73 entry daha
  • türkiye'de ne düzgün ki avcılık düzgün olsun. bazı şeylerin yasaklanmasındansa denetim altına alınması daha iyidir. avcılık bunlardan biri. bir diğeri esrar olabilir veya başka bir şey.

    çok önceden av konusunda yazarken endüstriyel olarak üretilip kesinlen hayvanlara değinmiştim. 1 yılda kesime giden hayvan sayısı milyarları buluyordu. konu kıyaslamak değil o yüzden bu konu üzerinden avcılık tartışılamaz veya aklanılmaz.

    bilgisizlik, cehalet her konuda sorunumuz. avcıların bilgisiz, bilinçsiz, cahil olması buna dahil. tabii ki dışarıdan bakanın bilgisiz olması da ayrıca bir sorun.

    mesela tavşan konusuna değinelim. türkiye'de bildiğimiz yabani tavşan veya hare oldukça boldur. avcı değilsen doğa da tavşan görme ihtimalin nedir ? çok düşük çünkü yabani hayvanlar sen onu görmeden senden uzaklaşma veya saklanma eğilimindedir. tavşanlar çok hızlı ürer ve soyu tükenme tehlikesi altında olmayan şanslı hayvanlardandır. ilginçtir bende öylesine yaptığım doğa yürüyüşlerinde bugüne kadar 2 kere tavşan gördüm ama neredeyse her seferinde tilki görüyorum. tilkilerin sayısı mı çok acaba? bu tilkiler ne yeyip içiyor ve hayatta kalıyor? fare mi? bu arada kartal ve şahin de oldukça fazla görüyorum. yabani tavşanın kürkü kamuflaj gibidir. gözünüzün önünde olsa görmeyebilirsiniz. görmek için kartalları veya şahinleri izleyin. havada daire çiziyorlarsa yakında tavşan olması ihtimali var. bu şekilde iki kere gördüm.

    nerede kalmıştık ?avcılık mı? avcılık veya av bir spordur, ben öyle bir sporu tanımıyorum deseniz de spordur. aklıma gelmişken anlatayım. briç oynamayı severim. 4-5 yıl önce bir briç spor kulübü veya topluluğu kurmaya çalışıyoruz. açılışa vali falan şehrin önde gelenlerini çağırdık. esnafın ileri gelenleri, memurlar, kendini geliştirmiş kültürlü adamlarda var kulübümüzde. neyse efendim vali bey ve devlet büyüklerine briç "sporunu" tanıtıyoruz, o sıra vali veya yardımcısı aynen şunu dedi; "iskambilin sporumu olur, olsa olsa kumarı olur" günümüzde mahalle baskısını biliyorsunuz. siyasi rant için nerelerde gözükmemek gerekir diye liste yapsak devlet büyüğümüzün sözünden sonra briç spor kulübü bu yerlerin içinde ilk sırada yerini aldı. önce yılların briç severi olarak bildiğimiz esnafın ileri gelenleri ayağını kesti ardından memurlar korktu gelmedi. kimse anarşistlerin olduğu yerde kumar oynamaz. briç neymiş yahu öyle spor mu olur. vurun kellesini pezevengin!

    av bir spordur. sadece bir hayvanı vurmak için, sadece et yemek için avlanılmaz. avın içinde birden çok faaliyet alanı vardır. doğada saatlerce yürümek bunlardan biridir. herkes doğayı severim der, doğada vakit geçirmek isterim der ama pek az insan bunu yapar. avcı ise düzenli olarak bunu yapar. eğer bir amacın yoksa pek doğada yürümezsin. ama avlanmak amacın ise saatlerce, her çıkan sese dikkat ederek yürüyebilirsin. tüm gününü doğada geçirebilirsin.

    atıcılık bir spordur ve avın içinde yer alır. yeteneklerin doğrultusunda kendini bu konuda geliştirirsin. hem doğada silahın ile iyi bir atıcı hemde arkadaşların arasında iyi bir atıcı olabilirsin. herkesin bildiği gibi meşhurdur avcılar arasında atıcılık. ben çocukluğumdan bu yana avcıların arasındayım. dedem avcıydı benim, artık avlanamıyor ama yinede ava gider. bir ağacın altına oturur, elinde bir tüfek ile doğada yalnız kalmayı hala seviyor. av boyunca o oturur ama hala gelir. atıcılık demişken anlatayım ben o zamanlar 8-9 yaşlarında çocuğum dedem ve arkadaşları av hikayeleri anlatıyorlar birbirlerine. hasan diye yaşlı eski avcılardan birisi var aralarında ama iyi atıcı. 20-30 yıl öncesini anlatıyor. bende 20 yıl öncesini anlattığıma göre en az 50 yıl öncesinden bahsediyoruz. 50 yıl önce otomatik tüfekler falan yok tek kırma hadi bilemedin çifte var. "o zamanlar av boldu, her yer keklik kaynardı" diye söze başladı hasan ağa. "çalılığın ötesinde 15-20 tane keklik yatıyor yavaşça süzülüp yaklaştım. birden kalktılar hemen doğrulttum tüfeği. attığımı vuruyorum, attığımı vuruyorum, attığımı vuruyorum..." dedemde bir yandan hasan ağaya dürtüyor " hasan ağa fişek doldur, hasan ağa fişek doldur..." çocukluğumdan kalan anılar işte.

    ne diyorduk hah avcılık. neandertal insanının değişik bir avlanma stratejisi varmış. bir grup ellerinde mızraklar ile gizlenirken diğer grup av hayvanlarını o grubun üzerine doğru kovalarmış. ancak mızraklarını hayvana fırlatmaz onun yerine yanından geçen hayvana mızrağını saplarmış. tabii ki bu tür avlanmanın oldukça riskli sonuçları var. ava uzaktan mızrak atmayıp avın dibine girerek fiziksel olarak mücadele etmesi takdire şayan. çok delikanlılarmış yani. belkide bu delikanlılık geni neandertallerden bize geçmiştir. ancak delikanlı olmalarının sonuçlarını kemik kırılması ve yaralanmalarla ödemişler. 30 yaş üstü tüm neandertal iskeletlerinde kırılıp iyileşmiş yara izleri mevcutmuş.

    peki homosapiens yani modern insan nasıl avlanabilir? neandertal insanı gibi güçlü bir iskelet yapısı yok. muhtemelen o şekilde avlansaydık kemik kırıkları yerine ölümcül yaralanmalar söz konusu olurdu. hüseyin bold'un çıktığı en yüksek hız 44km ve sadece 10 saniye bu şekilde koşabiliyor. hızlı koşamıyoruz. pusuya yatıp avın üzerine atlasak, avı kavrayıp etkisiz hale getirecek uzuvlara sahip değiliz. aynı şekilde bir kedi gibi zıplayarak kuş avlamamız da mümkün değil. acaba uzun süre 60-70 km hızla koşan bir hayvanı koşarak avlayabilir miyiz? aslında bu da mümkün. dağlık bir alanda değilseniz afrika savanası gibi bir yerdeyseniz avınızı koşarak avlayabilirsiniz. çünkü yavaş koşsak da uzun mesafe koşucularıyız ve terliyoruz. hayvanlar çok uzun mesafe koşamaz ve vücut ısılarını insanlar kadar kolay soğutamaz. bir çıta 15-20 saniye boyunca 100km hızda koşabilir. vücut ısısı çok yükseldiği için durmak zorundadır. peki bir ceylan veya antilop ne kadar koşabilir? homosapiensin farklı bir çok taktiği var bunlardan birisi de bu. hayvanla yakın mücadele yerine afrikanın öğle sıcağında hayvanı yorulana kadar koştur. sen terlersin vücudunu soğutursun ama antilop bunu yapamaz. 15-20 km koşturulan hayvan en sonunda kımıldayamayacak hale gelir ve av son bulur. bunun riski de var. vücudun susuz kalıp ölebilirsin, güneş çarpması olabilir. ve tabii ki iyi bir kondisyona sahip olman lazım. afrika'da bu şekilde avlanan kabileler var ve hepsi de maraton koşucusu kondisyonuna sahip.

    asıl olay modern insanın avlanmak için aklını kullanması lazım. av hayvanları gibi hızlı koşamaz, yırtıcı pençelere ve dişlere sahip değil. ama büyük bir artısı var zeki olması. yani zaten eşit olmayan bir durum var. ok veya tüfek ile avlanması arasında pek fark yok. bugün av için üretilen oklarda tüfekler kadar etkili ve uzun mesafeli. kaçma şansı yok diyenler için yasal olarak kullanılan silahlar belirlenmiş. 2-3 fişek sayısını geçmeyen tüfekler kullanılır. yani ava ilk atışı yaptıktan sonra peş peşe ateş etmenin önüne geçilmiş. kuş avı için söyleyim ilkinde kaçırdıysan ikincisinde vurman zordur. otomatik tüfek yasak olduğu için doldur boşalt yapana kadar av kaçmış olur. biz avcılar, böyle de merhametliyiz. ironik oldu. aslında fişek sayısı da önemli değil. bunlar insani varsayımlar. sırası gelmeden bence olmaz. o gün sırası geldiyse doğa sana verir. sırası gelmediyse akşama kadar da yürüsen avlanacak bir şey göremezsin. (bkz: pagan kültü)

    avcılar bilinçli olsa hem avladıkları hayvanların sayısına dikkat eder hemde yaşam alanlarını korumaya çalışırdı. avcılar sırası gelirse, yani rastgelirse av olur bilincine ulaşsa çok şeyin üstesinden gelebiliriz. aslında çoğu avcı bu şekilde düşünür ama kaçak avcılar ve bilinçsiz avcılar rastgele lafını bol şans, bol av olarak algılıyor. aslında bilmezsiniz ama avcıların çoğu daha çok çevreyle ilgilidir. tarlaların yakılması (bkz: anız) orman yangını veya yapılan termik santral üzerine siz çok durmazsınız ama avcıların sohbetleri genelde bunların üzerinedir. ister istemez av sahalarını korumak istiyorlar. tepki verseler de sesleri pek duyulmuyor. tanıdığım tüm avcılar çevreci insanlardı. çevreye bir şekilde katkıları vardı. ağaç dikmek, av hayvanlarının korunması vs.

    bir çok avcının sülün, keklik, bıldırcın yetiştirip doğaya saldığını biliyorum. ileride böyle bir çiftlik açmayı bende düşünüyorum. yaşı baya ilerlemiş bir avcı ile karşılaştım böyle kendi çapında av hayvanı yetiştiriciliği yapan. ürettiği hayvanları doğaya salmadan önce alışsınlar diye ayrı bir bölme yapmış. yüksekliği 7-8 metre ağ ile çevrili. o alanda rahatça uçsunlar doğaya adapte olsunlar diye. yani adam sadece üretmiyor doğaya adapte olmasını bile düşünüyor. devlet ise üretimi yapıp doğaya salıyor. kurdun çakalın yemi oluyor hayvanlar. elinle yakalarsın o hayvanları. ama bir umut içlerinden bir kısmı bile hayatta kalmayı başarırsa büyük başarı olarak kabul edebiliriz.

    yasal sınırlar hayvanların soylarını devam ettirmesi, popülasyonlarının azalmaması için gerekli. türkiye'de de bu sınırlar yasalar ile çizilmiş. örneğin soyu tükenme tehlikesi altında olmayan tavşan için avlanma sayısı 1 adet, bıldırcın için 10 adet. cumartesi pazar ve çarşamba günleri avı serbest. ve yine 2-3 aylık bir sezonda avlanması serbest. geyik, ceylan, dağ keçisi gibi hayvanların avlanması için özel izin lazım. ayrıca sadece trofe avı serbest. trofe avı şu demek; en yaşlı erkek hayvan avlanır. bu nasıl anlaşılıyor. en büyük boynuzlara sahip olan en yaşlıdır. "böyle heybetli karnında kasları olan" en yaşlı ihtiyar olan , görevini tamamlamış, bir kaç yıl içinde ölecek olan veya boynuzlarında deforme olan gen bozukluğu olan hayvanın avlanılmasına izin verilir. genelde sayı da şu şekilde belirlenir. 100 erkek hayvan var ise bunun 2 tanesi trofe 3 tanesi boynuzlarında deforme olan şeklinde kota konulur. boynuzu deforme olan diğer hayvanlara daha çok zarar verebilir. kırılmış olan boynuz bıçak gibi olabilir. ayrıca gen bozukluğu olarak kabul edilir. türkiye için genelde iki haneli veya üç haneli rakamlar üzerinden hesap yapılır. avrupa ve amerika için yüzbinler veya milyonlar üzerinden hesap yapılır. bizden daha çok avcı sayısına ve daha fazla hayvan sayısına sahipler. yasal avcıların dışında ne kadar kaçak avcı var türkiye'de merak ediyorum. 1 milyona yakın deniliyor ama ne söylenilse farazi kalır.

    kaçak avlar soyu tehlikede olan hayvanlar için büyük bir tehlike. aynı şekilde soyu tehlike de olmayan ancak tehlike sınırına girebilecek hayvanlar içinde kaçak avcılığın önüne geçilmesi lazım. yalnız suçu avcılara atmak doğru değil. yabani hayvanların azalmasında tüm insanların suçu var ve avcılardan çok daha fazla. insanlık bu dünya için bir kanser gibi. binlerce yıl avlanan insanlar hayvanların soyunu tüketememişken, antibiyotiğin bulunmasından sonra yabani hayvanların sayısı hızla düşmeye başlaması ne kadar ilginç değil mi? ne alaka antibiyotik ile diyeceksiniz değil mi? aslında alakası yok. eskiden doğum oranları yüksek ama ölüm oranları da yüksekti. bugün insanlık 7 milyar nüfusu ile doğayı tehdit ediyor. bu nüfusu beslemek için açılan yeni tarım arazileri hayvanlara yaşam alanı bırakmıyor. evet vejetaryen arkadaşım senin varlığında yabani hayvanları tehdit ediyor. tarımda kullanılan ilaçlar hayvanların ölmesinde en büyük etkenlerden biri. senin et yemen için üretilen hayvanlar da yabani hayata zarar veriyor. kimyasal atıklar hayvanların ölmesini sağlıyor. neden bu yabani hayvanların sayısı azalıyor biliyor musun? çünkü sırf sen daha fazla tüket diye. avcılara suç atarken kendinizi dışarı çıkartmayın. inanın sizler daha çok zarar veriyorsunuz tüketim alışkanlıklarınızla. insanlığın son 100 yılda verdiği zararı hiç bir canlı vermedi doğaya. sadece avcıları suçlayarak işin içinden çıkamazsın. bugün hiç av yapılmasa bile sonuç değişmez. hatta av bölgelerine açılan alanlarda avlanılacak yabani hayvan sayısı artmakta. ne kadar ironik değil mi?

    türkiye'de ne düzgün ki diye başlamıştım yazıya öyle de bitireyim. avcılık düzgün şekilde işleseydi doğadaki hayvan sayısı da eminim daha fazla olurdu. 85 bin yasal kayıtlı avcı yerine 1 milyon kayıtlı yasal avcı olsaydı daha fazla yabani hayvan yaşıyor olurdu doğada. tabii ki avcılardan alınan vergiler yine av sahasını korumak için kullanılırsa öyle olurdu. onun yerine ormanı ikiye bölen otoban yaparsan dediklerim olmaz. hepimiz doğa severiz ama doğa için ne yapıyoruz. verdiğimiz vergiler ile devlet doğa için ne yapıyor ? benim vergilerimi şu alanda kullan diyebiliyor muyuz? mesela ben müslüman olmadığım için ödediğim verginin diyanet için kullanılmasını istemem. peki avcıların ödediği vergiler veya av için izin alırken ödediği paralar nereye aktarılıyor ? devlet benden ne için ne kadar vergi kesiyor ? ödediğimiz vergilerin nereye harcandığını bilmiyoruz, hatta ne kadar vergi ödediğimizin farkında değiliz. verdiğimiz verginin takipçisi değiliz. emeğimizden, kazancımızdan kesilen vergiler ne için kesiliyor farkında mıyız? farkında olabileceğimiz bir yarın için yaşasın 1 mayıs emekçilerin bayramı. çok popülist bağladım sonu aferin bana.

    edit:imla
103 entry daha
hesabın var mı? giriş yap