• ing. yorucu i$, emek..
  • latince ve ingilizce'de labor, yunanca ponos, fransızca travail, almanca arbeit- bunların hepsi meşakkat ve mesai anlamına geldiği gibi, doğum sancısı çekmeyi de ifade ediyor. emek, acı ve zahmetle ilişkili ve döngüsel bir etkinlik. arendt'e göre emek, hayatın ve türün yeniden-üretimine, insan yaşamının idamesine adanmış, biyolojik ihtiyaçların belirlediği temel bir faaliyettir. iş ve emek birbiriyle aynı şey değildir bu arada.
  • ankara sıhhiye' de bulunan tıbbi malzeme dükkanı. nobel tıp' ın yanındadır. önlük, terlik, steteskop gibi sağlıkçılar için elzem olan malzemelere ulaşılabilir. önlüklerinin üst cebi fazlaca yukarıda olduğundan buraya konan kalemin ağza kaçma ihtimali yüksektir.
  • "'dinlenme vaktinde' otium'da, roma'ya özgü bu son derece özel olan, özel yaşamda toplumsal ve bireysel sorunların askıya alındığı, öğleden gece yarısına değin 'unutulduğu', 'normal' yaşamda açılan bir parantezdir. bedenler gevşer, ilkelerle birlikte yüzler yumuşar; bu, içkili şölen zamanıdır.
    uyuşuncaya kadar uzanmış kalan insanlar, kendilerini günün kalan zamanında, tattıkları hazlara, tembelliğe ve edilgenliğe, inertia mollitia'ya bırakırlar. çünkü roma uygarlığı, bir çaba ve eylem, kendini aşma ve kendine egemen olma, soğuğa, açlığa ve susuzluğa, fiziksel ve ruhsal acıya direnme ahlâkı -labor teriminin özetlediği- geliştirir, ama, içinde kendilerini yeniledikleri ve dinlenebildikleri rahatlama uzamlarını, otium'u, kahramanlara ayırırlar. bu dinlenme zamanlarında, hazlar insanın güçlenmesine katkıda bulunur; bunlar, her zaman labor'un gerilimlerini dengelemeye yönelik edilgen hazlardır. romalı, otium'da kendini tatlı duygulara bırakır, yumuşak yiyecekler yer, tatlı şaraplar içer, güzel kokular koklar, cıvıltılı sesler ve flütün 'süzülen' ezgileriyle salınır. roma kültürünün bu çelişkili iki ucu, birbirlerini tamamlayıcı olduklarından, bir dayanışma sunarlar. herkes, bunlardan birisine adadığı yaşam parçasını, ötekisine adadığı yaşam parçasıyla dengelemek zorundadır." [1]

    florence dupont'un yukarıdaki ifadelerini #16561929 no'lu entirimdeki inziva-otium karşılaştırmamla birlikte değerlendirirseniz, romalının ne kadar pragmatik bir zekâya sahip olduğunu da düşünebilirsiniz, ne kadar akıllı olduğunu da. ancak bu akıllılık günümüzdeki plazma, şirket, ofis kadınlarının haftanın beş buçuk günü ayılar gibi çalışıp, cuma/rtesi akşamı istiklâl'de bira içerek rahatlaması, pazar sabahı 12'ye kadar uyuması, ayılar gibi yemek yemesi, akşam sinemaya gitmesi, gece-yarısına kadar tv izlemesi, sonra pazartesi sabahı yine kuşluk vaktinde uyanarak leş gibi bir otobüsle işe gitmesi ve bunu bitmek bilmeyen bir devirde, sürekli olarak deneyimlemesi olarak görmeyin. zihnî rahatlamayı beş buçuk günün yorgunluğunu bir buçuk günlük dinlenmeyle elde ettiğini sanmak bu tarz leş yaşamın en büyük yanılgısı. zamanımıza, anımıza, tercihlerimize karışan bir öğütücü içinde, leş yiyicilerin arasında topuklu giymek veya kravat takmak zorunda kalan yüzlerce, binlerce köle zihnini bir buçuk günde boşaltmasa da olur. çünkü bu tarz bir yaşama atıldığınız ya da mecbur bırakıldığınız andan itibaren yanılgının işleyen bir dişlisi oluyorsunuz.

    ideal romalı'nın ise, -epictetos örneğinde olduğu gibi- köle dahi olsa, düzeni karşısına alma telâşı vardır. imparator marcus aurelius ile azatlı epictetos'u aynı düzleme çeken bu zihnen hür olma bilincinin kendisidir. modern dünyadaki düzenin insanı ise, sanki kendisine eroin zerk edilmişçesine bu rüyadan uyanamaz. bunu, reklam olmayacaksa eğer, rapidshare döngüsü olarak da adlandırabiliriz. sırf bu örneği verebilmek için bu dosya paylaşım organıyla ilgili birkaç yazı okudum, bilgilendim. dramatize edeyim: önce biri bir film dosyası upload ediyor. sonra öbürü o dosyayı indirmek istiyor ama indiremiyor, free slot kalmamış; para veriyor, üye oluyor. üyeliğinin daha fazla sürmesi için (rapid puan vs. kredi kartı extra puanları da böyle kazanılıyor) bu sefer kendisi de dosya upload ediyor.

    bir tane dosya, yeteri kadar extra puan kazandırmayacağından, upload üstüne upload ediyor, forumları dolaşıyor, linkleri oralara serpiştiriyor. sırf bir sonraki ay daha hızlı download edebilmek için, önceki ayını böylesine sanal ve şeytanî bir organizasyonun işleyen dişlişi olmayı kabul ediyor. çünkü rahatlığı (hızlı indirmeyi) gördü. oysa ilkin tek amacı vardı, o ilk filmi izleyebilmek. böylece rapidshare kullanıcı sayısı katlanıyor, para verenler daha fazla dosya yüklüyor, daha fazla dosya yükleyenler, daha fazla kullanıcının bu sisteme dahil olması için farkında olmadan "gönüllü" çalışmış oluyor. amaç bedava film izlemekken, birden sanal bir şirketin "azatlı" ve "gönüllüğü" kölesi olmaya dönüyor. sorsanız, hiçbiri bu düzenin bir dişlisi olduğunun farkında değildir. yiten paraya ve zamana acımazlar, çünkü uyuşmuş durumdalar.

    jay griffiths'in müthiş kitabı tik tak. zamana kaçamak bir bakış'ta zaman algımızın ne kadar batı modernitesi tarafından yönlendirildiği ve kendi yararına dönüştürüldüğü işlenir. bu entiriyle de ilintili. okuyalım:

    "toplum, kendi için kurduğu formlar dahilinde düşünmeye başlamıştır; çizgisel, yapay, fazlasıyla parçalanmış... kendi makinelerinin imgesini örnek alır kendine toplum. bugünün ölçümleri, zamanı daha doğru tarif ediyormuş numarası yapıyor; ama aslında bunların tarif ettiği şey modernliğin ta kendisidir; bu, kendini çok iyi anlatan bir kendi portresidir. modernliğin zamana atfettiği rol, zorlayıcı, katı bir şekilde çizgisel, kişisel olmayan, baskıcı bir karakterdir; aşırı kalabalık, aşırı bereli bir şey, bu da kurbanlarını, yani insanları hırpalar. keskin bir çığlık duyarsınız, zaman geçmektedir, sanki onun suçuymuş gibi; ama aslında hata, aşırı yüklü programları ve ezici zamanlamalarıyla modern toplumdadır...
    şu an mayısın ortası, öğlene doğru. günümüz mağaza ve işyerlerindeyse vakit hep mayıs ortası, hep öğleye doğrudur; ışık da sıcaklık da aynıdır. aylardan aynı saat aynı'yı gösteriyor; modernliğin zamanının 'gerçek' zamanla, doğanın zamanıyla hiçbir ilgisi yok. üretilmiş bir zaman bu: yapay zaman. ayaz paşa, sahte güneşe aldanıp kendini dışarı attığında kalmış ayazlarda; sahte güneş, çok daha dakik olduğu için modernliğin pencerelerinde onun olması tercih ediliyor. yapma çiçekler, hiç bilmedikleri bitmek bilmez bir yaz varmış gibi yapadursun, ayrıldı zaman doğadan. yıl boyu yapay çimler eziyor gerçek baharın titrek ot tohumlarını ve neon ışıkları bıçaklıyor geceyi."[2]

    zaman yapay, çaba yapay, çaba sonrası bu dişlilerin çekildiklerini sandıkları inziva yapay, ilişkiler yapay, nereye varacak bunun sonu? catullus'un dostu licinius'la yaptığı gibi otium'a çekilip yazı tabletleriyle oyun oynayacak değiliz. şu halimizle bunu yapsak, adına "tabu oynamak" derler. birkaç kişinin bir araya gelip, günün veya haftanın stresini atmak için tabu vb. oyunlar oynaması ve sonra yeniden yukarıda çizilen modern köleliğe geri dönmesi yetmez. catullus'u roma'dan alın, sirkeci'de bir ofis'e koyun, o da beş buçuk günün sonunda benzer kafa dağıtma yolları arayacaktır. ortada bir labor varsa, onu dengeleyebilecek otium'un da peşinden geleceği aşikar. ama labor'unuz anlamsız ve köleliğe eş telâşlardan oluşuyorsa, otium da haliyle aynı anlamsızlığın ve köleliğin bir parçası olacaktır. çiğ süt emmiş, zihnine köle olmuş, alış-verişle zihnini rahatlatmaya çalışıyor, düzenden şikayetçi ama düzenin en büyük işleticisi. o olmazsa bir kişi eksiklermiş, öyle diyorlar.

    sibi servire gravissima est diyor filozof yani "insanın kendine köleliği, köleliklerin en ağırı". kenara çekip sorsan "kendim için çalışıyorum, gayret gösteriyorum" der. dolabında 35 ayakkabı, 43 gömlek, 12 ceket, 87 parfüm şişesi olduğunda labor'u kutsal sayılmış oluyor. kenara çekip sorsan "başkasının ağız kokusunu çekiyorum" der. peki, ne için? o gerçeği bilmiyor, bilemez, ben söyleyeyim. senin bunca ağız kokusunu çekiyor olmanın nedeni, rapidshare premium üyelik'tir. ancak labor'u beş para etmeyen biri, korsan film izlemek için rapidshare'e para verir. hâl böyle olunca, aynı kişi beş buçuk gün sonunda, rapidshare'den indirilmiş filmini izleyerek otium'unu şenlendirir. zihnini rahatlatır. o an telefon gelse ve kendisine "ne yapıyorsun?" diye sorulsa, "hiiç film izliyorum" diyor. hiçbir şeyin değeri yok böyle bir durumda, ne emeğin, ne dinlenmenin, ne film izlemenin. her şey çöp olmuş. geçen zamana nispetle, her şeye rağmen, norveç'teki genç intiharları düzeyine erişmemiz için daha çok çalışacağız. muhtaç olduğun intihar refleksi yaşamındaki soysuz labor'da mevcuttur. mevcut değilse bir posta alınmış requiem for a dream veya donnie darko da iş görebilir.

    türkiye'de zihnen sağlıklı olan tek kitlenin, ilkokul mezunu olup kendince ekmek parasını kazanan, sınırlı yaşamında çoluk çocuk sahibi olmuş vatandaşlardan oluşan kitle olduğunu düşünüyorum. çünkü onların labor'u en azından, insan beslemek veya okutmak gibi, ulvî değerlere sesleniyor. ama bu kitlenin ömrü de, rakamla 1 yüzyılı geçmeyecektir. hepimiz üniversite mezunu olup, gözümüzü açınca daha mutsuz evlilikler, daha ziyan yaşamlar, daha boktan bir ülke edinmiş olacağız.

    notlar

    1. florence dupont, edebiyatın yaratılışı. yunan sarhoşluğundan latin kitabına, çev. n. sevil, ayrıntı yay., 2001, s.149.
    2. jay griffiths, tik tak. zamana kaçamak bir bakış, çev. e. altınay, ayrıntı yay., 2003, s.22-23.
  • (bkz: labour)
  • amerika'da (bkz: labor) ingiltere'de (bkz: labour)
  • yunan mitolojisinde heraclesin kefareti için yapmak zorunda olduğu 12 görevin adı. (bkz: hercules & his twelve labours)
hesabın var mı? giriş yap