• her nefes alış verişte uyanık bulunmak, gaflette olmamaktır. hak yolcusu her nefesini allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp vermelidir. bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirmelidir.
    (bkz: onbir temel esas)
  • nefeste şuur

    sâlikin, her nefesini şuur halinde ve uyanık olarak alması… insanın nefesleri “he” sesi ile girip çıkıyor… bu “he”, “hüviyet”in, “he”sine işarettir. demek ki, insan, her nefeste zikredicidir; ancak bunun mânâsı ve şuurundan gafil olduğu için bu zikirden sayılmaz ve zikrin faydasını temin etmez. böylesi zikir, uykudaki konuşmaya benzer. uyuyanın, uykusunda konuştukları, nasıl, mânâsını düşünmekten uzak olduğu için, hiç bir kıymet ifade etmezse; zikir de şuur halinde olmadıkça itibardan düşüktür.

    bu yola girmekten murad, her nefeste gerçek ihsan sahibi allah’ın zât’ına işaret edici teneffüsi “he”yi, mânâsını sürekli hatırda tutarak teneffüs etmektir. bu yola giren, bilhassa içten gelen nefesinde huzur ve şuur halini korumalı, asla gaflete yol vermemelidir. bir nefesten diğerine geçiş, gafletle değil, huzurla olmalı ve nefesler, allah’ı hatırlamaktan bir an bile uzak olmamalıdır. bu yolda nefesi muhafaza ve ona riâyet etmeyi pek mühim saymışlar ve nefeste şuur halini muhafaza etmeyeni de kayıp bilmişlerdir. bahâüddin hazretleri buyurdular: “- allah’a varış yolunda işin aslı, nefes üzerindedir. bütün himmet ve gayreti, nefesi muhafazaya; ve her nefesi de huzura hasretmek gerektir. nefesin giriş – çıkış ânı ve iki nefes arası, sakın ha gafletle geçirilmesin!,..”

    necmüddin kübrâ, “fevâtih’ül-cemâl” adlı risalesinde şöyle buyurur:

    “-zikrullah ki, teneffüs eden bütün canlıların zarurî nefesleridir. nefesin girip çıkmasında allah’ın gayb haline ve hüviyetine işaret eden ve her teneffüs eden canlının, nefes alış verişinde ses halinde teşekkül eden “ha” harfi; ister huzur ehli olan insanlar gibi, mânâsı bilinerek, şuurlu olsun; ister gafil insanlar ve sair hayvanlarda olduğu gibi şurursuz olsun, yine de, her alınan ve her verilen nefeste sürer gider.

    “allah” lafzındaki son harf olan “ha” da bu “ha”dır. kelimenin başındaki “al” eki, tarif için olan, “eliflâm” ekidir. yine kelimede, “iâm” harfinin şeddeli oluşu, tazimi mübalâğalı kılmak içindir. işte “allah” isminin hakikati olan “h”, nefeslerde sürüp giden ve o’nun ismine işaret eden o “h”dir ki, onsuz hiç bir şey hayata hak kazanamaz.

    akıllı talip odur ki, hakk’ı bildiği nisbette, bu harf-i şerifi teneffüs ederken, o’nun ilâhî zât’ın hüviyetini de düşünmüş olsun ve her nefes alıp verişinde o yolu takip ederek, huzura varma, yani allah’la olma gayesine erişinceye kadar şuurunda o zât’ın hüviyetini muhafazaya gayret göstersin ki, bu nisbet, zahmetsiz olarak onun gönlüne yerleşmiş, onun tek düşüncesi olmuş olsun; öyle ki, artık o nisbeti, külfetsiz olarak gönlünden çıkarmaya muktedir olmasın.

    tasavvuf ıstılahında hüviyet, “lâ taayyün – belirsizlik” itibariyle hakk’ın zât’ından ibarettir. o derecede belirsizlik ki, “hüviyet” ifadesi, hüviyet tabiriyle bile kayıtlı değil… bu mertebede o’na hiçbir ilim ve idrâk yanaşamaz; bu itibarla o, “mutlak meçhûl”dür.

    o zaman ne yapıyoruz? her nefesi içimize çekerken hayalimizden bir "hu" zikri yapıyoruz verirken de aynı şekilde...tâ ki bu işlem otomatikleşinceye kadar. allah'ı hiç unutmaz hale gelinceye kadar...
  • nefes alırken ve verirken "hu" zikri yaparız bilinçsizce. işte bu zikri bilinçli hale getirmek marifettir.

    eski devrin insanları ile şimdiki insanlar her yönden çok farklıdırlar. o yüzden kitaplarda okuduğumuz tekniklerin aynen günümüze taşınması çoğu durumda mümkün olmaz ve laf ebeliğinden başka bir sonuca da yol açmaz. insan uygulamaya sokamadığı ve belli sonuçlar elde edemediği tekniklerden laf olsun diye bahsetmemelidir. gereksiz bilgi kirliliği oluşturur ve hakikati örtmeye başlar çünkü.

    ben bu prensibi uygulamaya geçirmek için değişik yöntemler denedim. öncelikle belirteyim ki, daimi olarak nefesin farkındalığını korumak ve her nefes alışta ve verişte "hu" zikrinin yapıldığını hayal etmek oldukça zor bir iş. bir müddet sonra bezginlik ve bıkkınlığa yol açıyor. eski devrin insanları böyle yaparlarmış ama günümüz insanının yapısı farklı.

    onun yerine bu farkındalığa gün içinde veya gece, belli bir zaman dilimi ayırmak en iyisi. 15-20 dakika, yarım saat veya bir saat. parkta yürüyüş yaparken, otobüste işe giderken veya akşam eve dönerken vs...gibi.

    odaklanmayı da burun deliklerine ve havanın giriş ve çıkışına yapmak en iyisi. vücudun diğer kesimlerinde farklı hassasiyetler var. karıştırıp dengeleri bozmamak lazım.

    eğer başarılı olursak düşünün nimetin büyüklüğünü!

    allah'ın en büyük ismini, doğrudan zatına işaret eden "hu" zamirini nefesimize endeksliyoruz. bir müddet sonra meleke haline geliyor ve otomatikleşiyor. geri kalan ömrümüzde nefes almak zorunda olduğumuza göre, bereberinde sürekli "hu" zikri de yapmış olacağız. her nefesimiz kazanca dönüşecek inşaallah.
  • huş der dem ; her nefesin farkında olmak
    irademiz dışında yaptığımız nefes alma halinin çoğu zaman farkında bile olmayız.
    hûş der-dem prensibi, bu sıradanlığı aşıp, gafletten sakınarak, farkındalığı artırmamızı istiyor bizden.
    nakşibendiyye'de nefesi muhafaza ( nefesin hakkına riayet yahut nefesten haberdar olma), yol almanın esası sayılmıştır.
  • "salik hiçbir nefesini allah'tan gafil gecirmemeli. her an allah'in huzurunda olduğunu bilmeli. çünkü salik, nefesini gaflete düşmekten korursa, kalbi yüce allah'in huzurunda olmak ister. her alınan ve verilen nefeste, allah'a itaat halinde olmak gerekir. bu da nefesi canlı olarak allah'a ulaştırmakla olur. zira kalp huzuruyla alınan ve verilen her nefes, canlı demektir ve allah'a ulaşır."

    (bkz: abdulhalik gücdüvani)
hesabın var mı? giriş yap