• önemli kurallarından biri kurduğun kapanı hayvan farketmeyecek. (bkz: arog)
  • "avcilik bir spor degildir. sporda iki taraf da bir oyunun icinde oldugunu bilmelidir."

    paul rodriguez.
  • kötü alışkanlıkların en iyisi.
  • http://www.avcisayfamiz.com/…ndex.php?topic=18093.0

    filozof "naturae est enim potioribus deteriora summittere" diyor. "doğa zayıf olanı, güçlü olana tabî kılma alışkanlığındadır." ilkin avcılık da öyle düşündürtüyor, 'güçlü olan ben isem, avlayan da ben olurum' gibi. işçinin ürettiği malı sahiplenmesindeki niyete benzer, 'doğa benim elimden çıkmış gibi, onunla istediğim gibi oynayabilirmişim gibi hissedebilirim ne var bunda?' bu gibi meşrûluk arayışı, insanın doğa karşısındaki temel zaafiyeti oluyor aslında. "madem filozof da demiş, güçsüz olanlar, güçlü olanlara boyun eğecek, o hâlde alın tüfekleri haydin kuş avlamaya gidiyoruz" diyen biri olduğunda, ona "ama filozof, doğadaki doğal fenomenlerin iştirakçileri arasında güç kıyası yapıyor" demek gerekiyor. bilip de ya da aklına gelip de demeyen, demediğine pişman olmasa da, sonradan bunun bedelini başka bir arenada av olmakla öder. çünkü avcılık, bir spor olarak literatürde yerini alsa da, tarih sahnesindeki insanlık ayıbı olan "kötülük"lerden biri olarak kalacak; bunun gibi, avı av için kabullenme, başka bir hikâyede avlanmayı doğurur. çünkü ava giderken avlanmak, avdan dönerken de avlanebilme ihtimalini taşıma anlamına geliyor.

    kimse "ben avlanmaya gidiyorum" demez, av yolu iyi niyet taşlarıyla örülüdür. "ben ava gidiyorum" diyen adamın "ben av olmaya gidiyorum" değil de "ben avcı olmaya gidiyorum" dediğini düşünürüz; çünkü "avlanma" şeklinde türkçede dile getirdiğimiz dönüşlü fiil hem etken hem edilgen anlamı verse de, insandaki saldırganlığa olan meyil, "kurban olmaya" olan meyilden daha olasıdır. "kurban olmaya gidiyorum" diyen değil de "kurban etmeye gidiyorum" diyen makbûldur. kuş da kurban olmak için uçmuyor ama beklemediği yerden, kafası kadar kurşunla vuruluyor, düşüyor, başında bir av köpeği ve bıyıklı, basbaya adam. elinde tüfek var adamın, çekmiş vurmuş. bunu spor adına yaptığını kendine mırıldanıyor, elinde bir garip şey daha var; kuş bütün olan biteni yaralı gözlerle seyrediyor, canını teslim etti edecek, son eşhedü'sünü mırıldanırken flaş patlıyor. üstünde, boyun kısmında kurşun yarasından hallice bir ağırlık hissediyor, renkli bir ağırlık, onu vuran kurşun olduğunu anlamak için patlayan flaşın ardındaki fotoğraf makinesinin dölünün bilgisayar ekranına düşmesini bekleyecek.

    sanki kuş "ben av olmaya gidiyorum" demişçesine uçmaya girişmiş. en olmadık yerde vurulmuş (her vurulma olmadık yerde gerçekleşiyor olabilir), düşmüş. canlı balığın yarısını pişirmek konusu tamam civcivli, uzak-doğuluya laf sokarsın vs. ama senin toprağın da spor niyetine kuş vurup, fotoğrafını internette paylaşıyor. bunun adı barbarlık değil, insanın doğa karşısındaki zaferini kutlaması. bu kutlama töreni için, filozofça söylemi yanlış anlamış bir avcı gerekiyor, en azından bir avcı. üç beş avcı bir araya gelirse, daha şenlikli olur. nitekim üç kuşu, ölü ele geçirilmiş düşman askerleri gibi, uygun bir yere yatırıp, şampanya patlatır gibi flaşı patlatarak anı ölümsüzleştirmenin nesi fairplay ruhuna uygun bilmiyorum. aslan ceylanı yer; tamam da sen aslan değilsin ki. timsah balıkları yer ama o kuş timsah karşısındaki balık değil ki; çita, tavşan peşinde koşarken spor yaptığını mı ima ediyor? doğanın karşısında insan, doğanın içindeki herhangi iki şeyin birbiriyle münasebetine benzer bir tutum sergileyemez. aslan tüfekle oynanmayacağını doğuştan bilir. insan ise bunu seçer, seçebildiği için tüfeği yapmıştır ya da silahlardan nefret etmiştir. uçan kuşun lâyığının "o an için" ölüm olduğunu belirleme hakkını insan kendisinde nasıl bulur? canlıyı canından etme hakkı, hangi törel değerin eksikliğinden türemiştir? kim akıl etti bunu?

    avcı hiç duymadı mı einstein efsanesini? bir gün bir matematik problemi üzerinde çalışırken, masasına konan bir sineğe vurmuş, oraya leşini sermiş. sonra kalemini bırakmış. düşünmüş. "hangi problemi çözersen çöz, istersen atomu parçala, ama o canı bir daha geri getiremeyeceksin." sonra çalışma masasını öyle bırakıp dışarı çıkmış. aylarca eve dönmemiş, ne yapmış, ne etmiş kimse bilmiyor. sonra geri dönmüş. insan derdini neden mesellerle anlatır, değil mi? olayı hikâyeyle anlatmak daha zevkli olduğundan değil de, daha akılda kalıcı olduğundan, bu yolu seçmenin bir albenisi var. kutsal kitaplar mesellerle doludur, mitoloji desen yine aynı, küçük hikâyeciklerle... avcıya dinlere, mitolojilere özgü ağırbaşlı ahlâkî çıkarımlar sunmak gerekiyor; "doğadasın, o kuş senden bir parça taşıyor" demek gerekiyor. doğadaki her şeyin bir olduğunu, dünyanın yaşı kaçsa, hepimizin o yaşta olduğunu; kuşa kurşun sıkmakla beynimize kurşun sıkmak arasında bir fark olmadığını o adama anlatmak gerekiyor. tüfekli insana laf anlatmak zordur. zaten o, kendisine laf anlatılamadığı ya da kendi derdini aktaramadığı için tüfekli adam olmuş. çekip seni de vurur, meselini boğazına dize, yere yatırır, kurşunu da koyar boğazına bir de fotoğrafını çeker.

    dahil olduğun bütünlüğe ateş etmenin bir anlamı var mı? aslan ceylanı yerken, bütünün bekâsı adına bunu yapıyor, sen ise dizginleyemediğin güdüklüğünü eğlenceye çeviriyorsun.

    http://img202.imageshack.us/…mg202/7719/grnt121.jpg
  • çok afedersiniz, düpedüz âdilik.

    sen git, buzdolabın ağzına kadar doluyken, s*kin t***ğın denk tabii, güzelce ısıtılmış arabandan in, tek "suç"u o sırada biraz ısınmaya çabalamak olan, yolun kenarındaki tarlaya inmiş kuşu hedef al, iğrenç silahının iğrenç sesiyle beyaz ve ıssız düzlüklerin huzurunu yırt, şairlere nostaljik, çocuksu dizeler yazdıran güzelim bembeyaz karları kızıla boya, tanrıça gaia'nın güzeller güzeli süsünü, milyon yıllık evrim ve aşkın eşi benzeri olmayan meyvesini yok et. âdilik değildir de nedir bu? ulan, yediğin elmayı bile, o kuşun, bir zamanlar var olduklarının tek kanıtı olan torunlarını öldürmekle saygısızlık ettiğin atalarının tohumları ordan oraya taşımalarına borçlusun, hödük!

    evinin bereketi kaçsın, bir daha kursağından mezbaha artığı bile geçmesin, o araban da buzlu tabutun olsun!

    -sanırım gerçek insanlar olan avcı-toplayıcıları ya da ailesini beslemek için karla kaplı kulübesinden binbir zahmetle dışarı çıkan avcıyı kastetmediğim açıktır.
  • elbette yasalar vardir bu konu hakkinda.

    belirli donemlerde, belli $artlarda, belli hayvanlari avlamak yasaldir. soyu moyu tukenmek uzere olan hayvanlar zaten avlanmaz. oyle adilik, pu$tluk filan degildir avcilik. ben hayatimda elime silah bile almadim. ama bunu yasalar cervevesinde yapanlara hak vermemek asil ibi$liktir. yok toprak ana, yok tanrica, yok evrim filan abarmaya luzum yok.

    bilgi sahibi olmadan fikir sahibiymi$ gibi davranilmamali.
    git: http://www.taf.gov.tr/
  • avcılık kendi içinde değerleri ve kuralları olan bir yaşam tarzıdır.
    avcılığın iyi mi kötü mü olduğu ise hayata bakılan yer itibariyle farklılık gösterebilir.
    kimi için hayvanlar bu hayatın gerçek sahipleriyken, kimi için ise sadece dekoratif varlıklardır ve bir tavukla gergedan arasında fark yoktur.
    bu bir dünya görüşü meselesidir.
  • http://img692.imageshack.us/img692/765/grnt123.jpg

    yukarıdaki fotoğrafa bakarak bir şeyler yazmıştım. evvelce de değinmişim ama detayı bu.

    bir. fotoğraf koyup üzerine konuşmanın kolay olmasının nedeni, konuşurken çok boyutlu, renkli düşünebiliyor olmamızdır. aslına bakarsanız şu saatte blogun bana ne kadar yabancılaştığı üzerine bir şeyler yazacaktım. çok boyutlu ve renkli düşünebilmemi sağlayan bir fotoğrafla karşılaşınca, "yabancılaşma" durumunun aslında kendisine yabancılaştığımı düşündüm. üç kurşun ve üç kuş gibi. aslında ben de diğerleri gibi, kendi yaşamımda tek kurşun ve tek benmişim gibi hissettim. herkes için tek bir renkli kurşun yeterli. kurşununuzun rengi de size kalmış; istediğiniz gibi seçebilirsiniz. yeşil, kırmızı, mavi, bordo, siyah, turkuaz... herkes için o tek kurşun, onu yaşamdan alıp götüren, yabancılaştıran renkli mi renkli bir kurşun. kurşun dursun diye yapılmış bir şey değil, 9 adlı animasyonun bir sahnesinde geçiyordu, koca mermiye bakıp "bazı şeyler yerinde durmalı" minvalinde bir söz ediyordu küçük kahraman; onun gibi, kurşun bu fotoğraftaki kuşların üzerine, öyle dursunlar diye icat edilmedikleri kanıtlansın diye konuyor. bu bizim yaşamımızda da geçerli. insanlar avcılar ve avlar olmak üzere ikiye ayrılmıyorlarsa da; yaşamlarının bir bölümünde avcı da olabilirler, av da. kutsal cycle / devir, insanların bir dönem için av, bir dönem için ise avcı olmalarına neden olabilir. meselenin talihsizliği ya da katlanıldığında erdemleşen trajikliği buradan kaynaklanıyor; siz ne zaman av veya ne zaman avcı olacağınızı, önceden kestiremediğiniz için ava giderken avlanabilir, avlanmak için çırılçıplak soyunduğunuzda avlayabilirsiniz. avcılar bir araya gelmişler; bir site kurmuşlar ve yukarıdaki gibi fotoğrafları, yani avladıkları hayvanların fotoğraflarını kıvançla birbirleriyle paylaşıyor ve bir onur belgesi olarak dünyaya haykırıyorlar: ava giderken avladık!

    iki. "ava giderken avlanma" deyiminin gerçekleşmediğini, aksine her şeyin yolunda gittiğini, yüklendikleri sorumluluğu güvenle yerine getirdiklerini vurguluyorlar bu gibi fotoğraflarla. insanın doğayla ilişkisi ilk gözünü açtığından bu yana böyle değil; doğaya her gidişinde, kendisi için dışsal olan her canlıyla temasında, onlarla bütünleşerek yaşamsallığına kavuştuğu anları da oldu. bu anlar bin yıldır, iki bin yıldır, üç bin yıldır... fark etmez; bir an için olsaydı, bir saniye olsaydı bile bu anlamlıydı. nitekim insanın bir şeyin kıymetini bilmesi için ondan bir yudum alması bile yeterlidir. litrelerce içen insan ile bir yudum alan insan arasında bir fark yok. doyum meselesi değil bu. tadına varma, onu anlama, ondan içme meselesi bu. doğadaki canlıların herbiri kendine has bir "doğadan içme" ritüelini yerine getiriyor. bu ölene kadar sürüyor. kimisi 1 gün yaşıyor, kimisi yaşamsallığını güvence altına alacağı suya varıncaya değin, kumsalda ölüyor, 3 saniye, 5 saniye, 1 saat, 3 saat fark etmez. yaşamsallığını güvence altına alma çabası doğuştan geliyor. o an kaplumbağa yavrusu, yumurtadan çıktığı an olduğunu biliyormuşçasına yaşamsallığına akmak istiyor. yeni doğan insan yavrusu için de bu geçerli; ağlamak aslında tepki vermek anlamına geliyor, neye tepki vermek? doğduğuna tepki vermek. "sonsuz uykusuna yattı" veya "ebedî istirahatına çekildi" derler ya ölenler için; bunun nedeni ölümün sessizlik, doğumun ise seslilikle ilişkilendirilmiş olmasıdır. yaşayan için "ebedî" değilse de, bir süreliğine ses çıkarma, yaşadığını belli etme, tepki verme yasası işler. aksi hâlde verilecek sıfat bellidir: "yaşayan ölü". ingilizcede stoical, latincede stoicus sıfatı tam bunu karşılar. yaşamsal olan etkilere tepki vermeyene stoicus yani "tepkisiz/kaygısız" denir. nedir o yaşam etkiler, örnekleyebilir miyiz? mesela fotoğraftaki kuşları ele alalım. fotoğrafta üzerlerine yatırılan kurşunları ilk yedikleri an bir ses çıkarmışlardır: "cıvk!" belki tek hece, belki bir kaç kurşunda vuruldular; belki öncesinde bir kurşun sıyırdı onları, o an acı çektiler, bağırdılar. işte yaşamsal tepki budur, çekilen acıya ses vermek! vermiyorsanız, siz stoical/stoicus'sunuz, demektir. kolu bükülen bilgenin "yapma kırarsın" deyip, başka tepki göstermemesi gibi, yaşamsallığı ertelemek ise burada çok sık işlediğimiz gibi, "bilgelik" sayılıyor. kızı ölüyor adamın, ama dingin kalmayı başarıyor. karısı ölüyor, yine dingin. bacağını kesiyorlar, fazla sigara içmiş; ama o tepki vermiyor. yürüyemiyor, zor nefes alıyor, başı ağrıyor ama sessiz ve derinlikle bakıyor pencereden dışarı. çünkü yaşamsallığını bilinçli bir şekilde ertelemiş durumda; o "cıvk!" sesini çıkarmamak için yaşıyor. yaşadığını bile anlamasına gerek yok, tepki vermiyor oluşu, ona yetiyor. o, bunun bile farkında olmayabilir. en nihayetinde yaşamsallığının bilincinde olmayan için de yaşamsallık dert edilecek mesele değildir.

    üç. spinoza diyor ki, insanın kendi doğası, onu iyi olduğunu düşündüğü şeye iter, kötü olduğunu düşündüğü şeyden sakındırır. bu fotoğrafa bakıp avcıların "kötü insan"lar olduğunu düşünmeye hakkınız yok; kuşlarla empati kurmak, duyarlı biri için, avcılarla empati kurmaktan daha kolay. ama avcı da, ava bunun en nihayetinde iyi bir şey olduğunu düşünerek gitti. kuş nasıl yaşamsallığını "cıvk!" ile gösteriyorsa, avcı da tüfeğiyle doğaya gitmeyi yaşamsallığının bir parçası olarak görüyor. onun doğası, onu avcı kıldı. kuşun doğası da kuşu kuş kıldı. bu satırların okuyucusu ve yazarı, ne kılındıysa, o doğasından kaynaklanıyor. içinde bulunduğumuz her türlü tahakküm bile aslında bir ölçüde bizim kendi "kılma"larımızın birer neticesi. ava gitmeyenin, avı da olmaz. bunun gibi, doğası tarafından ittirilmeyenin, ittirilerek yapılmış eylemi de olmaz. oysa ben, her eylemimizin bir ittirilme neticesi olduğunu düşünüyorum. sürekli ittiriliyoruz. sürekli itirilmek zorundayız; ya dahili ya harici; ya iyiye, ya kötüye; ya acıya, ya hazza... mutlaka bir şeye itiliyoruz. yaşamsallığımızın ardında ittirilmek (etki) ve bizim ona verdiğimiz tepki var. yaşamsallığına karşı telâşsız kalabilenler, yaşamsallığını telâş üzerine kuranları hiç anlayamaz. bunda şaşılacak bir şey yok, avdan nefret edenler, yukarıdaki fotoğrafa bakıp da bu kuşları vurup üzerine bir de bu şekilde anı ölümsüzleştiren avcıları anlayabiliyor mu? mümkünatı yok. bir şeyi anlayabilmemiz için, ondaki yaşamsallığı kavramamız gerek. bunun için de sevmeden önce tanımayı, nefret etmeden önce de anlamayı becermek gerek.

    dört. "objects certainly are not permanent; as they vanish, does your mind vanish, also, and become like hair on a tortoise, or a horn on a rabbit?" the surangama sutra

    beş. "şüphesiz nesneler daimî değil; onlar yok oldukça, senin de zihnin yok olmuyor mu; ve bir kaplumbağada tüy ya da bir tavşanda boynuz gibi olmuyor mu?"
  • araba kullanmak gibidir.
  • gözleri kafasının önünde olan her canlı gibi insanın da doğasında olandır. biraz dikkat edilirse kuşlar dahil olmak üzere tüm canlılardan gözleri kafasının önünde olanların avcı (örneğin: aslan, kurt, baykuş, kartal ) ve gözleri kafasının yanında olanların ise av (örneğin: tavşan, geyik, güvercin) olduğu gözlemlenebilir. zamanla gelişen yaşam koşulları insanları avlanarak öldürmek yerine o hayvanları onların adına öldürecek kişiler bulmaya itmiştir. o kasaplar hayvanları siz ete para verdiğiniz için öldürüyor beyler kendinizi kandırmayın.
hesabın var mı? giriş yap