• bardağın kenarındaki kesiklik umurumda olmadı bu kez. dudaklarım kesilse, hatta kanasa ne olurdu ki? neyi hafifletip neyi ağırlaştırabilirdi.

    manevi acılar dayanılmaz bir hal alıp çaresizlik içinde kıvranmanıza neden oluyorsa fiziksel acılara küçümser gözlerle bakarsınız. bilirsiniz ki yaralarınız kabuk bağlayacaktır, geçecektir. başınıza gelebilecek en kötü şey dikiş izi, kalıcı sakatlık gibi bir takım felaket senaryoları ya da ölüm ki hayat denilen amansız hastalığın son bulduğu noktadır. o noktaya varmak bazen çok korkutmaz insanı, hatta insanı çeken bir sıcaklığı bile vardır o anlarda...

    hafifçe bir yudum alıp ağzımda yuvarlarken pencereden dışarıyı seyrettim bir süre. şehir gece ışıklarıyla ayrı bir güzeldi. sanki her gece o pırıltını bir parçası olup şehrin içinde eriyormuşum gibi bu kez şehrin yalnızlığı çarptı gözüme. bensizdi ışıklar, kayıp giden şehir hayatı. ve çok eksik göründü gözüme. oysaki gerçek eksiklik içimde bir yerlerdeydi ve en acısı da; ben bunu son derece farkındaydım...

    kapıyı açıp içeri girdiğinde de, kendi evindeymiş gibi rahatça üzerini değiştirdiğinde de, arkamdan bana sarılıp "iyi misin?" diye sorduğunda da, sesimi çıkartmadım. defalarca içinde kaybolduğum bu vücut bana çok yabancı, çok soğuk geldi bu defa. bir kedi gibi sırnaştıkça daha da soğuyordu, itiraz edemiyordum. çünkü onu hiç istemesem de, istiyordum.

    "yalnız kalmak istiyorum."
    "kaç gündür yalnızsın zaten. kimseyle de bir şey konuşmadım. gel bir şeyler ye. sürekli içiyorsun."
    "bana annem gibi davranma."
    "neden? istediğin bu değil mi? onu bu yüzden özlemiyor musun?"
    "ben kimseyi özlemiyorum."
    "ben özlüyorum. eski halini özlüyorum. beni sevdiğin zamanlardaki halini. çok özlüyorum hem de."
    "o halimi özleyemezsin, çünkü sen artık sevdiğim kadın değilsin."

    en çok susmam gereken yerde neden bu kadar çok konuştuğum hakkında hiç bir fikrim yoktur. kendimi en çok durdurmam gerektiği anlarda kendime hâkim olamamam benim zayıflığımı göstermiyor olsa da bu, bununla mücadele etmemem gerektiğini anlamına gelmiyor elbet. ben aslında hep bir şeyler mücadele ettim. tıpkı şimdi ki gibi. hayatımda herkes var ama aslında kimse yok. herkes olduğunu sanıyor ama kimsem yok. son olarak bu yalnızlık düşüncemi paylaştığım psikoloğum insanların yüzde seksenine yakınının bu tarz duygulara kapıldığını, dolayısıyla bu tarz duygulara kapılan insanlar olarak oluşturduğumuz grupla bile kendi kendimizi haksız çıkardığımızı söylediğinde bu bende çok fazla his yaratmamıştı. ben yalnızım. çünkü o'm yok. ilgilendiğim tek gerçek buyken, psikoloğum aldığı paranın hakkını veriyordur umarım diye dua etmekten başka yapabileceğim bir şey yok.

    .....

    sevişmek durum ne kadar kötü olursa olsun insana iyi hissettirir diye düşünürdüm. arkamı döndüğüm bu güzellik kraliçesi uyuduğumu sanıyor. kendine olan güvenini kaybetmemesi açısından en iyisi bu olur. ben kalsam da, o hayatına devam etmeli çünkü. ben hayatında olacaksam da, olmayacaksam da iyi olmak zorunda. çünkü bir gün bir yerlerde, yine gelmesi gerekecek. ben çağırmadan, istemediğimi söylediğim halde... yardıma ihtiyacım olduğunu ben kabul edecek değilim ya. bu tespiti başka kim yapabilir.

    "uyumayacak mısın?"

    cevap vermezsem uyuyorum sanır mı? şu ana kadarki suskunluğum bunu sağlamadığına göre;

    "ya sen?"
    "sen uyuyunca, uyuyacağım."
    "uyuyamıyorum. çaresizlik uyutmuyor."
    "film çevirmeyi bırak. yat uyu. toparlan artık. eski çağlardaki kahramanlar gibiydin eskiden gözümde. şimdi şehir hayatında kaybolmuş bir zavallı gibi davranıyorsun."
    "seni tutan yok. kendin gelmek istedin. beni aşağılayıp daha iyi olacağımı mı sanıyorsun. yoksa kendi egolarını tatmin etmek için mi geldin?"

    susmasının kavga etmek isteyen tarafın ben olduğum anlamına geliyor olduğunun ikimiz de pekâlâ farkındaydık. ama bunu inkâr edecek gücüm kalmamıştı. gözlerim bir anda doldu. içgüdüsel savunma mekanizmam çalışmıştı çünkü istemsiz olmuştu bu. onun dayanamayacağını bilen bilinçaltımın reflekslerimle yaptığı bir konsorsiyumun eserleri, gözyaşlarım yastığıma damladı birer birer. hiç ses çıkartmıyor olmama rağmen, gözyaşlarımın sesini duymayı başarmıştı mucizevî bir şekilde. yanaklarımı yumuşak elleriyle sildi. merhamet dolu bakışlarla baktı bana. bu kez gözlerim gerçekten dolması gerektiği için doldu. çünkü hayatını bana adamış bu kadının yerinde bir başkasının olmasını o kadar çok istiyordum ki... tanrım, günahlarımı affet demek isterdim ama yüzsüzlük yapıp seni daha da utandırmak istemiyorum. yalnızca cehennem de çok fazla acı çekmeme izin verme olur mu?

    o gece yaptığım tek akıllıca şey, iradem dışında olanıydı. uyuyakalmamdı...

    .....

    sabah arzu ettiğim tek şey sessizlikti. mükemmel bir sessizlikten daha fazla değil. anlaşmışçasına sabah kahvaltısı boyunca hiç konuşmadık. günaydın harici aramızda geçen tek konuşma "kaç şeker?" düzeyindeydi. bundan daha iyisini umamazdım. uyku son bir kaç gecedir yorgunluk veriyordu. gördüğüm kâbuslar zaman zaman dayanılması imkânsız hale geliyor, tüm geceyi defalarca uyanarak geçirmek zorunda kalmak gecenin gelmesinin anlamsızlığına anlamsızlık katıyordu. kahvaltıdan sonra evi terk etmesi gerekiyordu. ama yapmadı.

    hayatımın belli dönemlerinde takılı kaldığım şarkılar vardır. çoğu zaman bu şarkı bir hatıra taşıdığı için diğerlerinden ayrılır ve defalarca tekrarlanacak bir çalma işlemine tabii tutulur. şarkı için bile bir işkence sayılabilecek bu işlem her nedense beni hiç rahatsız etmez. ben her defasında farklı duygulara kapılır, farklı hayaller kurar, farklı anılarımı hatırlarım. o şarkı bir dönemin simgesidir hayatımda. onu dinlemeyi bırakmam, o dönemin bittiği anlamına gelir. bu dönemimim şarkısı hala çalmaktaydı tekrara alınmış bir şekilde. ve her zamanki gibi, yine daha uzun bir süre çalacak gibi geliyordu...

    "niye böyle yapıyorsun? bu yaptığın ikimize de haksızlık değil mi?"

    ağır konuşmaları kaldıracak durumda değildim. cevap dahi vermemeyi tercih ettim. tek istediğim beni yalnız bırakmasıydı. onun yanında acımı dilediğimce yaşayamıyordum çünkü. ne rahatça ağlayabiliyordum, ne de isyan edebiliyordum özgürce. onun yanında hayatım pause'a alınmış gibiydi. sadece gitmesini bekler durumda, tüm hayatsal, duygusal fonksiyonlarımı beklemeye almış durumdaydım.

    "gitmemi ister misin?"
    "gitsen iyi olur."
    "gitmemi istiyorsun yani?"
    "hayır, sadece yalnız kalmak istiyorum."
    "öyleyse gitmemi istiyorsun."
    "bunu söylemedim."
    "direk olarak söylemedin ama bunu kast ettin."

    bu kadının tek derdi benle kavga etmek mi?

    ne kadar da nankörüm öyle değil mi? benim için yaptıklarına rağmen ona ne kadar da kötü davranıyorum öyle değil mi?

    değil...

    .....

    nihayet akşam saatlerinde özlediğim yalnızlığıma kavuşmuştum. heyecan içinde rahatça ağlayıp sızlanabileceğim ortamı hazırlamak adına atılması gereken son adım olan, damarlarıma alkol enjekte etme işini yerine getirmiştim. yarım saat içinde içtiğim yarım şişeye yakın votka, erkeler ağlamaz sözünü yalancı çıkarmaya yemin etmiş gözlerimi bir kez daha harekete geçirmiş ve göz pınarlarım hummalı bir çalışma içine girmişti. ağlarken o kadar zevk alıyordum ki, artık üzüldüğüm için değil, üzülmekten zevk aldığım için tüm bunları kendime yaptığımı fark ediyordum bir yandan da. ama herkes gibi ben de kendime karşı çok dürüst değildim ve bu gerçeği kendimden saklıyordum.

    hep istediklerimiz gerçekleşmez. her zaman istediklerimizi elde edemeyebiliriz. bu gayet normal. ama istediklerimiz hiç bir zaman bizim olmuyorsa isyan etmekte de gayet haklıyızdır. yakınımdakilerin sürekli olarak bana üzülmemem gerektiğini söylemelerinden çok sıkılıyorum. söyledikleri hiç bir şey içimdeki acıyı dindirmediği gibi hiç bir şeyi de değiştirmiyor. şu aşamada ilgilendiğim tek şey kendi gerçeğim ve o gerçeğim de içimdeki acının bin parçaya bölünüp gözyaşlarımla dışarıyı taşındığıdır. bırakın beni teselli etmeyi. üzülmem gerekiyorsa üzülmeliyim. neden bunu engelliyorsunuz ki?

    beni rahat bırakın... hesap vermeksizin, durmam gerektiğini söyleyen biri olmaksızın, alkolün etkisinden kendinden geçmiş bir vaziyette, gözlerini silme ihtiyacı bile hissetmeksizin;

    ağlamak istiyorum.....
  • gercekten aglamak istediginizde, hatta gozlerinizden yaslar suzulurken kullandiginiz cumle. yanliz yasamanin aci koydugu anlardan biri ile karsi karsiya kaldiginizda, birine sarilip oturmak, evin icinde bir ses bir soluk duymak istediginizde, sizde baska birinin de ısıl ısıma yapip var oldugunu belirtmesini istediginizde, kendi kendinize neden ben yalnizim, niye ben diye sormanizla sonuclanacak icsel buhranlarin baslangic cumlesi.
  • aşıkken yüzümde ister istemez beliren ifade...o kadar imkansız aşklara yelken açarsan ağlamak istersin tabi salak....
  • sevdiceğinin en mutlu gününde uzaktan bir yabancı gibi bakarken kendin için ağlarsın.
  • belki en iyi böyle anlatılır bu duygu seli;

    'öyle doldu ki içim..yangın yeri misali..ya bi fırtına çıksın iyice tetiklesin kül etsin ya da bir sel gözlerimden aksın..
    her kaçış bir adım daha sende bitiyor,her gidiş yolunun başı sen.nerede bu çıkış kapısı?..
    ağlamak istiyorum,göz pınarlarım kuruyana dek ağlamak..ve haykırmak içimdeki tüm nefreti..ağlamak istiyorum,
    ağlayamıyorum.'
  • bu ne biçim bir yer ya? bu ne biçim bir dünya? "bi sen akıllısın dimi?" deyip içinden boş gözlerle izlerken olup biteni; "hah bak nasıl koydum lafı gediğine" insanları arasında kendini ifade edemezken asla; iyi olduğun için üzülürken bulurken kendini kendine; sürekli, sürekli yanlış anlaşılırken; yaş geçtikçe her an daha da ayrık hissederken kendini; artık kimseyle iletişim kuramayacağın günler geleceğine korkuyla bakarken; riyakarlığa, samimiyetsizliğe, pisliğe bulanmamak için n'apacağını şaşırmışken, böyle salakça geçip gidecek mi zaman?

    bir annem anladı beni derdim; bir de beni seven adamlar. annem bile istediğinde bi tarafından anlıyor; başkaları n'apsın? ben bugün anlıyorum ki; gerçekten çok yalnızız be sözlük. ağlamak istiyorum; ağlıyorum. belki ben depresifim bu ara; belki sarhoşum bu gece; belki artık deliriyorum yavaştan ama n'olursam olayım insanların hali "içler acısı". bunu da buraya yazıyorum. ve ağlamak istiyorum.
  • saatlerce kasıp ağlayamamak sonrasında kasılıp kalmış bir kişinin repliği
  • özgürce ağlama hakkı bile elinden alınmış insanların ilginçtir sevinince ağlamaya özlem duyması.
    (bkz: ümit aktan)
  • anlatmayı çok istemek, ama anlaşılmamak için karşındakinin sana set çektiği anlarda ki çaresizlik cümlesi.
  • yorgun,telaşlısınızdır.ateşiniz çıkmıştır üstelik, gribin de tam zamanı dersiniz.üstelik daha bir sürü işiniz vardır dar zamanda tamamlamanız gereken.tüm bunları anasonlu çikolata sosu gibi kaplayan bir şekilde yakınlarda olmasını dilediğiniz kişi ortada yoktur.buyrun efendim, rahat rahat dökün içinizi.
hesabın var mı? giriş yap