• daha 13ünde beraber çalıştığım, 2 ay öncesine kadar kapı komşum olan okul arkadaşım. haberi duyduktan sonra kafamda oturtmak saatlerimi aldı.onu bir daha göremeyeceğimize inanmakta güçlük çekiyorum. biricik anneciğiyle yaptığım konuşma hayatımın en zor konuşmalarından biriydi.çok özel bir insandı. melekler hep yanında olsun.
  • eski ev arkadaşım, komşum, dostum, sarışınım, göçtüğünün haberini sözlükten aldığım, inanmadığım... tek z ile yazılır adı, tek z ile; görse kızardı...
  • mucizevi günler dışında tutulmayan günlüğümün en güzel sayfalarından biridir;
    14 eylül 1999
    akşam tembel tembel otururken, huzursuzca “hadi dedim; okula gidip çadır kuralım!” önceden de söylemişimdir; izet hayatımda tanıdığım en tembel heriftir. önerimi mucizevi bir “evet”le karşıladı. hemen hazırlandık; sonra bizim eve gidip benim battaniyemle çadırı aldık. yukarıda bira, midye tava alışverişi yaptıktan beş dakika sonra okuldaydık. ortam öyle ıssız ve aydınlıktı ki! çadırı kurduk, bir bankta bira içip saatlerce gevezelik yaptık. “adamın işi neymiş japonya’da?”, “altı sene sismograf olarak çalışmış abi!” diye eki kikilerle sabahın üçünü bulduk. çadır sıcacıktı önce, rahat bile sayılırdı. ama sabaha karşı titreyerek uyandım. dürttüm izet’i, “bana sarılsana”. izet sarıldı, benim çene takır takır “olmuyo böyle, çok soğuk” dedim. o da üstündeki kırkkatlardan birini çıkarıp verdi bana; uyuyabildim. sabah, senden telefon gelmeden bir kaç dakika önce yağmurla uyandık. “aman allah!” dedim “bogaziçi üniversitesi’nde bi çadırdayım; gece ölesiye içtim; çişe giderken izet’in öğrettiği gibi askeri disiplinin en amerikancasıyla çadırdan itibaren tam altı adım saydım; bugün yasalara göre haftanın beş iş gününden biri ve işe gitmeliyim!” çadır nemliydi, ince, sentetik kumaşın ardında bir köpek kokumuza havlıyordu. sonra sen aradın “uyandın mı?”, “uyandım!”. battaniyeler var katlanacak; açık olması gereken bir kantin, içilmesi gereken bir çay var önce. ben battaniyeleri katladım, izet umulmadık bir hızla çay getirdi. beni sevdiğini bilirim ama dünyanın en miskin adamı, şakır şakır olmasa da yağmurlu bir havada sığındığı battaniyenin içinden gülümseyerek çıkıp sana çay almaya gidiyorsa; üstelik de henüz iki dakika önce uyanmışsa ölesiye duygulanmamak imkansız gibidir. yağmur yağmaya devam etti, sen bir daha telefon ettin. çayı içtim, izet’i öptüm, katlayamadığımız çadıra baktım ve yokuşa vurdum kendimi. sonrası malumatın dahilinde... utanmasam iyi ki deprem oldu diyeceğim ya, yazdığıma bile utandım şimdi. gerçekten korkmasaydım ve yalnız kalmak bu denli zor olmasaydı, yalnızca televizyon izleyecektim. saatler boyunca dehşetli deprem bültenleri ve bilirkişi ukalalıklarıyla şişecekti kafam...
    ama ben bu sabah, yaşamım boyunca gördüğüm en gri göğün altında, ciğerlerimi yırtan öksürüğe bile anlayışlı, canım fantasy role player arkadaşımın altın sarısı saçlarını minnetle okşayarak, varolabilecek en merhametli başağrısına uyandım.

    hiç telaş etmeden, mutlu mutlu yaşadı izet; çok özleyeceğim...
  • anamur gecelerinin gurusu... çok şey yaşadıkmı bilmiyorum onunla ama onu son gördüğümde çok daha fazlasını istediğimi düşündüğüm sevgili arkadaşım...
  • fi tarihinde götü boklu bebeyken daha, annemlerin misafirliğe gittiğinde mızmızlanmadığımız tek yerde izetlerin evi.. o önceleri muhtemel baysa bile kendinden bir iki yaş ufak bu bebelere amstradında oyunlar açar, oyalardı onları.. sonra bikaç yaz anamurda beraber vakit geçirilir ve bu sihirli şahıs rockla yoğurulmuş ilkokul yıllarımı, trendy poplara yönelmekten kurtarırcasına iki hafta içinde müzik zevkimi deli danalar gibi heavy metalle inisiye eder.. ve artık beraber vakit geçirmek daha zevklidir.. beraber çalarız, ilk gördüğüm elektrogitar onun dandik marina'sıdır.. beraber sabahlarız.. "olm black tower diye bi şarkı yazmak istiyorum" der.. "yaz abi.. hadi ya da yazalım" derim.. yazmayız.. ama çok güzel vakit geçiririz.. beni torpille grubuna alır solist olarak.. sora ben başka meraklara kayarım.. ama hep iyi arkadaş kalır.. o eskilerin bişeyi heralde, bir yaş büyüktür benden ama abidir o.. sonra işte kopuk biraz.. o istanbul'a gider, ben ankara'ya giderim.. resmen 7-8 sene belki hiç görüşmeyiz.. sonra bi gün bi telefon gelir..
    -abi selam..
    -abi? sen misin cidden? napıyosun?
    - iyidir.. ankarada iş var bikaç gün.. sizde kalsam olur mu?
    - manyak mısın? tabi ki..

    ve 3 akşam çalarız felekten.. yıllar sonra karşılaşılan eski arkadaşların o muabbeti yoluna koyamama, tıkanma, hatta olayın beş dakkada eziyete dönüşme stresi sarar içimi bi yandan.. zira orcinal da adamdır izet.. ama olmaz.. 7-8 sene tamamen alakasız ortamlarda ne kadar aynı büyümüş olduğumuzu fark ederiz.. 3 gece bıkmadan sıkılmadan sohbet ederiz, ertesi güne yetecek kadar uyku alaraktan.. resmen bi nimettir bu.. ara ara telefonlaşırız.. o arar.. ben ararım..

    ve sonra ölüm haberi gelir.. ne diyeceksin ki? tekrar dostluğumuzu, abi kardeşliğimizi tazelememiş olsak? ama öyle değil.. öyle olsa.. biliyorum o zaman.. tüh be abi, allah rahmet eylesin dersin en fazla.. ama zaten özel bi adam varsa elinde ve hiç ummazken yeniden hayatına girmiş, hayatına dokunmuş bir adam varsa? o zaman laf söz kalmıyo.. ailem gibi sevdiğim ailesine diyecek bi söz bulunamıyor.. izet'i de, onları da sık sık rüyamda görüyorum o günden beri.. hıyar herife sitem ediyorum ancak içimden.. ah be abicim.. naptın? umarım şimdi daha güzel bir yerdesindir.. hak ettiğin gibi bir yerde..
hesabın var mı? giriş yap