• bir airbus a 330 da yolculuk yapan ekonomi class yolcusuyla business class yolcusu koridorda bi şekilde çatışırsa buna sınıf çatışması denir.
  • konunun teorisiyle ilgili yazılabilecek çok şey olmasına rağmen bir örnek vererek mevzuyu kısa kesmek istiyorum. koyu beşiktaşlı arkadaşlarımdan duyduğum bir çarşı tezahüratı olayı şöyle özetliyor:

    (erkin koray'dan fesüphanallahı söyler gibi okuyunuz)

    alması bir dert sarması bir dert
    bıktım illallah

    alması bir dert sarması bir dert
    bıktım illallah

    bize de bir gün extacy düşer
    düşer inşallah

    bize de bir gün extacy düşer
    düşer inşallah
  • devamlı sürendir. ancak bazı suni gündemlerle devamlı maskelenir. sömürü gittikçe artar ve bıçak kemiğe dayandığında oluşan sınıf bilinci ile çatışma tekrar canlı bir hale gelir ve bu döngü sınıflardan en az birinin yıkımıyla yeni bir başlangıçta son bulur.
  • ortaokuldan* itibaren başlardı. sınıflar her fırsatta birbirine girer; öğrencilerin ağızı burnu kırılırdı. sonra bu çatışmalar sınıflar arası futbol maçı ile okul bahçelerine taşındı; bu sefer de kollar bacaklar kırıldı. çatışmanın her türlüsü zarar işte.
  • lokomotifidir tarihin.
  • mülkiyetin icadı ile başlar ve onun ortadan kalkması ile de yok olacağı düşünülür.
  • "proletarya, proletarya olarak kendini yadsımayı başaramadı: marks’tan bu yana bir buçuk yüzyıllık tarihin gerçekliği budur. proletarya sınıf olarak kendini yadsımayı ve böylece sınıflı toplumu yıkmayı başaramadı. bu başarısızlığın nedeni belki de iddia edildiği gibi, proletaryanın bir sınıf olmamasıdır; sadece burjuvazi hakiki bir sınıftı ve dolayısıyla yalnızca burjuvazi kendini yadsıyabiliyordu. burjuvazi ve burjuvazi ile birlikte sermaye, sınıfsız bir toplum doğurdu; ama bunun proletaryanın kendini yadsımasıyla ve bir devrimin sonucunda ortaya çıkacak sınıfsız toplumla hiçbir ilişkisi yoktu. proletarya yalnızca yok oldu. sınıf çatışmasıyla aynı anda ortadan kayboldu." jean baudrillard
  • insanın rasyonel bir varlık olduğu varsayımı üzerine kurulmuş paradigmadır.

    bireyin ekonomik sorunlarını fark etmesi sonucunda sınıfdaşlarıyla ortak bir mücadele zemini oluşturduğunu ya da oluşturabileceğini ileri sürer. ne var ki bu sürecin gerçekleşmesi tümüyle bireylerin önceliklerinin rasyonel olduğu varsayımına dayanmaktadır. sınıf çatışması marksizm üzerine bina edildiğine ve marksizm’in altı çizilen temel özelliği bilimsel olduğu iddiası olduğuna göre, insanın önceliklerini rasyonel olarak belirleyen bir varlık olduğunun da bilimsel bir ispatı gerekir gibi geliyor. rasyonel davranışın ölçüsünün ne olduğu sorusuna anglosakson pragmatizmi ya da alman idealizmi vb. farklı anlam dünyaları farklı cevaplar verirken ve daha pek çok teori ortada dururken ölçütün çeşitliliği meselesi gündeme geliyor ki bu, söz konusu insan-davranış-psikoloji üçgeni üzerinde genel bir kabul olmadığı, ölçütün belirsizleştiği durumlarda bilimsellik iddiasının temellendirilemeyeceği gerçeğine getiriyor bizi.

    elbette bu noktada iki tahmin edilebilir itiraz dile getirilebilir.
    1- mevcut insan rasyonel önceliklere sahip değilse bile bunun sebebi yine mevcut ekonomik yapılanma ve bunun doğurduğu sosyal tabakalaşmadır.
    2- rasyonel olanın ne olduğu hususunda dışarıdan bir ölçüte gerek yoktur; marksizm kendi iç tutarlığı nedeniyle kendi ölçütünü belirleyebilir.

    birinci argüman mevcut yapılanmanın olmadığı geçmiş bir zaman diliminde söz konusu çelişkilerin de var olmadığı sonucuna götürür bizi ve o 'saf' dönemde önceliklerin rasyonel olduğu imasında bulunur doğal olarak. tarihsel olarak bireyin kendi emeğinin aracısız olarak sahibi olduğu dönem tarımın başlamasından öncesine işaret eder. yalnız bu noktada işleri karıştıran bir durum ortaya çıkıyor. insanın düşünme kabiliyeti geliştirmesi ve ileriye dönük planlama yapabilmesi insanlık tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. çünkü bundan öncesi basit, yontma aletlerin yalnızca en temel ihtiyaçlar için kullanıldığı dönemdir ve üretim yoktur. üretim, düşüncenin zamanın hükmünden bağımsızlaşıp ileriye dönük kurguların ortaya çıkmasıyla var olmuş; tarım, bu düşünce yeteneğinin pratik örneği olarak meydana gelmiştir. kısaca rasyonel olanla tarımın ortaya çıkışı eşzamanlıdır. bu durumda rasyonel olanı engelleyen temel unsurun emeğin sahipliği olmaması gerekir, zira kişinin emeğine yabancılaşmasını doğuran süreci zaten rasyonel olanın gelişimi başlatmıştır. günün sonunda içinde bulunulan zaman diliminde irrasyonel olduğu iddia edilebilecek önceliklerin temel sebebi mevcut ekonomik yapılanma gibi görünmemektedir. hatta belki de tam tersi geçerlidir.

    ikinci argüman ise marksizmin kendi ölçütlerini oluşturabileceği ve yine bu argümanının sağlamasını bu ölçütler üzerinden yapabileceğini iddia etmek anlamına gelir ki, yanılmıyorsam bir tür totolojiyi işaret etmektedir. bilimsel olanın öncülü ölçütün tarafsızlığı, ölçüm araçlarının etkisizliği ve tekrarlanabilirliği olduğuna göre, sizin anlam dünyanızı kabul etmeyenler için nesnel bir kriter olmayan 'sınıf' ve 'çatışma' değerlerinin bilimsel alanın sınırlarına dahil olmadığı söylenebilir. elbette sınıf ve çatışma üzerine bilimsel yöntemin tetkikleri uygulanabilir. ama araştırmanın bilimsel yeterliliği araştırılanın da başlı başına gerçeklik olduğu anlamına gelmez, zira sosyoloji, psikoloji gibi bilimler gerçeklikten çok yaygın kabulleri ele alırlar. bu nedenledir ki pozitif bilimlerde aynı konu üzerine çok az teori varken sosyal bilimlerde neredeyse araştırıcı kadar teori vardır. günün sonunda marksizmin kendi ölçütlerinin rasyonel olanın belirlenmesi konusunda bilimsel nitelik taşıdığı söylenemez diyebiliriz.

    diğer taraftan bir de dil meselesi var ki başlı başına bir problematiği var. toplum gerçekten de bahsedilen yarılmayı ve çatışmayı yaşıyorsa bile eğer bu durum adlandırılmamış, kavramlarla somut alana çekilmemişse, çatışma, kastedildiği anlamda değil tümüyle başka bir yatak üzerinde akıyor demektir. zira düşünce ve tepki ancak dilin izin verdiği anlamlandırma düzeyinde gerçekleşir. elbette kastedilen, 'sınıf', 'çatışma', 'emeğin sömürüsü' ya da 'proletarya' kavramlarının yerleşmediği bir ortamda sınıfların ya da çatışmanın olmadığı değildir. ancak nesnel olmayan ve dilde karşılığı olmayanın, kristalize edilen 'sınıf' ve 'çatışma' diyalektiğine uymasının da mümkün olmadığını görmek için dilin işlevi üzerine düşünmek yeterlidir sanırım. yani sınıfın varlığı yerel anlam dünyasının şartları gereği bambaşka bir çatışma şekli doğurabilir. hatta sınıfın sınırlarını belirsizleştiren ya da marksizmim ekonomi temelli ayrımının çok uzağına düşüren yerel tabakalaşmalar, kısacası o topluma ait özgün durumlar çatışmayı statikleştirebilir.

    tüm bunlardan sonra 'insan rasyonel bir varlık mıdır?' sorusu hala orada duruyor. önceliklerimizi belirleyen her zaman temel sorunlarımız mıdır? dahil olduğumuz ekonomik sınıfın ihtiyaç ve varsa amaçları, bizim her nedense daha önemli olduğuna karar verdiğimiz diğer şeylerin önüne geçebilir mi? sınıf kavramı oturmamışsa sınıfın varlığını en azından bilinç düzeyinde iddia etmek dilin zihinsel süreç üzerindeki etkisi bakımından işlevsel midir? sınıflar varsa ve çatışıyorsa bile bu çatışma bir hareket ve değişim yaratma eğiliminde olmak zorunda mıdır? çatışmanın kendisi sistemin omurgası, değişimi önleyen statik bir devinim olamaz mı?

    belki de pürüz, ontolojik temellendirme eksikliğinden kaynaklanıyordur.
  • marksizm denen dinin gerçekle en uyuşmayan olgusu.

    (bkz: communist mumbo jumbo)
  • en iyi bilineni, batı'nın(yani emperyalizm) kendi içinde eğitip kurşun geçirmez trenle rusya'ya gönderdiği lenin tarafından yapılmıştır. dünyadaki refah adaletsizliğine rağmen kargaşanın çıkmaması sosyolojik olarak izaha muhtaçtır.
hesabın var mı? giriş yap