• ben işten çok geç çıkıyorum. geç demişken yani gece 1-4 arasında değişiyor. 6 aydır 12'den önce çıktığım günler sayılıdır. genelde pazar da bu programa dahil. hafta içi sabah 10 gibi mesaiye başlayabiliyorken pazarları 2-3 oluyor. fark bu.

    neyse konu bu değil.

    ben geldiğimde tüm sitenin ve hatta neredeyse tüm şehrin ışıkları sönmüş oluyor. gece sesler daha bir belirgin oluyor ya. hani yatılı okulda gece tuvalete kalkmak gibi. o terliğin sesi üst katlardan duyulurdu. bir de benim gibi korkup koşarak gidip gelenler varsa.

    neyse konu bu da değil.

    arabanın kapısını kapatıyorum. çattt diye. sonra tık tık tık yürüme seslerim. herkes uyuyor. ben ne yapıyorum diye düşünüyorum. seçimlerim bende derin bir pişmanlık uyandırıyor. eskiden okuyan, düşünen bir insandım. ne ara böyle oldu. bu şekilde mi devam edecek. nereye kadar gider bu. sorular kafamda. ayaklarım şişmiş. hiç sigara içmediğim halde, açık alanda bile kendime buram buram gelen sigara kokusu. savaştan çıkmış gibi yaklaşırken apartman girişine;

    her gün, aynı manzara büyülüyor beni; giriş katın avizesi. ben eve geldiğimde hep uyanık oluyorlar. salonda gülümseyen bir avize, perdenin açıklığı arasından görünüyor. çok aydınlık değil. çok cafcaflı değil. mütevazı bir avize. olum ne güzel şey lan o. muhabbet meşalesi gibi.

    bir de tabi biz salonun sadece misafire açıldığı evlerde büyüdüğümüz için, salonun ışığı yandı mı; kesin özenle demlenmiş çay, mutfakta sigara içen kadınlar, içerde birbirini dinler gibi yapan babalar, daha da içeride birbirini uzun aralıklarla görüp, birbirinin hakkında "ne kadar da değişmiş ya" düşünerek oynayan çocuklar olurdu.

    bizim evimizde hiç avize olmadı gerçi. onun için avize demek misafirlik demektir bende. ertesi gün geç uyanmak demektir. geri dönüşte arabada uyumak, anne ve babanın arabanın ön koltuğunda konuşmaların kritiğini/dedikodusunu yapması demektir. avize demek, misafirlikteki kızlara aşık olmak, sizde olmayan bir oyuncakta aklınızın kalması demektir.

    ne zaman avize görsem çocuk olurum ben. avize; günün içerisinde hayatın görünenin ardındaki anlamını hatırlayabildiğim tek "an"ı; her gece, gecenin bir yarısı, aralık bir perdenin arkasında gördüğüm kendi yansımamdır.

    ve ben bu haftasonu, bir avizeye hayatımın geri kalanında hatırlayacağım yeni bir anlamı yüklemek için istanbul'a gidiyorum, içimdeki çocuğu büyütüp aile olmaya bir başlangıç yapmak için.
  • aydınlanma ihtiyacının lüks masrafı. edison görse "yuh lan çok abarttınız!" derdi, ediz hun: "hala mı arkadaş? beni bulaştırmayın. sadece isim benzerliği." benim gözümdeyse kimseye yaranamamanın ışıltılı sembolü, yürek yakan feryadıdır.

    - abi, ben yandım başkaları yanmasın.
    - sus avize, kelime oyunu yapma, geç oldu. hadi yat sen.
  • bir çok parçanın (baba, göbek, kollar, cam arkaları, rozans, askı, zincir, kablo, duy, duy kılıfı, octagon taşları, top taşlar, iğne, papyon, halka gibi minik parçalar, nipel tij gibi bağlantı ekipmanı...) bir araya gelmesinden oluşan süslü aydınlatma aracı.

    bir çok insanın geçimini sağladığı büyük bir sektörün ürünleri hepsi, klasik modeller, ahşap olanlar, komple kristalli olanlar, tekliler, cam kollular, endüstriyel modeller, 200 yıllık geçmişi olan maria theresa modeli gibi tüm dünyaca bilinenler, cami, kilise vb avizeleri. artık pek geçerliliği kalmamış gibi dursa da avizeler hâlâ dekorasyonun ayrılmaz bir parçası o yüzden tavanları süslemeye devam ediyorlar.
  • farsçada "asmak" anlamına gelen avihtan fiilinin fiilsıfat* hali olup, farsça'da hala "küpe" anlamı ile kullanılır.
  • sanki aydınlatma, estetik için değil de giyinirken soyunurken çarpmak için tasarlanmışlar.
  • sallantili lambadir. genelde kristalden olanlari salonlari susler.
  • ilk ve son hecesi kisa, ikinci hecesi uzun okunan kelime. (bkz: kisa okunmasi gereken unlu harflerin uzun okunmasi)
  • gülşenin bi an gel klibinde başına taktığı şey.
  • avizeleri çok severim. bunun anne ve babamın ellerini tutup güle oynaya gittiğim, salonunda çiçek desenli klasik mobilyaları olan, uzun dikdörtgen masasında şölen gibi yemekler yediğim o evle ilgisi var elbette. onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. küçük başımı yukarı doğru kaldırdığımda tüm ihtişamı ile karşımdaydı. kristalleri ışıl ışıl parlıyor, duvarlarda danseden ışıklar saçıyordu. başka bir gezegende yapılıp dünyaya gönderilmiş gibiydi. ona uzun uzun bakmaktan gözlerim kamaşır, aşağı doğru inen hayal kahramanlarımı görürdüm. kimse bana dokunmasa, onu izleyerek yaşayabilirdim. burası abartı olabilir ama sonraları, aşırı mütavazi evimizden sonra böylesine şık bir eşyaya bağlanışım tesadüfi olamaz diye düşünmeye başladım. ne de olsa biraz saf bir çocuktum ya da yaşıtlarıma göre saftım. ağzım açık avizeyi izlediğim o günlerden sonra, ev sahibi bir takım trajik olaylar yaşadı.evde bunlar konuşula konuşula ben avizeyi unuttum. araya giren onca şeyden sonra bir gün avizeler ile yolumun kesişeceğini düşünmemistim. freud olsa ne derdi bilinmez ama içinde az ama ihtişamlı parçalar olan bir avize dükkanında olduğum bir rüya gördüm. uyanınca benim de takıntılı olduğum bir eşyanın olduğunu anlamış oldum. şimdi ne zaman bir avize dükkanının önünden geçsem onu hatırlıyorum. çin malı değil bunlar abla dediklerinde bile asla ama asla çocukluğumdaki o duyguyu veremeyeceklerini biliyorum.
  • deprem ağı'ndan sonra en güvenilir ikinci kaynağım, ahmet kural'ın sıla'ya baktığı gibi bakıyorum kendisine.
hesabın var mı? giriş yap