• din olgusunun barbarlikla nasil elele gittigini onumuze koyan bir film daha. barbarliktan kasit kendinden olmayani yok etme, zorla kendine benzetme olarak ozetlenebilir, ozete ihtiyac duyarsaniz.

    hristiyanlikta kadinin yeri de incilden ayetlerle gozler onune serilmis. islam'da kadinin yerini zaten cok iyi biliyoruz.

    bunun disinda, o heykellere bakarak "niye konusmuyor, nerde bu anubis" diye dalga gecen adamlarin kendi tanrilarina nasil saygi duyabildiklerine tekrar tekrar sasirtiyor insani amenabar. sonra donup cevrene bakiyorsun, herkes oyle anasini satayim. herkes kendi masalini bir sekilde rasyonalize edip ona inaniyor.

    google earth tarzi zoom-in/out'lar bu filme cok yakismis. her seferinde evren, galaksi, koskoca dunya yerlesiyor aklina, sessizlik egemen oluyor, sonra o ugursuz tipler tanrilarindan bahsediyorlar, birbirlerini tasliyorlar, birbirlerini kesiyorlar "tanrilari" icin. kendi kafanda bir zoom out yapip bugunku dunyaya daliyorsun film bitince.

    cesur bir film, fazla bagirmadan derdini cok iyi anlatiyor.
  • uzun zamandır seyrettiğim en iyi film. özellikle dönem filmi seven benim gibi bünyelerin tadı damağında kalacak, gerek görselliği, gerek sağlam senaryosu ve iyi oyunculuğuyla göz dolduruyor.

    pek çok kişi için bir çeşit hrıstiyanlık ya da tek tanrılı dinler eleştirisi gibi dursa da benim nazarımda çok farklı bir boyutu olan bir film diyebilirim. aslında bu eleştiriyi getirinlere bir noktada hak vermek mümkündür, hrıstiyanlık roma imparatorluğunda yükselmeye başlamadan önce özellikle ilk hristiyanların uğradığı haksızlık ve zulümlerden başlansaydı konuya, kimsenin filmi eleştirecek argümanı kalmazdı bu yönüyle.

    benim bu filmden çıkardığım sonuç ki zaten çoğumuz biliriz ama çoğu zaman öyle değilmiş gibi kabul ederiz. ne paganlar hrıstiyanlara pagan oldukları için ne hrıstiyanlar yahudi ve paganlara hristiyan olmadıkları için zulmetmedi. asıl sebep, güç.

    güç kimin elindeyse onun borusu öter. bu filmden de anlaşılacağı gibi, asırlardır değişmeyen bir kural bu. güç kimdeyse onun dediği doğrudur, güç kimdeyse onun ten rengi en güzeldir, güç kimdeyse tanrıya ve dahi kutsala dair ne varsa ona aittir, güç kimdeyse onun kuralları hüküm sürer...

    çok garip değil mi? bir önceki seferde kurban olan, sanki ona yapılanları haklı ve doğru yöntemler olarak, görüyormuşcasına roller değiştiğinde aynısını, kendine yapana reva görüyor, bu da bir evrensel kural sanki...

    oysa hayyam tanrıya, şöyle haykırmıştı:

    yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen sen,
    sen ile ben arasında ne fark kalır ki söyle!

    ben burda hayyam'ın kafalardaki yanlış tanrı imajı vesilesiyle kendi kötülüğümüzü,yanlışa yanlışla cevap vermenin aslında bir cevap vermeden ziyade kısır bir döngüde tavşan kaç tazı tut oynamaktan farkı olmadığından ötürü eleştiriğini düşünüyorum.

    filmde bazı sahneler öyle güzel çekilmiş öyle içten oynanmış ki,

    --- spoiler ---
    özellikle, valiyi canlandıran oscar isaac kilisede gözlerinin dolduğu sahnede tek kelimeyle muazzam. filmin en vurucu cümlesiyse hiç kuşkusuz:

    hypatia : cyril çoktan kazandı! bu sahnede hissedilen şeyi kelimelere sığdırmak çok güç. haksızlığın galibiyeti, ne kadar da mağrur! hiç hakkı olmamasına rağmen...

    insan bu olanları gördükten sonra gerçekten insanlığın derdini anlayamıyor. muazzam bir kütüphaneden kime ne gibi bir zarar gelir de yakar yıkar talan edersin? bir filozofun sana ne gibi bir kötülüğü dokunur da recm edersin?

    düşünen insandan kimseye zarar gelmeyeceği aşikar hangi fikirden, dinden, izmden vs.. olursa olsun. bu filmin vermek istediği esas mesajın bu olduğunu düşünüyorum.

    son sözüm beni duyuyorsa hypatia'ya: ne acıdır ki, cyril hala kazanıyor...örnekse
    (bkz: george bush)
    (bkz: ırak'a girmemizi tanrı istiyor)
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    son zamanlarda yapılmış en nitelikli filmlerden birisi. önce negatif yönlerinden bahsedelim .
    -hypetia karakteri yeterince karizmatik oluşturulamamış, evet akıllı , kültürlü ve çok zarif ama yeterince karizmatik değil , hatta zamanında sınıfta posta koydugu cocuk vali olunca yanında kikirdeşmeleriyle inceden tırt bile gelebilir.yanılmıyorsam gercek karakter cok daha nüfuzlu ve iz bırakmış bir karaktermiş ki filmde de öyle olabilse filmin etkileyiciliği artarmış.
    -konusu tüm semavi dinlerin kokuşmuşluğunu ele almış bir filmin finali fazlaca karaktere bağlı bir final olmuş.çok güzel çekmiş yönetmen hatta harika cekmiş ama bu bahsettiğim gerçeği bence değiştiremiyor.
    -bazı teknik hatalar var filmde herkesin malumu;
    *ms 400 lü yıllarda iskenderiyedeki palmiyeler gibi , amerika kıtasının keşfiyle dünyaya yayılan bi ağaç türü için fazla erken bir lansman olmuş.
    *yanılmıyorsam iskenderiye kütüphanesinin imhasında hristiyanlar kadar müslümanların da payı var tamamen yokolmuyordu o senelerde.
    vs vs

    ha bunlar önemli mi çok da değil bana kalırsa.
    gelelim filmin başardıklarına
    +bazı arkadaslar aksini idda etse de bence film bir dönem filmine göre fazlaca dolu sahneler ve contex içeriyor.tektanrılı dinlerin medeniyete olan tecavüzünü çok da güzel gözler önüne seriyor ve tektanrılı dinlerin insanoğlunu neresinden yakaladıgını neresinden nefesini kesercesine sıktıgını cok iyi deşifre ediyor
    bkz : davus un klisede fakirlere ekmek dağıttığı sahneler
    bkz: ammonius un "tanrı suan bunu yapmamızı istiyor" seklindeki telkinleri
    bkz : cyrill in "bu ölen kardeslerimiz için degil yahudiler için gözyaşı dökün, o şeytanlar için ağlayın " demesi
    +ve insanın özündeki iktidar hırsının nelere kadir olabildiğini o kadar güzel gözler önüne seriyor ki çok çok az diyalogla bunu başarıyor.
    bkz: eski sınıf arkadası baska bir yerin psikopozu olan talihsiz genç valinin ellerinden kayıp gitmekte olan iktidarı için lobici sınıf arkadasının önünde diz çökmesi ve o psikoposun bu olayla ilerleyen zamanlardaki iktidarına göz kırpması.

    üzerinden 1000lerce sene geçmiş ama dünya hala aynı terrranede dönüyor.
    sınıf arkadasları memleketi çıkarları doğrultusunda allah kitap korkularıyla bi güzel paylaşıyor
    hala allah bizim böyle yapmamızı istiyor
    hala dine baglılık insanların gözünde bir güven referansı olarak kullanılıyor.
    hala bilim ve felsefe zengin semtlerde ilerletiliyor
    hala evlerde parayla calısan köleler var ( artık hizmetli deniliyor )
    hala kütüphane bulamayanlar allah aşkı için otel yakıyor

    ve hala alejandro amenabar güzel film çekiyor

    aşk-ı memnu fanlarına özel not: davus bildiğin beşir lan ! o bişe düşünürken sinsi sinsi yere bakmaları bile aynı !
    --- spoiler ---
  • öğrenmek, her zaman keyif vermiyor. özellikle de geçmiş söz konusuysa...

    misal ben, iskenderiye kütüphanesi'nin yandığını çok uzun zamandır biliyordum. hatta mezuniyet projemin bir bölümü, bu muazzam kütüphaneyle ilgiliydi. ama kütüphanenin nasıl yandığını belli belirsiz öğrenmiş, etraflıca araştırmak istememiştim. belki, araştırıp bi kanıt bulmazsam, binanın kendi kendine, bir "dikkatsizlik sonucu" yandığına inanırsam, kabullenmek daha kolay olur gibi gelmişti. "görmeyi en çok istediğim yerdi şu dünyada, ama işte, -kazara- yanmış koca kütüphane" diye bilirsem, eşsiz bir hazineye sahip insanların, ironik bir cehalet ve sonsuz bir öfkeyle talan ettikleri bilgiye, yaklaşık 1600 yıl sonra akdeniz'in öte tarafında yaşayan sıradan bir kızın da sahip olmak isteyebileceğini düşünmemiş olmalarını, yeryüzünün bu en soysuz bencilliğini sahiplenmiş olmalarını affedebilirim gibi gelmişti. ne yazık!

    oysa şimdi, yokedilen bilim için değil, onu yokeden cahiller için ağlıyorum. hangisinin tanrısı öğütlüyordu bunu? ya da şöyle sorayım. hangi tanrı mazur gösterebilir bu bencilliği? ekmeğini paylaşırken bilgiyi yokeden kulu, hangi tanrı ödüllendirir?

    filmin bir yerinde hypatia, önyargılarından kurtulmayı öğütlüyor kendine; soruna bambaşka gözlerle yaklaşmayı... peki biz, hangi cüretle sorguluyoruz başkasının inancını? ve kendi inancımızı sorgulamaya cesaretimiz var mı herşeyden önce?

    belki anlamak, ya da en azından bir ipucu edinmek daha kolay olabilirdi "dünyanın bilinen en büyük kütüphanesi" hala ayakta olsaydı. oysa sayıca üstün olan, yok etmeyi seçti iktidarı ele geçirebilmek için. her nesile tanıdık gelen bir davranış olmalı bu; ve dünyanın her köşesinde; yaklaşık 2000 yıldır... zira erk, her koşulda bir düşman yaratıyor kendine. önce inançsızlar, onlar bitince paganlar, onlar yokedilince yahudiler, onlar da ortadan kaldırılıp düşman görülecek bir halk kalmayınca, bireylere gözünü dikiyor güçlü olan. hala tanıdık gelmiyor mu???

    "uygarlık durakları" başlığı altında sunduğum mezuniyet projemde iskenderiye ile başlayan yolculuğum 5 farklı şehir daha dolaşıp srebrenica'da son bulmuştu. uygarlık adına söylenecek daha fazla birşey kalmadığından... ms. 415'de sadece bilime inanıyor diye tehdit unsuru saydıkları bir kadını önce taşlayarak öldürüp ardından midye kabuklarıyla etini derisinden ayırarak ateşe veren korkunç cehalet, 1580 yıl sonra, srebrenica'da bu kez, silahsız ve korunmasız 8300 insanın katliamını izlemişti. tarih tekerrür ederken bizler, uygarlık adına bir milim dahi ilerleyememiştik.

    ve evet, hepimiz o sıralarda, aynı güneşin etrafında eliptik bir hareketle dönen aynı gezegende, herkesin tanrısının bizi izlediği varsayılan aynı göğün altında yaşıyorduk. sadece, birbirine eşit iki birime benzeyen 3. birim, diğerlerine eşit sayılmıyordu...
  • --- spoiler ---
    bir dini yaymanın, yandaş yaratmanın öncelikle fakir olanlardan başladığını, sadaka kültürünün yandaş kazanmak için ne kadar iyi bir yol olduğunu, şiddetin tanrı adına olduğunda nasıl serbest sayılacağını, hatta teşvik edileceğini, bilimin, başka deyişle sorgulamanın, araştırmanın tüm dinlerin düşmanı olduğunu, tuhaf bir şekilde, insanın gözüne zarifçe sokan film. hani bugünden bağımsız düşünemiyor insan, özellikle politika için, bir yerlere gelebilmek adına dine yürekleri dönük değilken yüzünü dönen insanların kullanılacak maşa dışında bir şey olamadıklarını göstermiştir. sustukça sıra geldiğinin de.

    bir döneme ışık tutarken, 1600 seneden beri hiç bir şeyin değişmediğini görmek tuhaf olmuştur. rachel weisz duruluğu ile göz kamaştırmış, müzikler yüreğimizi aydınlatmıştır. koskocaman kütüphanelerin aynı zamanda pagan dinlerin tapınma mekanlarını olduğunu anlamak, efes'teki muazzam kütüphaneyi biraz daha anlamama neden olmuştur. tarihsel filmlerden haz etmeyen bünyeleri bile sevdirmiştir.

    yaşam tutkusu bilim ve felsefe olan, belki en çok babası tarafından anlaşılmış olan, dönemde iki erkeği en çok etkileyen, birinin neredeyse ölümüne neden olacakken diğerinin elinde can veren kadın olmuştur hypatia. roma'nın artan hıristiyanlıkla kanla savaşmak yerine politik manevra ile resmi din kabul ettiği ama kendi kültürünü elinden alıp, daha önce dökülen kanları kanla temizlemeye kalkıldığı, paganlığa ait bir şeye sahip çıkmak yerine onun herşeyini yıkıp yıkan bir dinin öyküsü. şeytanın gözü diye talan edilip, kiliseleştirilmiş panteon'u akla getirmiştir. ana fikir mi ; tüm semavi dinler birbirine eşit.
    --- spoiler ---
  • yarrak kafalı dincilerin 1700 senedir değişmediğine bize gösteren şahane amenabar filmi. böyle yazınca amenabar filmlerinin entel takipçisi gibi durdum biliyorum ama amenabar mamenabar bilmem. iyi bi giriş olsun diye şeyettim onu öyle.

    anasını siktiğimin ilim düşmanı yobazları. bu da böyle bir dinciye nefret kusma entrysi olsun. kalplerimiz hypatia ile birlikte atıyor.
  • hayatinizi her bir boka sokusturulmus ask mesk hikayeleri ile dolu holivud filmleri izleyerek geciriyorsaniz pek sevmeyeceginiz film.
  • tarih, felsefe, astronomi, din, fanatizm, merak, kadın hakları, devrim gibi kavramların tamamı hakkında gayet yerinde tablolar çizen son zamanlarda izlediğim en iyi film.
    bunların yanı sıra en çok acıtanı da, bağnazın tanımını suratınıza çarparak yapması.
  • hypatia... ömrümü yiyen kadın... agora, ömrümü yiyen film oldu...

    son günlerde hep dinsel ağırlıklı muhabbetler döndürmekte oldum ve dün akşam doğaçlama olarak izlediğim agora filmi sayesinde de söylediğim şeyleri doğrulayan bir örnek daha bulmuş oldum. karikatürist katliamlarını yaşadığımız şu günlerde çok yerinde bir seçim oldu bu film. izlememiş olanlar varsa kesinlikle kaçırmasınlar derim. 5. yy'da iskenderiye'de yaşamış filozof, matematikçi, astronom bir kadın olan hypatia'ya hayran kaldım. yaşadıklarından dolayı da çok sinirlendim. bakınız şimdi çok enteresan (ama asla şaşırtıcı değil) filmdeki hristiyanları çıkarıp yerine müslümanları koyduğumuzda, inanın hiç farketmeyeceğini göreceksiniz. giyim tarzlarından, putlara karşı olan tutuma kadar herşeyleri aynı. müslümanlar allahüekber diyerek haykırıyor, onlar haleluyah diye. onlarda parabolani isimli isa gönüllüleri (bir tür asker) var, müslümanlarda malum mücahitler var. birisi "allah senden razı olsun" diyor, diğeri "tanrı senden razı olsun". dinsizleri taşlama cezası aynen mevcut. saymakla bitmiyor... yani burada "hristiyanları görün işte" diyen müslümanlar, geçin o hareketleri. kimse yemez. birebir klonudur islam, bu hristiyanlığın...
    insanoğlu dünya tarihinde "dinler" yüzünden kendi ve başkalarının hayatlarını ne kadar da gereksiz yere harcamış durmuş, film bunu bir kez daha gösteriyor. yönetmen alejandro amenábar (içimdeki deniz, diğerleri, aç gözünü gibi filmlerinden tanıyor olabilirsiniz..) çok güzel bir iş koymuş bu film ile ortaya..

    filmin en güzel şeylerinden diğeri de (1.si hypatia tabiki de...) tüm bu kaos sürerken arada sırada kameranın uzaya çıkması idi. sonsuz uzayda minicik mavi nokta olarak görünen dünyada o sırada kimler kimleri yiyordu din adı altında... ve 2015'te şu an o olayların klonları olmakta. zerre yol katedilmemiş. olan hep hypatia gibi değerli varlıklara olmuş.

    --- spoiler ---

    bu arada hypatia'nın ölüm anına dair, tarihte anlatılan şeklin biraz yumuşatıldığını görüyoruz. normalde canlı canlı, istiridye kabuklarıyla etleri kemiklerinden sıyrılmış vahşice. şimdi bu yumuşatma haline bazı kesimlerde "yönetmen hristiyan camiadan korkmuş" diyeceklerdir ama ben öyle düşünmüyorum. bence yönetmen de bizler gibi hayran bu kadına. ona asla yakıştıramıyor o ölüm şeklini. gönlünden geçen en "az zararlı" hali tercih ediyor. "elimden gelen budur senin için ey değerli hypatia" diyor bir anlamda. en azından ben böyle okumayı tercih ettim o durumu. tabi durumun bu hali bile gözyaşlarına engel olamıyor izleyende...
    --- spoiler ---
  • filmde yer alan "kitap yakma" sahnelerinin tepeden ve hızlı çekimle verilmesi, keşişlerin adeta ateş etrafında hızlı hareket eden böcekler gibi görünmesini sağlamıştır.

    oldukça akıcı, başarılı bir filmdir. insan ister istemez düşünüyor; "ya hypatia doğal yollardan ölene kadar yaşasaydı? çok daha "ileri" bir zamanda mı yaşıyor olurduk acaba?"
hesabın var mı? giriş yap