bana dönerek òhaftaya siz bu takımda oynayacaksınız ve bundan sonra maç kaybetmek yokó dedi. biz hoca'ya lisanslı futbolcu olduğumuzu, ancak gelecek sene akademispor'da oynayabileceğimizi zor da olsa anlatabildik. bence, muhteşem takımın tohumları bu büyük emirle atılmış oldu.
    1964 yılında üniversite spor şenliklerinde konya'da yapılan yarışmalarda akademi futbol takımı türkiye şampiyonluğunu aldıktan sonra o yıl akademispor ile gençlik kulübü birleşti ve birinci amatör küme'de akademi gençlik kulübü olarak yarıştı ve lig şampiyonluğunu kıl payı kaçırdı. kulübün genel kaptanı nafiz yazıcıoğlu'nun büyük emekleriyle takımımız çok başarılı oldu ama şampiyonluğu yakalayamadık.
    iyi ki o yıl akademi gençlik kulübü şampiyon olmamış. aksi halde eskişehirspor'un kuruluşu gecikebilirdi. 1965 yılının mayıs ayında, bu kez üniversite şenlikleri izmir'de yapıldı. akademi gençlik kulübü'nün tamamına yakın futbolcuları, akademi öğrencileri olduğu için, aynı zamanda üniversite şenliklerinde yer alan akademi takımında da oynuyordu. yöneticiler yine nafiz yazıcıoğlu, ercan güven ve akar öcal üçlüsü idi.
    ilk maçta ege üniversitesi'ni 6-0, ikinci maçta şişli özel akademisi'ni 14-2 yendik. final maçını kara harp okulu'yla oynadık ve maçı 2-0 kazanıp yine türkiye şampiyonu olduk. bu maçlarımızı o dönemin futbol federasyonu yönetim kurulu üyesi olan ve eskişehirspor'un kurulmasında büyük emeği geçen dr. burhanettin türker de izlemiş. maçların bitiminde nafiz yazıcıoğlu'na òbu takım bırakın ikinci lig'i, birinci profesyonel futbol ligi'nde de başarılı olur. daha ne bekliyorsunuz, hemen ikinci profesyonel lig için başvurunuzu yapınó demiş. o günlerde zaten eskişehir'de böyle bir düşünce filizlenmişti. dönemin federasyon başkanı, rahmetli orhan şeref apak, futbolu anadolu'ya yaymak için canla başla mücadele ediyordu. eskişehir gerçekten o yıllarda bir futbolcu kaynağı idi. türkiye sathına yayılmış birçok eskişehir kökenli futbolcu türk sporuna hizmet ediyordu. basri dirimlili fenerbahçe'de; ergun ercins galatasaray'da; abdullah matay fenerbahçe ve beykoz'da; süreyya özkefe, yüksel özbek, fehmi sağınoğlu, yalçın atabay beşiktaş'ta; tevfik kutluay, faik şentaşlar, burhan tözer gençlerbirliği'nde; doğan tepeçalı ankaragücü'nde; niyazi cangöz, orhan atmaca beykoz'da; muzaffer çil ankara şekerspor'da futbol yaşamlarını sürdürüyordu. sanki eskişehir'in her yanından futbolcu fışkırıyordu.
    işte böyle bir ortamda orhan şeref apak'tan da yeşil ışık görününce eskişehirspor'un kurulması için çalışmalar başladı.
    eskişehirspor'un kurulabilmesi için üç amatör birinci lig takımının fesholup birleşmesi gerekiyordu. e.i.t.i.a ve akademi gençlik kulübü eskişehirspor'un kuruluşunda da yine önplanda idi. bir gün prof. dr. orhan oğuz ve kurmayları, biz takım oyuncularını eski akademi binasındaki kütüphanede toplantıya çağırdılar. eskişehirspor'un kurulması halinde kentimize nasıl bir yarar sağlayacağı ve bu oluşuma katılıp katılmama tercihi tek gündem maddesi idi. olay her yönüyle ve özellikle ekonomik yönü ağırlıklı olarak tartışıldı. tartışmalarda eskişehir ekonomisinin bu oluşumdan olumlu yönde etkileneceği, spor turizmi nedeniyle otel, lokanta ve diğer mağazaların gelirleri artacağından bu iş yerlerinin kendilerini yenileyecekleri, yeni iş yerlerinin açılacağı, daha iyi hizmet verecekleri ve eskişehir'in çehresinin değişebileceği sonucuna varıldı. sonuçta eskişehirspor'a katılma kararı oybirliği ile verildi.
    birkaç gün sonra eskişehir ticaret odası salonunda, başta o tarihteki valimiz ve belediye başkanımız ihsan tekin, akademi başkanımız prof. dr. orhan oğuz, şehrin ileri gelenleri, basın ve spor camiası bir araya gelerek eskişehirspor düşüncesi tartışmaya açıldı. eskişehirspor'un kurulmaması için çaba gösterenler çoğunluk tarafından ikna edilmeye çalışıldı. bu azınlığın karşıt oylarına karşın büyük bir çoğunlukla eskişehirspor'un kurulma kararı alındı. esnafspor ve idmanyurdu kulüpleri, akademi gençlik kulübü ile birleşerek eskişehirspor oluşumu tamamlanmış oldu. eskişehirspor derneği'nin kurulmasından sonra ilk girişimci heyet ankara'ya giderek eskişehirspor'un kuruluşu ile ilgili dilekçeyi türkiye futbol federasyonu başkanı'na verdi. kısa bir süre sonra eskişehirspor kulübü resmen tescil edildi ve 1965-66 sezonunda ikinci profesyonel lig'de oynamasına izin verildi. eskişehir ve türk futbol tarihinde yeni bir sayfa böylece açılmış oldu.
    kurucu başkan aziz bolel ve yönetim kurulu üyeleri yalçın kılıçoğlu, nafiz yazıcıoğlu, doç. dr. ilhan cemalcılar, aydın begiter, şükrü kuntasal, dündar özbil, niyazi önal, tayyip uyguç, ziya şener, ismail özdemir ve abdullah uygun için artık tek görev takımı oluşturacak futbolcuları ve teknik heyeti bulmaktı. en büyük transfer, beşiktaşlı yüksel özbek olmuştu. kendisine 30 bin lira transfer ücreti ödendi. ben 22.500 lira, nihat atacan 20.000 lira transfer ücreti alarak profesyonel olarak takıma katıldık. diğer futbolculara 3.000 lira ile 10.000 lira arasında transfer ücreti ödendi. zannedersem 150.000 lira toplam transfer ücreti ödenerek eskişehirspor takımı 30 futbolcusu ile antrenör (o günkü deyimle) abdullah matay'a teslim edildi. abdullah matay hem antrenör hem de futbolcu olarak görev yapacaktı.
    bu arada haziran ayında eskişehirspor'u tanıtıcı iki hazırlık maçı oynadık. ilk maçta gençlerbirliği'ni 2-0 yendik. iki golü de ben attım. sonra galatasaray ile bir hazırlık maçı daha oynadık ve 3-2 kaybettik. bu maçta da üç gol attım, ama hakem birini saymadı. bu iki birinci lig takımı karşısında elde edilen zaferler (galatasaray'a mağlup olsak da, büyük kaleci turgay şeren'e iki gol atmak bizim gibi amatörler için gerçekten bir zaferdi), eskişehir halkında eskişehirspor'a karşı sevgi kıvılcımlarını ateşledi.
    artık liglere hazırlanmak zamanı gelmişti. görkemli bir sezon açılışından sonra ilk kampımız başladı. eskişehir yakınlarında inönü'deki türk hava kurumu'nun planör tesislerine yerleştik. otuz futbolcu ile malzemeci salih parlaroğlu koğuşa ve abdullah matay ayrı bir odaya yerleşti. çalışmalar hemen başladı. neşe içinde ağır idmanlar yapıyorduk. çok enerji harcıyorduk. yöneticiler kampa her gelişlerinde paket paket çikolata, fındık ve ceviz, helva getirdi, biz tükettik ve enerji depoladık.
    takımda iki grup futbolcu vardı. olgun yaştakiler ve aynı zamanda deneyimliler: yüksel özbek, mehmet dülger, hakkı aygün, muzaffer çil, mahmut şölenişçi, orhan aydıngör, herkesin neşe kaynağı çetin imrek (yamuk çetin), hatay sarkanak ve diğer tarafta ben, nihat atacan, ismail arca, kâmuran yavuz, ayhan aşut, ilhan çolak, öncü bogatur, hasan bora, metin büyüksolak, ünver şeren, mehmet mengü gibi gençler. gençlerin hemen hemen hepsi akademi öğrencisi. büyükler küçük yaştakilere sevgi dolu, küçükler büyüklerine saygı dolu bir ortamda çok kısa bir sürede kaynaştık. sanki bir aile olmuştuk. sabah akşam herkesin pek alışık olmadığı çift idmanlar sonrası her akşam ışıkların söndüğü 22.30'a kadar neşe, şaka dolu dakikalar geçirirdik. yorgunluktan nasıl uyuduğumuzu bilmediğimiz gecelerde rüyalarımızı başarılar süslüyordu.
    inönü planör kampında bir füze maketi vardı. atom bombasına benziyordu. basın mensupları muhtemel forvet elemanlarını bu füzenin etrafında toplayıp fotoğraflarımızı çektiler. istanbul basınında, küçük de olsa, arka sayfalarda bu fotoğrafa yer verildi. altında büyük bir yazı: atom forvet. kolay mı, ilk kez istanbul gazetelerinde fotoğraflarımız yayımlanmış. bu olayın bizi çok etkilediğini ve çok sevindiğimizi hatırlıyorum. belki de gerçekten atom forvet olduğumuza inandık.
    hazırlık maçlarımızı hep şeker stadı'nın toprak zemininde oynadık. günler günleri kovaladı ve en sonunda ilk lig maçımızın saati geldi. bu kez atatürk stadı'nda yemyeşil, halı gibi bir sahaya çıktık. ilk rakibimiz istanbul kasımpaşa takımı idi. daha sonraları ünü avrupa'ya bile yayılan amigo orhan seyirciyi coşturuyordu. òes es es ki ki ki eski eski esó sloganları yeri göğü inletiyordu. hem coşmuştuk hem de heyecandan ayaklarımız titriyordu. bu, ilk büyük sınavımızdı. takım şu on birle sahadaki yerini almıştı: hakkı, hasan, mahmut, muzaffer, ismail, mehmet, metin, nihat, fethi, ayhan, kâmuran. sekiz futbolcu akademi gençlik kulübü'nden gelmiş akademi öğrencileri idi. o gün, pek yapmadığım bir şeyi yaptım ve kafa ile eskişehirspor'un liglerdeki ilk resmî golünü kasımpaşa ağlarına gönderdim. mahmut penaltıdan ikinci golümüzü attı ve maçı 2-1 kazandık. yönetim kurulu ilk primlerimizi maçtan sonra hemen ödedi. galibiyet primi olarak kişi başına 87,5 (seksen yedi buçuk) lira aldık. primi aldıktan sonra, yönetim kuruluna, alışık olmadığımız çim sahada bir daha maç yapmak istemediğimizi ve şeker stadı'nın toprak zemininde oynamak istediğimizi ilettik. çünkü çimler maç öncesi biçilmediği için yüksek ve çok yorucu idi. tabii zaman içinde çim sahaya alıştık ve hatta antremanları bile hep çim sahada yapmak istedik.
    1965 yılında ikinci lig iki grup halinde oynanıyordu. gruplarda ilk dört sırada yer alan takımlar, sekiz takımdan oluşan play-off grubunu (sekizleri) oluşturuyordu. sekiz takım arasında birinci ve ikinci sıradaki takımlar birinci lig'e yükseliyordu. bursaspor, altınordu, karşıyaka, adana demirspor, mersin idman yurdu gibi yılların rakiplerine karşı mücadele edecektik. bizim düşüncemiz iyi futbol oynayıp sekizlere kalmaktı. ilk kurulduğumuz yılda sekiz takım arasına girmek, bizim için çok büyük bir başarı olacaktı. ertesi hafta karşıyaka'yı izmir'de 3-0 yendik. galibiyetler içerde dışarda devam etmeye başladı. beşinci veya altıncı maçımızı ankara'da toprakspor'la oynadık. yaklaşık on bin eskişehirli maçı izlemeye gelmişti. çok iyi oynamamıza rağmen maç 0-0 berabere bitti. eyvah! eskişehir seyircisi ilk kez beraberlikle tanıştı. seyircinin tepkisi berabere kaldığımız için bize küsmek oldu. bizimle bir hafta konuşmadılar. ertesi hafta galip gelerek seyirci ile barıştık. tabii ilk yenildiğimiz maçta tepki çok daha büyük oldu, ama zamanla seyirci yenmeyi, yenilmeyi ve berabere kalmayı öğrendi ve tabii ki biz futbolcular da. maçlar birbirini takip etti ve daha ilk kurulduğumuz yılda sekiz takım arasına girmeyi başardık. bu arada maç primleri galibiyette 1.000 liraya yükseldi.
    o yıl yugoslav boroviç hoca geldi ve eskişehirspor'da çok kısa bir süre görev yaptı. adana'da adana demirspor'la maçımız vardı. o günlerde 4-2-4 sistemine geçiliyordu, ama takımlar genelde klasik wm sistemi ile oynuyordu. nihat ile çok iyi anlaşan bir ikili oluşturduk. kimsenin bize öğretmediği ver kaçlarla müdafaa elemanlarını kolayca geçip gollerimizi atıyorduk. maç öncesi hoca'ya sorduk: klasik wm mi, yoksa 4-2-4 mü oynayacağız? hoca, òböylesine iyi bir takıma taktik verilmez. çıkın sahaya, oynayın maçı, alırsınızó dedi. bu moralle en zorlu deplasmandan berabere kalarak döndük. yavaş yavaş kendimize güvenimiz artmaya başlamıştı.
    ankara'da güneşspor'la bir maçımız vardı. benim sağ üst adalemde yırtık olduğu için oynamam mümkün değildi. maç sabahı hakkı, muzaffer, yamuk çetin ve abdullah matay beni hipodrom'a götürüp son kez bir deneme yapmak istediler. ben koşmak bir yana yürümekte bile zorluk çekiyordum ve ayağımı yerde sürüyordum. yanda beni seyreden büyükler òaslanım, keklik gibi koşuyorsun. bugün sahada durman bile yeter. biz senin yerine de koşarızó diyerek beni teşvik etmeye çalıştılar. hepsi gözlerimin içine bakıp òevet oynuyorumó dememi bekliyorlardı. òhayıró demek kolay mı? ben de òhayıró diyemedim. bizden sonra beşiktaş'ın maçı vardı. soyunma odalarında beşiktaş'ın masörü zeki bey üst adaleme sekiz yerden novacoin enjekte etti ve ben de maça çıktım. tabii beşinci dakikada adale bir kez daha yırtıldı ve ben solaçığa geçtim. o zamanlar oyuncu değiştirmek falan yok. biraz sonra sol bek mahmut'un köprücük kemiğindeki çivi yerinden oynadığı için o da benim yanıma geldi. on bir kişiyiz sahada ama fiilen dokuz kişi koşuyordu. ikinci yarıda ben aksayan bacağımla topu mahmut'a uzatıyorum ve mahmut bir kolu yerde topu soldan sürüp ortalıyor ve muzaffer sanki savaşan askerler gibi òallah allahó diyerek topa doğru koşuyor ve neresiyle vurduğu hâlâ tartışılan bir pozisyonda golü atıyordu. maç bu skorla 1-0 bitti. hatır ve takımı yalnız bırakmamak o zamanlar çok önemli bir duygu idi. biz her maçı kazanmak için oynadık ve başarıyı yakaladık. sekiz takım arasına girmeyi başarmıştık.
    sekizler maçları başlamadan önce bütün yönetim kurulu üyeleri ve futbolcular emek otel'in en üst katında toplandık. büyükler masanın üzerine ekmek, kılıç ve kuran koymuşlar. tüm futbolcular ve teknik heyet ellerimizi masaya dayayarak başarılı sonuçlar alacağımıza yemin ettik. o gece bir şey dikkatimi çekti. yemin sonrası herkesin gözünde başka bir parıltı ve tarif edilmez bir hırs gördüm. anladım ki, yönetici, antrenör, futbolcu, malzemeci dahil başarıya herkes gerçekten inanmıştı. inanmak ve istemek başarının sırrı değil mi?
    sekizler grubunda ilk maçımızı içerde kazandıktan sonra ismet inönü stadı'nda (mithatpaşa stadı'nda) çok ağır bir sahada, çamur deryasında beyoğluspor'u 3-1 yendik. inanılmaz ama herhalde çamur bileklerimize kadar geliyordu ve bazen futbolcular çamurun içinde kaybolan ayakkabılarını arıyorlardı. maçta hem kaybolan ayakkabıları hem de çok önemli iki puanı alıp eskişehir'e döndük. maçlar ve galibiyet serisi devam etmeye başladı. sanki puanlar yağıyordu. ertesi hafta bursa deplasmanı vardı. yöneticilerimiz bursa'daki tüm otelleri arayarak yer ayırtmak istediler. turizm mevsimine daha çok zaman olmasına rağmen, bütün oteller ağız birliği etmiş gibi otellerinde yer olmadığını söylediler. zorlukla mudanya'da bir handa yer bulabildik. kalacağımız yer gerçekten bir han. at arabalarının gelip atları aşağıya bağlayıp arabacıların akşam kaldığı bir yer. koridorda kendini ısıtan iki kömür sobası var. duş yok. tuvaletler dışarıda. kimin umurunda ki bu yoksunluklar. biz bir ekibiz. her yer bizim için beş yıldızlı bir otel gibi. yine takımda neşe dorukta. mudanya'da dolaşırken yunus balıklarının marmara denizi'nde dalıp çıktıklarını büyük bir zevkle seyrediyoruz ve merakımızdan balıkları yakından görmek istiyoruz. iki ayrı kayık kiralayıp denize açılıyoruz. hava soğuk, maça iki gün var. üşütüp grip olup oynamamak diye bir düşünce yok. neşe kaynağımız yamuk çetin yine muziplikler yapıyordu. küçük bir konserve kutusuyla bizim kayıktakilere su atmaya ve bizim kayıktakileri ıslatmaya başladı. denizin ortasında yunusların yanında iki kayık arasında müthiş bir su savaşı başladı. sahile gülmekten yaşaran gözler, soğuktan moraran burunlarla sırılsıklam indik. bir yoga dersi gibi. negatif enerjileri boşaltıp pozitif enerjilerle döndük sahile.
    olumsuzluklar, yokluklar sanki bize daha da fazla güç veriyordu. pazar günü öğleye doğru bursa'ya yola çıktık. otobüsün içinde bursa'ya gelinceye kadar çıt çıkmıyordu. fırtınadan önceki büyük sessizlik gibi. koridorda ısınırken dışarıda sanki kıyamet kopuyordu. taraftarlar arasındaki gerginlik had safhadaydı. maç başladı ve otuzuncu saniyede hasan'ın kullandığı bir faul atışını bursa filelerine gönderdim. golle birlikte sahada savaş başladı. ben tekme yedim. yere yattım. öbür tarafta bursalı mesut şen tekme yedi ve yere yattı. sahanın her yerinde yerde yatan bir veya iki futbolcu görmek mümkündü. bu maç nasıl bitecek acaba? allah hakeme kolaylık versin! ikinci yarıda üstünlüğümüz devam etti. kâmuran ve nihat birer gol atınca skoru 3-0 yaptık. tabii bu arada dışarı çıkan bursalı taraftarlar kol güçlerini çalıştırmak için topladıkları taşları bizim taraftarların olduğu tribünlere atmaya başladılar. bayağı da başarılı oldular. hem maç oynuyor hem de bir gözümüzü tribünlerden ayıramıyorduk. herkes sığınacak bir yer arayışı içinde idi. maç son dakikada yediğimiz bir golden sonra 3-1 bitti. soyunma odasına girdiğimizde, bursalı taraftarlar kol güçlerini yeniden arttırmak için bu kez bizim soyunma odasını seçtiler. duş almamız beş saati bulduktan sonra zor da olsa sahadan gece çıkabildik. eskişehir'e geldiğimizde bütün şehir istasyon caddesi'ne gelmiş ve bizi karşılıyordu. otobüsü havaya kaldırmak için yapılan çabalar sonuç vermiyordu. 100 metrelik bir yolu ancak bir saatte gidebildik. muhteşem bir kalabalık, görülmeye ve yaşanmaya değer bir güzellik. artık eskişehirspor evlerin ve tüm eskişehirlilerin de sevgilisi olmuştu. zafer adım adım gelmeye başlamıştı. bu arada bazı fanatikler, sevinçten mi desem, bursa plakalı arabaları porsuk çayı'na atarak, yeşil-beyazlı kebapçıların camlarını okşayarak stres giderdiler. bu olayları hiçbir zaman hoşgörü ile karşılamadık. iki şehir arasında oluşan bu dostça olamayan tutumlar daha sonraki günlerde iki şehirde yapılan dostluk maçlarıyla tam bir kardeşlik havasına büründü. bursa ve eskişehir birbirini çok seven iki şehir oldu. bursa maçıyla birlikte başlangıçta ufacık olan kar topu büyümeye, bir çığ olmaya başlamıştı bile. günler günleri, maçlar maçları kovaladı. sondan bir önceki maçımız mersin'de mersin idman yurdu ile ve son maçımız eskişehir'de güneşspor'laydı. haziran ayı başındaki mersin maçına özel kiralanmış bir uçakla askerî havaalanından hareket ettik. muzaffer çil'in hanımı hamile ve o günlerde doğum yapacaktı. muzaffer'i bu kez bizler òbu maç sensiz olmaz. mutlaka gelmen gerekiró diyerek zorla uçağa bindirdik ve götürdük. adana'ya indiğimizde sanki cehenneme geldik sandık. 40 derecenin üzerinde bir ısı. hemen burnu açık bir austin otobüse binerek mersin'e hareket ettik. 1965'li yıllarda otobüslerde klima yoktu. sıcaktan kavrulduk, yanıyorduk. biz camları aşağıya indirmeye çalışırken otobüsün deneyimli şoförü ve muavini sıcak hava gelmesin diye camları kapattırdılar. saunada bir saatten fazla süren bir yolculuktan sonra mersin'e varabildik. güney'de akşamları da ısı düşmüyor. sabaha kadar otelde soğuk duşun altına girip uyumaya çalıştık, ama nafile. herhalde bir ara sızıp kalmışız.
    sabah kalkıp maç hazırlıklarına başladık. konuşmalar yapıldı. taktikler verildi ve sahaya çıktık. harika bir futbol ve maçı 2-1 kazandık. başkanımız aziz bolel bir mesaj gönderdi soyunma odasına. hem kutlama hem de bir müjde. muzaffer'in bir oğlu olmuş ve başkan adını muzaffer'e sormadan zafer koymuş.
    aynı akşam yine adana'dan uçakla eskişehir'e döndük. aman allah'ım yasak bölge olan askerî havaalanına eskişehirliler dolmuş! nasıl girdiler bilemiyorum. muhteşem bir karşılama töreni. uçağı bile havaya kaldırmak istediler, ama olamadı tabii. havaalanından şehre kadar üç kilometrelik yolu iki saatte zor gidebildik. inanın, yediden yetmiş yediye bütün eskişehir halkı orada idi. halk köprübaşı'na toplanmıştı. davullar, zurnalar çalıyor, halaylar çekiliyor ve òes esó sloganları atılıyordu. tam bir şenlik havası içinde eskişehirliler zaferi bir hafta önceden kutlamaya başlamıştı bile.
    son hafta bütün eskişehir caddeleri kırmızı-siyah bayraklarla donatılmıştı. adeta gökyüzü bile görünmüyordu. herkes, her yerde tek bir şey konuşuyordu: es es'in şampiyonluğu. en sonunda zor da olsa final maçının başlama saati geldi. kazanırsak biz şampiyon olacağız, kaybedersek yine ikinci lig'de oynayacağız. böylesine zor bir maç. ama bundan sonra bu maçı vermek var mı? aslanlar gibi mücadele ediyoruz ve maçı 3-0 kazanıyoruz. evet hayallerimiz gerçek oldu ve ilk kurulduğumuz yıl birinci türkiye profesyonel ligi'ne çıkan ilk takım unvanını elde ettik. hiç ama hiç düşünemediğimiz şampiyonluk kardeşlik, bağlılık, çok çalışma, şehir, yönetim ve sporcu işbirliği ile işte şimdi karşımızda idi. eskişehirspor artık ankara, istanbul ve izmir'den sonra ilk kez anadolu'nun sesini türk futbolunda duyuracak ilk takım olarak türkiye birinci profesyonel ligi'nde mücadele edecekti.
    sporcular disiplini fazla sevmezler. rahat ve bildikleri gibi davranmak isterler. iki örnek vererek başarının sırlarını açıklamaya çalışacağım. kulüp başkanımız aziz bolel başarılı bir tüccar olduğu için, iş disiplinini aynen eskişehirspor'da da uyguladı. deplasman maçlarına giderken kafile başkanının eline bir program verir ve bu programın aynen uygulanmasını isterdi. sabah 8.30 hareket; 12.30 izmit'te önceden belirlenmiş bir lokantada öğle yemeği; 16.30 king otel'e varış; antrenman ve dinlenme. başkan sabah otele gelir, kafilenin zamanında hareket edip etmediğini; saat 12.30'da lokantayı, 16.30'da king otel'i arar, takımın gelip gelmediğini mutlaka kontrol ederdi. başlangıçta anlamsız gelen bu davranışların sonraları ne kadar önemli olduğunu, planlı programlı bir yaşamın başarıda ne kadar önemli olduğunu hep beraber öğrendik.
    yönetim kurulu üyeleri de disiplinli çalışmayı başkan'da gördükten sonra aynı titizliği gösterirlerdi. akşamları saat 22.30'da herkesin yatakta olması gerekirdi. yönetim kurulu üyeleri kampta olmadığımız geceler 22.30'da birer kutu çikolata alıp evlerimize gelir ve kısa ziyaretlerde bulunup pijamalarımızı giyip giymediğimizi kontrol ederlerdi. yalnızca yöneticiler mi gece kontrollerini yapardı? hayır. çünkü hepimiz tüm şehrin denetimi altındaydık. berabere kaldığımız bir maçın ertesi günü köprübaşı'nda dolaşırken 75 yaşlarında bir hanım kulağımı çekerek òniçin berabere kaldınız? niçin bu takımı yenmediniz?ó diye hesap sormuştu.
    ayrıca abdullah matay'ın yeni bir antrenör olmasına rağmen disiplini her zaman önplanda tutması, ilerlemiş yaşına rağmen antrenmanlarda bizden fazla çalışması bize her zaman örnek olmuştur. birçok gerçeği kendisinden öğrendik. disiplinli çalışmanın, lidere inanmanın faydalarını gördük. örneğin maç öncesi nelerin yenileceğini dahi matay'ın disiplinli tutumuyla öğrendik. bizim takım oyuncuları hazırlık maçlarına maçtan iki saat önce iki porsiyon yoğurtlu kebap yiyerek gelirlerdi. matay ne zaman ne yemek yediğimizi sorar kebap yiyenlere forma vermezdi. lig maçları başladığında maç yemeklerini saray lokantası'nda yerdik. beyaz eldivenli, papyonlu garsonlar servis yapardı. futbolcu çok enerji harcadığı için çok yemek yemeyi sever. matay maç yemeği olarak bir parça bonfile, yanında azıcık püre ve bir de komposto koyardı. futbolcu başına bir dilim ekmek için izin verirdi. bunu bilen bazı futbolcular önceden ceplerine ekmekleri stoklar, sonra teker teker gizlice yemeye çalışırlardı. matay futbolcu psikolojisini çok iyi bildiği için hakkı'nın, ismail'in cebinden ekmekleri alırdı. bu sayede maçtan önce yenilen yemeğin ne kadar hafif olursa o kadar iyi olduğunu büyük mücadelelerden sonra anlamış olduk.
    bu arada takımın başarısında on ikinci oyuncusunun da katkılarından söz etmek gerekir: amigo orhan ve taraftarlar. başlarında amigo orhan ve her maçta eskişehir'de 15 bin, deplasmanda en az 5-10 bin seyirci. her maçımızdan önce ve maç sırasında onların olağanüstü destekleri olmasaydı tabii ki bu başarılar zor elde edilirdi. her maçımıza bine yakın bayan seyirci gelirdi. erkeklerin amigosu orhan; bayanların amigosu feriha abla, hiçbir zaman kötü tezahürata izin vermezlerdi. tabii arada sırada feriha abla için bir iki küfür serbestti. bayanların maça gelmesi, tabii ki seyircimizin nazik tezahürat yapmasını sağladı ve on yıllık spor hayatımda bir iki maç hariç eskişehir'de küfür dolu desteklere tanık olmadım diyebilirim. maçlara özel otobüsler ve hatta bazen özel trenlerle gidilirdi. sabahın altısında taraftarlar otelin önüne gelirler, òes es es ki ki ki eski eski esó nidalarıyla ortalığı yıkarlar, biz kendilerini balkonlardan selamladıktan sonra òhaydi yatın ve uyuyun. bugün önemli bir maçınız varó diyerek giderlerdi.
    bu arada çok özel bir taraftardan söz etmek isterim. rahmetli oldu yusuf bayraktar. bütün türkiye onu òayı yusufó olarak tanıdı. uzun boylu, iri yarı bir ağabeyimizdi. deplasmanda ve hatta yurtdışındaki maçlarda soyunma odasına çiçek gönderir ve başarılar dilerdi. çiçeğin üzerine adını yazmaz, sadece òbir taraftaró diye bir kart koyardı. daha sonra bahsedeceğim necdet yıldırım'ın amansız hastalığı sırasında, necdet ameliyat olmak için ingiltere'ye gittiğinde, kraliçe ii. elizabeth'e de bir çiçek göndererek doktorların necdet'e özen göstermesini rica etmiş ve kraliçe gerçekten necdet ile ilgilenmişti. lakabına hiç uymayan ince davranışları ile her zaman yanımızda olmuştu. nur içinde yatsın.
    birinci lig'e çıktığımızda, 1966-67 sezonunda yönetim kurulu değişmiş, başkan aziz bolel, hiç borcu olmayan bir takımı, başkan rahmetli murat ince ve ekibine teslim etmişti. o yıl da antrenör olarak, türkiye'de bir sembol olmuş ve hepimizin rüyalarını süsleyen, rahmetli cihat arman hocayla çalıştık. takım kaptanlığı görevi bana verildi. aynı yıl fenerbahçe'nin masörü kâzım durmuş'u da transfer ettik. rahmetli kâzım durmuş tüm futbolcular tarafından çok sevilirdi. hepimizin üzerinde büyük emeği vardır.
    ilk yılın verdiği heyecanla ligi 8. olarak bitirdik. türkiye'nin üç büyükleriyle ve diğer takımlarıyla mücadele etmeyi bazen yenerek bazen de yenilerek öğrendik. bu dönemde unutamadığımız bir beşiktaş maçı vardır. ilk kez eskişehir'de bir büyük takımla oynayacaktık. galip geleceğimize o kadar inandırdılar ki bizi, sanki rakibimiz beşiktaş değil de bir mahalle takımı ve galibiyet garanti idi. tabii maçın sonucu büyük bir hüsran. maçı 6-0 kaybettik. maçı kaybettik ama çok büyük bir ders aldık. sonraki on yılda beşiktaş'ı içerde ve dışarıda genellikle hep yenme başarısını gösterdik.
    1967-68 sezonunda bir yıl önce fenerbahçe'de görev yapmış ve fenerbahçe'yi ikinci yaptığı için sözleşmesi uzatılmamış olan abdullah gegiç ile çalışmalarımıza başladık. eskişehirspor'un üniversite öğrencilerinden oluşan çekirdek kadrosuna bir iki takviye ile sezona başladık. çok değişik bir yapısı vardı gegiç'in. disipline çok önem veriyordu. hazırlık kampı için bulgaristan'a gitmiştik. sofya içinde bir otelde kalıyor ve çalışmalar için 15 km. uzakta csk tesislerine gidiyorduk. ikinci gün otobüsün sabah saat sekizde hareket edeceğini söyledi. uykuyu seven takımın asları, ben dahil, kâmuran, ismail, ruhi ve hakkı saat sekizi iki dakika geçe aşağıya indiğimizde otobüsün gitmiş olduğunu gördük. o tarihlerde sofya'da taksi bulmak bir mucize. zar zor bir taksi bulduk ama şoför òbeş kişi almam, yasakó diye tutturdu. fazla dolar vererek şoförü ikna ettik ve csk tesislerine hareket ettik. iki kilometre kala lastik patladı ve arabanın stepnesi olmadığı için kalan yolu yürümek zorunda kaldık. bu kadar eziyetten sonra ertesi sabah saat sekize beş kala hepimiz aşağıda idik. bu olay hepimize bir ders olmuştu. bulgaristan'da csk ve stara zagora takımları ile hazırlık maçları yaptık. her iki maçı da kaybetmemize rağmen yurtdışı deneyimi kazanmış olduk.
    türkiye'ye döndükten sonra, gegiç yine sıkı disiplin altında çalışmalara başladı. bazen günde üç antrenman yapıyorduk. imkânı olsa bizi 24 saat sahada tutacaktı. gegiç ilk önce teknik konularda bize kara tahtada ders verir, sonra bizler bu bilgileri yeşil sahada uygulamaya koyardık. kısa sürede gegiç'in istediklerini anlamıştık. hoca işe temelden başlamış, top kontrolü, top sürme tekniklerine her çalışmada yer vermişti. hatta bir gün hoca elinde 20 tane ortası delik, kare biçiminde kesilmiş ve ortasında ipler olan kartonlarla geldi. şaşırdık tabii. kare şeklindeki kartonları iki parçaya ayırıp boyunlarımıza taktık. iplerle de bağladık. gegiç topları önümüze attı ve òhaydi sürün bakalımó, dedi. topları göremiyorduk ki sürelim. topları, biraz da hile yaparak bulduk ve sürmeye çalıştık. zaman içinde yere ve topa bakmadan, başımız havada etrafı izleyerek topu sürmeye alışmıştık. bu kartonun adı òkravató olarak kaldı ve hâlâ gegiç'le karşılaştığımız zamanlarda bu olayı anlatır ve güleriz. birinci yıl, genel eğitim, kondisyon çalışmaları ve teknik çalışmalarla geçti. oynayacağımız sistemle ilgili olarak gegiç bir akşam önce bize yapacağımız işleri açıklayan kâğıtlar verir, biz evde dersimizi çalışır ve ertesi gün uygulamasını yapardık.
    bu arada takımın hamisi yalçın kılıçoğlu ve aydın begiter'in katkılarından söz etmek isterim. yalçın kılıçoğlu takıma en büyük malî destek sağlayan yöneticimiz idi. asbaşkan olarak görev yapar ama finansmanın büyük bir bölümünü kendisi sağlardı. 1973 yılında elim bir trafik kazasında, genç yaşta hayatını kaybetti ve ondan sonra eskişehirspor yavaş yavaş eski gücünü yitirmeye başladı.
    aydın begiter spor yaşamını kaleci olarak sürdürmüş ve eskişehirspor'un kurucu üyeleri arasında yer almıştı. basınla ilişkileri sıcak tutar ve futbolcu ile yönetim arasında köprü görevini yapardı. en zor görev onundu. transfer çalışmalarında olağanüstü performans gösterir, kimsenin alamayacağı futbolcuları transfer ederek takıma kazandırırdı. en büyük zevki takım okunduktan sonra taktik vermekti. eskişehirspor'a katkıları büyük olmuştur. takım yavaş yavaş gerçekten değişmeye ve göze hoş gelen bir futbol oynamaya başlamıştı. her gittiğimiz ilde, yensek de yenilsek de, seyircinin görsel zevklerini tatmin ettiğimiz için taraftar sayımız artmaya başlamıştı bile. bu dönemde unutamadığımız bir maçımız vardır. beşiktaş'la. mithatpaşa stadı'na yaklaştığımızda beşiktaşlı seyircileró 1-2-3-4-5-6 olmadı baştanó sloganıyla bir önceki yılın skorunu anımsatıyorlar ve akıbetimizin aynı olacağını haykırıyorlardı. o gün gerçekten harika bir futbol oynadık. hafta içi çalışmalarda çok çalıştığımız bir serbest vuruşta canan topu ortaladı ve ben kafa ile necmi'nin koruduğu kaleye golümüzü atıverdim. maçı 1-0 kazandık. on bine yakın taraftarımız maçın bitimine iki dakika kala eskişehir marşı'nı orkestra şefi amigo orhan'ın yönetiminde söylemeye başladılar. biz futbolcular da sevinç gözyaşları içinde gururla marşımıza katıldık: òeskişehir eskişehir yalçın kaya zaferi; kayalardan çok kuvvetli içindeki askerleri.ó büyük bir mutlulukla eskişehir'e döndük.
    1967-68 sezonunu 9. olarak bitirdik ama oynayacağımız sistemi oturtmuştuk. tribünlerdeki tezahürat da değişmiş, òfethi-nihat gol ató sloganı yerine, òfethi-nihat-ender filelere gönderó sloganı atılmaya başlamıştı. takıma mümin özkasap, ender konca, taşkın yılmaz ve altyapıdan abdurrahman katılmış ve takım daha da güçlü hale gelmişti. bu vesile ile genç yaşta kaybettiğimiz abdurrahman'ın eskişehirspor ve millî takım'a hizmetlerini minnetle anmak istiyorum. 1967-68 sezonunda takım tertibi de değişikliğe uğramıştı. genellikle mümin, (yusuf) ilhan, necdet, ayhan, ismail, ruhi, nihat, kâmuran, fethi, burhan, ender ilk on birde yer alıyordu.
    1968-1969 yılında suskun òes esó fırtınası patlamış ve kırmızı şimşekler çakmaya başlamıştı. o yıl vahap özbayar ile nuri toygün'ün eskişehirspor'a gelmesiyle takımımız daha da güçlenmişti. içerde ve deplasmanda aldığımız galibiyetlerle ligin hemen başında liderlik koltuğuna oturduk ve ligin sonlarına kadar bir lider olarak, bir ikinci sırada, yerimizi korumayı başardık. istanbul'da galatasaray'ı yenebilseydik herhalde şampiyonluk düşümüz gerçekleşecekti. birinci yarıyı nihat atacan'ın iki golüyle 2-0 önde kapamamıza rağmen, avusturyalı hakem aleyhimize anlaşılmaz bir pozisyonda penaltı verince maç 2-2 sonuçlandı ve bu puanlar bizim şampiyon olmamızı engelledi.
    bu sezonda ligdeki başarı yanında ilk kez türkiye kupası'nda finale kalma başarısını da gösterdik. eskişehir'de 2-1 kazanmamıza rağmen izmir'deki maçta 3-1 yenilince kupayı göztepe aldı. ligde ise son maçlarda kaybettiğimiz puanlarla galatasaray'ın arkasında ancak ikinci olabildik. bu, yeni kurulan, üç yıllık bir mazisi olan bir takım için gerçekten büyük bir başarı idi. hem lig ikincisi olmuş hem de oynadığımız güzel futbol ile hem taraftarlarımızın hem de rakip taraftarların beğenisini kazanmıştık. her deplasman maçımıza on bine yakın eskişehir taraftarı türkiye'nin her yerinden akın akın geliyordu. seyirci hem harika bir futbol oynayan takımımızı alkışlıyor hem de muhteşem seyircimizi, başlarında amigo orhan'la birlikte, keyif alarak izliyordu. zaman zaman maç içinde sol açığa geçerek takımımızın oynadığı maçı benim bile keyifle izlediğim olmuştur.
    bu kadar başarılı olan takımımız ödülünü a millî takım'a 10 oyuncu birden vererek görmüştü. bu dönemlerde millî takım'da görev yapmak, bir futbolcu için en büyük onur sayılırdı.
    bizim taraftarlarımız gerçekten çok büyüktü. bütün amaçları yalnızca takımımızı desteklemek idi. maçı kaybettiğimiz zamanlarda rakip takımı alkışlarlardı. hiçbir zaman taşkınlık yapmazlardı. rakip taraftarlar için de aynı şeyleri söylemek mümkün. istanbul'da galatasaray'ı, beşiktaş'ı, fenerbahçe'yi yendiğimiz zamanlarda bile rakip taraftarlar bizi tribünlere çağırır, dakikalarca alkışlarlardı. seyirciler stattan çıkarlarken birbirlerini kutlarlardı. ali sami yen stadı'nda bir maçı hatırlıyorum. bizim fenerbahçe ile çok önemli bir maçımız ve bizden önce de beşiktaş-istanbulspor karşılaşması vardı. eskişehirli, fenerbahçeli ve beşiktaşlı taraftarlar stadı erken saatlerde doldurmuşlar ve 5-10 bin seyirci stada girememişti. bu taraftarlar ali sami yen stadı'nın kapılarını kırmışlar ve sahanın içine yerleşmişlerdi. kale arkalarında ve korner bayrağının etrafında binlerce seyirci vardı. tabii bugün böyle bir olay olsa maç oynanamaz. ama o gün hakem maçı yönetti. top kornere veya taca çıktığında seyircilerin biraz açılmalarını rica eder ve atışı kullanırdık. hemen sonra seyirciler eski yerlerini alırlardı. maç 0-0 bitti. maçın bitiş düdüğü ile birlikte seyirciler sahaya girdi ve her iki takım oyuncularını soyunma odalarının girişine kadar omuzlarda taşıdılar. şimdi bazı maçları izliyorum ve seyircilerin taşkınlıklarını ve şiddetlerini görünce, o eski güzel seyircileri minnetle hatırlıyorum.
    1969-70 sezonuna artık şampiyon olmak için başladık. şampiyon olmak için tüm şartlar hazırdı. bizler de, yöneticiler de, eskişehir halkı da şampiyon olacağımıza inanıyordu. kulüp başkanı celal sölpük, yalçın kılıçoğlu, yılmaz sazak (kendilerini rahmetle anıyorum) gerçekten eskişehirspor için maddi manevi tüm güçlerini seferber etmişlerdi. sezona çok hızlı başladık. ideal on bir: mümin, ilhan, faik, kâmuran, ismail, nuri, (süreyya), (abdurrahman), nihat, vahap, fethi, büyük burhan, ender idi. gerçekten türkiye'nin en iyileri arasında yer alan orta saha, müdafaa ve forvete sahip idik. içerde ve deplasmanda tüm takımlar karşısında başarılı sonuçlar alarak kısa zamanda liderlik koltuğuna oturduk. bir yandan ligi kovalarken, diğer taraftan türkiye kupası için mücadele ediyorduk. takım çok güçlü idi. ancak takımın sol kanatta dinamosu, modern futbolun aynı anda hem sol beki ve sol açığı, millî futbolcumuz necdet yıldırım'ı amansız bir hastalık genç yaşta aramızdan ebediyen ayırmıştı. o yıl tüm maçlarda sahaya siyah forma ile çıkarak arkadaşımızı sürekli aramızda yaşatmak istedik.
    bu sezon ilk kez üç büyük kent dışında gol krallığını elde etme başarısını gösterdim; 13 gol atarak bu başarıya ulaşmıştım. ilginç, ama gerçek. gerçekten gol atmak o dönemlerde bu kadar kolay değildi. rakip takımlar gol yememek için içerde dışarıda müdafaayı demir ağlarla örüyorlardı.
    bu sezonda ligi büyük bir aksilik sonucu yine galatasaray'ın arkasında, bir iki puan geride, ikinci olarak tamamlamış, ama türkiye kupası'nda finale kalmıştık. rakibimiz korkulu rüyamız bursaspor'du. ilk maçı bursa'da oynadık. maç hazırlıkları için yalova'da şeker tesisleri'nde kaldık. o tesisleri 1999 depremi'nde büyük hasar gördü. bazen voleybol oynayarak, bazen denize girerek, bazen karamürsel'de askerî sahada çalışarak hazırlandık. ilk maçı hiçbir olay olmadan 1-0 kaybettik. ertesi hafta final maçı eskişehir'de oynanacaktı. şehir yine gelinler gibi kırmızı ve siyah bayraklarla süslenmişti. bir hafta sanki zaman durmuş, saniyeler geçmek bilmiyordu. stres dorukta idi. bu maçı mutlaka almamız gerekiyordu. şampiyonluğu iki yıl üst üste kıl payı kaçırmış, bir yıl önce türkiye kupası'nı kaybetmiştik. bu kadar cefakâr ve vefakâr taraftara mutlaka bir büyük armağan vermemiz gerekiyordu. ve en sonunda maç saati yaklaştı. stada giderken sanki şehirde insanlar kaybolmuştu. caddeler ve sokaklar boşalmış, herkes sanki stada maçı izlemeye koşmuştu. belki de hayatımızın en zor maçlarından birini oynadık. nefis bir futbol ve halil güngördü'nün iki harika golüyle hem maçı hem de türkiye kupası'nı aldık. olağanüstü bir gün daha yaşadı eskişehir. sabaha kadar süren eğlencelerle zafer kutlandı.
    şimdi ikinci hedef vardı önümüzde. türkiye lig şampiyonu galatasaray ile cumhurbaşkanlığı kupası maçını oynayacaktık. bir gün aradan sonra hemen çalışmalara başladık. haziran ayının ortasında, sıcak bir yaz gecesinde, ankara 19 mayıs stadı'nda galatasaray ile karşılaşacak ve iki yıl bir iki puanla şampiyonluğu elimizden alan galatasaray'dan öcümüzü alacaktık. bu maç, her maçtan daha önemli idi. stat ağzına kadar dolmuş, bir o kadar seyirci maalesef dışarıda kalmıştı. bu maça ağabeyim 72 yaşındaki annemi de getirmişti. rahmetli annem ve dayım da seyirciler arasındaydı. maçtan önce federasyon başkanı hasan polat, her iki takıma o yıl kazandıkları kupalarını verdi. maça galatasaray hızlı başladı ve 1-0 öne geçti. biraz sonra attığımız bir gol ile beraberliği yakaladık. ama galatasaray yine 2-1 öne geçti. bu kez ender beraberlik golünü attı. sahada nefis bir futbol oynanıyor, her iki tarafın taraftarları bir üzülüp bir seviniyorlardı. son dakika, 90. dakikada, ender soldan sert bir orta yaptı ve ben koşarak topu filelere gönderdim. golle birlikte hakem doğan babacan maçın bitiş düdüğünü çaldı. zafer bizim olmuştu. dönemin cumhurbaşkanı, rahmetli cevdet sunay'dan kupayı aldım ve taraftarlarımıza dönerek kupayı havaya kaldırdım. allah'ım tüm dünyalar bizim olmuştu. ne kadar büyük bir haz duyduğumu kelimelerle anlatmak mümkün değil. elde ettiğimiz başarılarda gegiç'in disiplin anlayışının, çok ve azimli çalışmanın, inanmanın, yönetici ve taraftar dayanışmasının çok büyük bir rol oynadığına inanıyorum. artık eskişehirspor da avrupa'da, fuar şehirleri kupası'nda türkiye'yi temsil edecekti.
    yaz tatili için iki arkadaşımla birlikte erdek'e gitmiştik. bir gün sabaha karşı, kaldığımız odanın kapısı çalındı. uykulu gözlerle kapıyı açtığımda karşımda bir efsane duruyordu: metin oktay. metin oktay'la yakın bir akrabalığımız vardı anne tarafından. beni galatasaray'a transfer etmek için gelmişti. oturduk konuştuk ve bana 450 bin lira transfer ücreti teklif etti. çok iyi bir teklifti. yanında o günlerde çıkan akşam gazetesinin spor muhabiri, şimdi türkiye spor yazarları derneği'nin başkanı atilla gökçe de vardı. bir taksiye binip bandırma'ya gittik. bandırma postanesinin önünde merdivenlere oturup uçak saatini beklemeye başladık. bu arada annemlere durumu haber vermek için telefonla aradım. annem, ağabeylerim, eskişehir'i bırakıp gideceğim için üzüntülerini ifade ettiler. açık söyleyeyim ben de gitmek istemiyordum. metin oktay'a sonunda gidemeyeceğimi söyledim ve özür diledim. çünkü kendisini de kırmak istememiştim. òseni çok iyi anlıyorum kardeşim. senin yerin eskişehir, ama gelseydin çok mutlu olurdunó dedi. öpüştük ve aynı taksi ile beni erdek'e gönderdi.
    aradan iki gün geçti, bu kez bursaspor'lu mesut ve bursalı takım arkadaşım hasan bora erdek'e gelip òhaydi bursa'ya gidiyoruz, söz verdik dediler. bu da bir transfer teklifi idi. ben durumu kendilerine anlattım ve galatasaray'ın teklifini dahi kabul etmediğimi açıkladım. gitmek istemedim, ama çok ısrar ettiler ve arkadaşlarımı kırmamak için bir taksiye 8 kişi binerek bursa'ya gittik. bursaspor kulübü'nün önünde yüzlerce kişi bizi sıcak bir şekilde karşıladı. arabayı havaya bile kaldırmaya çalıştılar. taraftarlar bursa'da oynamamı çok istiyorlardı. bu arada antr parantez, 1963 yılında dayımın oğlu bilgin, bursa'ya denenmek için davet edildi. bana ògel beraber gidelim, bana bir iki iyi pas atarsın ve ben de kendimi daha iyi kanıtlarımó dedi. beraberce bursa'ya gittik. hazırlık maçını oynadık. maçtan sonra yeşil'de bahçeli bir kıraathanede bursaspor başkanı rahmi okyar her ikimize altışar bin lira transfer teklifinde bulundu. biz onar bin lira istedik, ama rahmi bey bu teklifimizi kabul etmedi ve biz de eskişehir'e döndük. ikinci kez transfer teklifi gelmişti bursaspor'dan. yine kulüp başkanı rahmi okyar. rahmi bey bana bonservis bedeli dahil (bonservis bedelleri o tarihte 500 bin lira civarında idi) 200 bin lira teklif etti. kibarca teklifi kabul edemeyeceğimi kendilerine ilettim. bir yönetici, rahmetlik olmuş, iklil òaman sakın üzülmeó dedi. òbenim 20 tane tankerim var, satar yine seni bursa'ya alırımó dedi. ben çok teşekkür ederek teklifi kabul edemeyeceğimi ifade ettim. ertesi gün yine erdek'e döndük. metin oktay telefonla aradı ve òsakın bursa'ya gitme; galatasaray'a gelirsen sana 650 bin lira teklif ediyoruzó dedi. ben yine o yıl galatasaray'ın teklifinin üçte bir transfer ücretiyle eskişehir'de kaldım. gönlüm bir türlü o yüce takımı bırakmaya razı olmamıştı.
    1970-71 yılının hazırlık dönemi yine neşe içinde başladı. hazırlık maçlarından sonra ilk yurtdışı resmî maçımızı oynamak üzere ispanya'nın sevilla kentine gittik. burası adana'dan da sıcaktı. otele yerleştikten sonra gegiç bana geldi ve òhaydi aslanlarım, bugün hepiniz izinlisiniz. gidin, alışveriş yapın, gezin, eğleninó dedi. izin konusunda çok cimri olan gegiç'in davranışını pek anlayamadım, ama hemen gidip arkadaşlarıma müjdeyi verdim. klimalı otelin kapısından dışarı çıkan arkadaşlar sıcağı görünce hemen içeri döndüler. sıcaktan dışarı çıkmak mümkün değildi. tabii gegiç'in izin cömertliğinin nedenini anlamıştık.
    maç için akşam stada gittiğimizde her yer yine cayır cayır yanıyordu. gece saatlerinde bile ısı 40 derecenin üzerinde idi. oturduğumuz yerde terler boşanıyordu. harika bir maç oynadık. sol bek oynayan faik sol ayağının küçük parmağı kırık olmasına rağmen olağanüstü bir performans sergiledi. iyi oynamamıza rağmen maçı 1-0 kaybettik. maçta kolay bir pozisyonu gole çevirememiştim. maçtan sonra hepimiz en az beşer kilo zayıflayarak otelimize döndük. sevilla'dan madrid'e geçtik. burada şehri ve real madrid'in ünlü bernabeu stadı'nı dolaştık. stadı gezerken, halı gibi çimlerin üzerinde dolaşırken gegiç yanıma yaklaştı ve yugoslav türkçesi ile òfethi'ciğim, bu sahada top kendiliğinden gol olur, değil mi?ó diyerek kaçırdığım golü bana hatırlattı.
    eskişehir'e döndükten sonra sevilla maçının hazırlıklarına başladık. maçtan bir gece önce ünlü kalipso kralı metin ersoy kamp yaptığımız otele geldi ve bütün akşam, yatma saatine kadar, bize kalipso öğretti. eğleniyor ve biraz da stres atıyor. 1970 eylül ayının sıcak bir çarşamba günü sahada yerimizi aldık ve maç başladı. amigo orhan ve 20 bin kişilik orkestrası yine muhteşem bir tezahüratla yeri göğü inletiyordu. birinci yarı 0-0 bitti. hiç de istediğimiz gibi oynayamıyorduk. sevilla antrenörü max merkel sanki bizim oyunumuzu kilitlemişti. 69. dakikada santraforları acosta bir gol attı ve sevilla eskişehir'de de 1-0 öne geçti. bütün hayallerimiz yıkılmıştı. maçı kazanmamız için üç gol atmamız gerekiyordu. 81. dakikada bir pozisyon doğdu ve ilk golümüzü attım. yanıma hiç kimse gelip tebrik etmedi. zaten seyirciler de yavaş yavaş stadı terk ediyorlardı. 87. dakikada 25 metre uzaktan nefis bir şutla ikinci golümüzü de attım. ismail yanıma yaklaştı, òkaptan keşke bu golü biraz daha erken atsaydın. şimdi hiç zamanımız kalmadıó dedi. gerçekten üç dakika kalmıştı ve biz gol yemeden bir gol daha atmak zorundaydık. ancak bir mucize gerekiyordu. 90. dakikada ilhan sağdan kayarak nefis bir orta yaptı ve yine ben kafa ile üçüncü golümüzü sevilla ağlarına gönderdim. büyük bir mucize gerçekleşmiş ve ispanyolların dev takımı sevilla'yı birinci turda elemiştik. bu olay, bütün türkiye için, bizim için, taraftarımız için elde ettiğimiz çok büyük bir zaferdi. türk futbol tarihinde ilk defa anadolu bozkırlarından gelen, genç ve deneyimsiz bir takım alnının teriyle avrupa kupalarında ikinci tura çıkmıştı. seyirciler sahaya dolmuş, çılgınlar gibi zaferi kutluyorlardı.
    ikinci turda hollanda'nın fc twente takımı ile karşılaştık. ilk maçı 3-2 kazandık. iki golü ben, diğerini halil attık. ikinci maçı hollanda'da oynadık. bir gol de burada atmama rağmen maçı 6-1 kaybedip elendik. iki turda 6 gol atarak avrupa'da turnuvanın en çok gol atan futbolcuları arasında yer almam, bizim tek tesellimiz olmuştu. 1970-71 sezonunu dördüncü sırada bitirebildik.
    1971-72 sezonuna yine şampiyon olma ümidiyle başladık. mutlaka şampiyonluğu eskişehir'e, anadolu'ya taşımak istiyorduk artık. bu sezonda ben 20 gol atarak ikinci kez gol kralı oldum. şevki 17 golle ikinci sırada yer aldı. toplam gol sayımız 63'e ulaşmasına rağmen yine sezonu maalesef ikinci sırada tamamlayabildik. galatasaray yine birinci olmuştu. istanbul kupayı anadolu'ya vermemek için direniyordu. aynı sezonda fuar şehirleri kupası'nda yine türkiye'yi temsil ettik. ilk turda finlandiya'nın mikkeli takımıyla karşılaştık. ilk maç deplasmanda 0-0 bitti. ikinci maçta eskişehir'de maçı 4-0 kazanarak ikinci tura yükseldik. o gün dört golü de ben attım. bu da bir rekordu. ikinci turda dinamo moskova takımı ile karşılaştık. her iki maçı da aynı sonuçla 1-0 kaybedip elendik. üçüncü tura çıkmak bir türlü kısmet olmadı.
    1972-73 sezonunun başlamasından önce gegiç memleketi olan yugoslavya'ya döndü. efsane eskişehirspor'un yaratıcılarının başında gelen gegiç'in ayrılışı, bizim için gerçekten çok büyük bir kayıp oldu. bununla beraber gegiç hoca altyapıyı çok iyi oluşturduğu için takımı çalıştıran galip türkkan ve daha sonra toma kaleperoviç takımı ligde üçüncü sıralara taşıdı. bu sezonda fuar kupası'nda italya'nın fiorentina takımı ile eşleştik. ilk maçı 2-1, ikinci maçı 3-0 kaybederek ilk turda elendik.
    1973-74 sezonunda eskişehirspor bekleneni veremedi ve ligi ancak dördüncü sırada tamamlayabildi. artık genç futbolcular yavaş yavaş takıma girmeyi başarmıştı. hüdai doğu, necmi aktuna, mehmet kalaycı, mehmet çardak, ahmet karaçöl, metin parlaroğlu, serdal eroy genç yıldızlar olarak parlamış ve eskişehirspor bu gençlere emanet edilmişti.
    eskişehirspor belki birinci türkiye ligi'nde şampiyon olamadı, ancak oynadığı açık ve göze hoş gelen modern futboluyla, muhteşem seyircisi ve amigo orhan'ıyla türkiye'nin her köşesinde binlerce taraftar edinmiş, türk futboluna yeni bir görünüm ve heyecan kazandırmıştı. balkan kupalarında başarılı olan, avrupa fuar şehirleri kupası'nda türkiye'yi başarı ile temsil eden, cumhurbaşkanlığı kupası'nı, iki kere başbakanlık kupası'nı ve bir kere de türkiye kupası'nı alan bir takım olarak ve her şeyin ötesinde futbolda başlattığı devrim ile türk futbol tarihinde her zaman yerini koruyacaktır.
  • (bkz: çetin imrek)
  • takım olarak eskişehirspor efsanesine donmekten hala cok uzak gibi gozuksede, buyuk taraftar artık uyanmıstır. boyle taraftarla eski günlere dönüş çok yakındadır.
hesabın var mı? giriş yap