• orhan’ı ilk gördüğümde, uyuduğum yatak odasının penceresinde bir hayalet gibi duruyordu. aslında iyi huylu bir hayalet demeliyim, çünkü – sonradan pek sevip ‘derviş gülücüğü’ adını takacağım – suratını aydınlatan o parlak gülümseme, dudaklarından yüzünün geri kalanına doğru dalgalar halinde yayılıyordu. saçları, sakalları uzundu. üzerindeki gömlek terden vücuduna yapışmış, uzun süredir giyilmekten buruş buruş olmuştu. blucini kirden meşin halini almıştı. bir elinde küçük bir çanta, öteki elinde içinde vahşi bir şahin bulunan bir kafes vardı. incecik vücuduyla camın önünde dikilmiş öylece duruyordu. uyku sersemligi icinde perdeyi açtığımda o meşhur gülümsemesiyle karşılaştım.

    kaldığım ev beşiktaş’ta bir zemin kattı ve erkek arkadaşıma aitti. orhan da sevgilimin dostuydu. o sene bir bıkkınlık anında okulu bırakmış ve bodrum’da dağın başında – o zamanlar bodrum’da hala dağ başları vardı - bir lokantacılık işine bulaşmıştı. sonuçta arkadaşı işi batırınca, orhan’da oradaki yarı-deli bir adamın kendisine emanet ettiği şahini ve birkaç parça kitabını toparlayıp geri dönmüştü. gidecek bir yeri olmadığı için, o sıralarda yeni yeni flört etmeye başladığım sevgilimin evine gelmişti. bunlar olduğunda, ben 19, orhan 25 yasindaydik.

    o yaz o evde erkek arkadasim, ben, bir köpek, bir su kaplumbağası, bir astımlı kanarya arada bir tepişerek yaşıyorduk. orhan’ın gelmesi benim çok hoşuma gitti. onu ilk gördüğüm anda sevmiştim. muhtemelen o parlak gülümseyişi nedeniyle. bir takım pratik sorunlar oluşmuştu tabii: meraklı köpeğimiz gidip gidip şahinin kafesini kurcalıyor, şahin de köpeğin burnunda ciddi delikler açıyordu. kanarya zaten astımdan nalları dikmek üzereydi. ama orhan onu iyileştirdi. bu da kendi başına büyük bir hikayedir, ama burasi bunun icin dar biraz.

    orhan eve gelir gelmez salondaki kanepelerden birine yerleşti ve orada yaşamaya başladı. sabahları genellikle özel ders vermek için evden çıkmak zorunda oluyordum. eve döndüğümde, orhan’ı kanepesinde kitap okurken buluyordum. genellikle, dönüş saatimi hesaplar ve bana yetişecek şekilde çay demlerdi. çayımızı içerken bana birbirinden güzel bir sürü hikaye anlatırdı. beni bir sürü yeni yazarla tanıştırdı. kitaplar ortak keyfimizdi.

    orhan sayesinde tanıdığım yazarlar arasında en sevdiğim auster’dır. orhan gerçek bir auster karakteridir ve kendisi gibi insanları anlatan bir yazarı görünce pek sevindigini hatirliyorum. bizimle bir 8-9 ay yaşadıktan sonra orhan bir gün eşyalarını toplayıp daha evvel de pansiyoner olarak kaldığı ‘teyzenin evi’ diye anılan hisar’daki ahşap konağın odalarından birine yerleşti. o dönemde sahaflığa başladığı için kitapların üzerinde yatıp kalkıyor, kitaplardan yatak, televizyon sehpası, sandalye, komodin falan yapıyordu. bir gün okul çıkışı ona uğradığımda, neşe içinde elime bir kitap tutuşturdu ve bana aramızda artık bir şaka haline gelen şu lafı etti: ‘kullanım hakkı senin, mülkiyet hakkı benim’. bana verdiği kitap ‘ay sarayı’ydı. romanin başında auster, orhan gibi bir karakterden bahseder; adam kitapların üzerinde yaşamakta ve parası bittikçe kitaplardan bir kısmını satarak geçinmektedir. kitabı çok sevdim. ondan sonra orhan’la ne kadar auster bulduysak okuduk. önceleri elimize ingilizceleri geçti, sonra zaten ne var ne yoksa çevrildi.

    orhan çok iyi bir sahaftır. hala elinden geçen bütün kitapların ismini cismini, künyesini bir bilgisayar gibi aklında tutar. şu anda aslıhan’da bir sahaf dükkanı var. ondan evvel beyazıt’ta tezgah açardı. o kadar kitabı yüklenip taşıdığı zamanlardan kalan arazlar peşini bırakmadı; hala bel fıtığı ile boğuşuyor. sahafların çoğu gibi iyi bir koleksiyoncudur. bilmemne dergisinin bilmemne sayısını arayıp durur. kendisi için değilse bile başkaları için bir şeyler arar hep.

    sahaf olmanın yanısıra, bir zamanlar iyi bir ustanın yanında azıcık bir para karşılığında çalışarak öğrendiği başka becerileri de vardır: çok iyi cilt ve paspartulu çerçeve yapar. boş zamanlarında eski kitapları tamir eder, ciltler, kataloglar.

    orhan’ı tarif etmek için en doğru sözcüğü arıyorum yazmaya başladığımdan beri. hani mayası iyi insanlar vardır, gülümsemeleri insanın içini ısıtır. hayatın her türlü çemberinden geçer de kirlenmeden, üzerlerine küçücük bir pislik parçası ilişmeden çıkarlar. acıları da sevinçleri karşıladıkları gibi tevekkülle kabul eder, bağırlarına basarlar. bütün yaşamlarını kocaman bir öğrenme süreci gibi algılar, her olaya hem içinden hem de dışından bakabilmeyi gayet güzel bir şekilde becerirler. yaşlanmazlar; hep biraz çocuk kalırlar. onun için güldüklerinde gözlerinde ışıltılar görürsünuz hep. orhan böyle bir insandır işte. bana her zaman huzur verir. onun yanında kendimi rahat, evimde hissederim.

    şimdilerde pek sık görüşemiyoruz. orhan hisar’daki evden taşınalı çok oldu. o deniz manzaralı ahşap evde ne zamanlarımız olmuştu. teyze ölünce – aslında iki kızkardeşti onlar ama birbirlerine o kadar benziyorlardı ki, biz ikisine de ‘teyze’ derdik; galiba birbirlerinin ardısıra öldüler – ev mirasçıların eline geçti ve ilk fırsatta yıkıldı. şimdi kimi zaman okuldan hisar’a inerken, bir zamanlar ‘teyzenin evi’nin olduğu boşluğa bakıyorum da, içim acıyor. evin yıkılacağı belli olunca, orhan kitaplarını da alıp harbiye’de üç katlı sefil bir binaya taşındı. orayı hiç görmedim. orhan’ı ziyaret edeceğim zaman hep dükkana gidiyorum. arada bir keyfi olunca da – ya da ona ihtiyacım olduğunda – orhan bana geliyor.

    güzel olan şu: aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, her bir araya gelişimizde sanki hiç ayrılmamışız gibi hissediyorum. orhan beni etkileyen, bana bir sürü şey öğreten ve karşılığında hiçbir şey – dostluğumdan başka hiçbir şey – beklemeyen insanlardan biridir. en zor zamanlarımda yanımda olmuş, parasız kaldığımda cebime para koymuş, hastalandığımda günlerce sabırla bana bakmış, keyifsiz günlerimde neşeli hikayeler anlatmıştır. birlikte aç kaldığım, sade suya tel şehriye atıp da yediğim tek insandır orhan.

    zor tarafları da vardır elbette. çabuk alınır mesela. sevdiği insanlara gönülden bağlanır ve onlara karşı kimi zaman çok hassas olur. sonra, yemek yerken beni çileden çıkarır, çünkü yemekle arası pek iyi değildir ve tabağındaki yemekle saatlerce oynar. benim gibi, iştahlı insanlardan ve yedirip içirmekten hoşlanan biri için eziyettir orhan’ı yemek yerken seyretmek.

    kısacası, orhan baska insanlarin hayatlarini degistirmis biri; tam da bu nedenle, sozlukte yerini almasi gereken siradan ama ozel insanlardan biri.

    (bkz: hisar)
    (bkz: aslihan pasaji)
    (bkz: paul auster)
  • bir an önce ahmet piyasalar ile tanıştırılması gereken kişi.
    (bkz: derviş)
  • aslıhan pasajın çılgın dil çevirmeni, bir nevi ingilizce çevirilerimde kurtarıcım. sağlam insan.
  • mübarek
    insan.
  • yedek bilgisayarı bendeydi. 1 yıl olmuş, bakımını yaptım ama teslim etmeyi unutmuşum. az önce ortaligi toplarken bilgisayari denk geldi. gözlerim parladi, orhan abiyle konuşma fırsatıydı.

    cep telefonunu aradim. 15 yildir ayni hatti kullaniyordu. kullanilmayan numara dedi operator ses kaydi. anladım aslinda ama sabit hatti da ayni cacığı yapınca anladım ki dünya artık biraz daha cekilmez.

    kaybetmişiz. kalbim yanıyor. inanılmaz bir insandı. sana her sey icin tesekkur ederim orhan abi.
hesabın var mı? giriş yap