• devletin, doğrudan halk tarafından değil de, halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetilmesi işi..
    (bkz: dogrudan demokrasi), (bkz: burjuva demokrasisi)
  • montesquieu'nün, halkın kapasitesizliği nedeniyle ancak temsilci atayarak yönetime katılmasını öngördüğü demokrasi türü.
    (bkz: doğrudan demokrasi)
    (bkz: jean jacques rousseau)
  • montesquieu ve çağdaşlarının, halkın direkt olarak devlet yönetimine etki edememesi [mesafeler, nüfus vs vs dolayısıyla] sebebiyle ortaya attıkları bir fikirdir.

    uygulanmaya başladığında, aslında dönemin tüccarları, çiftçileri başkente gitmeye vakitleri olmadığı ve yollar tehlikeli olduğu için, at üzerine ortalıktaki boş adamlardan birini bindirip "hadi git şunları bunları söyle" diyerek şehre yollamaları, daha sonra da adamın gelip "şöyle dediler böyle dediler" demesi ve yeni isteklerle tekrar başkente yollanması gibi bir sistemdi temsili demokrasi.

    daha sonra atın üstündeki adamın adı politikacı, o ara ara gelip gitmeleri de "seçimler" haline gelince, temsili demokrasinin sağladığı minimal rahatlık bile ortadan kalktı. "çoğunlukçu" temsili demokrasiden hiç bahsetmiyorum bile.

    hele ki herkesin öyle ya da böyle telekomünikasyona, internete erişimi olduğu bir dönemde [hiç fakir edebiyatı yapmayın bana, en fakir köyde bile telefon varsa, oraya bi tane "internet kabini" dikersin telefon kabini misali, ordan bağlanılır] temsili demokrasi dünyada olabilecek en saçma sistemlerden biridir.

    atina demokrasisini milyonlarca kişilik nüfusla yaşayabilecek, "benim ne düşündüğüm ne fark eder ki?" demeyebilecek, her halta nane olabilecek teknolojimiz var. hala milletvekiliymiş "hay allah başbakan ne kadar kötü" imiş bilmemne.. yerine yenisini seçince değişiyor sanki.

    ha ama "temsili demokrasi yanlış!" dersen de gırtlağına çökerler "bölücü" diye.. bu işler böyle.
  • demokrasi musameresinden farkli bir sey.
  • "biz onun ilkokul ünite dergilerindeki halini sevdik" şeysi...
  • "..halkın kendi kendini yönetmesi anlamındaki demokrasi kavramı ilk defa antik yunan site devletlerinde ortaya çıktı ve yunan site devletlerindeki rejimi tanımlamak için kullanıldı. ‘atina demokrasisi’ olarak da bilinen bu yönetim tarzında yurttaşlar agora denilen kentin en büyük meydanında toplanırlar, kamusal sorunları tartışırlar, yasa teklifleri yaparlar ve kabul ederlerdi. uzmanlık isteyen işler için seçim yaparlar, herşeyi tam bir açıklıkla tartışırlar velhasıl demokratik olarak aldıkları kararlarla ülkeyi yönetirlerdi. orada geçerli anlayışa göre her yurttaş yönetme ve yönetilme hakkına sahipti. her yurttaş rotasyon esasına göre ve kura ile kamusal sorumluluklara getirilirdi. velhasıl siyaset bir uzmanlık alanı ve bilim konusu olmaktan çıkarılmıştı. bu amaçla da yöneten/yönetilen ayrımı ortadan kaldırılmıştı. bir oligarşi yaratacağı kaygısıyla seçimlere itibar edilmiyordu. fakat bir doğrudan demokrasi pratiği olan atina demokrasisi dışlayıcılık gibi önemli bir zaafla malûldü. zira agora’dakiler sadece yurttaşlardı. kadınlar, köleler ve yabancılar demokratik yönetim sürecinin dışına atılmıştı, dolayısıyla gerçekte söz konusu olan dar bir elit demokrasisiydi...demokrasi kavramı kapitalizmin bir üretim tarzı olarak sahneye çıkıp kendini dayattığı dönemde yeniden gündeme geldi. bir gerçekliğe tekâbül etmekten çok ideolojik bir manipülasyon aracıydı. iki aşamada eski rejim tasfiye edildi. birinci aşamada burjuvazi soylular sınıfına [toprak aristokrasisi] ve kilise hiyerarşisine karşı prensle ittifak yaparak söz konusu iki iktidar odağının etkinliğini kırdı. ikinci aşamada da köylülerin ve işçilerin desteğiyle prensin [hükümdar] yetkilerini sınırladı veya bütünüyle tasfiye etti. eski yönetim tasfiye edilmişti ama yeni yönetici sınıf olmaya aday burjuvazinin iktidarı henüz sağlam temellere oturmuş değildi. soylular sınıfının ve kilise’nin yönetemeyeceği kesin olmakla birlikte, henüz kimin yöneteceği o kadar kesin değildi. zira devrimler sürecinde eşitlik, özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi kavramlar çok kullanılmıştı ve bu kavramların içini doldurmak isteyen bir sınıf [işçi sınıfı ve yandaşları] vardı. burjuvazinin tek yanlı çıkarını ve egemenliğini dayatmanın yolu, ezilen-sömürülen sınıfları denklemin dışına atmaktan, bu amaçla da söz konusu sınıfları tehlikeli sınıf olmaktan çıkarmaktan gerekiyordu. işte temsilî demokrasinin varlık nedeni budur. amaç yeni rejimi ezilen sömürülen tehlikeli sınıflardan korumak, kapitalist sınıfın, daha geniş anlamda burjuva sınıfının egemenliğini sağlam temellere oturtmaktı. ‘halk egemenliği’ nasıl işleyecek sorusu gündeme geldiğinde, doğrudan demokrasi reddedildi. zira atina türü demokrasinin çok nüfuslu büyük ülkeler için uygun olmadığı söylendi. halk egemenliği söz konusu olmalıydı ama halk bu iş için ehil değildi... “cahil, kaba halk sürüsü” toplum için iyi olanı ayırt etme, genel toplum yararını gerçekleştirme yeteneğinden yoksundu. üstelik demogoglar tarafından kolayca kandırılabilirdi... öyleyse halk toplum yararını bilen temsilciler tarafından yönetilmeliydi... başta işçiler olmak üzere, halk sınıfları cahil, kadınlar da duygusal, dolayısıyla mâkûl hareket etme yeteneğinden yoksunsa, ülke yönetiminden bu ikisinin dışlanması gerekiyordu. geriye hem akla hem de servete [paraya] sahip, eğitimli kesim kalıyordu ki, onlar yönetmeliydi. sadece seçilmek için değil seçmek için de başlarda belirli bir statüye sahip olma koşulu dayatılmıştı. herkese seçme ve seçilme hakkının tanınması için iki şey gerekmişti: 1. emekçi sınıfların dayatması; 2. egemen sınıfların emekçi sınıfların [ayak takımının] tehlikeli sınıf olmaktan çıktığına ikna olması... bu yüzden emekçi toplum sınıflarına ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması çok daha sonra mümkün oldu. velhasıl temsilî demokrasi kitleleri aldatmanın ve oyalamanın, egemenliği ve sömürüyü meşrulaştırmanın bir yönetim ve egemenlik aracı olarak var oldu. burjuva devrimleri yönetenleri değiştirdi ama yönetimleri ve yöneten/yönetilen ilişkisini değiştirmedi... politika alanıyla ekonomik alanın birbirinden ayrıldığı, ekonomik alanın kapitalist sınıfın tekeline bırakıldığı koşullarda siyasi pertiler, seçimler ve seçimler sonucu kurulan hükümetler bir temsil yanılsaması yaratarak, kitleleri oyalamaya yarıyor. söz konusu olanın demokrasiyle bir ilgisi olmadığı gibi, temsil de bir oyundan ibaret. zira seçilen kendini seçeni değil, başka şeyleri temsil ediyor. insanların kaderi de asla parlamentolarda belirlenmiyor... nerelerde belirlendiği de biliniyor... bu yüzden, ‘batı demokrasisi’ denilen şu temsilî demokrasinin tartışılıp ipliğinin pazara çıkarılmasında sayısız faydalar var... zira, ancak o zaman gerçekten nasıl bir toplum düzeni tartışmasının bir anlamı, demokrasinin bir içeriği olabilir..."

    fikret başkaya

    demokrasi oyununda ‘seçenler ve seçilenler’ adlı yazısından

    tamamı için: http://www.ozguruniversite.org/…demokrasi_oyunu.php
  • şeçerek yönetilmek. partiyi seçmek, partinin başındaki adamı seçmek... popülizme sebeptir. halkın kendini yönettirmesidir. politikanın hedefinin kamu refahı değil, bir sonraki seçimler olmasıdır. (bkz: oy ticareti) (bkz: seçmene selam) (bkz: mali sizofreni)
  • hala yamuklarını tartışamadığımız demokrasi biçimi. bunu tartışamadığımız için de sapla saman birbirine karışmış görünüyor. diyelim ki ben bir partiye oy verdim ve parti çoğunluğun oylarını alıp iktidara geldi. 5 sene boyunca ülkeyi yönetecek. ben bu partinin 5 sene zarfındaki her icraatını desteklemek zorunda mıyım? her alandaki her politikasını mı? dış politikasını da, yaptığı anayasa değişikliğini de vs.
    evet, partiler vaatlerle ve partinin genel çizgisiyle oy istiyorlar ve ben de buna bakarak oy kullanıyorum. ama şartlar, partinin içi yapısı bu 5 sene içinde değişebilir. bu durumda partilerin genel ilkelerinin oldukça muğlak olması ve bu muğlaklık nedeniyle partinin hangi icraatları gerçekleştireceğinin süpriz yumurta niteliği taşıması etkili oluyor.
    mesela akpnin özelleştirme ve bunun sonuçları konusunda ne yapacağına dair ilkesel bir duruşu var mı? olsa olsa sağ, liberal bir partiye uygun bir şekilde özelleştirmeyi destekleyebilir ama bunun dışında sonuçlarına dair ne yapacağı tam bir muamma. bun nedenle akpye oy vermiş tekel işçileri için bir açmaz sözkonusu. soyut bir şekilde baktığımızda, oy veren partinin icraatlarını desteklemek için oy vermiş. ama bu icraat şimdi onun 500 tl maaşla çalışmasını, haklarını kaybetmesini gerektiriyor. bu adam karşı çıkamayacak mı? açıkça iktidar bu zihniyette görünüyor, temsili demokrasinin açmazını göremiyor. sendikalara sesleniyor?: kaç üyen var. o zaman bu mantık ülkedeki her azınlığa yapılacakları meşru kılıyor (azınlığı sayıca az manasında kullanıyorum). kürtler, ermeniler, eşcinseller vb her türlü muhalif ve sayısı, sesi cılız kalan her türlü hareket. o zaman hangi toplumsal hareketin %47 karşısında bir şansı olabilir? peki ya % 47 içindeki muhalifler ne olacak?
    evet, hükümete karşı darbe yapmak halkın iradesini yok saymaktır. ama farklı sesleri duymamak da, hele hele sana oy vermiş insanların sesini duymamak ne ölçüde bu iradeye sahip çıkmaktır?
hesabın var mı? giriş yap