• oxfordlu matematik profesörü charles dodgson'un, bir sandal gezintisi sırasında üç küçük kıza anlattığı masaldan fazla bir şey değilken, 1865 yılında kitap olarak çıkmasıyla ününün dünyayı tutması, hemen birçok dile çevrilmesi bir oldu. hatta kraliçe victoria bile bu kitaptan o kadar hoşlanmış ki, yazardan, başka yapıtı çıkarsa hemen kendisine göndermesini istemiş. bu isteği üzerine gönderilen kitaba epeyce şaşmış olacak; çünkü charles dodgson'un bundan sonra çıkan kitabı ''determinantlar üzerine bir deneme'' oldu! gerçi ağırbaşlı profesörün kendi alanında yazılmış böyle daha birçok bilimsel yapıtı vardır; fakat ününü onlara değil, lewis carroll takma adıyla yayınladığı ''alice harikalar ülkesinde'', ''aynanın içi, alice orada neler gördü'' gibi şaheser saçmalarına borçludur.
    (alice harikalar ülkesinde isimli kitabın önsözünden.)
    (bkz: lewis carroll)
  • bir mantik kitabi. misal, besinci paragrafinin ilk cümlesi söyle:

    "either the well was very deep, or she fell very slowly, for she had plenty of time, as she went down, to look about her."

    serbest ceviri yaparsam: "ya kuyu cok derindi ya da alice cok yavas düsüyordu; cünkü asagiya düserken etrafina bakmak icin yeterince zamana sahipti."

    cool!
  • --- spoiler ---

    ''şapkacı: sence ben delirdim mi?
    alice: hayır, sadece keçileri kaçırdın. ama sana iyi bir haberim var. bütün iyi insanlar böyledir.''
    --- spoiler ---
  • kelime oyunlarını seven matematikçi bir yazarın eseri olarak türkçe çevirilerinde anlam kaybı olsa da ingiliz diline has kelime oyunları ve ahenk, kitabın çoğunluğuna serpiştirilmiş halde de değil. hatta çok az yerde karşılaşılıyor denebilir. bu yüzden türkçe çevirilerinden okunduğu takdirde kaybolan anlam pek de fazla değil. bunun dışında eser zaten herhangi bir rüyanın* abukluğundan mürekkep olduğu için ortaya çıkan anlamsızlığın da bu yüzden gayet anlamlı olduğu söylenebilir. ağlarken yere düşen göz yaşlarından göl meydana gelmesi ve gölün, etraftaki canlılarla birlikte alice'i sürükleyip götürmesi, buradan kurtulan hayvanların kuruyabilmek için çözüm ararken görüşlerini sunmaları ve bu sırada farenin durup dururken william the conqueror'dan bahsetmeye başlaması ve dinleyenleri kızdırması, "söylediklerinden sen de bir şey anlamıyorsun" denilerek bu sefer de kurumak için önerilen şeyin yarış yapmak oluşu ve herkesin gık demeden katılması gibi unsurlar, rüyaların doğal niteliği olan basit bir noktadan bambaşka bir yere atlamanın güzel örnekleridirler. alice kimlik krizlerine girer; tavşan deliğinden düşen kişi ile kendisinin aynı insan olup olmadığını tartışır, alice'in bildiği bazı şeyleri (çarpım tablosu, öğrendiği şiirler vs.) hatırlamaya çalışır ama bunları deforme olmuş bir şekilde anımsar, aslında kendisinin mabel gibi diğer arkadaşlarından birisi de olabileceğini düşünür ve bu çıkarımı sorgular. gerçek bir rüyanın doğallığını da tam anlamıyla taşıdığı için tüm metnin, ayık bir kafayla yazıldığını söyleyebilmek zor. ama 60'ların lsd çılgınlığıyla ve abd'deki pedofili vakalarının sıklığıyla lewis carroll'a* ve eserine bakışın çoğu zaman anakronizm hatasına düşerek yapıldığı kanısındayım. fotoğrafçılıkla uğraşan biri olarak sadece yarı-çıplak küçük çocuk fotoğrafları çekmiş değil carroll, yeryüzü şekillerine varıncaya kadar kendisinin fotoğraf envanteri gayet geniş. kaldı ki victoria devrinde çıplak çocuk resimlerinin varlığı, noel tebrik kartlarında bile görülen ve garip karşılanmayan bir durum. ayrıca iddialar herhangi bir somut veriyle de desteklenmiyor, eserlerden çıkarılan yorumlarla bu sonuca varılıyor. geçmişteki metinlere freudian yorumların yapılması olağan ama carroll'un bilinçaltının dışına çıkan bir vaka isnadı yapmak, "allah allah kontesi kim sikti" kalıbımızı burada da kullanmak zor. bunun yanında carroll'un matematikçi kimliği de günümüz bilim anlayışından çok new age taifesinin heveslerini yansıyan türden; carroll ağabeyimiz telekinezi ve medyumluğa bile kafayı takmış birisi ve yine victoria cağı için bunlar da şaşırtıcı hevesler sayılmaz. buradaki meselenin asıl güzelliği, "kendine iş çıkarma sanatı" olarak da tanımlayabileceğimiz kapitalizmin pragmatik bünyesinde, theodor adorno'nun eleştirdiği kapitalizmin sohbetlerde dahi her zaman amaç ve çıkar arama çabasında oluşundan uzak bir eserin de yazılmış olması, negzel.
  • sonsuza kadar sürmesini istediğim çay eşliğindeki sabah kahvaltılarında hiç bitmeyen tea party'sini hatırladığım özendiren bitanecik başucu kitabı.
  • tehlikeli.kesinlikle cocuk kitabi degil.
    gregor samsa olamadigimizda alice'i siginiriz.bu da bizi sizofren yapar...
  • klasik "adventure" kalıplarını büyük ölçüde yıkan bir başyapıttır. sadece çocukların değil, tekdüze biçimde yaygın bir ekolden edebiyat donanımına sahip yetişkinlerin de birden fazla kez okuması yerinde olur.

    alice kahramanlaştırılmaz, kahraman mitinde temel olan bir "arayış"ı (ki buna orijinal olarak "quest" deniyor) yoktur ve karşılaştığı canlıları ötekileştirmez...

    ve pamuk prenses'in 7 cüceleri kalkındırırken, 1 lokma 1 hırkaya tamah ederek evi çekip çevirme fantazisinin aksine gayet "cool" takılır,
    asla külkedisi kadar ezik olmaz,
    kırmızı başlıklı kız gibi okurda acıma hissi yaratmaz,
    uyuyan güzel gibi pasif kalmaz,
    rapunzel gibi kurtumak için bitlenme pahasına prens aramaz...

    ama her şeye rağmen sarışındır ve bütün bunlar bir rüyadır.
  • ta ki tomris uyar'ın başarılı çevirisini okuyana dek, bana "hakkıyla türkçeye çevirmeye çalışanın way haline" diye düşündürtmüş olan lewis carroll eseri.

    zorluklara örnek vermek gerekirse:

    alice: and how many hours a day did you do lessons?
    the mock turtle: ten hours the first day, nine the next, and so on.
    alice: what a curious plan!
    the gryphon: that's the reason they're called lessons, because they lessen from day to day.

    (tomris uyarın çevirisiyle) alice, konuyu bir an önce değiştirmek amacıyla, “peki, günde kaç saat ders yapardınız?”diye sordu.
    “ilk gün on saat,” dedi yalancı kaplumbağa, “ertesi gün dokuz, ertesi gün sekiz vb.”
    “ne tuhaf program!” diye haykırdı alice.
    “derslere boşuna ders dememişler,” dedi ejder, “ders saatleri boyuna ters gider de ondan.”
  • eğer bu lewis carrol'ın kendi rüyalarından harmanladığı bir eser değilse rüyaların ortak özelliklerini çok mükemmel bir şekilde hikaye haline getirmiş adam. olan şeylerin garipliğinden değil de (yani onun da etkisi var da, garip şeyler herhangi bir fantezi dünyasında da olabilir), alice'in iç seslerinden ve düşüncelerinden yaşadıklarının rüya olduğu hızla anlaşılıyor zira.

    sürekli bir "aa demek bu bu yüzden böyleymiiş" aydınlanması yaşaması; mahkemede aşçının içeri gireceğini kapı yakınlarındaki kişilerin hapşurmasından anlaması; şiir okurken istemeden kelimeleri değiştirmesi; sudan çıktıktan sonra hayvanlarla onları yıllardır tanıyormuş gibi konuşması (ve bunun ona doğal gelmesi) ve buna benzer bir sürü şey "aa ne kadar rüya lan bu" dedirtmişti bana.
  • içindeki yabancının yaşadığı bir dünya,hayal alemi,karmaşa....
    bu romanın asıl hikayesi yazarın yani lewis carroll ın magic mushroom yemesinden sonra gördüğü halüsilasyonlardan dolayı yazılmıştır.bunun için yorum ; bu romanda bahsi gecen düşler hayalgücü ürünüdür ama bunlar insan beyni kimyasal bir etkileşim olmadan asla yaratılamaz.yani insan beyni bunu durduk yerde böölesine uyduramaz..hikayeyi tekrar ele alın ve bu kadar çok alakasız şeylerin arasında kurulmuş bütün bağlantıların normalde kimsenin düşünemeyeceği apaçık ortada.illaki kimyasal bişeyler gerek diyorum.zaten lewis de böyle yapmış.magic mushroom olayı.
    resimli hikaye kitaplarında alice yolunu bulabilmek için bir kırkayağa sorular sorar.bakın bakalım: bu kırk ayak neyin üstünde otuyor ve sürekli oturduğu yerde ne yapıor?
hesabın var mı? giriş yap