• bir sembolden çok daha fazlasına işaret eden, devamlılığı en yüksek türk popüler kültür mamülü. bazılarınız hatırlamayacak biliyorum. bundan yaklaşık yirmi, yirmi beş sene önce türkiye'de esrarengiz bir salgın gibi yayılan bir "ağlayan çocuk" posteri merakı vardı. dudaklarını büzmüş, tombul yanaklarından süzülen yaşlarla hüzünle bize bakan "ağlayan çocuk" posterleri dört bir yanımızı kaplamıştı. sonra ne oldu bilmiyorum, salgın başladığı gibi esrarengiz bir biçimde sona erdi, "ağlayan çocuk"un masum yüzü hayatımızdan silinip gitti. "ağlayan çocuk"un esrarına ilişkin olarak murat belge 4 ocak 1980 tarihli demokrat'ta, necmi erdoğan ağustos 1999'da birikim'de, nurdan gürbilek defter'in yaz 2000 sayısında önemli şeyler söylemişlerdi. hatırlıyorum, bir de orhan pamuk, kara kitap'ın dördüncü bölümünde bahsetmişti bu resmin esrarından.

    niye bilmiyorum. ne zaman "toplumda infial uyandıran" bir hadise ile karşılaşsam, bir günde kuzey irak’a girenleri, saniyesinde abd’ye posta koyanları, “canım devlet büyüklerim” derken ilk ekonomik krizde çiğ tavuk yiyerek meydanlarda delirenleri gördüğümde, büyük gazetelerimizin sevişir gibi bir çoşkuyla söylediği pop-faşist şarkıları duyduğumda, her gün bir bahaneyle penceresini ay yıldızlı bayraklarla süsleyen evlerin ışıklarına baktığımda aklıma hep o resim geliyor, kafamda canlanan ilk imge hep "ağlayan çocuk"un mahzun yüzü oluyor. işte o zaman ben, "ağlayan çocuk"un hüzünlü gözlerinin kahvehanelerin, işyerlerinin, evlerin duvarlarından, otobüslerin camlarından silinse de hâlâ ruhumuzun karanlık köşelerinden birinde kendine yer bulduğunu anlıyorum. biliyor ve iddia ediyorum: öznellik spekülatif bir şeydir. samimiyet provakatif bir samimiyetsizlik halidir. en provakatif samimiyetsizliğimle söylüyorum: kendimizi ne kadar seviyorsak çocuklarımızı da o kadar seviyoruz. çocukluk insanın homo sacer olmaya en münasip dönemi bir bakımdan. çocuklarımızın hem ne isek o olmasını hem ne yapamadıysak onu başarmasını istiyoruz. onların üstündeki gücümüzü onlar güçlü olsun, güçlü bir biçimde var kalabilsin diye icra ediyoruz. “bizim neyimiz varsa sizin...” diyen orta sınıfın, “kızımızı/oğlumuzu mükemmel yetiştirdik”çi üst sınıfın ve nihayetinde “imkanları dahilinde en iyisini yapan” aşağıdakilerin söylemlerinde rahatsız edici bir benzerlik yok mu? yetiştiren-yetiştirilen, fedakarlıkta bulunan-uğruna fedakarlıkta bulunulan, miras bırakan-miras bırakılan ayrımları üzerinden işleyen ve en iyi niyetli, en saf, en temiz hissiyatların tercümelerinde bile ışıl ışıl parlayan bir “biz” ve “siz” yok mu? çocuklarımızdan daha iyi insanlar değil; daha güzel, daha yakışıklı, daha başarılı, daha muktedir, daha bilgili, daha güçlü, daha ölçülü, daha mühim insanlar olmalarını bekliyoruz. hikaye çok mu değişti sanıyorsun? o zaman dinle...

    aristoteles nikomakhos'a etik'in hemen başlarında siyasetin esas amacının insanların mutluluğunu sağlamak olduğunu söyler. ona göre mutluluk ancak "erdeme uygun etkinliklerle" gerçekleştirilebilir bir idealdir. işte bundan ötürü aristoteles için "bir öküze, bir ata ya da başka bir hayvana mutlu demememiz doğaldır; çünkü onlardan hiç biri böyle bir etkinlikte bulunamaz. aynı nedenden dolayı bir çocuk da mutlu değildir; çünkü yaşından ötürü o da böyle eylemlerde bulunamaz."

    aristoteles'in çocukluk haline karşı geliştirdiği bu olumsuz bakış st. augustin tarafından da paylaşılır. hristiyan ilahiyatının ve kilise otoritesinin kurucu figürlerinden olan augustin için çocukluk günahkârlıkla eşdeğerdir. çocuklar kontrolsüz hareketleri ile birer "kusurlu yetişkin" portresi çizerler. batı'da ortaçağ boyunca hakim durumda olan bu "kusurlu yetişkin" algısı kendisini dönemin heykellerinde de gösterir. le goff'un da vurguladığı üzere bu heykellerde karşımıza çıkan çocuk şeklindeki melekler, çocuk isa figürleri ve diğer çocukluk halleri daha çok "bodur yetişkinlik" imajları gibidir. aynı imaj, özellikle soylular arasında yaygın olan, çocukların yetişkinlerle aynı şekilde giydirilmesi alışkanlığında da kendisini gösterir. bu imajlar ve toplumun çocuklara bakışı on sekizinci yüzyıla gelindiğinde değişmeye başlar. aydınlanma'nın özellikle fransa'daki sözcüleri çocukluğa insan hayatının günahkâr bir evresi olarak bakan anlayışı şiddetle eleştirirler. sözgelimi rousseau, emile isimli eserinde hem özgün bir pedagojik anlayışın örneklerini verir hem de çocukluğu masumiyet ve saflıkla kodlayan bir anlayış çerçevesi geliştirir. bununla birlikte ortaçağ'ın, çocukları kendi bedenlerinden gelecek tehlikelere karşı sürekli bir teyakkuz durumunda tutmaya yönelmiş disiplin pratikleri bu yüzyılda da biçim değiştirerek de olsa devam eder. mesela foucault, on sekizinci yüzyılın ilk yarısında çocukların mastürbasyon yapmasına karşı ingiltere'de ortaya çıkan hararetli kampanyalardan söz etmektedir.

    onsekizinci yüzyıl başka bakımlardan da oldukça kritik bir tarihtir. bir modern devlet formasyonu olarak ulus-devletin temelleri on sekizinci yüzyılda yine foucault'nun yönetimsellik (governmentality) dediği karmaşık süreçler tarafından atılmıştır. söz konusu süreçler yeni bir yönetsel anlayışın doğuşuna neden olmuş, bu anlayış ile birlikte devlet; hedefi nüfus, temel bilgi biçimi ekonomi-politik, teknik araçları güvenlik aygıtları olan prosedürlerden taktiklere uzanan geniş bir ağ olarak karşımıza çıkmıştır. nüfus ve güvenliğin ekonomi-politik açıdan yeni bir bakışla birarada değerlendirilmesi, bilginin kullanımı ve yurttaşlığın üretimi arasında da zorunlu bir bağ kurulmasına yol açmıştır.

    norbert elias'ın "ölçülülük" fikri temelinde şekillendiğini söylediği ve temizlik pratiklerinden geçerli aşk söylemlerine uzanan bir çizgide izlerini görebileceğimiz uygarlaşma süreci, gündelik hayatın nasıl yaşanması gerektiğine ilişkin bilginin kullanımını çocuklara da yayar. artık çocuklar, devletin ihtiyaç duyduğu "ölçülü davranışlar sergileyen erdemli yurttaşlar"ın üretiminde ham madde olarak önem kazanmıştır. yapılması gereken şey bu hammaddeleri yurttaşlık bilinci kazanmaları için işlemektir. eğitim tam da bu noktada kritik bir önem kazanır ve "yurttaşlık bilgisi" bağımsız bir ders olarak okul programlarında yer almaya başlar. bunda hiç kuşkusuz modern merkezî devletin gelişimi ve genel sekülarizasyon süreçleri ile batı'da çocukluğa ilişkin bakışın değişimi etkili olmuştur. gerçekten de batı'nın eğitim sistemi içinde "yurttaşlık bilgisi"ne verilen önem büyüktür ve bu konuya özel olarak hasredilmiş çalışmaların sayısı da bir hayli çarpıcıdır. füsun üstel, genel hatlarını çizmeye çalıştığımız bu hikâyenin öznel tarihimizdeki serüvenine baktığı çalışması 'makbul vatandaş"ın peşinde'de 1880-1914 arası dönemde fransa'da yayımlanan tam 137 adet farklı yurttaşlık bilgisi kitabı olduğundan bahseder örneğin.

    çocukların potansiyel siyasal özneler olarak görülmesine dayanan bu bakış bizde tanzimat döneminde kendisini göstermeye başlamış, ancak çocukların potansiyel birer siyasal-kamusal özne olarak icadı ii. meşrutiyet döneminde olmuştur. çocuk artık devletin "ilgi alanı"ndadır. "hamiyetperver, eğitimli, aydın, milliyetini tanır" osmanlı vatandaşlarının üretiminde -1913 yılında çıkarılan ilköğretim geçici kanunu ile- coğrafya, tarih ve yurttaşlık bilgisi dersleri araçsallaştırılır. artık okullar "makbul vatandaşların" üretim merkezleridir. cumhuriyet dönemine gelindiğinde de durum temelde aynıdır. yurttaşlık bilgisi dersleri rejimin değerlerinin içselleştirilmesi ve millî bir bilincin yaygınlaştırılması açısından verimli bir vasattır. ancak imparatorluğun kozmopolit yapısından ulus devletin homojen yapısına yapılan travmatik geçiş daha aktif yurttaşların icad edilmesini zorunlu kılmıştır. bu aktif yurttaşlar, gelişkin bir tehdit algısına ve ayrıntılı bir hak ve vazife sistematiğine sahip, davranışları ve görünümleri itibariyle ise batılı, çağdaş yurttaşlardır. sonrasını biliyorsun.

    demek dünyanın çocuklara ve çocukluğa bakışı değişti. öyle mi? bir yanda çocuklardan makul bireyler/yurttaşlar yaratmayı hedef almış evrensel bir sistem, bir yanda memleketimize özgü terbiye pratikleri ve annelik-babalık mesleğinin anlaşılmaz matematiği, bir yandan da çocuk olmanın karanlık doğası. ikiyüzlülükle çocukların izledikleri tv programlarından etkilenmelerinden dem vuruyoruz. “kurtlar vadisi dizisi gibi şiddet içeren programlar çocukları kötü etkiliyor”. peki o çocukların babası da aynı diziden etkilenmiyor mu? ilköğretim öğrencileri öfkeli, çabuk parlayan küçük adamlardan oluşuyor demek. peki yurttaşlarımızın geneli nasıl acaba?

    "ulusun geleceği" olarak kutsanan çocuklar sınırları belirlenmiş bir sürecin sonunda yetişkin yurttaşlara dönüşmüşler ve fakat bir taraflarıyla hep çocuk kalmışlardır. ulusun sadık evlatlarının, fedakâr yurttaşlarının "iyiler ve kötüler" dışına çıkamayan bir hayat algısıyla sürdürdüğü uzun susuşlar ile kısa ve ani hissî patlamaların bir nedeni de sahip olunan bu çocuksu ruhtur belki de. belki de kendi çocuklarına sahip çıkmayan bir millet olmamızın nedeni kendi çocuklarına sahip çıkacak kadar olgun olmamızdır. kim bilir, belki de oğuz atay'ın günlük'te yazdığı doğrudur. belki de biz "çocuk kalmış bir milletiz". belki de dostoyevski haklıdır, çocuklukta zalimce bir şeyler vardır. bilmiyorum. bu yüzden mi hâlâ makul "yetişkin yurttaşlar"ın değil, sadece kendi mahallesinden olanlarla oynamak isteyen, makbul "çocuk-yurttaşlar"ın ülkesiyiz? bilmiyorum. ağlayan çocuk şimdi atatürk’lü işbankası reklamlarındaki çocuğun yüzündeki ifadede, bir de burhan altıntop’un evinin duvarında asılı. birine ağlıyoruz, diğerine gülüyoruz. ağlayan çocuk...o olmayınca olmuyor.
  • sezercik tadında (hafif toplusu) kim olduğu/neden ağladığı meçhul bir çocuğun ağlarkenki resmiydi bu. genelde kamyonların yan pencerelerinde olmak üzere, her yerde karşımıza çıkardı. kimin çizdiği de belirsizdi. çocuk konusunda türlü rivayetler, "annesini kaybetmiş ondan ağlıyormuş", "soğan faprikasında çalışıyürmüş abü, ondan ağlıyormuş esas", "geçen yolda gördüm, gülüyordu pezevenk, valla" gibi laflar dolaşırdı. bir banka da reklam kampanyasında kullanmıştı bu resmi (garanti bankası galiba).
  • ressamı bragolin olarak tanınan bruno amadio'dur. 1985'de yanan bir evden tek kurtulan şey bu tablo olur. hakkında pek yeterli bilgi bulunmayan bu tablo, "cry boy", "the crying boy" ya da "die weinenden jungen" olarak bilinir.
    http://www.almac.de/…/thread.php?threadid=1636&sid=
    http://www.cryingboyfanclub.nl/ adresinden meraklılarına ulaşılabilir.
  • ablamın küçükken beni "bu yıllar önce ölen kardeşimiz" diyerek kandırdığı çocuktur. bu yüzden hüzünlenip ağlayan çocuk da ben oluyorum. yakın zamana kadar bizim evin duvarında da bulunmaktaydı fakat ev taşıma sırasında annem tarafından atıldı.
  • burhan altintop'un bakip bakip "ben bu cocuga cok üzüliyiimm amaa" diyerek gözyasi döktügü cocuktur. allah kendisine sabir versindir.
  • (bkz: ciko)
  • eskiden kuzenimin babasının küçüklüğü sandığı poster. bu posteri sadece kendi evlerinde gördüğü için böyle bir yargıya varmış, sonra bir otobüste aynı posteri gördüğünde kendisine gelmesi geç olmamıştır.
  • yıllar sonra bir sabah kahvaltısında eşlik etme şerefine nail oldum bu ağlayan çocuğa. büyümüş, koca bir adam olmuştu; evlenmişti, şirin mi şirin bir de kızı vardı. bir de kardeşi ve onun da nişanlısı yanında.

    artık ağlamıyordu, hatta her şey yaşamın o bildik sıradanlığında gibi görünüyordu. resmi sordum; telaşsız bir sesle anlatmaya başladı: "bir kopyası yok bende," dedi, "korkmuşum fotoğrafçıdan, ondan ağlamaya başlamışım. sonra bir de baktık ki camekana asmış. nasıl bu kadar ünlü oldu, ben de hiç bilemiyorum." çocukça bir utangaçlıkla, çocukken işlediği bir kabahati gizlemeye çalışır gibiydi.

    inanasım gelmedi; gözlerinin içine baktım...resme bakar gibiydi.
  • pek çok evin girişine asılmıştı 80 lerde bu resim. sanki yoz hayatlarımızın o kadar da duygusuz olmadığını anlatırdı. o çocuk evdeki babanın içindeki çocuktu belki de , baba ağlayamazdı çocuk ağlardı.
hesabın var mı? giriş yap