• 1969 yapimi bir chabrol filmi.
    kus ucmaz kervan gecmez bir fransiz kasabasinda ogretmenlik yapan helen,15 yilini orduda gecirmis olan popaul ile arkadaslik kurar.popaul bir kasaptir.kaba ve absurd davranislari vardir.bu esnada kasabanin cevresinde genc kizlar oldurulmektedir.
    bolca sigaranin tutketildigi,kimi nuktelerle insani gulumseten orta kivam bir chabrol polisiyesi.
  • bu seneki istanbul film festivalindeki bir fransız filmi. bir adam var kasap, bir de kadın var duygusuz bir müdire bu da. küçük bir kasabada bu iki karakterin etrafında geçiyor hikaye. yer yer psikopatlaşıyor film de, 2 karakter de. izlemeye çok değen bir film değil.
  • özünde bir gerilim örneği olmasına rağmen, hem atmosferden hem de karakterlerden olacak herhalde, bende tatlı duygulanımlara neden olmuş claude chabrol filmi. ne de olsa yeni dalga'nın hüküm sürdüğü yıllarda çekilmiş.
  • çocuğun elindeki yağlı ekmeğe bir parça kan damlaması filmin tüm sükunetini alıp götürmeye yeter. damlayan kan tüm yüzeye yavaşça yayılır, tutku ve gerilimi de beraberinde getirir.
    (bkz: hitchockcu leke)
  • helen'in dunyanin en cool kadinini canlandirdigi film. cocuklardan biri ogretmenim yagmur mu yagiyor biseyler damliyor dediginde kanlara sasirmayacagini dusunmustum.

    --- spoiler ---
    katil kasap.
    --- spoiler ---
  • spoiler
    paul zorunlu olarak 15 yaşında orduya katılır. ölüm, kan ve ceset görmüş olan paul sivil hayatında da kendine gelemez. paul sivil hayatına geçtiğinde bile savaşın etkisini üzerinden atamadığı için dürtülerini kontrol edemeyip kan ve ölüm görmekten vazgeçemez. şu replikle bunu anlarız: ‘’kendimi durduramıyorum, bıçağımı birine saplayana kadar nefes alamıyorum’’ savaşın insan üzerinde bıraktığı tahribatın özel bir örneğidir paul. bu tahribat öncelikle diğer insanları kötü etkiler sonra da paul’un ölümüne yol açar birazcık psikanalizden bakarsak eğer paul’un üzerindeki savaşın trajik etkisi sonunda kendi canına kıymasına sebep olur. çünkü doyurulamayan dürtünün sonucu ölümdür.
  • 1970 yılında çekilmiş olmasına rağmen gayet orijinal bir senaryo.
    hikayesi dokunaklı da aynı zamanda.
    7/10.
  • öncelikle baştaki düğün sahnesini cok begendim. babanın ağır aksak konuşması, danslar falan.
    kıyıda köşede kalmış bir kasabada insanların suça kayıtsızlığı dikkate değer. ekmekçi kadın da zaten bize de bir dedikodu çıkar diyerek bahsediyor korkunc cinayetten. ikinci kurbanın ölü bedenine öğretmen öğrencilerle gezideyken rastlıyor. tereyağlı ekmeğin üzerine yayılan kan damlası, aslında olayın dehşet vericiligini bize geçirirken kasaba sakinleri bunu hissetmekten uzak.
    öğretmenin iç burkan bir yanı var. ex aşkı tarafından terk edilişinin etkisinden 10 yıldır kurtulamamış, şimdi bir de katille flortlestiginin bilincine varma, bu durumu reddetme, delili saklama ve suça ortak olma gibi zor yüklerin altına giriyor.
    olay yerinde kasap-katile aldığı çakmağı bulmasına rağmen katilin elinde aynı çakmaktan görünce hemen ikna olması biraz ondan vazgecemeyisinden. yani bir yerde inanmak istediğine inanma yolunu seçiyor.
    son sahne romatik. aşıklardan biri ölecek ama biraz beklenmedik olan ölüyor. öyle ki katil de olsa adamın aşkı güçlüymüş dedim ben. ve son da bir cinayet filmi için yeterince şiirsel.
    bu tarzı sevmiyorum ama yeni dalga hatrına izledim. biraz da izole bir çevrede toplumsal kayıtsızlık falan. puanım 8/10. az entry var diye yazdım, belki okuyan olur.
  • hitchcockian filmlerdendir. hitchcock filmlerini seven birisinin onun tarzını andıran bu filmi de seveceğini umarım; ancak alfred hitchcock'u anımsatan gerilim türünde daha başarılı film örnekleri de mevcuttur. henri georges clouzot, billy wilder, françois truffaut, brian de palma, park chan-wook ve dario argento bu tür filmleri en sık yapmış/yapan yönetmenlerdir.
hesabın var mı? giriş yap