9 entry daha
  • pier paolo pasolini nin filmleştirdiği bir grek trajedisi. oedipus un annesiyle farkında olmadan evlenmesi (ulan bunun farkında olmaması mı olur..demeyin oldu tipik ancient greek trajedisi işte.) ve bunu öğrendikten sonra gözlerini kör etmesi konusunu içerir.
  • günümüzle bağlantısı şu şekilde kurulabilen mitolojik hikaye. insan mala mülke önem verdiği sürece kompleksten kaçamaz. kaçamadığı kompleks birgün insana anneyle evlenmek olarak geri dönmez. ama yine de gözleri kör etme gibi bir sonuca dalalettir. ayrıca şahsiyet zekidir ki, o zor bilmeceyi bilmiştir.
  • meb tarafından yayınlanan eser.

    önsözü şöyledir: [sf:7-23]

    "bu adı taşıyan eser, yunan tragedia'sının en kuvvetli örneği sayılıyor. konusunun işlenişindeki ustalık, kişilerinin karakterlerinin belirtilmesindeki üstünlük, iç yapısındaki derli topluluk o kadar başarıyla ve bu ölçüde başka tragedia'larda pek az görülür. ele alınan problemin, kader probleminin, her zaman canlı, taze kalacak, okuyanları da, seyredenleri de ilgilendirecek nitelikte olması eseri ölmezliğe kavuşturmuştur.' yazılalı yirmi beş asır geçtiği halde, eskimemesinin sırrını bu özellikte aramak doğru olur, çünkü oidipus, kadercilikle savaşan insanların başında gelir. dünya görüşü, tanrı anlayışı bakımından incelenmeye değer. eserdeki davranışıyla, denilebilir ki, daha ziyade xviii ve xix. yüzyıllarda kendini iyi ve belli eden, tanınmış fikir adamlarında ifadesini bulan dünya görüşünün; her şeyi akim, muhakemenin süzgecinden geçiren anlayışın öncüsüdür. başına gelecekleri bildiği, yaman kaderini sezdiği halde, insana yaraşır bir davranışla yılmadan mücadele etmesi ona tragedia kahramanları arasındaki büyük yerini verir.
    dünya edebiyatına böyle bir eseri kazandıran sophokles, isa'dan önce 495 yılında. atina yakınındaki kolonos kasabasında doğmuştur. sophokles, oidipus kolonos'ta adlı tragedia'sında, doğduğu yeri koro'nun ağzından şöyle anlatır:
    "ey yabancı! geldiğin bu atlan güzel memleket, dünyada bir eşi daha olmıyan bu yer, beyaz topraklı kolonos bölgesidir. burada, yürekleri yakan bülbül, her yerde olduğundan çok dem çeker; yeşil vadilerin tâ sonunda, tanrının yemişlerle dolu, güneş ışığı da, fırtınaların sesi de geçmez, kat kat yeşil yapraklı ağacında, koyu sarmaşığa gizlenir de öyle dem çeken dionysos da, o mübarek eğlencelerinde buralara gelir, kendini beslemiş nympha'ların arasında dolaşır durur... her gün, gökten yağan çiğ altında, güzel salkımlı nerkis, iki büyük kıztanrı'nın başına taç olan nerkis, altın gibi safranla beraber burada yetişir...".

    oidipus'un kolonos'a sığındığı, son günlerini orada geçirdiği, günün birinde de esrarlı bir şekilde ortadan kayboluverdiği çok eski zamanlardan beri anlatılırdı. çocukluğunda bu hikâyelerin sophokles üzerinde tesirler bırakmış olduğu anlaşılıyor. atina'nın en parlak devrini, met savaşlarından sonraki yılları, perikles ile kimon hegemonyasının en güzel zamanlarını yaşamış; peloponez savaşlarını, sicilya seferinden sonra atina'nın çöküşünü de görmüştür. babası sophillos, oğlunun iyi bir na yakınındaki kolonos kasabasında doğmuştur. sophokles, oidipus kolonos'ta adlı tragedia'sında, doğduğu yeri koro'nun ağzından şöyle anlatır:
    "ey yabancı! geldiğin bu atlan güzel memleket, dünyada bir eşi daha olmıyan bu yer, beyaz topraklı kolonos bölgesidir. burada, yürekleri yakan bülbül, her yerde olduğundan çok dem çeker; yeşil vadilerin tâ sonunda, tanrının yemişlerle dolu, güneş ışığı da, fırtınaların sesi de geçmez, kat kat yeşil yapraklı ağacında, koyu sarmaşığa gizlenir de öyle dem çeken dionysos da, o mübarek eğlencelerinde buralara gelir, kendini beslemiş nympha'ların arasında dolaşır durur... her gün, gökten yağan çiğ altında, güzel salkımlı nerkis, iki büyük kıztanrı'nın başına taç olan nerkis, altın gibi safranla beraber burada yetişir...".
    oidipus'un kolonos'a sığındığı, son günlerini orada geçirdiği, günün birinde de esrarlı bir şekilde ortadan kayboluverdiği çok eski zamanlardan beri anlatılırdı. çocukluğunda bu hikâyelerin sophokles üzerinde tesirler bırakmış olduğu anlaşılıyor. atina'nın en parlak devrini, met savaşlarından sonraki yılları, perikles ile kimon hegemonyasının en güzel zamanlarını yaşamış; peloponez savaşlarını, sicilya seferinden sonra atina'nın çöküşünü de görmüştür. babası sophillos, oğlunun iyi bir
    öğrenim ve eğitim görmesine dikkat etmişti. sophokles'in tiyatro hayatına girmesi, trage-dia yazmaya heves etmesi, yunan tragedia şairlerinin babası sayılan büyük aiskhylos'un tesiriyle olmuştur. ona derin bir hayranlıkla bağlanmıştı. çok geçmeden, kendi başına, ati-na'daki tiyatro yarışmalarına girer, 468 yılında, yirmi yedi yaşında iken, ilk başarısını kazanır. onuncu yüzyıl ortalarında yaşayan ve yunan dili, edebiyatı üzerine değerli bir sözlük çıkarmış olan suidas'a göre, altmış yıl kadar süren tiyatro hayatında, sophokles yirmi dört defa yarışmalara katılmış, her defasında da birinci veya ikinci olmuştur. hususi hayatiyle ilgili birçok söylentiler de var: nikostrate adında bir kadınla evlenmiş, ondan çocukları olmuş; bunlardan îophon, babası gibi, tragedia'lar yazmış, hattâ babasına karşı tiyatro yarışmalarına girmiş. sophokles, ihtiyarlık çağında, theoris adında bir kadınla yaşamış, ondan bir de çocuğu dünyaya gelmiş. ayrı analardan doğan bu çocukların geçimsizliklerinin, birbirleriyle kavgalarının son günlerinde şairi pek rahatsız ettiği söylenir. sophokles, 406 yılında atina'da ölmüştür. doksan yıla yaklaşan ömründe yüzden fazla tragedia yazmıştır. bunlardan yalnız yedisinin metinleri kalmış, diğerleri kaybolmuştur. tam olarak elde kalan yedi eseri, yazılış sırasıyla, şunlardır:

    aias, antigone, kral oidipus, elektra, trakhis kadınları, philoktetes, oidipus kolonos'ta.

    ii
    kral oidipus'un çok başarılı bir tragedia örneği sayıldığını söyledik. şu noktayı da belirtmeliyiz ki, eserin yazıldığı tarihte, belli başlı tiyatro çeşidi olarak, tragedia tam şeklini bulmuştu. bu sanatın babası, bütün yunan tragedia şairlerinin ustası sayılan aiskhylos, her bakımdan olgun örneklerle oyunları zenginleştirmiş, onlara olgun şeklini yermişti. ondan sonra gelen yazarlar, başta sophokles olmak üzere, "hazır" denilebilecek bir kalıpla karşılaşmışlar, kendi buluşlariyle özellikleriyle onu geliştirmişlerdi. aiskhylos ile sophokles'ten önceki yunan tragediası konuları, iç yapıları bakımından pek dağınık durumdaydı. bilindiği gibi, tragedia, kaynakları bakımından bağbozumu tanrısı dionysos'u kutlamak için hazırlanan törenlere sıkı sıkıya bağlıdır. bu törenlerde "dithyrambos" adı verilen ve musiki, rakıs gibi unsurları da içine alan lirik şiir şekli kullanılıyordu. bu şekli, milâttan önce yedinci yüzyılda, lesbos'lu arion'un yarattığı söylenir. başlangıçta bir, iki mısradan ibaretti. şair bunu tek başına veya koro ile birlikte söylerdi. thespis, milâttan önce 535 yılında, dithyrambos temsiline bir de oyuncu, sokmakla tragedia'yı ortaya çıkarmış oldu. koronun karşısında yer alan, onunla konuşan bu oyuncuya "koro başı" adı verilir. böylelikle oyunda karşılıklı konuşma sağlanmıştır. koro başı, oyunda hayatı gösterilen tanrının veya kahramanın duygularını, acılarını seyirciye anlatır, âdeta kendi başına, oyunun havasına uygun bir "solo" yapar. koro bu sözlere karşılık verir; bu haliyle tragedia bellibaşlı unsurlarını kazan-' mtştır. halkın böyle bir oyunu sevmesi, tutması üzerine de, şairler tragedia'lar yazmaya başlarlar. milâttan önce altıncı yüzyılda, pisistra-tides zamanında, atina'da ilk tiyatro yarışmaları tertiplenir. atinalı şairlerden khoirilos ile phrynikhos, yunan tragediasınm ilk habercileridir. bu iki şair, eserleriyle atinalılara bu sanatın zevkini aşılamışlardir. eflâtun, phrynikhos'u yunan tiyatrosunun ustaları arasında gösterir.

    tragedia'ya asıl şeklini, olgunluğunu veren, başta da söylediğimiz gibi, aiskhylos'tur. koroya ikinci bir oyuncu daha katar; korodan ayrı olarak:, bu iki oyuncunun birbiriyle konuşmalarını sağlar. böylelikle eserlerde koronun fazla yer tutmasını önler, konuşmaları ilk plâna getirir. aiskhylos'un eserlerinde insan, tanrıların bjiyük kudreti karşısında ezilir. bu kudret sophokles'in tragedia'larında da büyük ölçüde kendini belli eder; insan yine kaderinin çizdiği yoldadır, ahnyazısından kurtulamaz, ama bunu bile.bile, kendini yok etmek isteyen kuvvetlerin elinden kurtulmaya çalışır, uğraşmaktan yılmaz. oidipus, böyle bir davranışın en açık, örneklerinden birini verir. işaret ettiğimiz gibi, bu bakımdan onda bir nevi yeni çağ anlayışı sezilir. tragedia'larda sık sık görülen, onlara konu olan yunan tanrılarının kendi aralarındaki türlü münasebetleri, "beşerî" denilebilecek kavgaları zamanla seyircilerin, geniş halk topluluklarının din ve dünya görüşlerine tesir etmiştir. pindaros'un şu sözür bu gerçeği pek güzel anlatır: "insanların da, tanrıların da anası topraktır". sahneye en az tanrı çıkarmış yunanlt, denilebilir ki, sophok-tes'tir. elde kalan yedi eserinde, sadece iki yerde tanıtlar görülür: philoktetes'in sonunda, içinden çıkılmaz bir duruma son vermek üzere, herakles gelir; ilk eseri olan aias, atherta ile vlysses arasında geçen bir konuşma ile başlar; hepsi bu kadar.

    konuları bakımından, tragedia'yı yunan mitolojisinin zengin efsaneleri beslemiştir. bunların bilhassa çeşitli, garip ihtiraslar, ölümle biten kanlı çatışmaları anlatanları, insanı korkunç akıbetlere sürükliyenlcri eserlerin bellibaşlı maddesini teşkil etmiştir. tragedia'-ntn üç büyük şairinden (aiskhylos, sophokles, euripides) elde kalan otuz üç eserden yirmi dördü, gerçekten çok acı konuları ele alır; bütün atreusoğullarını teker teker mahveden -felâketler; oidipus'un korkunç kaderi; troia savaşının binbir faciayla dolu safhaları; he-rakles'in başına gelenler; kanlı savaşlar; bütün bir aile fertlerinin birbirlerine düşmeleri; euripides'in bakkhai'/ennrfe, medea'sında görüldüğü gibi, oğlunu parçalıyan analar, babalarından öc almak için çocuklarını öldüren kadınlar...
    atreus'lardan sonra (agamemnon, iphigenia, orestes, elektra, v. s.) müthiş kaderiyle yunan tiyatrosunu besliyen aile labdakos'lar, yani oidipus ile çocukları olmuştur. "insanın en büyük suçu, dünyaya gelmiş olmasıdır" diyen calderon'a hak verdirecek bir aile. yabancı diyarlardan gelip yunanistan'da yedi kapılı thebai şehrini kuran kadmos'un, oidipus'un dedesinin, başına gelenler gerçi pek dile düşmemiştir, ama torunundan daha az belâya da uğramamıştır; alın teriyle kurduğu, karısı harrnonia ile iyi günler geçirdiği thebai'de, birbiri ardından kızlarının feci şekilde ölmeleri onu bu şehirden soğutmuş, acısından karısını salıp yollara düşmüş, bu da yetmiyormuş gibi, sonunda tanrı her ikisini de yılan şekline sokmuştur...

    oidipus ile ilgili efsane en eskilerinden biridir. odysseia'da (xi, 271) ulysses'in ağzından ana çizgilerini buluruz- yalnız, oidipus'un canavarı öldürmesi, kendi gerçek durumunu anladıktan sonra gözlerini kör etmesi anlattıkları arasında yer almaz. çok eski zamanlardan beri hafızalarda yer eden, sophokles'e gelinceye kadar dallanıp budaklanan efsanenin oidipus'la ilgili olan kısmını özetliyoruz:
    labdakos'un oğlu laios, thebai'de kraldır. karısı iokaste bir çocuk doğurur. tanrı apollon, çocuğun babasını öldüreceğini haber verir. laios ile karısı, böyle korkunç bir felâketten kurtulmak için, ayaklarını bağlatıp çocuğu kithairon dağına attırırlar. böylelikle ondan kurtulduklarını sanırlar. dağda sürülerini otlatmakta olan bir çoban, çocuğu, kurtarır, korinthos kralı polybos ile karısı merope'ye verir; çocukları olmadığı için onu evlât edinirler. bağlarının tesiriyle ayakları şiştiğinden, çocuğa oidipus adını verirler. çocuk, korinthos'ta polybos'un sarayında büyür. günün birinde, bir tartışma sırasında, kendisine "uydurma evlât" diye hakaret edildiğinden, içine şüpheler düşer, kalkıp delphoi'ye, apollon'un kâhinine başvurur. kâhin ona kimin oğlu olduğunu söylemez, ama babasını öldüreceğini, anasıyla evleneceğini haber verir. o da polybos ile merope'nin sarayından kaçar. asıl felâketleri işte bundan sonra başlar, çünkü oidipus, anası babası bildiği insanlardan kaçmakla kendini tehlikeden uzaklaştırdığını sanmaktadır. kithairon bölgesinde, bir üçyol ağzında, bir arabaya rastlar. arabada thebâi kralı, oidipus'un öz babası laios vardır. kral da, yanındaki adamlar da, yoldan çekilmesi için oidipus'a bağırırlar; öfkelenen oidipus, arabaya saldırır, kendisini de hırpaladıkları için, elindeki sopayla arabadaki adamı, yanındakileri yere serer, öldürür. yoluna devam eder, thebai kapılarına yaklaşır. sphinks adlı canavar, yol üzerinde oturmuş, gelip geçenlere bilmece sormakta, çözemiyeni parçalamaktadır. laios'un ölümünden sonra thebai'yi idare eden ve kraliçe lokaste'nin kardeşi kreon, şehri canavardan kurtaracak olana thebai tahtını vâdetmiştir. oidipus, talihini denemek ister; canavar ona bilmecesini sorar: "sabahleyin dört, öğleyin iki, akşam üç ayakla yürüyen yaratık hangisidir?", oidipus da şöyle cevap verir: "insandır; çocukluğunda iki eli, iki ayağıyla yürümeye çalışır; büyüdüğü zaman iki ayağıyla yürür; ihtiyarlığında da bir değneğe dayanır". yenilen canavar, hırsından kendini öldürür. oidipus böylecâ thebai tahtına geçer, bilmeden anası kraliçenin kocası olur. ondan iki erkek (eteokles, polyneikes), iki de kız çocuğu dünyaya gelir (antigone, îsmene). hiç farkına varmadan, apollon'un bildirdiği felâketler de gerçekleşmiş olur. thebai'de çok sevilen, sayılan bir kral hayatı yaşadığını sanır. çok geçmez, şehirde veba, kıtlık başgösterir. delphoi'deki kâhine danışırlar; laios'u öldürenin thebai'de yaşadığını, felâketin asıl sebebinin bu olduğunu, onu bulup şehirden atmadıkça belâdan kurtıdamıyacaklarını bildirir. oidipus bu işi kendi üzerine alır, öldüreni araştırmaya başlar. ne yazık ki, sonunda bütün şüpheler kendi üzerinde toplanır, gerçeği anlar. duyduğu acının, utancın tesiriyle gözlerini kör eder, yanından ayrılmayan kızı antigone'nin kılavuzluğunda memleketinden çıkar, atina yakınındaki kolonos kasabasına sığınır. orada, işlediği korkunç günahların kefaretini çıkardıktan sonra, esrarlı bir şekilde dünya yüzünden kaybolur...

    tragedia şairleri arasında bu efsaneden ilkin aiskhylos faydalanmıştır. 467 yılında oynanan ve laios, oidipus, thebaiönünde yedi kumandan adlı üç eseri ihtiva eden trilogia'da söylenebilir. bu üçlemenin ilk iki eseri, kaybolduğundan, aralarında bir kıyaslama yapmak imkânı kalmamıştır.
    efsane ve edebiyat dünyasının bu gerçekten kara bahtlı insanının hayatı sophokles'ten sonra birçok büyük yazarları ilgilendirmiştir. filozof seneca, daha sonra corneille, dryden, voltaire, oidipus'un korkunç kaderini çeşitli yönlerden ele almışlardır. zamanımızda gide cocteau, aynı temayı kendi görüşleriyle işlemişlerdir. kısacası: oidipus'un başına gelenler, en eski zamanlardan beri bütün acılığıyla tiyatroyu beslemiş, üstelik, çağımızda bir de psikanaliz meraklılarının eline düşmüştür...

    eser, iç yapısı bakımından da incelenmeye değer. yunan tragedia'sı perdelere ayrılmaz; başından sonuna kadar aralıksız oynanır; belli bölümlere ayrılmış olmakla beraber, tam bir bütün teşkil eder. konuşmalar; uzun, kısa heceli, ahenkli, zaman zaman ölçüleri değişen, kafiyesiz mısralar şeklinde yazılmıştır. "serbest nazım" denilebilecek bir şiir şekli. koronun söylediği lirik parçalara gelince, bunlar da, ifade edilen duygulara, ruh hallerine göre ölçüleri değişen, uzayıp kısalan, daima ritmik bir kuruluşta olan, serbest mısralardan mey' dana gelir. (kral oidipus'daki koro parçaları, bü özellikler göz önünde tutularak dilimize çevrilmiştir). tâm 1530 mısra tutan eserin iç yapısı şöyle kurulmuştur :

    1. prologos: başlangıç, konuya giriş. aristo'nun tarifine göre, koro'nun ortaya çıkmasından önceki bölümdür, ilk tragedia'larda prologos yoktu; koro'nun meydana çıkmasından önce, bir kişi tarafından uzunca bir "tirade" şeklinde söylenirdi. prologos bittikten sonra koro getir, oyunun sonuna kadar sahneden ayrılmaz. (bu bölüm, kral oidipus'ta, kahramanın saray önünde görünmesiyle başlar, kreon'un delphoi'den haberler getirmesi, oidipus'-un laios'u öldüren adamı bulup ortaya çıkarmayı vâdetmesi üzerine, saray önünde toplanmış olan halkın rahip ile birlikte çıkıp gitme-leriyle biter).
    2, epeisodionlar .• koro parçaları arasındaki bölümler. (oidipus'ya bunların sayısı dörttür:
    a) oidipus ile kâhin teiresias arasında ge-geçen sahne;

    b) kendini savunmak isteyen kreön ile oidipus arasındaki sert tartışma; kraliçe îökaste'nin gelip onları yatıştırmaya çalışması; kreon'un çıkıp gitmesi; lo-kaste ile oidipus'un şüphelerinin artması; laios öldürüldüğü sırada kaçıp kurtulan tek adamını bulup getirtmesini îokaste'den istemesi; c) korinthos'tan gelen habercinin poly-bos'un öldüğünü bildirmesi; polybos ile merope'nin oidipus'un öz babası ve anası olmadığını, çocukken kendisini nasıl bir çobandan alıp onlara verdiğini anlatması; oidipus'un o çobanı bulup getirmelerini istemesi üzerine, bundan vazgeçmesi için lokaste'nin yalvarması; sözünü dinletememesi üzerine de, birden çıkıp gitmesi; ç) laios'un eski kölesi çobanın gelmesi, her şeyi söylemek zorunda kalması; hakikati anladıktan sonra, büyük bir ümitsizlik içinde, oidipus'un saraya girmesi).

    3. exodos: eserin sonu. (saraydan gelen bir habercinin içerde olup biten tüyler ürpertici olayları anlatması; gözlerini kör eden oidipus'un görünmesi; biraz sonra da kreon'un gelmesi; oidipus ile çocukları arasında geçen sahne; kreon istemeye saraya girmesi; koro başının sözleri üzerine tragedia'nın sona ermesi).
    koro parçaları da esas itibariyte ikiye ayrılır :
    1. parados : prologos bittikten sonra ko-ro'nun sahneye girdiği zaman söylediği ilk parça.
    2. stasimon'lar: iki epeisodion arasında koro'nun söylediği parçalar. (kral oidipus'da dört stasimon vardır).
    oidipus'un iç yapısı şöyle kurulmuş oluyor:
    i. pro logos (başlangıç)
    parodos (koro'nun ilk parçası) ii. birinci epesiodion
    birinci stasimon (koro'nun ikinci parçası)
    iii. ikinci epeisodion
    ikinci stasimon (koro'nun üçüncü parçası)
    iv. üçüncü epeisodion
    üçüncü stasimon (koro'nun dördüncü parçası)
    v. dördüncü epeisodion
    dördüncü stasimon (koro'nun beşinci parçası)
    vi. exodos (bitiş).ile konuşması; nihayet, istemiye

    oidipus, milâttan önce 430 yılında atina'da oynandığı zaman, seyirciler bu esere kaynak olan efsaneyi şüphesiz biliyorlardı. bu da, pek tabu olarak, sophokles için, ilgi uyandırmak bakımından bir takım güçlükler doğuruyordu. buna rağmen sophokles, konuyu büyük ustalıkla, seyircinin ilgisini daima uyanık tutacak şekilde, işlemesini bilmiştir. eserin başından itibaren oidipus'un nasıl bir akıbete sürükleneceğini bildiğimiz halde kendisinden ümidimizi kesmeyiz; bütün gönlümüzle kurtulmasını isteriz- gözlerimizin önüne serilen vak'a, hele oidipus'un hareketleri, türlü yönlerden tenkide uğramıştır. bu tenkitlerin aristo'dan başladığını biliyoruz; hepsi de unutuldu, ortada eser kaldı: kendini kabul ettiren, her ciddi sanat çalışmasını gerektirdiği titizlikle, sabırla, ince hesaplarla, büyük ustalıkla yaratılmış bir eser. tragedia'nın bütün ağırlığı oidipus'un omuzlarına yüklenir. bununla beraber, ikinci, üçüncü plânda kalan kişilerin karakterleri de iyice belirtilmiştir, iokaste ile kreon, hele o zehir gibi acı sözler söyleyen teiresias, gerçekten unutulamayacak insan örnekleridir. koro, eserin en ehemmiyetli unsurlarından biri olarak, tragedia'ya derin manasını kazandırır. başlıbaşına bir varlıkttr; ölçülü, ihtiyatlı, ağır başlı, duygulu sözleriyle gönüllere ferahlık verir, gün görmüş, hayatı anlamış insanların büyük tecrübesini dile getirir. başta da söylediğimiz gibi, kral oidipus, yunan tragedia sanatının en olgun örneklerinden biridir. aristo, bu sanatın esaslarını bilhassa sophokles'in eserine dayanarak belirtmiştir.

    kral, oidipus, maarif vekâletinin ilk defa 1941 yılında çıkarmaya başladığı "dünya edebiyatından tercümeler" koleksiyonunun yunan klâsikleri serisinde ilk eser olarak basılmıştı. eseri doğrudan doğruya yunancadan değil, fransızca, ingilizce metinlere başvurarak çevirmiştim. o tarihte yunan dili ve edebiyatını bilenlerimiz parmakla sayılacak kadar az olduğundan, ikinci dilden çevirmek "mubah" sayılıyordu. her eserin, yazıldığı dilden çevrilmesi gerektiğine inandığım halde, sophokles'in öteki tragedia'larını çevirenlerin birçokları gibi, bende bile bile ikinci dile başvurdum. memleketimizde yunan dili ve edebiyatının gönüllüsü, gerçek humanizmanın ne demek olduğunu en iyi bilenimizi bu yoldan kıl kadar şaşmıyan suat sinanoğlu, o tarihte aramıza yeni katılmıştı; kuvvetli dil bilgisinden, sağlam görüşlerinden faydalandım; birlikte tercümeyi aslıyla karşılaştırdık; astının gölgesi olduğu halde, ana dilden çevrilinceye kadar hiç değilse sophokles'in eserini tanıtmaya yarar diye basılmasına razı oldum. o tarihten beri onsekiz yıl geçti; kimse çıkıp ta beni bu yükten kurtarmadı. ikinci baskısı da bu yüzden bugüne kadar gecikti. bu sefer tercümeyi yeni baştan ele aldım, koro parçalarım aslındaki ölçülere uyarak serbest bir nazım içinde verdim. bu işin türlü güçlüklerini tanınmış yunanlı rejisör takis musenides'in değerli yar-dımlariyle yenmeğe çalıştım. kendisinden çok faydalandım; nerdeyse aslından çevirecek duruma geldim. bu güzel fırsatı da, eseri 1959 yılı ekim ayı başında devlet tiyatrosunda sahneye koymasıyla elde ettim. tiyatro sevenlerimiz, gerçek tragedia geleneğine uygun su katılmamış bir temsil görmüş oldular. tercümenin dili de epeyce eskimişti; konuşma dili olması gerekirken yazı diline kayıyordu; yer yer gömük kalan söyleyişler eksik değildi; bunları gidermeye çalıştım. bütün dileğim, yine de, yunan tiyatrosunun bu parlak örneğinin aslından çevrilmesidir."

    prof. bedrettin tuncel
20 entry daha
hesabın var mı? giriş yap