• en sevdigim komsum paul isminde 45-50 yaslarinda sari biyikli bir amca. eleman nike'in beaverton'daki ofisinde senior ar-ge'ci muhendis olarak calisiyor, arka bahcesinde organik tarimla ugrasiyor, evinin catisinda gunes enerjisi sistemi var ve ise tesla model s marka arabasiyla gidip geliyor. herhangi bir gun sabah 6'da kendisini evin arkasindaki ormanlik alanda jogging yaparken gorebilirsiniz ve "ne o, dizayn ettigin ayakkabiyi mi test ediyorsun" diye takilabilirsiniz.

    kendisi hayatimda gordugum en cevreci insanlardan biri diyebilirim. birkac ay once aksam saatlerinde kapim calindi ve karsimda paul'u gordum. elinde buyukce bir paket vardi ve sakayla karisik "bana hediye mi getirdin" deyince "bugun ava ciktim da bir geyik vurdum. etlerin bir kismini kendime ayirdim, bir kismini evsiz siginma evine bagisladim, biraz da sana getireyim dedim" seklinde cevap verdi. bunu duyunca cok sasirdim ve neden durup dururken masum bir hayvanin hayatina kiydigini sordum.

    bana "sana 2 hayvanin hikayesini anlatayim" dedi (a tale of two animals). daha sonra devam etti: "bu hayvanlardan biri senin buzdolabindaki inek ve kendisi endustriyel bir ciftlikte dogdu, dogar dogmaz annesinden ayrildi, sonra citlerle kapli bir yerde yuzlerce hayvanla sikis tepis yasadi ve hizlica sismanlasin diye kendisine surekli hormon basildi ve kisa zamanda obezite basta olmak uzere bir cok saglik sorunuyla bogusmaya basladi. belli bir kiloya ulasinca da mezbahaya gonderilip once diger arkadaslarinin katledilmesini izledi, sonra da kendisi oldukca kanli bir sekilde katledildi. hayatinin ilk dakikasindan son dakikasina kadar sirf bazi sirketler karina kar katsin diye iskence cekti."

    ve yine devam etti: "bugun vurdugum geyige gelince ormanda dogdu, ailesiyle ve arkadaslariyla ozgurce yasadi ve mutlu bir yasanti surdu. en sonunda nereden geldigini gormedigi bir mermiye yenik dustu ama omrunun son 5-6 saniyesi haric hic aci duymadi ve hayattan zevk aldi. vucuduna ne hormon enjekte edildi, ne hapis hayati yasadi, ne iskence cekti."

    ikna olmus gibiydim ama dayanamadim ve "peki zevk icin savunmasiz hayvanlari vurmak ne kadar dogru?" seklinde bir soru yonelttim. o da "eskiden dedemle babam ormanda avcilik yapardi. ben de kucuklugumden beri bu isin icindeyim. bugune kadar zevk icin avcilik yapan kimseyi gormedim. bazi simarik zenginler afrika'ya gidip aslan avlamaya calisiyor ama bu bolgede avlanilan hayvanlarin tamami avcilar tarafindan yeniyor veya evsiz siginma yerlerine bagislaniyor" seklinde cevapladi.

    biraz arastirma yaptim ve etrafta avcilik yapan baskalariyla da konustum. avcilar icinde sirf zevk icin hayvan oldurup buna "spor" diyen insanlar %1'lik kesimde. cogunun evinde buyuk derin dondurucu var ve avlandiklari hayvanlari orada birakmiyorlar. en son buldugum istatistiklere gore sirf 2010 yilinda abd'deki avcilarin bagisladigi etlerle evsizlerin toplamda 11 milyon porsiyon et yemesi saglanmis. ustelik burada bahsedilen hormonlu hastalikli etler degil buyuk olcude organik ve citlerin arasinda sikisip kalmak yerine ormanda rahatca kosabildigi icin saglikli olan hayvanlara ait etler.

    herseye ragmen vejeteryan olan biri cikip da avcilari etleri icin hayvan oldurdukleri icin elestirirse en azindan bunda biraz tutarlilik var ama marketten veya kasaptan endustriyel mezbahalardan cikan etleri alip beslenme amacli avciliga vahset demek ironik kaciyor. marketlerde satilan etlerin ne sartlarda uretilip piyasaya suruldugunu gormek isteyen google'da ufak bir arama yapabilir. biz marketten aldigimiz etin nasil o hale geldigini gormedigimiz icin vicdanimizi rahat tutuyoruz, hatta cogu zaman bunu gormek bile istemiyoruz. zaten bu yuzden bazilari "bugun avlanmaya gerek yok her turlu et markette mevcut" diyorlar. tamam her turlu et markette mevcut da o etler uretilirken hayvanlara yapilan eziyetleri gormedigimiz icin yok mu sayacagiz?

    bu arada insanlar balik tutmaya da cogu zaman laf etmiyorlar ama konu kara hayvanlarinin avlanmasi olunca aninda "vahset" deniyor. konu ceylanlarin, geyiklerin sirin olmasiysa kuzular ve koyunlar da gayet sirin ama kimse onlarin kesilip yenmesine laf etmiyor. zaten yukarda bahsettigim gibi mevzu hayvanin kesilip yenmesi degil, dogdugu andan oldugu ana kadar surekli hapis hayati yasamasi, sagliksiz sartlarda buyumesi ve surekli eziyet cekmesi. bu acidan avcilik daha insancil geliyor.

    avciliga "spor" denmesinin sebebi hayvani vururken yapilan "nisan al, ates et" eylemi degil. ortalama bir avci avini bulana kadar cogu zaman ormanda saatlerce yuruyor, kosuyor, tirmaniyor ve butun bu hareketlere "spor" deniyor. hayvani vurma anina spor demek ne kadar dogrudur bilmiyorum. bir de "savunmasiz bir hayvana silahla saldiriliyor, esit sartlarda avlanilmiyor" denmis. mezbahalarda kesilen hayvanlara kacma sansi veya dovusme sansi veriliyor mu? onlar esit sartlar altinda mi kesiliyor?

    son olarak not geceyim, avcilik yapmiyorum ve cogu kisi gibi ben de marketten et aliyorum ama kimseyi avcilik yaparak eve et getiriyor diye suclayamam. paul'un tatava yaptigina da bakmayin, o da cogu zaman marketten et aliyor.

    edit: sirf merak ettigimden yasadigim yerdeki geyik avlanmayla alakali kanunlara baktim. oncelikle eger tufekle avlaniyorsaniz yilda 2-3 hafta avlanma izni var, eger okla avlaniyorsaniz bu izin 4-5 haftaya cikiyor. yilin geri kalan zamaninda geyik avlamak yasak. bu avlanma zamaninda avlanabilmek icin de hangi hayvani avlayacaksaniz o hayvanin lisansini almaniz gerekiyor. yani geyik avlayacam deyip lisans alip dag kecisi avlayamiyorsunuz. avlanmaya ciktiginizda sadece 1 geyik vurma hakkiniz var ve vurdugunuz geyigi ya yaninizda goturmeniz ya da bir yere bagislamaniz gerekiyor. hayvanlari motorlu bir aracla takip etmek veya onlara motorlu bir aractan ates etmek yasak (motorsiklet ve atv'ler dahil). hayvanlarin yerini havadan drone, helikopter veya cesitli araclarla tespit edip avantaj yakalamak yasak. otomatik silah kullanmak yasak. okla avlanirken elektronik cihaz veya durbun eklemek yasak. gunes dogmadan once veya gunes battiktan sonra avlanmak yasak. hayvanlarin gozune isik tutmak yasak. gece gorus durbunu kullanmak yasak. kisaca avcilar hayvanlara karsi haksiz bir avantaj saglamasin diye bunun gibi onlarca kural var. istatistiklere gore her yil geyik avina cikan avcilardan sadece %30'u evlerine geyikle donerken %70 eve elleri bos donmus. gecmis yillara gore ormandaki geyik sayisinda gozle gorulur bir artis veya dusus gozlemlenmemis.

    av sezonu disinda avlanan biri yakalanirsa veya ihbar edilirse kendisine hapis + yuklu bir para cezasi + avlanirken kullandigi araclara (silah ve araba dahil olmak uzere) el konulmasi + lisansi varsa iptal edilmesi + bir daha uzun sure boyunca lisans verilmemesi gibi cezalar verildigi icin bu kurallara cok dikkatli bir sekilde uyulmaktaymis. "herseye ragmen yasadisi avcilik yapanlar var" denmis. ona bakarsan at, esek gibi hayvanlari kesip inek eti diye satan kasaplar da var. o zaman hayvancilik ve kasaplik tamamen yasaklansin mi?

    ozel mesajla ek bilgi geldi: "türkiye'de de aynı şartlar geçerli. geyik avlayacaksan başvuruda bulunman lazım. bölge bölge kota açılıyor. mesela afyon'da 6 geyik trofe avına açılıyor antalya'da 10 başka bir bölgede 20. türkiye'nin sorunu kaçak avcılık. trofe konusunu atlamışsın ayrıca. en büyük boynuzlu geyiği avlamaya çalışır avcı. en büyük boynuzlu olan erkek ve en yaşlı olandır. tüm ülkeler kota sınırını da belirtir. örneğin 100 trofe avlanacak bunun yanında 20 kazık veya kırık avlanacak şeklinde olur. kazık veya kırık, boynuzu kırık veya deforme olmuş olan trofelere denir. kırık olunca diğer erkekleri yaralama riski daha fazladır, ayrıca gen bozukluğunun göstergesidir ve böylece önüne geçilir. dişi kotası genelde çok düşüktür yada hiç yoktur. türkiye için trofe avlarında dişi kotası yok. dişi kotası olursa av sezonunda dişinin yanında yetişkin yavru varsa avlanılmaz. dişinin hala üreyebildiğini yanındaki 7-8 aylık yavru gösterir. genelde kısır veya yaşlı dişilerin avlanmasına izin verilir. genelde genç dişi ile yaşlı dişi kolay ayırt edilir. yaşlı dişinin yanında yetişkinliğe adım atmaya başlamış yavrusu yoksa avlanır."

    edit 3: @antik sehir: ek olarak tüfekle avlanan kişiler tüfeğe aynı anda en fazla 3 kurşun koyabiliyorlar. herhangi bir aparat ya da kurşun kullanılırsa ceza kesiliyor.
  • spordur korkaklıktır vahşettir tartışmasına hiç girmeden tek bir etkisinden bahsedeceğim, türlerin devamı açısından en önemlisi bu çünkü:

    bir avcı öldürmek için cılız ya da hastalıklı bireyleri değil, en gösterişlileri, en güzelleri, en güçlüleri seçiyor. mesela turistler afrika'da yılda 500 erkek aslan avlıyor. ama hepsi de sağlıklı, gür yeleli, güçlü hayvanlar. kıtada toplam aslan sayısı yirmi binken (4500'ü erkek) her sene bu küçük gen havuzunun en sağlıklı 500 örneğinin düzenli olarak öldürülmesi aslanları yavaş yavaş yok oluşa doğru götürüyor. avcıların tercih ettiği erkeklerin her biri hem kendi sürüsünü sırtlan baskınlarına karşı savunuyor, hem de çiftleştiğinde sağlıklı genlerini ve koruyuculuk yeteneklerini yayıp türünün devamını sağlıyor. daha doğrusu avlanmasa sağlayacak. avcılar en güzel, genç ve sağlıklı hayvanları yok ederek, geriye kalan sağlıksız ve avlanmada o kadar başarılı olmayan hayvanların genlerinin yayılmasına neden oluyorlar.

    bunları işkembeden sallamıyorum, hayatını aslanlara adamış belgesel yapımcısı beverly ve dereck joubert çifti 80'lerden beri bu avcı-av ilişkisini takip ediyor. aslan sayısı 50 senede 450.000'den 20.000'e düşmüş. ama bu süreçte avlanan aslan sayısı 430.000 değil, 20-30 bin kadar. güçlü erkek ortadan kaldırılınca onun gidişiyle bir sürü yavru da ölüyor çünkü. dişi avlandığında sırtlanın gelip yemeğini çalmasını engelleyen bir numaralı etken avcıların tercih ettiği güçlü ve sağlıklı aslanlar da ondan.

    sadece aslanlardan bahsetmiş olsam da bu sürecin bütün türleri aynı şekilde etkilediğini tahmin etmek zor değil.

    edit: günümüzde avlanan her erkek aslan, sürüsünden 20 ila 30 aslanın (dişiler, yavrular ve genç erkekler) daha ölümü anlamına geliyormuş. şu andaki gidişle 2020'de aslan nesli tükenebilirmiş.

    edit 2: bunun iki kötü etkisi daha varmış: 1- yavrulara avcılık bilgilerini geçirecek başarılı hayvanların yok edilmesi, 2- temelleri güçlü erkeklerin varlığına dayanan sosyal sürü yapısının çökmesi.

    edit 3: arzach uyarınca fark ettim, bir önceki editte (edit 2) eklediklerimi detaylandırmadığım için yanlış anlaşılmaya açık olmuş. birinci madde avcılığın aslanlar değil genel olarak yırtıcı hayvan toplulukları üzerindeki etkisi üzerine. yoksa aslanlarda avlanmayı dişiler öğretir. ikinci maddeyse hem aslanları hem de onların tarzında yapılanan diğer hayvanları ilgilendiriyor.
  • bunun kurdu insanın içine düştü mü, bir daha iflah olmazmış.
    zengin bir aganın genç oğlu, sigaraya başlamış. aganın yaverleri, "agam oğlun sigaraya başladı, ne yapalım?" demişler. aga "kaç paket içiyor?" demiş. "1" demişler. "5 paket daha alın". şaşıran köylüler dediğini yapmışlar. gel zaman git zaman sonra "agam oğlan alkole de başladı" diye gelmişler. "ne kadar içiyor?" demiş aga. "5 bira" demişler. "kasayla alın ibneye" demiş aga. sonra sonra "agam oğlan kumara dadandı" demişler. "kaç para kaybediyor?" demiş aga. demişler "10 bin", "100bin verin, onu da kaybetsin" demiş aga. sonra köylüler gelip "agam karı, kıza da sardı senin oğlan" demişler. demiş aga "4-5 karı daha ayarlayın". köylüler yine haydaaa deyip ayrılmışlar aganın yanından.
    efenim sonunda, köylüler "aga ne dediysen şaşırdık biz ama sen doğru çıktın. oğlan tüm yaptıklarını bıraktı. düzeldi, avcılığa merak sardı, orman dağ takılıyor". demişler.
    aga bu sefer "ilk av seferinde vurun ibneyi" demiş. daha iflah olmaz o.
    yaaa
  • insan denen türün avı ile olan bağını çoktan yitirdiği faaliyet.. öyle ki spor veya hobi bile deniyor utanıp sıkılmadan..

    onlarca, hatta yüzlerce metre öteden dürbünlü tüfekle bir yaban koyunu* vurmanın adı "avcılık" olmuş.. nasıl bir motivasyonsa bu, ava yaklaşmadan, iz sürmekle uzun uzun uğraşmadan, sessiz ilerlemeyi, gölgelerde saklanmayı öğrenmeden, kaçan hayvanın peşinden koşmadan, bir tepeden vadinin diğer tarafındaki yamaçta yürüyen hayvanı keskin nişancı dürbünüyle vuruyor olmak nasıl bir "başarı" hissi uyandırıyor bu insanlarda..?

    bunun, kendine "avcı" diyenlere kattığı motivasyonu cidden anlamıyorum.. çok uğraşıyorum.. ama ı-ıh.. yok..

    hayvan senden habersiz, kokunu alması mümkün değil, sesini duyması mümkün değil.. bu şekliyle onu vurmak nasıl bir başarı..? amaç spor olunca, av faaliyetinin de, kendini avcıyım sananın da anlamı boşalıyor.. içi boşaltılmış kavramlara bir yenisi daha ekleniyor..

    yüzüne tutulan projektörle felç edilip kımıldayamazken vurulan hayvanlar geliyor aklıma sonra..

    avcılığa karşı değilim.. asla..

    ama gelişmiş tüfeklerle, projektörlerle, tuzaklarla yapılan ve ava kendini kurtarma şansı vermeyen bir katliam faaliyetinin adının "avcılık" olması kabul edilebilir görünmüyor..
  • eski türklerde avcılık...

    avcılık, tarihte asker ve savaşçı bir millet olarak kabul edilen türklerde hayvancılığın yanı sıra, hem ekonomik getirisi bakımından hem de sivil hayatta da olsa savaşa hazırlık antrenmanı olması bakımından (at üzerinde hız kazanma, attığını vurabilme, sürek avlarında olduğu gibi organize hareket edebilme, pusu kurabilme vs) büyük önem taşıyordu.

    zira atıcılıkları ve binicilikleriyle tanınan türkler avlanırken de at üzerinde olur ve genellikle ok ve yay kullanırlardı.

    dolayısıyla avcılık daha hunlar zamanında kurumsallaşmış ve birçok avcılık türü ortaya çıkmıştı. bu kadarını hem çin kaynaklarından hem de bengü taşlardan* (mesela ulu kem yazılı kaya resimlerindeki ve saymalıtaş kaya resimlerindeki/petrogliflerindeki av sahneleri gibi) biliyoruz.

    ama açıkçası sibirya'da ve orta asya'da hala mevcut olan, türkiye'de ise unutulan türk (ve moğol) av ritlerinin xııı. yüzyıldan öncesiyle ilgili elimizde çok da fazla bilgi yok.

    çin kaynaklarına göre kırgızlar, akrobatlar ve eğitilmiş hayvanlarla sirk benzeri topluluklar kurmuş ve buralarda av sahneleri sergilemişler. avla ilgili tasvirlerin, petrogliflerin ve canlandırmaların eskiden beri avda başarılı olmak için bir çeşit büyü amacıyla yapıldığı söylenegelse de jung, bu sahnelemelerin ilkel* dönemlerde bir insana yapacağı işin ne olduğunu anlatabilmek için gerçekleştirildiğini söyler.

    çin kaynaklan hun şanyu'sunun*her yıl dağda göğe at kurban verdiğinden bahseder. bu kurban törenlerinde özellikle beyaz at kullanılırdı çünkü siyah at daha çok yer'e (ya da erlik gibi karanlık tanrı/ruhlara) sunulurdu. proto türk ya da hun devrinde gördüğümüz bu göğe kurban işlemi göktürk devrinde de sürmüştü ve bu devirde de av esnasında ak at vurularak kurban edilirdi.* bu av sırasında kurban verme ayini choulardan itibaren hemen hemen bütün türk boylarında vardı.

    divanü lugati’t-türk’te ise, sığır adı verilen bir avlanmadan bahsedilir.

    “sığır: hanların halkları ile beraber yaptıkları bir çeşit av. öyle ki hanın adamları ormanlara ve kırlara dağılırlar, yaban hayvanlarını önlerine katarak hanın olduğu yere doğru sürerler; o, yorulmaksızın bulunduğu yerden önüne çıkan hayvanları vurur. sürgün avı” (divanü lugati’t-türk, 1. cilt, s. 364)

    zira türklerin en çok tercih ettiği avlanma şekillerinden biri sürek avıydı. sürek avı av hayvanlarının çeşitli yollarla kovalanarak belirlenmiş bir yere toplanmasına ve bu şekilde daha kolay avlanmasına dayanıyordu ve bu av sırasında av için eğitilmiş diğer hayvanlar kullanılırdı. bu avlar aynı zamanda en etkili savaşa hazırlık aşamalarında biriydi çünkü bu esnada türkler, savaş taktiklerini (turan taktiği/ kurt oyunu gibi) pratiğe geçirmek için fırsat buluyorlardı ki gözünüzde öyle on beş, yirmi kişiyle yapılan avlar canlanmasın mesela çin kaynakları m.ö 62 yılında hun imparatorunun idaresinde gerçekleştirilen sürek avına 100.000 süvarinin katıldığını yazar.
    ve yine böyle büyük avlardan sonra şölen düzenlemek de çok eski dönemlere dayanan bir gelenekti.

    bir benzerini ırk bitig'de gördüğümüz bu avlanmada, hayvanlar kuşatılır ve hayvanı bizzat kendi eliyle tutması için hükümdara yönlendirilirdi.

    “(2-1-2) 63. hanın ordusu ava çıkmış. avlak içine bir erkek karaca girmiş. (onu) elleri ile tutmuşlar. (hanın) bütün sıradan askerleri seviniyor, der. öylece biliniz. bu fal iyidir.”*

    anlam bakımından çok zengin olan bu rit, hanın avcılıktaki ayrıcalığını, ilk avın izleği olan kan dökme yasağını hatırlatır bize. avcılıktaki bu ayrıcalık, toplumsal hiyerarşiden ve ilk cinayetin temsil ettiği tehlikeden ileri gelir ki bu sürek avlarındaki katliamın sorumluluğunu hanın üstlenmesiyle de ilgilidir.

    bir diğer avlanma şekli olan ve günümüzde hala kazakistan ve kırgızistan’da devam eden kartalla avlanmada ise kartalın yakalanması ve eğitilmesini de içeren zorlu ve uzun bir süreç gerekir.

    genellikle tavşan ve tilki avlamak için kullanılan bu yöntemde kartal sahibine bürkütçi denir. (günümüzde bürkütçilerin sayısı çok az ve olay da biraz turistik biraz şova dönüşmüş durumda)

    ergenlik çağına gelen erkek çocuklarının kendini kanıtlaması için düzenlenen erginleme* törenlerinde ise avın hakkını vermesi, kendi adına avlanması gerekirdi ki bunun için önceden eğitime tabi tutulurdu. bu yaş da büyük ihtimalle ikinci müçeldi.* ama özellikle hanedan üyeleri arasında 10, 11 yaşlarına kadar indiği de olurdu.

    (şimdi bizde şöyle bir aile klasiği vardır. baba, hafta sonları bulduğu boş bir arazide çocuğuna araba kullanmayı öğretir. o yüzden özellikle erkek çocuklar 18 yaşına geldiği zaman araç kullanmayı zaten öğrenmiş olur. heh işte hunlarda da evin babası daha küçük yaşlardan itibaren erkek çocuğunu koyunun üzerine oturtup kuş ve fareye ok attırıyor, sonra biraz büyüyünce tilki ve tavşan avlatarak onu hayata hazırlıyor)

    mircea eliade, yakutların av tanrısı bay bayanay’dan bahseder. göğün doğu bölgesinde oturan, tarlalarda ve ormanlarda bulunabilen ve siyah manda kurban edilen bu tanrı, panteonda yer su tanrılarından biriydi.

    dağ keçisi ve geyik avıyla geçimini sağlayan karaçay malkar türkleri, apsatı adı verilen bir av tanrısına inanırlardı.

    şor türkleri, sangır dedikleri bir tözün kendisine saygı gösteren avcılara yardımcı olduğuna inanırdı.*

    altay türklerine gelince, av sırasında dağ ve orman ruhlarının (bu orman ruhları güzel hikayeler dinlemeyi sevdikleri için avcılar, bir hikaye anlatıcıyı yani kayçıyı da yanlarında götürür ve ona da avdan eşit pay verir) kendilerini koruduğuna ve avda içten bir inanç ve temizliğe sahip olmanın gerektiğine inanırlardı.

    avcı, avdan önce karısıyla birlikte olmaz, kimseyle konuşmazdı. (kadınlar genellikle avcı ve aletleri için tehlikeli bir biçimde kirli kabul edilir ve avla ilgili her şeyden uzak tutulur.)

    avdan önce avlanacakları ormanın ruhundan izin alırlardı.

    (izin kelimesine fazla takılmayın dua ediyorlar yani. şu alkış*örneğinde olduğu gibi;

    “avlanmaya gelmiştim,
    attığım okuma rastlarsan kızma!
    okum değerse darılma!
    avlanma amacıyla geldim!
    bana, çoluk çocuğuma kürk gerek,
    lezzetli etin gerek.
    ağacın, taşın, akarsuların,
    yüksek dağların iyeleri kızmayın,
    av hayvanlarınızı verin!”)

    altaylı avcılar, yol boyunca fazla konuşmaz, gülmez veya tartışmazlardı. önlerine obo çıkarsa onlar da taş koyup saygılarını sunarlardı. *

    bazen avda başarılı olabilmek için avdan önce şaman/kam ayini yapıldığı da olurdu.

    av bitiminde hemen orada bir miktar et pişirilerek orman ruhuna saçı* yapılır ondan sonda da avın bütün ganimeti eşit olarak paylaştırılır hatta yoldan geçenlere bile pay verilirdi. (bu yoldan geçene pay verme ya da şirolga / savga denen adet, çok eski bir türk geleneğidir) avın eşit olarak dağıtılması adalet, hakkaniyet ve dayanışmanın yanı sıra öldürülen hayvanların sorumluluğunun da paylaşılması anlamına gelirdi.
    (bugün bile altay cumhuriyeti’nin en önemli gelir kaynaklarından biri avcılıktır)

    alageyik efsanesinde alageyiğin peşinden ölüme giden halil’in hikayesi gibi masallar ve mitler de var ki mitolojide yakalanamayan bu avların avcıyı karanlık yer altına ya da ölüme çeken kötücül ruhlar olduğu düşünülürdü.

    evcilleştirilen hayvanlar için uyulan kan dökme yasağını av hayvanı için de uygulamak zordu. okla avlanmanın yanı sıra (bazen okların ucuna yuvarlak cisimler konurdu) av hayvanlarının avcıların bulunduğu yere güdülmesi suretiyle bunları av için eğitilmiş şahin veya doğan, kement, tuzak, taşlama, kırbaç vb kullanarak avlama yöntemleri de tercih edilirdi.

    avcı bazen havyanın postunu giyer ya da onun sesini taklit ederdi. eski türklerde av hilesi, av hayvanını aldatmak için değil onun ait olduğu topluluğa girmek için yani diğer bir deyişle av ve avcının yaşamlarının iç içe geçmesi için gerekliydi bu aynı zamanda avlanan hayvana duyulan saygının da bir göstergesiydi ki saygı derken mesela av hayvanı için kötü şeyler konuşmak hatta adını telaffuz etmek de yasaktı.

    öldürülen hayvandan özür dileme, çok eski bir gelenek olmakla birlikte genel olarak, öldürme eylemi, savaştakine benzer kanunlara göre yapılırdı. mesela kapanmış olan av çemberinden birkaçının kaçıp gitmesine izin verilirdi. (tabii burada başat neden türün neslinin tükenmesi endişesi, ihtiyaçlarından fazlasını asla avlamıyorlar) ve tabii ki her boy kendi ongon hayvanına asla dokunmazdı.*

    hayvanın yeniden canlanmasını sağlamak için, iskeletine özen gösterilir, kemiklerinin hiçbiri kırılmazdı. hatta kaza ile kaybolan bir kemik varsa onun yerine, tahtadan bir parça eklenirdi.

    ister kişisel avlanma olsun ister toplu yapılan büyük avlar olsun, avcılığın bütün yıl boyu yapılması serbest değildi mesela sürek avları kışın yapılır. hayvanların üreyip çoğalabilmeleri için bahar* ve yaz* ayları avlanılmazdı.

    eski türk kültüründe, avcılığın yalnızca gıda kaynaklı olmadığını, kürk için de avcılık yapıldığını biliyoruz.

    “sarı altınlarını, beyaz gümüşlerini, kenarlı ipek kumaşlarını, kokulu ipeklilerini, has atlarını, aygırlarını, kara samurlarını … gök renkli sincaplarını türküme halkıma kazanıverdim” (orhun yazıtları, bilge kağan)

    burada altın, gümüş, ipek, at, aygır gibi türk halkı için ekonomik değer arz eden eşya ve hayvanlar sıralanırken, kürkünden yararlanılan samur ve sincap da sayılmış….

    dede korkut hikayeleri’nde gördüğümüz av avlamak, kuş kuşlamak deyimleri daha eski dönemlerde de karşımıza çıkıyor.

    mesela yenisey yazıtları'ndan birinde töles bilge tutuk ismindeki bir beyin mezar taşında da “iç yer ceylanları çoğalsın (onları) vuracak alp tutuk (artık) yok.... toğday turnaları çoğalsın (onları) avlayacak (kuşlayacak) bilge tutuk (artık) yok” sözleri dikkat çeker.

    12 hayvanlı türk takvimi’nde yıllara adını veren hayvanların belirlenmesi, divanü lugati’t-türk’te şu av olayı ile anlatılır:

    “…bunun üzerine hakan ava çıkar; yaban hayvanlarını ılısu'ya doğru sürsünler diye emreder. bu büyük bir ırmaktır. halk bu hayvanları sıkıştırarak suya doğru sürer. bu hayvanlardan avlarlar; birtakım hayvanlar suya atılırlar; on ikisi suyu geçer; her geçen hayvanın adı bir yıla ad olarak takılır…”*

    yine divanü lugati’t-türk’te gördüğüm avcılıkla ilgili şu savla bitirelim:

    “awçı neçe al bilse adığı ança yol bilir./ avcı ne kadar al bilse ayı o kadar yol bilir.”
    (avcı ne kadar av hileleri bilirse, ayı da o kadar kaçacak yolları bilir. bu sav iki kurnaz kişi karşılaştıkları zaman söylenir.)
    (divanü lugati’t-türk, 1.cilt, s. 63)

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    yves bonnefoy - mitolojiler sözlüğü
    divanü lugati’t-türk - kaşgarlı mahmut
    yaşar çoruhlu - türk mitolojisinin ana hatları
    ferah türker - altay türklerinde avcılıkla ilgili pratıkler ve efsanelerdekı yeri
    pertev naili boratav - türk mitolojisi
  • kışın sonundaki o soğuklarda, ilkbaharda ya da yaz başı, marmara'nın tekinsiz sularına dalıp 3 eşkina vururum. 3 saat, 4 saat uğraştığım olur çünkü deniz bu mevsimlere bağlı olarak pistir, planktondan dolayı çok bulanıktır, soğuktur ya da çiş gibi sıcaktır, dalgalıdır, yorucudur. bulanıklık ve akıntı, dalıp bulduğum bir taşı bir daha bulmamı engeller. aynı taşı tekrar bulabilmek için birçok dalış daha yaparım ve bu beni tüketir. balık yoktur, varsa da bireyler küçüktür, avlanmaya değer iri balıkları bulmam uzun sürer vs. ama günün sonunda sudan çıktığımda bu 3 balık ile gurur duyarım. eve veya lokantaya götürüp ailemle ya da arkadaşlarımla birlikte afiyetle yiyecek olmanın hayalini kurarım. sonbahar gelince marmara denizi bir berraklaşır, balık göçleri başlayınca bir zenginlik oluşur, su biraz soğuduğu için planktonlar ölür, görüş açılır, berraklaşır. karadeniz'den gelen yeni balıklar marmara'yı doldurur. başka mevsimlerde de denizin bazı avantajları vardır ama sonbaharda tüm şartlar avantaj sağlar.

    bu haftasonu bunun başlangıcı vardı. daha önceden taşlık olduğunu bildiğim bir bölgeye teknem ile geldim. tam bölgenin üstünde miyim diye maskemin camı denize girecek şekilde tekneden eğildim ve berrak suda dibe baktım. taşların üzerinde sayamadığım kadar çok eşkina vardı. uzun süre dibi seyrettim, ara ara sargoz sürüleri de geçiyordu, rahmetli yaman koray'ın deyimiyle altımda tam bi balık bayramı vardı. tekneden doğruldum ve kimi zaman 3 balık avlamak için neler çektiğimi ve o balıkların ne kadar değerli olduğunu, sonra da içinde bulunduğum günkü bolluk durumuna bağlı olarak bu berrak suda denize dalıp avlayacağım 3 balığın aşağıdaki binlerce balık içindeki şanssızlığını düşündüm. sonuç olarak balık vurmadım o gün, biraz dolanıp çıktım. bir gün önce de "olm yarın ölümüne dalcam, katliam yapçam, ölümüne vurcam, dalarken ölcem, cesedimi toplucaksınız hahahah" diye sallıyordum. ganimetsiz dönmem herkesi şaşırtı ve biraz dalga konusu oldu ama olanları sadece ben biliyordum.

    sadece yetecek kadarını avlayacak sağduğu ve eğitim olduğu sürece avcılık, içinde bu hissiyatı barındırabildiği için de çok değerli bence.
  • "avcilik bir spor degildir. sporda iki taraf da bir oyunun icinde oldugunu bilmelidir."

    paul rodriguez.
  • "av bir hayvan hakları ihlalidir"

    bu cümleyi hayvanla münasebeti tabağındaki ölü tavuk, ayağındaki deri çizmeyle sınırlı olanlara söylediğinizde yüzünüze şaşkınlıkla bakarlar.

    bu entry, avın vahşet olduğunu düşünenlerden yardım istemek için yazılmıştır. aksi kanaattekilerin okumakla zaman kaybetmesine gerek yoktur.

    dün, birinin avlanması yasaklanmış türlerden olan "pina" türü bir deniz canlısını avladığı ve bunu sosyal medya hesabında paylaştığı ihbarını aldık. bu vesileyle 4915 sayılı kara avcılığı kanunundan bahsetmek istiyorum.

    bu kanun son derece ayrıntılı. merkez av komisyonu da her yıl hangi hayvanların, kaç adet, ne gibi silahlarla ve hangi bölgelerde avlanabileceği gibi "karar"lar alıyor. dolayısıyla kanunu da kararları da ezberleyip akılda tutmak mümkün değil. biz avukatlar olarak her başvurumuzdan önce bunları tekrar gözden geçiriyoruz. ancak sizler çoğunlukla hukukçu olmadığınız için, birilerinin kaçak avlandığından, fazla avlandığından, yasak ekipmanla avlandığından, nesli tükenmekte olan canlıları avladığından vs. şüphelendiğiniz anda aşağıdaki dilekçe metnini olaya uyarlayarak cimer üzerinden şikâyetçi olunuz. yanlış madde gösterseniz ya da eksik başvuru yapsanız bile, başvurunuzu alan merci doğru hükmü bulup uygulayarak cezayı kesmek zorunda.

    cezalar az, farkındayız. ancak cezalar az diye uygulatmaya çalışmaktan vazgeçmemeliyiz. elimizde hayvanlar lehine sadece bunlar var.

    dilekçe metni:

    "... isimli şahsın, avlanması yasaklanmış olan "pina" türü deniz canlısını (latince ismi pinna nobilis) avladığı, bunu instagram hesabından paylaştığı bilgisi verilmiştir. şahsın instagram hesabından bu durum açıkça anlaşılmakta, ayrıca söz konusu hesaba ait ekran görüntüleri de başvurumuz ekinde gönderilmektedir.

    açıklanan nedenlerle, 4915 sayılı kara avcılığı kanununun 21/1 maddesi gereğince ... isimli şahsa idari para cezası uygulanmasını talep ederim."

    edit: yazıda geçen bimer ifadesi cimer olarak güncellenmiştir.
  • türkiye'de devletin avcıyı soyması işlemine verilen isim.
    sıfırdan başlayıp avcı olabilmeniz için yapmanız gereken masrafa bakalım.
    ilk önce gerekli belgelerle birlikte ruhsat için başvurulur, yivsiz tüfek satın alma belgesi alınır, yaklaşık 30 tl
    tüfek satın alınır. kullanılabilecek bir tüfek 1300tl den başlar.

    yivli tüfekle avlanıcam derseniz 30 lira size bir anda 5 yıl için 3700 liradan fazlaya çıkar, bir nevi devletin sen gelme ulan ayı demesi. yivsiz tüfek için buraya kadar normal. bu aşamada tüfeği alıp eve koyup kendinizi savunabilirsiniz. ancak diyelim ki doğaya gidip bir kuş vurup mangal yapmak istediniz.

    avcılık eğitimine gidip sertifika alacaksınız, 200-400 tl
    zorunlu olmamakla birlikte indirim sağladığı için avcılık derneğine giriş ve üyelik aidatı
    avcılık belgesi alacaksınız, yaklaşık 170 lira
    avcılık belgesini her yıl yenileteceksiniz 170 lira
    yetmediği gibi her yıl avcılık pulu adı altında bir kere daha 90 tl para ödeyeceksiniz.
    bunlara ek olarak bazı ekipmanlar almak gerek, bot, pantolon, yelek, fişek vs.

    dolayısıyla ava çıkmaya heveslenen kişinin tek bir fişek atmadan önce ödemesi gereken rakam yaklaşık: 2500-3000 lira + her yıl yaklaşık 300 lira.

    buna karşılık avlanabileceğiniz gün sayısı haftada 3 gün*** ve resmi tatil günleri, tabi ki belli dönemler içinde, yani yaklaşık 50-60 gün. yani ben bi hafta izin kullanayım kamp yapayım, kafa dinleyeyim de yok.

    avcılık öyle birçok bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların sandığı gibi doğaya çıkayım, arabadan ineyim vurayım geleyim gibi bişey de değil. bazen sabahtan akşama kadar yürüyüp tek bir kuş bile vuramadan dönebiliyorsunuz. dolayısıyla ilk vurulan kuşun maliyeti size minimum 3000 lira artı yol, yemek, yorgunluk vs.

    buna ek olarak tüm avcıların hükümete küfretmesine sebep olacak bir sistem getirildi yeni. internetten girip vuracağınız hayvana göre önceden kota almanız gerekli. yani diyor ki bıldırcın diye çıktın, karşına üveyik çıkarsa vuramazsın. sebep? yani ciddi ciddi avcının karşısına hangi hayvanın çıkacağını tahmin etmesi bekleniyor. ve öyle 10-20 hayvan filan değil, bikaç tane tercih yapabiliyorsunuz. bunun kağıdını da bastırıp yanınızda taşımak zorundasınız.

    hadi paraları verdik. bunun avcılara en ufak bir geri dönüşü var mı? av hayvanı yetiştirilmesi, salınması, avcılara kolaylık sağlayabilecek herhangi bir hizmet vs? yok. varsa da hiç duymadım. doğrudan gelir kaynağı. soygun.

    hepsini geçtim, avcılıkla hiç bir ilginiz yok. hayvan vurmayacaksınız ancak doğada kendi can güvenliğiniz için silah taşımak istiyorsunuz. herhangi bir görevliye denk geldiğiniz anda otomatik olarak avcısınız ve yukarıdaki tüm belgeleri eksiksiz bulundurmak zorundasınız. hepsini bulundurdunuz, mesela pazartesi gününde çevirdiler yırtma şansınız yok. yani devlet size diyor ki istersen geber umurumda değil.

    sonuçta ne oluyor, belgesiz avlanan yüzlerce belki de binlerce kaçak avcı. zaten hali hazırda belgesiz avlandığı için avcılık değil katliam yapan şerefsizler. buna ek olarak binlerce ruhsatsız tüfek ve tabanca. tabanca ne alaka diyenler için, tüfek taşımak bu kadar caydırıldığı için, tabanca taşıma ruhsatı da hem kolay kolay verilmediği için hem de at yüküyle para istendiği için adam bi kerelik veriyo 1500 lira alıyo ruhsatsız tabanca, takıp beline emniyetini sağlıyo. bişey olursa da atıyo bi kayanın arasına bitti gitti.
  • türkiye'de ne düzgün ki avcılık düzgün olsun. bazı şeylerin yasaklanmasındansa denetim altına alınması daha iyidir. avcılık bunlardan biri. bir diğeri esrar olabilir veya başka bir şey.

    çok önceden av konusunda yazarken endüstriyel olarak üretilip kesinlen hayvanlara değinmiştim. 1 yılda kesime giden hayvan sayısı milyarları buluyordu. konu kıyaslamak değil o yüzden bu konu üzerinden avcılık tartışılamaz veya aklanılmaz.

    bilgisizlik, cehalet her konuda sorunumuz. avcıların bilgisiz, bilinçsiz, cahil olması buna dahil. tabii ki dışarıdan bakanın bilgisiz olması da ayrıca bir sorun.

    mesela tavşan konusuna değinelim. türkiye'de bildiğimiz yabani tavşan veya hare oldukça boldur. avcı değilsen doğa da tavşan görme ihtimalin nedir ? çok düşük çünkü yabani hayvanlar sen onu görmeden senden uzaklaşma veya saklanma eğilimindedir. tavşanlar çok hızlı ürer ve soyu tükenme tehlikesi altında olmayan şanslı hayvanlardandır. ilginçtir bende öylesine yaptığım doğa yürüyüşlerinde bugüne kadar 2 kere tavşan gördüm ama neredeyse her seferinde tilki görüyorum. tilkilerin sayısı mı çok acaba? bu tilkiler ne yeyip içiyor ve hayatta kalıyor? fare mi? bu arada kartal ve şahin de oldukça fazla görüyorum. yabani tavşanın kürkü kamuflaj gibidir. gözünüzün önünde olsa görmeyebilirsiniz. görmek için kartalları veya şahinleri izleyin. havada daire çiziyorlarsa yakında tavşan olması ihtimali var. bu şekilde iki kere gördüm.

    nerede kalmıştık ?avcılık mı? avcılık veya av bir spordur, ben öyle bir sporu tanımıyorum deseniz de spordur. aklıma gelmişken anlatayım. briç oynamayı severim. 4-5 yıl önce bir briç spor kulübü veya topluluğu kurmaya çalışıyoruz. açılışa vali falan şehrin önde gelenlerini çağırdık. esnafın ileri gelenleri, memurlar, kendini geliştirmiş kültürlü adamlarda var kulübümüzde. neyse efendim vali bey ve devlet büyüklerine briç "sporunu" tanıtıyoruz, o sıra vali veya yardımcısı aynen şunu dedi; "iskambilin sporumu olur, olsa olsa kumarı olur" günümüzde mahalle baskısını biliyorsunuz. siyasi rant için nerelerde gözükmemek gerekir diye liste yapsak devlet büyüğümüzün sözünden sonra briç spor kulübü bu yerlerin içinde ilk sırada yerini aldı. önce yılların briç severi olarak bildiğimiz esnafın ileri gelenleri ayağını kesti ardından memurlar korktu gelmedi. kimse anarşistlerin olduğu yerde kumar oynamaz. briç neymiş yahu öyle spor mu olur. vurun kellesini pezevengin!

    av bir spordur. sadece bir hayvanı vurmak için, sadece et yemek için avlanılmaz. avın içinde birden çok faaliyet alanı vardır. doğada saatlerce yürümek bunlardan biridir. herkes doğayı severim der, doğada vakit geçirmek isterim der ama pek az insan bunu yapar. avcı ise düzenli olarak bunu yapar. eğer bir amacın yoksa pek doğada yürümezsin. ama avlanmak amacın ise saatlerce, her çıkan sese dikkat ederek yürüyebilirsin. tüm gününü doğada geçirebilirsin.

    atıcılık bir spordur ve avın içinde yer alır. yeteneklerin doğrultusunda kendini bu konuda geliştirirsin. hem doğada silahın ile iyi bir atıcı hemde arkadaşların arasında iyi bir atıcı olabilirsin. herkesin bildiği gibi meşhurdur avcılar arasında atıcılık. ben çocukluğumdan bu yana avcıların arasındayım. dedem avcıydı benim, artık avlanamıyor ama yinede ava gider. bir ağacın altına oturur, elinde bir tüfek ile doğada yalnız kalmayı hala seviyor. av boyunca o oturur ama hala gelir. atıcılık demişken anlatayım ben o zamanlar 8-9 yaşlarında çocuğum dedem ve arkadaşları av hikayeleri anlatıyorlar birbirlerine. hasan diye yaşlı eski avcılardan birisi var aralarında ama iyi atıcı. 20-30 yıl öncesini anlatıyor. bende 20 yıl öncesini anlattığıma göre en az 50 yıl öncesinden bahsediyoruz. 50 yıl önce otomatik tüfekler falan yok tek kırma hadi bilemedin çifte var. "o zamanlar av boldu, her yer keklik kaynardı" diye söze başladı hasan ağa. "çalılığın ötesinde 15-20 tane keklik yatıyor yavaşça süzülüp yaklaştım. birden kalktılar hemen doğrulttum tüfeği. attığımı vuruyorum, attığımı vuruyorum, attığımı vuruyorum..." dedemde bir yandan hasan ağaya dürtüyor " hasan ağa fişek doldur, hasan ağa fişek doldur..." çocukluğumdan kalan anılar işte.

    ne diyorduk hah avcılık. neandertal insanının değişik bir avlanma stratejisi varmış. bir grup ellerinde mızraklar ile gizlenirken diğer grup av hayvanlarını o grubun üzerine doğru kovalarmış. ancak mızraklarını hayvana fırlatmaz onun yerine yanından geçen hayvana mızrağını saplarmış. tabii ki bu tür avlanmanın oldukça riskli sonuçları var. ava uzaktan mızrak atmayıp avın dibine girerek fiziksel olarak mücadele etmesi takdire şayan. çok delikanlılarmış yani. belkide bu delikanlılık geni neandertallerden bize geçmiştir. ancak delikanlı olmalarının sonuçlarını kemik kırılması ve yaralanmalarla ödemişler. 30 yaş üstü tüm neandertal iskeletlerinde kırılıp iyileşmiş yara izleri mevcutmuş.

    peki homosapiens yani modern insan nasıl avlanabilir? neandertal insanı gibi güçlü bir iskelet yapısı yok. muhtemelen o şekilde avlansaydık kemik kırıkları yerine ölümcül yaralanmalar söz konusu olurdu. hüseyin bold'un çıktığı en yüksek hız 44km ve sadece 10 saniye bu şekilde koşabiliyor. hızlı koşamıyoruz. pusuya yatıp avın üzerine atlasak, avı kavrayıp etkisiz hale getirecek uzuvlara sahip değiliz. aynı şekilde bir kedi gibi zıplayarak kuş avlamamız da mümkün değil. acaba uzun süre 60-70 km hızla koşan bir hayvanı koşarak avlayabilir miyiz? aslında bu da mümkün. dağlık bir alanda değilseniz afrika savanası gibi bir yerdeyseniz avınızı koşarak avlayabilirsiniz. çünkü yavaş koşsak da uzun mesafe koşucularıyız ve terliyoruz. hayvanlar çok uzun mesafe koşamaz ve vücut ısılarını insanlar kadar kolay soğutamaz. bir çıta 15-20 saniye boyunca 100km hızda koşabilir. vücut ısısı çok yükseldiği için durmak zorundadır. peki bir ceylan veya antilop ne kadar koşabilir? homosapiensin farklı bir çok taktiği var bunlardan birisi de bu. hayvanla yakın mücadele yerine afrikanın öğle sıcağında hayvanı yorulana kadar koştur. sen terlersin vücudunu soğutursun ama antilop bunu yapamaz. 15-20 km koşturulan hayvan en sonunda kımıldayamayacak hale gelir ve av son bulur. bunun riski de var. vücudun susuz kalıp ölebilirsin, güneş çarpması olabilir. ve tabii ki iyi bir kondisyona sahip olman lazım. afrika'da bu şekilde avlanan kabileler var ve hepsi de maraton koşucusu kondisyonuna sahip.

    asıl olay modern insanın avlanmak için aklını kullanması lazım. av hayvanları gibi hızlı koşamaz, yırtıcı pençelere ve dişlere sahip değil. ama büyük bir artısı var zeki olması. yani zaten eşit olmayan bir durum var. ok veya tüfek ile avlanması arasında pek fark yok. bugün av için üretilen oklarda tüfekler kadar etkili ve uzun mesafeli. kaçma şansı yok diyenler için yasal olarak kullanılan silahlar belirlenmiş. 2-3 fişek sayısını geçmeyen tüfekler kullanılır. yani ava ilk atışı yaptıktan sonra peş peşe ateş etmenin önüne geçilmiş. kuş avı için söyleyim ilkinde kaçırdıysan ikincisinde vurman zordur. otomatik tüfek yasak olduğu için doldur boşalt yapana kadar av kaçmış olur. biz avcılar, böyle de merhametliyiz. ironik oldu. aslında fişek sayısı da önemli değil. bunlar insani varsayımlar. sırası gelmeden bence olmaz. o gün sırası geldiyse doğa sana verir. sırası gelmediyse akşama kadar da yürüsen avlanacak bir şey göremezsin. (bkz: pagan kültü)

    avcılar bilinçli olsa hem avladıkları hayvanların sayısına dikkat eder hemde yaşam alanlarını korumaya çalışırdı. avcılar sırası gelirse, yani rastgelirse av olur bilincine ulaşsa çok şeyin üstesinden gelebiliriz. aslında çoğu avcı bu şekilde düşünür ama kaçak avcılar ve bilinçsiz avcılar rastgele lafını bol şans, bol av olarak algılıyor. aslında bilmezsiniz ama avcıların çoğu daha çok çevreyle ilgilidir. tarlaların yakılması (bkz: anız) orman yangını veya yapılan termik santral üzerine siz çok durmazsınız ama avcıların sohbetleri genelde bunların üzerinedir. ister istemez av sahalarını korumak istiyorlar. tepki verseler de sesleri pek duyulmuyor. tanıdığım tüm avcılar çevreci insanlardı. çevreye bir şekilde katkıları vardı. ağaç dikmek, av hayvanlarının korunması vs.

    bir çok avcının sülün, keklik, bıldırcın yetiştirip doğaya saldığını biliyorum. ileride böyle bir çiftlik açmayı bende düşünüyorum. yaşı baya ilerlemiş bir avcı ile karşılaştım böyle kendi çapında av hayvanı yetiştiriciliği yapan. ürettiği hayvanları doğaya salmadan önce alışsınlar diye ayrı bir bölme yapmış. yüksekliği 7-8 metre ağ ile çevrili. o alanda rahatça uçsunlar doğaya adapte olsunlar diye. yani adam sadece üretmiyor doğaya adapte olmasını bile düşünüyor. devlet ise üretimi yapıp doğaya salıyor. kurdun çakalın yemi oluyor hayvanlar. elinle yakalarsın o hayvanları. ama bir umut içlerinden bir kısmı bile hayatta kalmayı başarırsa büyük başarı olarak kabul edebiliriz.

    yasal sınırlar hayvanların soylarını devam ettirmesi, popülasyonlarının azalmaması için gerekli. türkiye'de de bu sınırlar yasalar ile çizilmiş. örneğin soyu tükenme tehlikesi altında olmayan tavşan için avlanma sayısı 1 adet, bıldırcın için 10 adet. cumartesi pazar ve çarşamba günleri avı serbest. ve yine 2-3 aylık bir sezonda avlanması serbest. geyik, ceylan, dağ keçisi gibi hayvanların avlanması için özel izin lazım. ayrıca sadece trofe avı serbest. trofe avı şu demek; en yaşlı erkek hayvan avlanır. bu nasıl anlaşılıyor. en büyük boynuzlara sahip olan en yaşlıdır. "böyle heybetli karnında kasları olan" en yaşlı ihtiyar olan , görevini tamamlamış, bir kaç yıl içinde ölecek olan veya boynuzlarında deforme olan gen bozukluğu olan hayvanın avlanılmasına izin verilir. genelde sayı da şu şekilde belirlenir. 100 erkek hayvan var ise bunun 2 tanesi trofe 3 tanesi boynuzlarında deforme olan şeklinde kota konulur. boynuzu deforme olan diğer hayvanlara daha çok zarar verebilir. kırılmış olan boynuz bıçak gibi olabilir. ayrıca gen bozukluğu olarak kabul edilir. türkiye için genelde iki haneli veya üç haneli rakamlar üzerinden hesap yapılır. avrupa ve amerika için yüzbinler veya milyonlar üzerinden hesap yapılır. bizden daha çok avcı sayısına ve daha fazla hayvan sayısına sahipler. yasal avcıların dışında ne kadar kaçak avcı var türkiye'de merak ediyorum. 1 milyona yakın deniliyor ama ne söylenilse farazi kalır.

    kaçak avlar soyu tehlikede olan hayvanlar için büyük bir tehlike. aynı şekilde soyu tehlike de olmayan ancak tehlike sınırına girebilecek hayvanlar içinde kaçak avcılığın önüne geçilmesi lazım. yalnız suçu avcılara atmak doğru değil. yabani hayvanların azalmasında tüm insanların suçu var ve avcılardan çok daha fazla. insanlık bu dünya için bir kanser gibi. binlerce yıl avlanan insanlar hayvanların soyunu tüketememişken, antibiyotiğin bulunmasından sonra yabani hayvanların sayısı hızla düşmeye başlaması ne kadar ilginç değil mi? ne alaka antibiyotik ile diyeceksiniz değil mi? aslında alakası yok. eskiden doğum oranları yüksek ama ölüm oranları da yüksekti. bugün insanlık 7 milyar nüfusu ile doğayı tehdit ediyor. bu nüfusu beslemek için açılan yeni tarım arazileri hayvanlara yaşam alanı bırakmıyor. evet vejetaryen arkadaşım senin varlığında yabani hayvanları tehdit ediyor. tarımda kullanılan ilaçlar hayvanların ölmesinde en büyük etkenlerden biri. senin et yemen için üretilen hayvanlar da yabani hayata zarar veriyor. kimyasal atıklar hayvanların ölmesini sağlıyor. neden bu yabani hayvanların sayısı azalıyor biliyor musun? çünkü sırf sen daha fazla tüket diye. avcılara suç atarken kendinizi dışarı çıkartmayın. inanın sizler daha çok zarar veriyorsunuz tüketim alışkanlıklarınızla. insanlığın son 100 yılda verdiği zararı hiç bir canlı vermedi doğaya. sadece avcıları suçlayarak işin içinden çıkamazsın. bugün hiç av yapılmasa bile sonuç değişmez. hatta av bölgelerine açılan alanlarda avlanılacak yabani hayvan sayısı artmakta. ne kadar ironik değil mi?

    türkiye'de ne düzgün ki diye başlamıştım yazıya öyle de bitireyim. avcılık düzgün şekilde işleseydi doğadaki hayvan sayısı da eminim daha fazla olurdu. 85 bin yasal kayıtlı avcı yerine 1 milyon kayıtlı yasal avcı olsaydı daha fazla yabani hayvan yaşıyor olurdu doğada. tabii ki avcılardan alınan vergiler yine av sahasını korumak için kullanılırsa öyle olurdu. onun yerine ormanı ikiye bölen otoban yaparsan dediklerim olmaz. hepimiz doğa severiz ama doğa için ne yapıyoruz. verdiğimiz vergiler ile devlet doğa için ne yapıyor ? benim vergilerimi şu alanda kullan diyebiliyor muyuz? mesela ben müslüman olmadığım için ödediğim verginin diyanet için kullanılmasını istemem. peki avcıların ödediği vergiler veya av için izin alırken ödediği paralar nereye aktarılıyor ? devlet benden ne için ne kadar vergi kesiyor ? ödediğimiz vergilerin nereye harcandığını bilmiyoruz, hatta ne kadar vergi ödediğimizin farkında değiliz. verdiğimiz verginin takipçisi değiliz. emeğimizden, kazancımızdan kesilen vergiler ne için kesiliyor farkında mıyız? farkında olabileceğimiz bir yarın için yaşasın 1 mayıs emekçilerin bayramı. çok popülist bağladım sonu aferin bana.

    edit:imla
hesabın var mı? giriş yap