• tanımımızı yapalım: halkla temas etmesi beklenen akil adamlar komisyonuna halkın söyleyecekleri.

    önce biraz teşrifat:

    hükümetin akil adamlar projesinin misyonu, 4 nisan günü dolmabahçe'deki ilk toplantılarının ardından yavaş yavaş ete kemiğe bürünmeye başladı. yavaş yavaş diyorum zira ilk günden ne görevi tevdi eden ne de üzerine alan net olarak şunu şunu şöyle şöyle yapacaksınız şeklinde kafasında bir şema şekillendirebilmiş değil. belli ki kervan yolda düzülecek, peki.

    dolmabahçe toplantısından çıkanların bir kısmı soluğu televizyon kanallarında aldı. ezelden beri alenen hükümet sözcüsü olarak tanınanlar ile trene yeni binenlerin evvelemirde müştereken vurguladığı husus, bir caveat yahut bir masumiyet şerhi oldu: bizi hükümetin papağanları olarak görmeyin; pek hayırlı bir iş olduğu için ve partiler üstü bir milli görev olarak kabul ettik, dediler.

    şimdi biraz iç dökme:

    [[[ italik/ kalın parantezler içinde şunları da söylemek boynumun borcu olsun: dışavurduğum fikrim, akil adamlar miladıyla birlikte yepyeni bir beyaz sayfa* açıldı ve iyiniyet daima esastır, şeklinde. ama içten içe hükümetin bu 63 kişiyi rehin aldığını düşünüyorum. ak parti nazarımda güvenilirlik kredisini 10 yılda çoktan yiyip tükettiği için, şimdi darphanede kestiği çil çil yeni sikkelere itimat etmemiz bekleniyor. böyleyken böyle biline.

    ak parti, akil insanlara ve toplumun geneline karşı en şirin maskesini takınmaktadır çünkü bu sürecin görünen yüzü kürt sorunudur, pokerde gösterilmeyen yüzü ise başkanlık sistemine destek kazanmak üzere kürtleri kaldıraç olarak kullanmaktır. başkanlık sistemine geçildiğinde ise tüm türkiye'de hak ve özgürlüklere vurulacak darbeden kürtler de gani gani nasipleneceklerdir. marksist leninist allahsız kitapsız bir oluşum olan pkk ile ak parti'nin yapıcı bir diyaloğa ve kalıcı bir uzlaşıya girebileceğini kimin aklı alıyor? varın oradan biçin ak parti'nin samimiyetini! ak parti kendi teşkilatından insanları kullansa inanılırlık sorunu çekeceği için çok kıvrak bir siyasi manevrayla bu akil insanları şu günün ortamında reddedemeyecekleri bir teklif niteliğindeki vatan millet sakarya çağrısıyla cezbetmiştir. öyle ya; teklif götürüldüğünde pek az insan hayır diyebilirdi. hiçbirinin bile bile lades olacağını bile bile kabul etmekten başka çaresi, bundan gayrı manevra alanı yoktu. daha doğrusu reddetme ihtimali olanlara teklif gitmedi. ak parti'ye, bugüne kadar hep siz-biz ayrımı yaptınız, bugün başınıza taş mı düştü de çağırıyorsunuz diye soracak kimseler liste dışındaydı zaten. iş ilanlarındaki gibi prezentabl elemanlar aradılar. neyse, isim cisim münazarası artık geride kaldı. /italik]]]

    televizyonlarda, gerek önceden dolmaların gerekse sonradan olmaların yüzünde ilk günün heyecanını ve biraz da şaşkınlığını görmek mümkündü. görevi nasıl anladıklarını anlattılar haber stüdyolarında. dediler ki; bizler görev mıntıkalarımızda kimseyi ikna etmek için çalışmayacağız. hükümetin ne yapmaya çalıştığını anlatacağız ve halkın nabzını tutacağız, bir söyleyip iki dinleyeceğiz. kokladığımız yerel havayı hükümete ileteceğiz. söyleşiler, buluşmalar, sanatsal etkinliklerle birlikte teması tesis edecek her türlü yöntemi kullanacağız.

    anladığım kadarıyla iki yönlü bir iletişimin röleleri veya data paketlerini hükümetten alıp halka vermek ve halktan alıp hükümete aktarmak suretiyle bilgi trafiğini yönlendiren router hub'lar olacaklar. (bkz: cisco)

    o bakımdan "akil insan" yerine [bir halkla ilişkiler uzmanının iddialı tornasından çıkmış gibi kokan] bir "barış elçisi" veya bir "barış güvercinleri" şeklinde de isimlendirilebilirlerdi. ama unvan tartışmalarını uzatmadan masanın öteki yanındaki halk sıfatımızla biz de sürece dahil olalım madem.

    .

    veee, gelelim sadede:

    diyelim ki bizim köye de uğradılar. ne derdik bu akil personele?

    bendeniz, kendi hesabıma şunu derdim:

    sayın akil bey ve/veya hanım, bu adamlar türkiye sınırları dışına çıksın, diyorlar. peki çıksınlar. bir kısmı silah kullanmış, bir kısmı kullanmamış. kullananla kullanmayan nasıl tefrik edilecek?

    yani, işlenen cinayetler ne olacak? sizden bu hususun üzerinde durmanızı rica ediyorum. can sıkıcı detaylarla başbakanımızı öfkelendirmeyi haşa istemiyoruz. hazır yumuşak yumuşak öpüp koklaşmaya başlamışken ne sizler ne de bizler ağzımızın tadı kaçsın istiyoruz. ama bu işte bir mantık hatası görüyorum ve bunu hükümet kanadına iletmenizi istirham ediyorum.

    sualim basit: ölen öğretmenin, ölen köylünün, ölen askerin, ölen polisin, ölen vatandaşın ve evet, ölen bebeğin katilleri ne olacak?

    ve karşı cephede de faili mechul cinayetler, ceset çukurları, yargısız infazlar, yeşil kod adlının ve şürekasının kişisel suçları, jitem'lerin kurbanları ne olacak?

    ortada, tck hükümlerince cezası net olarak tanımlanmış olan cinayet gibi bir cürüm var. adalet tesis edilmedikçe ne diyeceğiz ölen insanlara?

    [ara not: her bir cinayet, her bir kayıp için cumhuriyet savcılığı bir kovuşturma açıyor. misal, karakol baskınlarındaki ölen her bir asker için de dosya açılıyor, yol kenarında mayına basıp ölen vatandaş için de dosya açılıyor. eksik kalanları da sivil toplum kuruluşları takip ediyor. şimdi tırnak içinde "çözüm süreci" gibi yakışıklı bir isim bulduk diye dağ gibi yığılmış bütün bu dosyaları sobaya mı atacağız?]

    "hepiniz barış uğruna öldünüz, minnettarız, katilleriniz elini kolunu sallayıp gezecek ama biz sizi her halikarda saygıyla anacağız" mı diyeceğiz? ...ki barış süreci adı altında önerilen plan aynen budur: ölen öldüğüyle kalacak, öldürenler de affedilecek. sünger çekeceğiz.

    sünger çekmek çok romantik. oh ne ala istanbul!

    yoksa ölenlere söyleyebileceğimiz daha mantıklı, daha makul ve daha hakkaniyetli başka bir şey var mı? bence, var:

    mektupların ucunu yakan abdullah öcalan, şimdi bir mektup daha yazsın ve desin ki;

    "dostlarım, dava arkadaşlarım! bugüne kadar size hep ölmeyi emrettim. bugün de gelip teslim olmanızı, cezanızı çekmeyi emrediyorum.

    ey pkk'lı kardeşlerim, yoldaşlarım! eğer barış istiyorsak, döktüğümüz kanı boş yere değil de bir yüce amaç için döktüysek bunun gereğini yerine getirmemiz şart. muzaffer roma komutanları edasıyla altın yapraklı taçla türkiye hududundan içeri mağrurca girmek tabii ki iyi olurdu [ki habur öyle algılandı] ama bu müzakerelerde masadan elimiz boş, karnımız aç kalkmıyoruz. çok daha değerli bir ödülle; barış, huzur ve refah güvencesiyle ankara'dan dönüyoruz.

    bu barışın bedelini öldürdüğümüz insanlara ödeteceğimize gelip kendimiz ödeyeceğiz. madem ki barış aşığıyız, o halde koşa koşa, seve seve ödeyeceğiz. bize de işte böylesi mert devrimci duruşu yaraşır.

    yeri geldiğinde canlı bomba olmayı, kelle koltukta karakollara saldırmayı kabul ettiniz otuz yıldır. o halde ne diye o çok arzu ettiğimiz barış için, haklarını elde etmesi için çalıştığınız sevgili halkımız için hapis yatmayı kabul etmiyoruz? tıpış tıpış gelin işte. nasılsa idam cezası falan yok. de facto infaz yasalarına göre birkaç yıl yatar çıkarsınız ama bu fedakarlığınızla gerçek barışa alnınızın akıyla, aslanlar gibi hizmet etmiş olursunuz. kimsenin de söyleyecek bir sözü kalmaz.

    bunun karşılığında, yani örgütümüzün üyelerinin teslim edilmesinin karşılığında hükümetten talebim şöyle olacak:

    ey ak parti! sen ki eski dönemin derin devletini tasfiye etmiş olmakla övünüp durursun, o halde güneydoğu'da kürtlere hayatı dar eden, isyan noktasına getiren zalim kamu görevlilerini de kulaklarından tutup adaletin karşısına çıkaracaksın. üstelik bu güruh için düzmece deliller üretmene de gerek yok; silahları hala barut tütüyor, elleri hala kan kokuyor, güneydoğu'da kimin ne yaptığını bilen biliyor. gece yarısı evinden alınıp götürülen adamın babası, oğlunu alan özel harekatçının ismini cismini gayet iyi biliyor. sorarsan söyleyecektir."

    yazmasını istediğim mektubun genel çerçevesi işte böyle. aksi takdirde, hükümet apo'yu masaya oturttu değil, apo hükümeti masaya oturttu olur. [şayet apo hükümete diz çöktürüp masaya oturttuysa onu da bilmek hakkımızdır.] zira kimin kime ve nesine güvenip neleri dikte edebildiği çok mühimdir.

    yoksa herkesin öldürdüğü yanına kar mı kalacak? bedel ödenmeli ki hesaplar açık kalmasın. eğer adaletin bilançosundaki gelir ve gider sütunları denkleşmezse barış gelmez. üstelik hukuk çizgisinde ilerlemek, türk ceza kanunu'nu askıya almamak çok daha hayırlı olur. aksi takdirde yaralar dikiş tutmaz, kanama devam eder.

    ve konuya "ölüler değil canlılar bedel ödemelidir" çerçevesinden bakmamız elzemdir; "ister silahını göm öyle git, istersen keleşini sırtına as yanında götür, canın nasıl istiyorsa türkiye'ye öyle terket" gibi bir yaklaşımın ne kadar talihsiz olduğu aşikardır. bilakis, hükümetin apo'nun ağzından dağdakilere ve söyletec "ister silahınla birlikte gel teslim ol"

    hükümetin masaya çağırdığı apo'ya böyle bir denklemle yaklaşmasını istiyorum. pkk acı ilacı mutlaka içmelidir. ölen öldüğüyle, vuran vurduğuyla kalırsa bu iş aynen 12 eylül yargılaması gibi bir trajediye dönüşür ve ikincisinde komedi olmasından korkarım.

    pkk tabii ki gelip geçicidir çünkü nihai gaye bellidir: mevcut feodal düzeni yıkmak, köle-efendi ilişkisiyle temayüz eden zihniyeti ortadan kaldırmak, cehalet, sefalet ve sömürünün halihazırda hakim olduğu ortaçağ koşullarını bertaraf etmektir. her adımınızda bunu aklınızdan çıkarmayın.

    sayın akiller, lütfen hükümete bu dediklerimi iletin.

    selametle.

    .

    not. bir de kck'dan tutuklu binlerce insan tutuklu kaldıkları sürece siz akil insanlar akil çenelerinizi boşuna yormuş olursunuz; kck'lılar derhal çıkacak, onların yerine eli silahlı pkk'lılar bir an önce girecek.

    .
hesabın var mı? giriş yap