*

  • vedat turkali'nin 70'li yillarda yesilcam'da yasanan zorluklari anlattigi , akici uslubunun diger kitaplarinda oldugu gibi önplana ciktigi tarihsel nitelikteki romanidir.
  • adına bakınca roman olup olmadığı bile anlaşılmayan ama okununca tadına doyulmayan kitap. bence güven ile birlikte en akıcı vedat türkali kitabı.
  • kitaptan:

    - ea ağbi, nasıl olsa sizi de solcu yapacağız, dedi. solcularla düşe kalka...
    kızgınlıkla kesti zühtü bey,
    - siz benim yarrağımı solcu yaparsınız... dedi.
    arkadakiler kıkır kıkır gülüyorlardı. fuat gülmemişti. şöyle bir yan gözle baktı zühtü bey'e,
    - iş onda zaten ağbi, dedi. yarrağınızı solcu yaptık mı bitti gitti!..
    doğrusu biraz şaşırmıştı zühtü bey... bu herifle baş edilmez...
    tutamamıştı, güldü,
    onun da solcusu oluyor demek, dedi, biraz da alayla...
    taksim'i dönüp tarlabaşı'na giriyorlardı. bir küçük aradan sonra,
    - oluyor ağbi, dedi fuat.
    söyleyeceğinin altını çizer gibi. sonra ekledi yavaşça,
    - düşman gördüğün birine saldırı için değil eşit biriyle mutluluğu bölüşmek için kullanırsın o silahı... o zaman solcusu oluyor...
  • vedat türkali'nin biraz kıyıda köşede kalmış romanı olmasına rağmen, bu kıyıda kalmışlığa aldanılmaması ve mutlaka okunması gereken muhteşem romanıdır.

    inanılmaz bir kurgu ve olay örgüsü, çok güzel kullanılan bir dille birleşince, kalınca sayılabilecek roman, fark ettirmeden akıverip gidiyor.

    en sevdiğim romanı diyeceğim türkali'nin; ama bir gün tek başına'ya ayıp olmasın diye içimden söylüyorum.
  • bundan öncesinde türkali'nin mavi karanlıkını okumuş biri olarak; temelde benzer dertlerin anlatılma çabası olduğunu söyleyebiliriz: türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar, bu koşullara aydın kesimin bakışı, "aydın"ların iç hesaplaşmaları, olan bitene karakterlerin getirdiği çözümler ya da -çoğunlukla- içlerine düştükleri çözümsüzlükler, ve tabii ki bütün bunların arasında kadın-erkek ilişkileri. hoşuma giden taraf; ilk okuduğum kitabında bir kadının gözünden içinde bulunduğu açmazları gayet sade anlatırken, ikinci okuduğum romanı (yani başlıkta adı geçen) aynı şekilde erkek gözünden olup biteni anlatıyor olması.

    türkali'nin iki romanında da göze çarpan ilk iki şeyden biri: düşünce akışı şeklinde bakış açısını vermesi, yani karakter anlatırken kendi aklından geçenleri, çelişkileri ne ise, bütün bunların aslında yazar tarafından okuyucunun algısına ve biriktirdiklerine göre şekil alması sağlanıyor. bu durumda bir tür masaya oturmuşluk ve ortak bir ürün çıkarmışlık hissi hasıl oluyor. işin içinde karakterin kendisi, yazarın düşüncesi ve okurun algısına ve düşünce yapısına bağlı ortak bir iş çıkıyor. sanki sen üretmişsin gibi bir de mutlu oluyorsun üstüne.

    ikinci bir diğer nokta ise, yıllardır modernleşmenin sancılarıyla kıvrılan ama bir türlü modernleşemeyen türkiyeli karakterlerin içine düştükleri yanılgılar. misal bu romanda göze çarpan en bariz örnek; birbirinden -ilk baktığınız anda- tamamen farklı diyeceğiniz üç karakterin de temelde aynı düşünce yapısına sahip olmaları. savundukları fikirden daimi bir emin olamama halinin yanında, yıkması kolaymış gibi görünse de aslında imkansız bir muhafazakâr kafa yapısı. bir de değişmeyen en temel özellik; kadına karşı bakış açısı. aynı ideolojinin, hatta ananenin, faşist kafasına sahip dediğiniz zühtü bey ile "ileri" ve "solcu" ve "anlayışlı" ve "örnek" dediğiniz gündüz karakterlerinde, gözle görülür ölçüde net, var olması.

    bütün bu çalkantılar arasında da sinema dünyasına eleştirel ve bir o kadar da anlayışlı bakış, araya serpiştirilen ışıklar, kablolar, film şeritleri, jiletlerle oldukça akıcı ve keyifli bir havası var. en güzeli bütün karakterlerin kitapta adı geçen sokak ve caddelerde gerçekten dolaşmış, yürümüş, ıslanmış olmaları. (yani kitap bu "yaşayan karakter", "gerçekçi karakter" hissiyatını iyi veriyor)

    ve bir de değinmeden geçemeyeceğim; narin ceylan ismi her gördüğümde gülümsememe sebebiyet vermiştir ve bu konudaki ufak taşlamalar pek hoşuma gitmiştir. ayrıca karakterine isim verme olayında türkali'ye de ayrıca bir hayranlık besliyorum.

    insan bazen türkçe bildiğine seviniyor böyle şeyler okuyunca.
  • sinema sektörü ekseninde yazılmış bir vurguncu düzen eleştirisi.
    klasik vedat türkali kitaplarından biri.
    yani bitmesin diye dua edilenlerden.

    ne güzel bir kadınsın sen emine...

    ilaç vurgununun o günlerde bu günlere, şiddetini artırarak sürüyor olması da bizim kara yazımız, kör talihimiz olsa gerek.
  • oldukça sürükleyici bir vedat türkali romanıdır.

    kitap aslında, klasik bir vedat türkali romancılığının bütün kıstaslarını içinde bulunduruyor: sosyopsikolojik özellikler barındıran, birbirinden farklı çizgide karakterler; arka plana yedirilen siyasi analizler; kadın-erkek ilişkileri..

    kitap ana olarak üç karakter üzerinden işleniyor: her karakterin kendisinin başrol olduğu, birinci ağızdan dinlediğimiz bölümler var. sıralı olarak anlatıcımız değişiyor. anlatıcılarımız: hapishaneden yeni çıkmış solcu gündüz ağbi; apolitik,yeniyetme yönetmen refik; refiğin sağcı,milliyetçi fakat herhangi bir ideolojik altyapı barındırmayan babası zühtü bey.

    kitabı okumaya başlayınca, yeşilçamın caf caflı denilebilecek dönemlerinin içine, bu üç karakterin gözünden balıklama olarak atlıyoruz. kitap, yeşilçamın vurguncu,dejenere olmuş düzeninin bir eleştirisi olarak düşünülebilir. bununla beraber her karakter kendi kişisel sorunları, duygusal ilişkileriyle uğraşırken onların gözünden yeşilçamın yozlaşmasını, çeşitli yan karakterler aracılığıyla ise çeşitli toplumsal sorunlara ve dinamiklere eğiliyoruz. bununla beraber kitabı okurken inanılmaz bir keyif aldım. her bir karakterin özgünlüğü o kadar yoğun ki... gündüz'ün bölümlerini okurken monolog iç konuşmaları beni kahkahalarla kırıp geçirdi çok kez. uzun bir kitap fakat çok kısa sürede bitecek kadar uzun bir akıcılık...
  • "insanlara güvensizim, asıl karanlığım bu benim...böyle bir toplumda nesine güvenilir insanların? istersen güven de zokayı yuttursunlar. herkes, içini örtüp gizleyecek sözcükleri bulup, kullanma çabasında. yüreğini açmak alıkların işi..."
  • vedat türkali'nin 1958'de cumhuriyet gazetesi'nde düzeltmenlik yapmaya başlaması, bu romanı yazmasına vesile olmuştur. ancak romanda isim vermeden gazetenin yöneticisi nadir nadi'yi eleştirdiği anlaşılınca gazetedeki işinden olmuştur.

    "ülkeyi gün günden yanlışlarla kuşatıyorlardı."
    edit:imla
  • yolları 1970’li yılların terörlü ve puslu ortamında kesişmiş olan bir grup insanın, ilaç tekellerinin kirli oyununu ortaya serecek bir film yapma çabasının paralelinde, yesilçam'ın ve türkiye'nin o dönemdeki manzarasının irdelendiği bir roman.
    yeşilçam'ın hem şatafatlı hem de yozlaşmış yanlarını anlatırken yine klasik bir türkali özelliği olarak ülkenin toplumsal, siyasal ve ekonomik durumu fon olarak kullanılıyor. birbirinden farklı üç karakterin ağzından dinliyoruz olayları: gürbüz, refik ve zühtü bey. tabi bir çok da güçlü yan karakter mevcut. o yıllardaki türk sineması, set emekçilerinin durumu, örgütlenme çabaları ve yeşilçam’ın iç dünyası, karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ve yazarın diğer tüm romanlarında gördüğümüz üzere, kendi iç diyaloglarıyla okuyucuya aktarılmış.
    vedat türkali her zaman olduğu gibi bu kitabında da sinematografik düşünüp kurgulamış eserini. yeşilçam'ın türkiye'nin aynası olduğunu detaylı karakter çözümlemeleriyle anlatmış. siyasi görüşlerin bunlara en ilgisiz kesimi bile ister istemez içine çektiğini, böyle bir ortamda sansüre takılmadan film yapmanın zorluklarını ve elbette kadın erkek ilişkilerini derin analizlerle gözler önüne sermiş.
    türkali'nin en az bilinen ama en etkili kitaplarından biri olduğunu düşünüyorum. ayrıca türk edebiyatının da en özgün toplumcu eserlerinden biri diyebiliriz.
hesabın var mı? giriş yap