• super ortam.vallahi buyukler icin olsa hemen kaydimi yaptiririm.sabah gidiyon bir suru arkadas.oturup kahvaltini yapiyorsun,basliyorsun sarki soylemeye,oyun saati,kavga serbest,oglen yemegi,siesta,oyun oyna,ikindi cayi,oyun oyna makaraya bak.

    bugun kizi almaga gittigimde dusundum.bunun yan tarafinda bizim icinde olacak super olur.sabah gidecen cayin kahvaltin arkadaslarla beraber,cikip bahcede sigarani icecen,iceri gelecen ogretmenler okey masasini ne bilim poker masalarini hazirlayacaklar,oynayacan oyununu.gelistir isi langirt masa tenisi domino.oglen olacak guzel yemegin tatlin,siesta saati ablalarla beraber balik istifi yatip uyuyacan degdir falan,uyan cayin kahven hazir,yap nargileni,otur mac seyret,playstation saati,sicacik ortam.yapmali birisi bu isi.parayi blok indirir.sirf kumardan alacagi yeter.mesela hademe de olsun simdi aklima geldi ganyanlari yatirir falan.

    allah cezami versin benim.bi film olmaz benden.
  • çalışan ebeveynlerin aklının çocukta kalmamasını sağlayan eğitim yuvalarının bilinen adı.
    bu kuruma devam edenlerin dilinden faaliyet kelimesi düşmez. faaliyet aşağı, faaliyet yukarı. sanırsınız ki devrim yapıyorlar. halbuki iki pastel boya, bir sulu boya, biraz da makas ile kesip uhu ile yapıştırılmış renkli kağıtlar.
    ben bunların eserlerini üç yıldır inceliyorum. anneler günü ve babalar günü haricinde şöyle halk için yapılmış bir eserlerini görmedim. genel olarak bu yaştaki çocukların sanat sanat içindir görüşünü benimsediğini düşünüyorum.

    - baba bak bugün faaliyet yaptık.
    + çok güzel... de... ne oğlum bunlar?
    - bu kuş, bu da spiderman.
    + hangisi kuş?
    - baba anlamıyor musun, bu kuş bu da spiderman.
    + tamam git annene göster, kuş yaptı bizi zaten.
  • bu kurumun çatısı altında "yıllarca sürecek bir dostluk anlayışı" oluşmaz. düşünün en yakın dostunuz henüz bezine kakasını yapıyor, öbürü arkadaşınız altına işiyor, beriki cankuşunuz zırt pırt kusuyor.
    pisler.

    kankanızla sevdiğiniz kızın adını bile paylaşamazsınız ki anında herkesin içinde "öğretmenim, altay pelin'i seviyor" diye aşkınızı ifşa da eder. rezil olmak bir yana servisin eğlence konusu da olursunuz.
    terbiyesizler.

    bu okulda edindiğiniz dostluklar da yalandır. yıllar sonra bir başınız sıkıştığında bu dostlarınızı arasanız emin olun ki yardımınıza gelen de olmaz.
  • zamaninda $imdiki aklim olsaydi di$ardan bitirirdim.
  • kafanızda "çocuğu versem mi, güvenebilir miyim, nasıl seçeceğim" gibi onlarca soru/endişe varsa ayrıntısıyla anlatmaya çalışacağım.

    - çocuğu anaokuluna vermem gerekiyor mu?
    3 yaşını görmüş bir çocuk tüm gün aktivite ister ve dışarıyla onu ne kadar güvenle tanıştırırsanız, o kadar normalleşir. maddi durumunuz standart üstüdür, evde yardımcınız vardır, siz çocukla birebir ilgilenme fırsatına sahipsinizdir, o zaman okulu düşünmenize gerek yok. ev işleri, yemek derken çocuğa kısıtlı zamanlarda ve hatta sinirli şekilde yaklaşacaksanız, okula vermek durumundasınız. çocuğun okula gitmesi, yıpranmış, sinirli bir ebeveynden çok daha sağlıklıdır.

    - nasıl bir anaokulu seçmem gerekiyor?
    bu biraz detaylı. anaokullarının kalitesini baştan gösteren şeyleri yazayım tek tek.
    1- ucuz olmaması.
    maddi durumum madem standart üstü değil, nasıl pahalı okul seçeceğim diyebilirsiniz. başka masraflardan kısabilirsiniz, taksitlere böldürebilirsiniz ama asla ucuz okul seçmeyin. ucuz okulun düşük maaşlı ve sinirli öğretmenleri olur, yemekleri özenle seçmezler, aktivitelerde ucuza kaçarlar, bahçeleri büyük olmaz ve anaokuluna giden çocuk fazlaca korunmasız olduğu için, güvenilir ve pahalı yerlere vermek zorunlu. her pahalı yer güvenilir değil ama her ucuz anaokulu kötüdür. istisna kabul etmediğim bir konu.
    2- büyük, sürekli kullanılan, %100 güvenli bir bahçesinin olması.
    anaokullarının göstermelik ve hijyenden uzak bahçeleri malum. iki kaydırak ve yeşil halı koyunca o bahçe güzel olmuyor, çocukların en ihtiyaç duyduğu şey dünyayla güven çerçevesinde tanışmak, eğlenmektir.
    3- öğretmen sayısı fazlalığı.
    15 kişilik bir sınıfa bir öğretmen verilirse, yorgun ve kendine ait hiç vakti olmayan öğretmenin ihmali, siniri kaçınılmaz olur.
    4- oryantasyon.
    şu an en iyi kolejleri saymanızı istesem direkt ismini söyleyeceğiniz okullardan birinde öğretmen, okulun ilk günü hüngür hüngür ağlayan 4 yaşındaki çocuğu kolunun altına alıp, veliye "siz gidin merak etmeyin" diyerek yan yatmış harap olmuş çocuğu yaka paça götürüyor. en az 1 hafta velilerle birlikte çalışmaya erinen, güvenli ayrılmayı hiçe sayarak çocuğun aniden terk edilmiş hissine kapılmasını umursamayan, çocuğu yavaş yavaş alıştırıp kendini sevdirmek yerine ilk defa okul denen şeyi tecrübe eden garibana bir hapishane imajını yerleştiren bu kurumlardan uzak durun. mesela ilk gün sınıfta olun, ikinci gün koridorda, üçüncü gün bahçede. ilk günler her ağladığında yanında olun, "içeri git hemen bak yoksa ..." tehditleri savurmayın, sabırlı olun, insan olun. gözyaşını silin, sarılın ve bekleyin. okula alışmayan çocuk yok gibidir. istisnaları var, az sonra yazacağım.
    5- öğretmenlerin yüzünde insanlık olması. müdürün, öğretmenlerin, tüm ekibin.
    bu sizin gözleminize kalmış. içinizi rahat ettirmeyen, önden sizinle çocukla ilgili görüşme yapmamış, suratı asık, gerizekalı insanlara çocuk emanet etmeyin. orası ticari bir kurum ve en iyi hizmeti almak sizin hakkınız. çocuğu okula teslim etmenin, oturmuş kanılar kodlar sonucu "kötü anneyim/babayım" hissini doğurduğunu biliyorum, o hissin sizi iyi hizmet almaktan alıkoymasına izin vermeyin. 1 milyon liranız olsa kimselere emanet etmezsiniz, bu sizin evladınız.
    6- okulun eğitimle, yabancı dille kafayı bozmamış olması.
    anne baba odaklı, gösteriş meraklısı okullarda ingilizce öğretme, çocukları gereksiz eğitim programlarına sokma gibi bir durum var, hiç gerek yok. hayatının büyük kısmında okula gitme ihtimali zaten çok yüksek olan minicik çocuğun anaokulu tecrübesi, gerçekten çocuk gibi yaşaması gereken bir şey.

    sorulara devam edeyim.

    - çocuğum bana/bize çok bağımlı, nasıl kabul edecek?
    bağımlı çocuğun arkasında bağımlı ebeveynler yatıyor. önce okul işini kafanızda siz netleştirin ve rahatlayın, çocuklar paniği korkuyu anında hisseder. siz tam anlamıyla karar verdiyseniz, önden beyin yıkayın. okula giden çocukların olduğu kitapları birlikte okuyun, ona anlatın. arkadaşlıkları, oyunları, öğretmenleri söyleyin, sevdirin. bir okulu kafanızda erkenden netleştirdiyseniz, önden yaz okulunda alıştırma yapabilirsiniz. okula isyanı uzun süre devam eden çocuklar ikiye ayrılıyor: okulu gerçekten kabul etmeyenler ve bu durumu kullananlar. okulun rehberlik servisiyle (psikologla), öğretmenle konuyu görüşüp, çocuğunuzu inceletip, hangisi olduğunu anladıktan sonra, eğer ilk tip çocuksa onu okula vermeyin. seneye tekrar denersiniz, okula ayırdığınız bütçeyle evde bir öğretmenle çalışırsanız (haftada 5 gün, ilk zamanlar 9.00-12.00 arası, sonrasında 17.00'a kadar) çocuk sizden güvenle ayrılır. ikinci tip çocuksa, yine ortaklaşa çalışmayla onu ikna edebilirsiniz ama tekrar ediyorum panik yapmayın, alışmama durumu geçici.

    - ben zaten ev hanımıyım/evde duran erkeğim, neden okula veriyorum? bir çocukla baş edemedim.
    başta söylediğim şeylere ek olarak, yani çocuğun doğru düzgün eğlenerek zaman geçirmesinin yanında, günde 12 saatten fazla çocukla zaman geçirmek kolay şey değil. sizin de dinlenmeniz, spor yapmanız, kitap okumanız gerekiyor. kendinizi düşünmekten çekinmeyin. kodlarınıza işlemiş, her konuda önünüze çıkan, eski nesil anne babaların da taciziyle insanı bunalıma sürükleyen ebeveynlik sorgulama gibi arabesk işlere gerek yok. mutlu insan olmanız gerekiyor. öncelik budur. okula vermeniz, ihmal edilmiş çocuk ortaya çıkarmaz. nice evde bakılan büyütülen çocuklar istismar edilirken, sizin çocuğunuz tüm gün eğlenip, oynayıp, öğrenip eve gelebilir. ihmal şu noktada başlar: ebeveynlerin ayrı ayrı her gün çocukla 30 dakika-1 saat arası baş başa ve çocuğun istediği şekilde oyun oynaması, sohbet etmesi gerekiyor. bu yapılmadığında aşırı sinirli davranışlar sergileyen çocuk, dikkatle bu programa uyulduğunda sakinleşebiliyor, yakınımdan da şahit oldum. odasında, kapıyı kapatarak, anne ya da babayla kalacak ve canı ne istiyorsa o yapılacak. sürekli yeni çocuk yapan insanların çuvalladığı nokta tam olarak budur.

    - çocuk kaç yaşına gelince okula verilmeli?
    okullarda resmî yaş sınırı minimum üç. bundan sonrası, sizin ve çocuğun hazır olmasına bağlı. üç yaş öncesi ya da okula verilmeyen çocuklar için en basit seçenek, bazı gün ve saatlerde düzenlenen oyun sınıfları. süper bir faaliyet. diğer seçenek ise yukarıda yazdığım gibi, okula ayrılan bütçeyle evde öğretmenle çalışmak.

    -------

    geleyim bizim tecrübemize. yaz okulunda piştim yandım ama bekledim. bahçede günlerce oturdum. hatta tahta çardakta uyudum. yeni dönem başında da aynısı oldu. çocuk uzun süre kabul etmedi, hatta bir ara işi travmatikleştirdi ama yılmadım. şimdilik deniyor, bir süredir gitmiyorum. gündüz odasına pek giremiyorum, çok özlüyorum. dinleniyorum. spora ağırlık verdim. bu sene toparlanmak dinlenmek istiyorum ve çocuğumun da okula ihtiyacı olduğunu biliyorum. maddi durumumuzun epey üstünde bir okula verdik çünkü kendini koruyabilecek yaşta değil ve iyi olsun istiyorum. okul için karar vermek benim için en zorlu süreçti. kendimle çok savaştım, gecelerce düşündüm. karar verdikten sonra onun kabul etmeyişi çok fark ettirmese de, hala her gün "ben ne yapıyorum, cücük kadar daha" diye kendimi yediğim anlar oluyor. yukarıdaki yazıyı kabadayı gibi yazdım, durumumu da bu yüzden yazıyorum. hayat instagram annelerininki gibi değil, acı çekiyoruz, yapacak bir şey yok, geçer. geçmezse, mutsuz olduğunu görürsem alır, ben ilgilenirim hiç sorun değil. mutlu olsun yeter.
  • sabah elele tutuşup evden çıkıyoruz. hava soğuk. bugün okula başlayacağını biliyor ve beni ürkütecek kadar sessiz sabahtan beri. şımarıklık yapmıyor, gözleri dalıyor. üçbuçuk yaşında endişeli bir adamcık ile karşı karşıyayım ve ne yapacağımı hiç bilmiyorum.

    aslında uzun zamandır planlıyorduk, anaokuluna başlaması gerektiğini, evde benimle yetinemediği anlamış, uygun bir yere karar vermiştik . daha once belirlediğimiz başlama tarihlerini, “ daha çok küçük” , “ daha yeni hastalık atlattı” gibi bahanelerle savuşturmuştum. kocam çocuğumuzun okula başlama zamanı konusunda oldukça ısrarcıydı. anaokul konusu ne zaman açılsa “ sosyalleşme” , “uyum” , “gelişim” gibi kelimeler havada uçuşuyordu. kısacası artık kaçınılmaz noktadaydık, günlerden pazartesi”ydi ve okula başlıyorduk.

    okula yürüme mesafesindeyiz. bakkala gidip çikolata almak için ısrar etmek bir yana, konuşmuyor bile. ben de anlatıyorum işte, arkadaşlar var orada diyorum, öğretmen var, seni bekliyorlarmış. heyecanlanmıyor, tepki de vermiyor. endişeli olduğunu anlıyorum da ne yapabilirim işte susuyorum ben de. okula başlamasının çocuğa yararlarını uzuuun monologlar şeklinde anlatan baba ise gene piyasada yok, muhtemelen işyerinde keyifli bir sigara molasında filan… kime alınacağımı şaşırıyorum.

    daha dün kucağıma verdikleri, artık hiç ayrılamayacaksınız dediklerinde kendimi biraz zincirlenmiş hissettiğim küçük yaratık, büyüdü artık. değişimin ve zamanın getirdiklerini kabullenmekte hep zorlanmışımdır, hele bu sefer sanıyorum hiç kolay olmayacak. ayrı iki insan mıyız biz şimdi gerçekten ? onun hayatı ve benim hayatım diye ikiye mi ayrılıyoruz bu noktada ? çıt çıkarmadan yürüyen anne ve oğul olarak anaokul binasının önünde geliyoruz. biraz gücenik ve alınganım , suçlamak için de karşımda camları kelebeklerle süslenmiş bir okul binası var. boş durmuyorum.

    okula girince hoş geldiniz diyorlar, etrafta bebeksi sesli kızlar mevcut, doğum yapmadıkları ince vücutlarından belli bu küçük kızlar öğretmenmiş. allahım yaşlanıyorum, diyorum, ancak beynim şu an bir de bu konuya bunalmak için çok meşgul. hadi bakalım , ayakkabılarımızı değiştiriyoruz, hadi bakalım yukarı sınıfa çıkıyoruz diyen küçük – öğretmenler çocuğumu yukarı çıkarıyor. gelip sınıfına bakabilir miyim diyorum. sınıfta beni görmesi alışması için uygun olmayabilirmiş, izin vermiyorlar. haklısınız allahın cezaları diyorum, haklısınız”ı dışarıdan.

    oğlum’un elinden tutuyor öğretmeni, hadi bay bay de anneye diyor. bana bakıyor küçük kuyruğum, bugüne kadar hiç peşimden ayrılmamış. ağlamıyor, hayır filan de demiyor. el sallıyor sadece, öğretmeninin elini tutup uzaklaşıyor sınıfına doğru. ben de el sallıyorum. ağlasın isterdim aslında, kendime itiraf ediyorum.
    sadece el sallamak kendimi değersiz hissettiriyor.

    hayatımın bir şeylere başlarken annesinin arkasından el salladığı dönemini bitirdiğimi farkediyorum. bununla savaşmanın pek anlamı yok. artık birisinin arkasından el sallayan, ona dua eden, izleyen, edilgen olanım. sanıyorum yaşlandım.

    alışma günlerinde olduğu için onu kapıda 1 saat bekliyorum ve sonra eve dönüyoruz gene elele tutuşup. okuldan, öğretmeninden fazla bahsetmiyor. bir tek çocuklar kavga etmiş bir ara , onu anlatıyor, o da zar zor.

    her şeyin iyi olması için dua ediyorum. ve belki de bugün kadınların ikinci çocuğa nasıl karar verdiklerini anlayabiliyorum.
  • oğlumu dün sabah itibari ile teslim ettiğimiz yer.
    türkiye'de eğitim işi çok zor. her şeyin iyisi olsun diye sürekli araştırmak, mali gücünün yettiğince en iyiyi vermek için çabalamak durumundasın.
    bütün çocuklar eşit değil miydi? bütün çocuklar aynı şartlarda eğitim almamalı mı?
    bu gibi düşüncelerle, kendimize göre, bütçemizin yettiğince, tecrübeli, köklü bir kurumsal yer olsun dedik, kolejin anaokuluna verdik yavruyu.
    sistem oturmuş, anne baba olarak gidip, etrafta olan koşturmacalara, sistem sözlerine, toplantılara, formlara, belgelere böyle bakakaldık. formları doldurduk, oğlanın olumlu özelliklerinden, evde çocuğun kimi otorite kabul ettiğine kadar bilgiyi yazılı olarak verdik.
    kırtasiyeleri, kitapları, forması derken koşturduk; dün, üstünde forması olan, çantasında yedek kıyafetlerinden sınıf içi ayakkabısına, ıslak mendiline, suluğuna kadar olan sırtı çantalı tam teşekküllü minicik yavru;
    elimizde kitaplı kırtasiyeli tam teşekküllü çantaları da teslim ettik bakalım..

    ilk gün, kural olarak aileler orada kalacakmış. bütün analar babalar bahçede bekleştik.
    konuşmalar çocuk ve eğitim üzerine... kimi "aa öğretmeni tembihledim, benim çocuğumun üstünü sık değiştir dedim.", kimi "aaa öğretmene dedim ki bak benim kızım nazlıdır, ona göre, kimi "aaa öğretmeni yakaladım, dedim ki, bak kalemi güzel tutamıyor, bu hafta öğretin artık"...
    etrafımda konuşma balonları, blop blop üstüme üstüme geldi ya la.

    bense 10 dakika once öğretmene "kreş tecrübesi var oğlanın, kolay uyum sağlar diye düşünüyorum ama bir uyumsuzluk olursa konuşuruz" dedim, o kadar. eksik mi yaptım? herkese kalem tutmayı öğretmeyecekler mi demeyince? annesi tembihlemedi ise, terlediğinde üstü ıslak bekletecekler mi şimdi çocuğu?

    değişik ortamlar bu okul ortamları.

    daha once park teyzelerinden köşe bucak kaçardım. "aaa, ekmek makarna çok mu yiyor bu?" ya da "aaa, zayıf buuuğğğ... yedir annesi yedir" den başlayan, "kız saçı gibi ya, kestirin oğlanın saçını" ve "aaa niye kısa kestirdiniz ki çocuğun saçını.. büyüdüğünde uzatamazsın, küçükken uzatsaydın" diye başlayan çelişik, karmaşık cümleleri duymamak için kimseyle göz temasına girmezdim..
    dün de konuşmalar bu yönde olunca attım kendimi başka yere, bir ağaç altına attım.

    "tek mi çocuk?" sorusu ise vazgeçilmez, her ortamın sorusu.. sanki ayıp, sanki günah tek çocuklu olmak...
    bu yukarıdaki soruların üstüne eklenmiş onlarca soruyu duydum dün.
    nasıl bir yola girdik böyle dedim bir an..

    küçükler ya bunlar daha ...60 aylıklar... çocuklar işte... neyini tartışıp biçeceksin.
    oğlanın sınıf arkadaşının annesi, biz diğer anne ve babalara "aayyy benim oğlum çarpım tablosu bilir, ingilizce konuşur, şarkı bilir, toplar çıkarır , seramik heykel yapar... sizinkiler inşallah benimkinin seviyesini aşağı çekmez" dedi ya la..
    ben böyle paralize oldum filan.. kimse de cevap vermedi.. böyle şeyler normalse demek, bilemedim...
    çocukları almaya gittik kapıya (normalde yasak, ilk gün olduğu için siz alın sınıftan dediler), boyama yapmışlar. içlerinden birkaç veli çocukların yaptığı boyama kağıtlarını inceliyor tek tek, taşırma olmuş mu olmamış mı , diye değerlendiriyorlar çocukların kağıtlarını.

    sevmiyor benim oğlan boyama yapmayı.. geçen yıl kreşe gitti günde 4 saat kadar.. orada da dedim, "sevmiyor.. sorumluluk duygusu için, başladığını bitirmeyi öğrensin, boya kalemlerini geri yerine koymayı öğrensin benim için yeter" dedim öğretmenine.. öğretmen de üstüne laf etmemişti. manyak gözüyle mi bakmıştı bana acaba? o olay geldi aklıma...

    eğitim yıllarının uç kıyısı olan anaokulu ile girdik bu yola...
    başarı kriterimin notlar olmadığı, mutlu olmasından ote amacımın olmadığı bir duruşla, bu denizde ne olacağız biz, diye düşünmek kaçınılmaz oldu benim için.

    sisteme ne kadar karşı durabilirsek o kadar, çocuğumuzu sistemin standartlaştırmasından ne kadar koruyabilirsek o kadar olacağız işte...
    hmm, bu arada, sınıfta herkes sünger bob'u sarıya boyarken, gökkuşağı renkleriyle boyayan yapan oğluma nasıl bir etiket yapıştırdılar bilmiyorum. ne düşündüler bilmiyorum..
    "eğitilmemiş?" bunu mu dediler acaba?
    o boyama mı benim için çok kıymetli.. oğlum sisteme karşı durmuş gibi hissettim, düşündüm, ama dile getirmedim...
    ilginç konular..
    bütün yavruların mutlu, huzurlu, özlerini kaybetmedikleri bir eğitim hayatları olsun...
    en sevdiği konulara yönelmeleri için buradayız, desteklerimiz sadece bu yönde...
    çok farklı duygular sözlük... çok...
  • hakkında hatırladığım tek anısı yüzünden bela okuduğum okul.
    her gün okula kırmızı önlükle giderken 23 nisan'da serbest kıyafetle geleceğimizi söylemişti mukaddes öğretmen... bir sonraki pazartesi 23 nisan demişti. ne bileyim ben bir sonraki pazartesinin bu pazartesi olmadığını?! özene bezene her yerimden fırfır akan beyazlı siyahlı apoletli elbisemi giydirdi annem. emin misin dedi, bugün 23 nisan değil??? öğretmen pazartesi giyinin gelin dedi dedim, bilmiş ukala kız tavırlarında. bok pazartesi giyinin dedi, yanlış anlamışım işte.. sınıfa girdiğimde, herkes kırmızı önlüklü, bir tek ben serbest kıyafetli.. burnundan sağlı sollu yeşil akıtan çocuk parmağıyla beni işaret etti, ehehuehue salağa bak bugün 23 nisan değil ki diyerek, zaten gülmeye yer arayan çocukların kıvılcımını ateşledi. akşama kadar fırfırlı elbise içinde ağlayıp durdum. gerçek 23 nisanda da okula gitmedim.

    şimdi her 23 nisanda kırmızı önlük giyiyorum anaokulumu protesto etmek için :/
  • annem evde yeni çocuğuyla fingirderken beni üç yıl boyunca oyaladıklarını zannettikleri yer.
  • çağın gerekliliklerini takip edemeyen eğitim-öğretim sistemimize ilk adımın atıldığı basamaktır anaokulu..

    ben- neler yaptınız bakalım bugün okulda?
    o- (4,5 yaşında bu arada) şarkı öğrendik baba.. (çıkkıdı çıkkıdı)
    ben- söyle bakiim..
    o- gööldee öördeekk vak vak vaaak (çıkkıdı çıkkıdı)
    daaalda leeyyleeek tak tak taaaak.. (çıkkıdı çıkkıdı)
    elde kemaaannn gıy gıy gııy................ (çıkkıdı çıkkıdı)
    ben- afferim len.. ne güzel söylüyorsun.. gurur duydum seninle..
    o- hedeeee höödöö bik bik biiiaaahhhhh yaaaa baba yaa bak ogre öldürdü beni senin yüzünden yaaa... save etmemiştim üstelik.. ooff... (çıkkıdı çıkkıdı)
    ben- pardon!
hesabın var mı? giriş yap