• "10 kilometrede bir trafik kazasına şahit olup kafayı sıyırmıyorum, ucuz, konforlu ve güvenli bir yolculuk yapıyorum, keyfim bilirse yataklıda uzanıyor, restoranda tekel birası-patates kızartmasıyla coşuyorum" demektir. bir de "mutluyum, demiryolcu torunuyum" demek geldi içimden rahmetli dedem anısına.
  • ayni zamanda bir attila ilhan yazi dizisi. siradan baslayalim:

    mutluyum, demiryolcuyum!...'

    düşünüyorum; o faks notu, beni neden o kadar duygulandırdı? 30'lu yılların ikinci yarısında, basmane/afyon demiryolundaki bütün istasyonları, ezbere sayacak kadar çok o yollarda gidip geldiğimden mi? yoksa o bunaltıcı '40 karanlığı'nda, en düşük rötarı (o zamanlar 'tehir' denirdi) -'ahval-i hazıra' dolayısıyla- iki saatten aşağı düşmeyen toros ekspresi'nin, müdavimi olduğumdan mı?

    haydarpaşa'dan biner, iki gün iki gece giderdik; eskişehir, ankara, kayseri, adana garları, ışıklı medeniyet konakları olarak geçer; tıklım tıklım dolu, bagaj filelerinde uyku çekilen 3. mevki kompartımanların pencerelerinde, 'gazi' anadolu yanık bir 'uzun hava' gibi uzayıp giderdi. ben de bir 'kara tren' çocuğuyum; bununla hep iftihar ettim; yalnız onunla mı, 'erken' cumhuriyet döneminin, camları ayyıldızlı, yolcuları tahta bavullu ve sepetli, istasyonları seyrek ve tenha, 'posta' katarlarıyla da!

    o delikanlı, bana geçtiği faks notunda diyordu ki: "...ben, çukurova kilikya cephesi kumandanlarından istiklal harbi gazisi hilmi torunu, mustafa ruhi oğlu, adana 1954 doğumlu akhan hilmi çamurdan, mutluyum çünkü demiryolcuyum! demiryollarımızın 'özelleştirilmesi'ne karşıyım; türkiye'nin ulaşım sorununun otoyollarla değil, demiryollarının iyileştirilmesiyle çözülebileceği konusunda kamunun dikkatini çekmek için, edirne'den adana'ya yürüyeceğim!"

    akhan hilmi çamurdan haklıdır, bilir misiniz ki 'genç' cumhuriyet de anadolu'nun ulaşım sorununun demiryollarıyla çözüleceği kanaatındaydı, öyle de yapmıştı!

    ismet paşa'nın hakkını ismet paşa'ya!...
    falih rıfkı atay -ki, lafını sakınmaz, doğru bildiğini söyler bir adamdır- 'çankaya'da sırası gelince, ismet paşa'yı 'sıradan bir bürokrat' görür, 'ileri bir tanzimatçı' olarak vasıflandırır ama, iş gazi'nin başvekilliğini yaptığı yıllara gelince, hakkını teslim eder: "...inönü, yeni devletin kuruluşunda ve hükümet işlerinin yürütülmesinde bellibaşlı amil olmuştur. demiryolu politikası onundur. bütçe denkliği onundur. yabancı şirketleri millileştirmek ve imtiyazları tasfiye etmek, sonra devletleştirme gayretlerine girişmek gibi hatıra gelebilecek birçok teşebbüsler onundur..." (çankaya, ii. cilt, s.472. dünya yayınları.1960)

    ismet paşa, 'hatıraları'nda, o bahse şöyle dokunmuştur:"...demiryolu üzerindeki münakaşa kısa sürdü. harpten çok kararlı çıkmış olduğumuz ve memleketin bütünlüğünü buna bağlı gördüğümüz için işin peşini bırakmadık. ve hakikaten demiryollarımızı kendi mühendislerimizle, dışarıya borçlanmadan yaptık." "...darlık ve dış alemle her türlü mali münasebetin kesik olduğu bir bekleme devrinde, ankara'dan kalkmış sivas'a gitmiştik. 1930'da ben, sivas demiryolunun açış nutkunu söylemiştim. ulukışla'dan iki taraflı olarak, akdeniz'le karadeniz'i birbirine bağlayacak inşaat devam ediyordu. 1930'dan sonra erzurum istikametine ilerledik. en nihayet sarıkamış civarına varmış olarak iktidarı devrettik. biz zannederim horasan istasyonunda kalmıştık. bizden sonra horasan'dan sarıkamış'a çıkmak, beş sene sürmüştür." (hatıralar, ii. cilt. s. 264/265, bilgi yayınevi 2. basım.1992)

    'harpten niçin kararlı çıkmışlardı?' hiç merak etmez misiniz? 'seferberlik'de de, istiklal harbi'nde de, doğudan batıya, batıdan doğuya 'takviye' asker göndermek icabetse, 'mecburi yürüyüş'ten başka çare bulunamıyordu. nitekim, ii. dünya savaşı boyunca, yedek parça, iç ve dış lastik, en önemlisi petrol ve benzin sıkıntısı başlayınca, ülkenin bütün otobüsleri, kamyonları ve otomobilleri muattal kalmış, türkiye'yi, şimdi handiyse varlığından utandıkları o cefakeş, o zahmetkeş, o vefakar demiryolları sırtında taşımıştı.

    yarın, başka türlü mü olacak sanıyorlar? sanayi dışa bağımlı lisans sanayiidir, petrol şunun bunun elindedir, iş zora bindi mi, elinoğlu senin gözünün yaşına bakmaz; bizim neslimiz, artık ecnebisi ithal edilemediği için, ilk 'yerli' jiletlerle yapıp, eli yüzü kanrevan içinde kalan nesildir; o zalim kış soğuklarında, tenha ve uğultulu istasyonlarda 'tehirli' trenleri beklerken, kendi kendime sorardım: ya demiryolu yapılmamış olsaydı?

    nankörlüğün bu kadarı görülmüş müdür?

    türk'ün aklı hep geç mi gelir?
    hele hatırlayınız: 50'li yıllar, abd'den ülkemize bir'uzmanlar' akını başlatmıştır. işin tuhafı, üç aşağı beş yukarı, hepsi aynı 'şarkıyı' söyler bunların. dünya bankası raporu, celal bayar'a 'sanayie değil, tarıma önem vermek gerektiğini, devleti ekonomiden çekmek gerektiğini' telkin ededursun; baker raporu, 'türkiye'nin ihtiyacının fabrikalar değil, limanların genişletilmesi, hava alanlarının inşaı ve geniş bir karayolu şebekesinin kurulması' olduğunu belirtir; demiryollarını, es geçer. randall raporu ise, 'ecnebi sermayeye hürriyet, yerli sermaye karşısında eşitlik, kar transferinde serbestlik' önerecektir. aslında, yalnız demiryollarımızın değil, ulusal 'cumhuriyet' ekonomisinin idam hükmü o tarihte veriliyordu.

    demirel, 2. ulusal demiryolu kongresi'ne ulaştırdığı mesajda, ne demiş:"...yeni bir demiryolculuk dönemi açılmaktadır, kendimizi ona uydurmalıyız". ilahi demirel, demiryolculuk dönemi türkiye'den başka hiç bir yerde kapanmadı ki! türkiye'de kapandığı yıllarda siz de başbakandınız! o tarihlerde ne yapıldığını, ulaştırma bakanı menzir, zaten açıkca anlatmış: "...demiryollarımızın ikinci plana itilerek, yeterli ödenekten mahrum bırakılması, maalesef bugünkü acı tablonun ortaya çıkmasına ortam hazırladı. karayolunun lehinde, demiryolunun aleyhinde değişen ve bozulan bu tabloda ne yazık ki hazin bir resim gürüyoruz. tüm dünyanın dediği gibi, yeniden demiryolu demeliyiz."

    'türk'ün aklı geç gelir' meselesi boşuna söylenmemiştir.

    attila ilhan

    'mutluyum, demiryolcuyum!...' 29.12.1997 cumhuriyet gazetesi
  • o ay yıldızı sildirtecek miyiz?

    gazi mustafa kemal, tbmm'nin 2. içtimaını açarken (1 mart 1338-1922) irad ettiği nutukta açık ve seçik olarak söylemiştir:
    "...efendiler!bugünkü mücahedatımızın gayesi istiklal-i maili ile mümkündür.bir devletin maliyesi istikbalden mahrum olunca, o devletin bütün şuabat-ı hayatiyesinde istiklal mefluçtur; çünkü her uzv-u devlet ancak kuvve-i maliye ile yaşar..." (atatürk'ün söylev ve demeçleri,1.s.222. istanbul,1945)

    aynı konuşmasında, gazi, savaşın henüz sürdüğü o aylarda,demiryollarından bahsetmek lüzumunu duyuyor, diyor ki:

    "filhakika mevcut demiryolları muvaffakiyetle işletilerek, münalakat ve sevkiyat-ı askeriye temin edilmektedir.harekat-ı askeriye esnasında düşman tarafından tahrip edilmiş olan bir kısım demiryolları ile ve imalat-ı sınaiye tamir ve yeniden tesis edilmiştir..." (aynı eser,aynı konuşma,s.221).

    ankara hükümeti' nin, daha 1.inönü savaşı sırasında, demiryollarına nasıl ihtimam gösterdiğine, bir başka şahit, halide edip hanım; eskişehir yolculuğunu anlatırken diyor ki:

    "şimdiferin durumu dokuz ay öncekinden çok başkaydı. artık başıbozuklar pencerelerden ateş etmiyor,bağıra bağıra şarkı söylemiyorlardı. her şey bir disiplin altına girmişti.eski zamanlarda önce başıbozuklar görünürdü. şimdiyse,makineli tüfekleriyle,mahmuzlarını şıkırdatarak, düzenli ordu kişileriyle karşı karşıyaydım..." (türkün ateşle imtihanı, 5.basım.s.156. inkılap kitapevi.1979).

    işte böyle: tcdd, taaa oralardan geliyor!

    'küreselleştirilmiş' olanı 'ulusallaştırmak'
    'genç' cumhuriyet, demiryolu sahasında "istiklal-i tam'ını, iki yoldan gerçekleştirmeyi tasarlamıştı:

    birincisi gidilememiş yerleri, ulaşılamamış vatan köşelerini, 'demirağlar'la birbirine bağlamaktır bunun; ismet paşa, bu işi önce nasıl ecnebi şirketlerle başarmayı denediklerini,fakat onlardan anlayış görmeyince, nasıl kendimize güvenerek yapmayı tercih ettiklerini anlatır:

    "...bu müzakereler esnasında, 'o halde biz, kendi kaynaklarımız ve kendi vasıtalarımızla yapmaya çalışacağız' dediğimiz zaman hayretle gözlerini açıp, bize bakıyorlardı; ve içimizdeki tecrübeli siyaset adamları, aklımızın muvazenesi yerinde olup olmadığını,ara sıra yoklamaya çalışırlardı..." (hatıralar,cilt 1.s.264.bilgi yayınevi.2.basım. 1992)

    işe 'ecnebi'yle başlamış, 'yerli'yle yürütülmüş; yani cumhuriyet, evvelce 'küreselleşmiş'i, ulusallaştırıyor'.

    "malatya hattı için, isveç ve danimarka,muhtelit bir şirketle mukavele yapmıştık.şirket sermayesiyle gelip hatta başlayacak ve biz bundan istifade edeceğiz.işe bu ümitle başladık; bir iki senelik çalışmadan sonra, gördük ve anladık ki, adam bu sene sarfettiğini, gelecek sene içinde bizden mutlaka alıyor..."

    "...bu hatta çalışan mühendislerimiz, hiçbir yabancı mühendisin bulunmadığı istikametlerde,kendi başlarına,hatları yapacak hale gelmişlerdi. mühendislerimiz ilk tecrübeleri kazandıktan sonra, zamanla daha iyi eserler vücuda getiriyorlardı.erzincan'a kadar olan demiryolu, demiryolu inşaatında hakikaten en arızalı istikametlerden biridir ve kamilen türk mühendislerin eseridir..."(aynı eser,s.256)

    basvurulan ikinci yol, aynen demiryolu yapımında olduğu gibi, daha evvel ecnebi'ye verilmiş olan imtiyazların geri alınmasıdır: yani, osmanlı'nın 'ecnebi'ye yaptırdığı demiryolları, 'ulusallaştırılır'; biz ki cumhuriyet'in ilk kuşağıyız, trene binecek yaşa geldiğimiz zaman, yurdun dört bir yanında, demiryollarımızın tamamı 'istiklal-i tam' içindedir.hadi 'özelleştirme' ve 'küreselleştirme' meraklıları için, o şanlı 'ulusallaştırmaların' dökümünü verelim:

    "...1/ anadolu mersin / tarsus / adana demiryolları ve haydarpaşa liman şirketlerinin satın alınması: 31 ocak 1931. 2/ mudanya / bursa demiryolu şirketinin satın alınması: 30 mayıs 1931. 3/ izmir / kasaba ve temdidi (izmir/ afyon ve manisa/ bandırma ) hatlarının satın alınması: 31 mayıs 1934. 4/ aydın demiryolu şirketinin satın alınması: 30 mayıs 1935. 5/ zonguldak / çatalağzı demiryolu hattının satın alınması: 31 mart 1937. 6/ şark demiryolları şirketi'nin satın alınması: 26 nisan 1937. 7/ ilıca, iskele / palamutluk demiryolu'nun satın alınması: 22 eylül 1941..." (doğan avcıoğlu / türkiye'nin düzeni. 1.basım.s.216. bilgi yayınevi. 1968)

    bize yakışır mı?
    bilmem gazi döneminin, 'demiryolu ' politikasıyla, sonrakilerin demiryolu politikası arasındaki 'uçurum ' görülebiliyor mu? onlar, karış karış 'ulusal' demiryolu döşüyorlar; daha önce 'ecnebi'ye döşetilmiş olanı, kuruş kuruş, geri alıyorlar; bunlar ise, 'ulusal' demiryolu şebekesini, neredeyse 'taammüden' inkızara bırakıp, geri kalanını da 'küreselleştirme'yi tasarlıyorlar.

    allah aşkına söyleyin, bırakacak mıyız? o yollar bizim değil midir: dağ istasyonlarının, ağustos böceği tenhalığında, görünmez akarsuların şırıltısını dinlemiş; gavurdağları'nın inanılmaz rampalarında, karanlık uğuldarken, küçük bir samanyolu gibi yolcu trenlerinin, ışıl ışıl, çukurova'ya aktığını görmüşüzdür: oğullarımızı askere o götürmüş, gelinlerimizi gurbetten o getirmiştir; vagon pencerelerine o ay/ yıldız, niye işlenmiştir sanırsınız? o ay/ yıldızı, o pencerelerden sildirtmek, bize yakışır mı?

    attila ilhan

    2.1.1998 cumhuriyet
  • hadi, konuşsana ismet paşa!..

    başvekili ismet paşa için, 1920'li yıllarda, türkiye'nin 'demiryolu politikası ' şöyle görünüyordu: "...her sene devlet bütçesinden, ne kadar mütevazı olursa olsun, bir tahsisat ayırarak, memleketi bir ucundan öbür ucuna kadar, yıldan yıla ilerleyen bir demiryolu şebekesine kavuşturmak mümkündür. tam bir inançla bütçede buna başladık. hatta milli mücadele esnasındaki daha mütevazı bütçe ile bile, ankara'dan sakarya boyuna kadar demiryolu ilerletmeye gayret etmiştik. harpten sonra, demiryolu yapabilmek için her çareye başvurduk." ('hatıralar', 1.cilt, s.263, bilgi yayınevi, 2. basım, 1993).

    oysa 1997'yi bitirmek üzere iken, gazetecinizde yayımlanan şu habere bir bakın: "...1980 yılında hazırlanan ulaştırma ana planı'na göre, 1993 yılına kadar demiryollarımızın taşımacılık alanındaki payı 'yüzde 20'ye çıkartılacak, karayollarının payı ise yüzde 36'ya düşürülecekti; oysa bu plan hedefleri için, ciddi hiçbir girişimde bulunulmadığı gibi, tam tersine, aynı plana aykırı olarak 'otoyol hamleleri' başlatıldı." (cumhuriyet, 22 aralık 1997).

    oysa türk halkı öylesine 'demiryolcu' bir halktır ki, 'kara tren' yalnız halk türkülerine girmekle kalmamış; en güçlü şairlerimizin şiirlerinde baş yeri almıştır.nazım hikmet, onlardan birisi.ister misiniz, mahvolmaya terk ettiğimiz o demiryolu evrenini, bir de nazım'ın, pırıltılı merceğinden görelim?

    'bembeyaz karanlıkta parlayan raylar'
    1932'de, şöyle bir istasyon resmi çizivermiştir: "camların üstünde gece ve kar / bembeyaz karanlıkta parlayan raylar / uzaklaşıp kavuşulmamayı hatırlatıyor./ istasyonun / üçüncü mevki bekleme salonunda / çıplak ayaklı bir kadın yatıyor / ben dolaşıyorum. / gece ve kar -pencerelerde- / bir şarkı söylüyorlar içerde..." ('bütün eserleri', cilt 1, s.257, narodna prosveta, sofya 1967).

    fakat asıl, 'memleketimden insan manzaraları'!.. eserin bütünü,anadolu expresi'nin seferi boyunca yürütülmüştür; çarpıcı flash/back' lerle cumhuriyet türkiye'sinden -kuruluşundan bu yana- çarpıcı 'insan manzaraları' veriliyor. "...kalktı pendik'ten 15.45 katarı / lokomotif / makinist alaeddin / çözdü mavi tulumunun göğsünü bir düğme daha / başını dışarı çıkarıp / baktı arkaya. / furgon / ve beş tane binek vagonu / -yataklı,yemekli dahil - / ve altı tane marşandiz / birbiri peşinde sallanarak / geliyorlar / ne zaman böyle arkaya baksa alaeddin / -bilhassa rampalarda- / bir halata bağlayıp vagonları / kendi omuzunda çekiyormuş gibi olur. / ve inişlerde / korkunç ağırlığını arkadan itilmenin ortasında duyar / vagonlar geliyorlar sallanarak / eskişehir-haydarpaşa, haydarpaşa-eskişehir / 28'den beri, / yolcular iner biner / makinalar değişir / alaeddin yerinde / alaeddin değişmez!.."

    bir de, insanı bilinmez hangi yolculuğun kahredici çağrışımlarına götüren, şu bölümü okur musunuz lütfen: "...ay ışığında / karanlık bir istasyona girdi / karanlık bir tren / siyah elbiselerin sarışını baktı pencereden: mavi camdan bakılınca bu karanlık istasyon / ışıksız insanlar / hazin ve telaşlıydılar bir kat daha / orda sanki fısıltılarla birşeyler konuşuluyor: ölüm için, ayrılık için, sabahsız geceler için / ve havada şıkır şıkır ay ışığı olduğu halde / yerde rayların parıltısı yoktu / ancak beş on adım görünüp kayboluyordular / yalnız iki direkte elektrik yanıyordu / arka yola çekilmiş açık yük vagonlarının üzerinde / (ve bunların mühimmat yüklü olduğu belliydi brandalarından) / istasyon yapısı ve müştemilatı / öyle yığınla simsiyah karmakarışıktı ki / yolcular vagonlarını ve birbirlerini kaybederek / koşuyordu peronda / bir kadın çığlığı geldi yemekli vagona kadar / -hatice kız nerdesin?" (aynı eser, s.190).

    söyler misiniz, hangimiz o ay ışığı istasyonlarının ürkütücü telaşını yaşamamış; hangimiz, arlık 'kara vagon' kapılarından, bacaklarını boşluğa sallamış, cigara içen 'mehmetçikler' i görüp, içlenmemiştir? bazı bazı, üstü açık vagonlarda, branda ile örtülü topları görür, irkilirdik; içimizden, kim olduğunu bilmediğimiz birileri, kederli bir sesle: "-trakya' ya gidiyorlar" derdi. "...naziler hududa dayandı!" ; o zaman, el yazması kopyalarından ezberlediğimiz, o mısralar gelirdi dudaklarımıza: "...gece gündüz cephelere sevkıyat gider / nerede başlayıp nerede biter / ocağında çam ağacı yakan trenler / hat boyları yanmış odun kokusu / askeriye'de hat boyunun tapusu / memetçik memet / memetçik memet / dört cephe içinde koptu kıyamet!.." (aynı eser, s.62/64).

    o demir yolları ki hayatımızdır...
    anadolu'da demiryolu bir efsanedir: bunu çok iyi kavramış olan nazım, 'manzaralar'da öyle bir örgü dokumuştur ki, içisıra kuva-yı milliye' nin atlılarından, şoför ahmet'ten, arhavi'li ismail'den; 40 karanlığı'nın elleri kelepçeli trene bindirilen 'siyasileri'ne, gittikçe palazlanan 'milli' burjuvazinin şampanya kadehlerine kadar, herşeyi bulabilirsiniz.hiç unutmam,bilinmez kaçıncı defa okuduğum bir akşam, heyecan içinde düşünmüştüm; böyle müthiş bir metin elde iken, acaba niçin televizyon yapımcılarımız,incir çekirdeği doldurmaz lüzumsuzlukları 'dizi' yapacağım diye vakit, emek ve para sarf ederler?

    memleketimden insan manzaraları'ndan, adına layık bir dizi, hem anadolu'nun ve anadolu insanının hem de demiryollarının 'destanı' olurdu. o demiryolları ki, kırmızı/yeşil bayraklı yorgun makasçıları; tünelleri ve asma köprüleri bekleyen münzevi nöbetçileri; kırmızı şapkalı hareket memurları, vakur şeftrenleri ve ay/yıldızlı vagon pencerelerinden hiç eksik olmayan, çıplak kavakları, narin salkım söğütleri, kederli çınarlarıyla -hiç çıkmamak üzere- hayatımıza girmiştir, zaten hayatımızdır; nasıl gaflete düşer de onları içten içe çürütmeye, dağılmaya, yok olmaya terk ederiz?

    hadi,konuşsana ismet paşa?

    attila ilhan

    5.1.1998 cumhuriyet
  • madalyonun arka yüzü

    ismet paşa'nin demiryolu politikası'nı, bir de,madalyonun arka yüzünü çevirerek,irdelemekte fayda yok mudur?aslında bu ,'erken'cumhuriyet dönemi iktisat politikasinin, mercek altına alınması demek; o politika,gazi'nin şu sözlerinde mündemiç sayilabilir:

    "...yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün esasları, bütün programları 'iktisat programı'ndan çıkmalıdır.binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, alem-i ticaret,ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir olsunlar,faal olsunlar,ameli bir uzuv olsunlar". (enver ziya karal,'atatürk'ten düşünceler',s.101,iş bankası kültür yayınları,1956).

    bu düşüncenin nereden geldiğini anlamak için,gazi'nin bir başka tesbitine göz atmak gerekiyor; o'nun 'fikr-i sabiti' ekonomiyi, dolayisiyla ticareti ve sanayii 'ağyar'ın elinden kurtarmak, yani 'millileştirmek'di; yarı yarıya sömürge olan devlet-i aliyye'nin 'ulusal' bir ekonomisi yoktu,oysa mustafa kemal'ulusal demokratik bir devrim'in lideriydi;ekonomide, tam bağımsızlıktan ve kendi içinde tutarlılıktan yanaydı.demiştir ki :

    "...ticarette düşüneceğimiz şey, ihracat ve ithalatimiza tavassut vazifesini gören ticareti ağyar elinden kurtarmaktadır.maateessüf bu ticaret artık kendi elimizde değildi.milli ticaret müesseseleri birer birer elimizden çıkmıştı.artık halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için, ticaretin hariç ellerde bulunmasına mani tedabiri ittihaz etmek mecburiyetindeyiz..." (aynı eser,s.195)

    tadına vardınız mı? günümüzdeki 'küreselleşme' meraklılarını çatlatmak istermişcesine,'tüccarı zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde bulunmasını önleyecek önlemleri almak zorundayız' demiş! işte,'demiryolları politikası'nın, ülkemizde'devlet eliyle burjuvazi oluşturma' teşebbüsü, bu noktadan hareket etmiştir.

    haksız mıydı ? o tartışılabilir,ama gerçek budur...

    ilk milyonerler nasıl yetişmişti?
    zaten ismet paşa, o bahis açılınca ne demişti hatırlayınız:"...bu hatta çalışan mühendislerimiz, hiç bir yabancı mühendisin bulunmadığı istikametlerde, kendi başlarına, hatları yapacak hale gelmişlerdi.muhendislerimiz ilk tecrübeleri kazandıktan sonra, zamanla daha iyi eserler vücüda getiriyorlardı."(hatıralar, cilt 1.s.256. bilgi yayınevi, 2.basım, 1992) öyleydi de, acaba yalnız mühendislerimiz mi, tecrübe kazanmış, en çetrefil arazide, en müşkül hatları döşer olmuşlardı? işin içinde 'yerli' müteahhitler de yok muydu? elbette vardı! şimdi isterseniz, doğan avcıoğlu'nun, söylediklerine bir kulak verelim:

    "...bu(demiryolculuk) politika, yerli kapitalistlerin yetişmesini sağlamıştır:ankara/ereğli, kütahya/ balıkesir,keller/diyarbakır hatlarının inşaı the swedish co.julius berger gibi yabancı firmalara verilmistir.inşaatçılık konusunda yerli müteahhitler de, kendi başlarına iş almaya koyulmuşlar, samsun/turhal,kayseri/sivas,turhal/sivas hatlarını yapmışlardır.mesela nemlioğlu galip bey'in samsun inşaatına talip olması, gazi'yi çoşturmuş ve 'efendiler,merkezi anadolu'nun iskelesi olan samsun'u sivas'a bağlayacak demiryoluna başlarken, nemlioğlu'ların hakiki programa fiilen tevessülleri ne kıymetli misal olmuştur'diye onu övmüştür."(türkiye'nin düzeni, s.213. bilgi yayinevi,1968)

    daha da ilginci, ünlü (limancı) ahmet hamdi bey'e (başar) göre, ilk milyonerlerimiz demiryollarının yaratmış olması.'barış dünyası' dergisinin 63.sayısında demisti ki:

    "...biz henüz kendi adamlarımızla ve kendi paramızla demiryolu yapamayacağımızı bildiğimizden, bu işleri başlangıçta bir isveç grubuna vermiştik.fakat aradan bir iki yıl geçince, bu grubun emrinde çalışan türk taşeronları yetişmiş ve devletten, doğruca müteahhit olarak, işleri onlar üzerine almaya başlamıştı. en çok ve en çabuk ray döşeyen, hadsiz hesapsız para kazanıyordu.vahit fiyat üzerine işi taahhüt edenler, bu fiyata esas olan işçi kazması yerine ekskavatör kullanınca maliyetler üç dört misli azalıyor, karlar da o ölçüde çoğalıyordu.ilk milyonerlerimiz böyle doğdu."

    nasıl, beğendiniz mi ? mustafa kemal'ini sa'y misak-i millisi' ile tasarladığı, 'ulusal' ve 'bağımsız' ekonomi politikası; daha 'demiryolu politikası', uygulamada 'yerlileşmeye' başlar başlamaz; sonraki oligarşinin (bürokrasi + burjuvazi), öteki ayağını 'yaratmaya' koyulmuştu.bu 'ikinci ayak', zamanla, günümüzdeki dr.frankenstein'in yarattığı 'canavar' haline dönüşecek, 'bürokrasi'ye kök söktürecekti.

    iki devrimin ortak talihsizliği
    demiryolu bahsini kapatmadan, o eski tartışmaya değinmek isterim:sovyet devrimi ile anadolu devrimi, ortak bir talihsizliği paylaşırlar; ikisinin de 'tabanlarında', onları yaratması gereken 'sosyal sınıflar' yoktur; ne rusya'da çok gelişmiş ve kalabalık bir işçi sınıfı vardır, ne anadolu'da çıkarını bilip ulusal pazarı ecnebiyle bırakmak istemeyen bir ulusal burjuvazi!

    her iki devrimi de, sonunda talihsiz bir merkeziyetçi bürokrasi diktasına dönüştüren bu olmamış mıdır? ruslar, sanayileşme ve elektrifikasyon politikalarıyla, işçi sınıflarını 'sereda' yetiştirmeye kalkıştılar; biz, 'demiryolu politikası'yla başlayarak, ulusal burjuvazimizi 'sereda' yetiştirmeye kalkıştık; ne onların işçi sınıfı, klasik şemaya, gelişmiş ülkelerdeki işçi sınıfına benzedi, ne bizde burjuvazi, aynı şemaya göre gelişmiş ülkelerdeki burjuvaziye!

    şu içinde debelendiğimiz başıboşluğun altında bu yatıyor olmasın?

    attila ilhan

    7.1.1998 cumhuriyet
hesabın var mı? giriş yap