*

  • erol evgin'in sesinden aşina olduğumuz bir başka melih kibar-çiğdem talu ortak yapımıdır. doğrusunu söylemek gerekirse erol sesine fırtınaları, tutkulu iniş çıkışları yakıştırdığım bir insan değildir. şarkının fırtınayı aksettirmesi gereken nakarat kısmı dışındaki yerlerini çok daha latif, çok daha başarılı söyleyebilmektedir mesela.
    bu şarkının, konuşmayı çok seven bir insan olan melih kibar'ın konuk olduğu radyo programında anlattığı bir de ilgi çekici hikayesi var, hemen paylaşmak arzusundayım: melih cesur ve güzel bir gençken ingiltere'ye master yapmaya gider. ordaki ilk gecesidir, ve henüz diğer öğrenciler teşrif etmemiş olduklarından okyanus kıyısındaki bu okulda onu yerleştirmeye gelmiş babası ve kendisinden başka nerdeyse kimse yoktur. işte bu zaten ıssız, zaten tedirgin edici gecenin ortasında birdenbire bir de fırtına kopar. çok korkar melih ve dolaşmaya çıkar etrafta, aktivite olsun, tüm psişik enerjimi fırtınaya vakfedip sonra nevrotik olmayayım diye düşünmüş olabilir mesela. öyle ya da böyle kendini içinde piyano olan bir odada bulur. ruhunun derinliklerini en iyi müzikle ifade edebilen bir insandır zaten melihçim ve yüreğinden tuşlara o gece dökülen notalar işte şu anda bizim "içimdeki fırtına" diye bildiğimiz şarkıya aittir. ama bu ismi sanır mısınız ki o yakıştırmıştır besteye... hayır. lütfen.
    melih yaptığı besteyi hiçbir yorum yapmadan, bestelediği koşullar hakkında hiçbir bilgi vermeden türkiye'deki çiğdem talu'ya yollar. bir-iki ay geçer, mektup gelir çiğdem hanım'dan (müteveffa olduğundan mıdır, saygı duyduğumdan mıdır nedir, çiğdem diyemiyorum tek başına). çiğdem hanım melih'e bir iki satır karalamış, yanında da bu beste için yazdığı sözleri yollamıştır. burdan sonrasını melih'ten dinleyecek olursak: "şarkının başlığını görünce duvara yaslanmak zorunda kaldım" (şarkının başlığı bu entryinin başlığıyla aynıdır netleştirmek gerekirse).
    çiğdem hanım'la aralarındaki özel bir iletişimin, açıklaması zor bir sinerjinin ürünü müdür bu, yoksa melih'in notalarından yansıttığı fırtınadır, zaten başka türlü algılamaya imkan yok mudur? melih sanırım çiğdem hanım'a duyduğu çok saygıdeğer hisler yüzünden ilkini düşünmeyi tercih ediyordu, sözlerinden bunu çıkardım ben. hakkıdır.
    şarkının sözleri özenlidir, güzeldir, tipik çiğdem talu tarzıdır:

    gün ağarırken, tek başıma oturmuşsam
    henüz daha gözlerimi bir an bile yummamışsam
    sen yoksan yine, bense yorgun ve yalnızsam
    hele bir de, bir de canım hasretine kapılmışsam
    ve gözümde tütüyorsan buram buram

    işte o an bir fırtına kopar
    sanki o an yer yerinden oynar
    hoyrat bir rüzgar eserken,
    sallanan gemi misali
    sallanır durur içimde dünya

    son ışıkları sönüyorsa sokakların
    yeni bir gün giriyorsa penceremden yavaş yavaş
    sen yoksan yine, bense suskun ve bitkinsem
    hele bir de bir kadehin gölgesine sığınmışsam
    ve yılların hesabını şaşırmışsam

    işte o an bir fırtına kopar
    sanki o an yer yerinden oynar
    külrengi bir akşam vakti
    kaybolan renkler gibi
    kaybolur gider gözümde dünya

    işte o an bir fırtına kopar
    sanki o an yer yerinden oynar
    bir koca çınar dalından
    savrulan yaprak misali
    savrulur gider güzelim dünya

    (bir de bu şarkının bestesinde bana esin engin'in çalıkuşu'nun dizisi için yaptığı jenerik müziğini hatırlatan bir şeyler var. ama hatırlamak istediğim bir şey olduğu için herhalde, arada objektif bir benzerlik olduğunu hiç sanmıyorum)
  • melih kibar'in yeni albumundeki yeni halini onur mete seslendirmistir.
  • ahh.. çocukluğum merdivenden aşağı inip bahçeye girdi.. çocukluğuma ait herşey o bahçenin içindeydi. bir radyo: kulağı bükülen cinsten.. yemek yiyip okula gitmeden önce ve ben nedendir bilinmez utangaç ve her zaman suç duygusuyla dolu bastı bacak bir veletken ilk kez duymuştum bu şarkıyı. masanın başında tek başıma oturmuş kapuskamı yiyordum. bu şarkı kendini açıktan alıp yanıma yanaşmıştı. bende de başlamıştı bir erol evgin hastalığı. masanın etrafında dolanıp duruyordu sayın evgin.. o zaman saçlarının peruk olmadığını sandığım bu adam....

    bir şarkıya bu kadar anlam yüklemek, siyah önlüklü ve yegane oyuncağı abisinden kalmış bir abaküs olan bir çocuk için ne kadar geçerli olabilirdi? şimdi o utangaç çocukluk fotoğrafıma baktım da.. yüzümdeki o anlamsız, her an bir şey olacakmış gibi duran korku hali ve bu solo fotoğrafımda sağ elim boşlukta ve kendisini tutacak bir eli arıyorken takındığım telaş pek de anlamlıymış.. neyse. biz dönelim içimdeki fırtınaya.. bir şekilde bu şarkı beni etkisi altına almıştı. 80'lerde bir çocuktum. 80 yerimden vuruyordu beni, bu büyüklerin problemlerine göre yazılmış ve güftelenmiş esrik ve karanlık şarkı. erol evgin hep karşımda otururdu. çok solgundu yüzü. iyi hissetmiyordu kendini. kasvetliydi erol abi. tam da kasvet değildi hissettiği aslında, oynanan oyundan hoşnut değildi, şarkıda sallanan gemi gibi sallanan yüreği yüzündendi belki bütün bu olanlar. hayattan kaynaklanan bir ümitsizlikti belki de onunkisi.. büyüyüp o dünyaya ait olunca daha iyi anladım onu. çocukluğun bahçesinde kalan izleri de takip ederek yaptım bu yorumu (artık ne kadar gerekliyse). erol abi, kreşendo denen ve gerçek anlamda -söz kadar biçim olarak da- şarkıda fırtınaların koptuğu bölümde alçak tepelerden inip sonuz izlenimi uyandıran dümdüz bir yola frenleri boşalmış bir arabayla iner gibi salıveriyordu kendini. ne cesaret!

    nihayet büyüdüm (iyi bok yedim) ve kapuska yerine bir bira vardı önümde. erol evgin'le yıllar sonra star tv de bir arkadaşımı ziyarete gitmişken yan yana sandalyelerde oturmuştuk, tesadüfen. yıllar geçmişti ve adam karşımdaydı . işte o an bir fırtına koptu. bir garip oldum. nereden nereye? erol evgin iki dakika falan orada oturdu. pek çaktırmasam da garip hissettim kendimi. sonra eve gittim. internetten bu şarkıyı indirdim. aşıktım ve başım beladaydı. erol evgin şarkısına başlar başlamaz çok sert bir sol yerleştirdi kaburgalarıma. yumruğun sesi şarkıda yankılandı. işte o an bir fırtına koptu. sanki o an yer yerinden oynadı. zayıf bir dirsekle ona karşılık vereyim dedim. olmadı. pis işti aşık olmak. ama pis olmayan ne vardı ki allah aşkına? aşk bile pisse artık... ensest mesela, grup seks, dilencilik, oto tamirciliği. psikologluğa ne demeli? insanın ruhu kıçından daha pistir. hayvanat bahçesi bakıcılığından bile daha pis bir şey aşk. ah, evet! dediğim gibi, erol abi kapuskalı masamda etrafımda dolanırken anlamsızca, şimdi "yılların hesabını şaşırmışken" koparıverdi fırtınayı. korkunç bir kroşe ve üstüne üç sol iki sağ... kafama ve zavallı kalbime. bu yumruğu berklemiyordum işte erol abi. burnuma da geçirdi, işte tam o kreşendo bölümünde. burnum kanıyordu. ben toparlanmaya çalışırken bir aparküt daha... kan kokusu almıştı erol abi. bedel istiyordu. ulan bu ne biçim işti? başım dönüyordu:sallanan gemi misali sallanıp duruyordu içimde dünya. tabanca gibi patlıyordu sağlar sollar. ama her yumrukta biraz daha güçleniyordum artık. üstelik iplere de yaslanmıştım.

    birden doğruldum. sağımı çaktım. erol abi tek yumrukla yıkıldı. şarkı sustu.
    çocukluğum çığlık attı.
    herkes çığlık attı.
    ben çığlık atmadım..
  • onur mete adında bir pop şarkıcısının da seslendirip içine ettiği bir şarkıydı zamanında. erol evgin'le özdeşleşmiş, güzel bir şarkıdır tabi. başka sese eğreti kaçar. ayrıca rahmetli melih kibar'la konserlerinde emre altuğ'da seslendirmiştir, ama onun yorumu da sönük kalmıştır.
  • "iste o an bir firtina kopar" ifadesinden sonra gercekten bazen icinizde firtinalar koptugunu hissedersiniz.
  • levent yuksel'in istanbul isimli sarkisinin ilk kismi (modulasyona ugramadan once- ki ve aslinda modulasyona ugradiktan sonra da mutasyon gecirmis olarak) bu sarkidan apartilmistir kanimca. soyle ki:

    saçlarini dagitir rüzgar
    yeditepe üzerinden
    hatiralar, tarihin küllerini savurur

    (buradan sonra modulasyon-dominant tona gecer)
    (bkz: #1696568)

    hatta gidin yukardaki sozleri soyleyin, icimdeki firtinanin basi calarken.. herbiseyin ayni oldugunu goreceksiniz, cuk oturacak..

    ama kuralina uydurularak kotarilan (16 olcu muydu neydi sarkilar icin izin verilen miktar) apartma olmustur, sonuc ayrica guzel olmustur da. apartmalara karsi degilim, ama tespit etmeyi de severim.
  • şarkı oluşturulduğunda amaçlanan bu muydu bilmiyorum ama "işte o zaman bir fırtına kopar" kısmını her duyduğumda içim kararır, bütün bulutlar üşüşür sanki kalbimin üstüne... o yüzden çoğu kişinin aksine pek sevdiğimi söyleyemem bu şarkıyı...
  • insanin icinde, bahsettigi firtinayi koparmayi ba$armi$ bir eserdir. bunyeye; sonu gorunmeyen bir yalnizlik denizinde oraya buraya savrulan geminin degil, kucucuk bir teknenin hissiyatini ya$atir. oyle yalniz ve oyle caresiz. ozleneni ve ozlemini icin icin ya$ayan ki$ilerin duygularini bu kadar guzel mi anlatir bir eser? soz olup misralara dokulmu$ bile. hem de ziyadesiyle.

    "sen yoksan yine, bense yorgun ve yalnizsam..."*
  • uyum, ahenk, iletişim gibi sözcüklerle bu şarkının ortaya çıkışını açıklayabilmek pek mümkün değildir. düşünün; fırtınadan etkilenip hislerinizi notalara aktarıyorsunuz, bunu kaydediyorsunuz sonra üzerine söz yazılsın diye binlerce kilometre uzaktaki birine gönderiyorsunuz. sözler bir süre sonra mektup ile geliyor ve başlık: içimdeki fırtına. inanılmaz. birşeyin tarifi olmalı bu, sizin ezginizin üzerine birebir hislerinizi yansıtan sözler yazabilen kişi. neyiniz olur bilemiyorum. sevgili değil, eş, dost, akraba değil. melih kibar'ın da dediği gibi bu bambaşka birşey.
hesabın var mı? giriş yap