aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • dost olmak mümkün değildir aynalarla, ancak aşık olunabilir onlara... öpmeyi deneyin göreceksiniz, size dudaklarını uzatacaktır aynalar, yanaklarını değil...
  • "davutoğlu ahmet hoca, bir yüce adam, bir yiğit adam" falan diye bir şarkı yapmışlar, kiziroğlu'nu değiştirip.

    temiz kalan yok mu be şu ülkede?
  • osmanlı'da erkeğin kadına hediye olarak ayna vermesi adetmiş.
    ve bu, nice pahalı hediyelerden daha makbulmüş.

    çünkü aynanın anlamı;
    "sana senden daha güzel bir hediye bulamadım" demekmiş.
  • hayatımın en büyük şoklarından birini yaşattılar az önce bana.

    tv'de doktorlar izlerken sıkılıp kanal değiştiriyorum. malum konya'da davutoğlu var. trt haber de "davutoğlu'na sürpriz şarkı diye bir klip döndürüyor. hafiften kiziroğlu mustafa bey çakması. içimden kim lan bu dalkavuk yine şarkı yapmış akp'ye. şarkı biterken klip kesiliyor. ekrana sahnedeki erhan güleryüz ve grubu geliyor.

    oha be abi, bari siz yapmasaydınız. yorum yok abi. geldiğimiz noktaya bak.
  • halkların mitlerinde, efsanelerinde; şiirlerde, romanlarda, filmlerde, resimlerde durmaksızın ele alınan: ayna.

    türk mitolojisinde kötü ruhları esir eden nesneye verilen isimdir mesela. kötü ruhun ötekine musallat olmaması ya da herhangi bir lanete sebebiyet vermemesi için bu cam kütlenin içinde hapsedilmesi gerekecektir. (bir parantez: islam inancında geceleri aynaya bakılmaması gerektiğine dair bugün kuruntu olduğu anlaşılan batıl inanışlar da mevcuttu.)

    binbir gece masalları'nda, alaaddin'in sihirli lambası'nda, lambanın içinden sökün eden dev oğlu dev, türkî inanışların kavrama biçimlerini anımsatır. aslında değişik kültür ve inançlarda benzer inanışlar her zaman olagelmiştir.

    bazı amerikan filmlerinde, ki genelde fantastik korku filmleridir bunlar, aynalar iblislerin, arafta azap çeken saldırgan ve kindar ruhların, bir münasebetle dünyaya yeniden dönüp yaşayanlara acı çektirmek emelindeki kötücül yaratıkların gizlendiği nesnedir de.

    buradan hareketle denebilir ki ayna esasen birçok kültürde benzer bir niteliğe haizdir.

    jung olsa kolektif bilinçaltı azizim, derdi herhal.

    öyledir de. yeniden altını çizelim: farklı karakterdeki toplumlarda aynı veyahut benzer mitlerin bulunması tesadüf sayılamaz. sözel kültürdeki ayırt edilebilen kodların otantik görünen nitelikleri esasen evrenseldir.

    tasavvuf edebiyatında, kadim divan edebiyatı poetikasında aynalar metaforik bir anlam döngüsü içinde kavranabilir ancak. bu minvalde ayna ötekinin cisminde öznenin kendi cismini seyre daldığı bir nesnedir. ikilik çatışkısı bu yolla bertaraf edilegelmiştir.

    orhan pamuk'un magnum opus'u kara kitap'ta aynaya girdi hikaye adlı hoş bölüm bu konunun merkezine dalarak ve epigrafta şeyh galip'i refere ederek söz konusu metafor geleneğini ödünç alıp yazar ile okur ikiliğini ayna vasıtasıyla ortadan kaldırır.

    böylelikle kötü ruhların hapsedildiği ayna yaratıcı romancı marifetiyle bir oyun sahasına indirgenmiş, yepyeni bir anlam örüntüsüne sahip olmuştur. bu, borges'in şu meşhur hikayesinde "aynalar halkı" diye tabir ettiği yarı lanetli halkın postmodern düzlemde anıştırılmasıdır da.

    metinden metine aynalar çarpışıp iç içe geçer. suda (postmodern metinlerarasılık içre o bir aynadır artık) aksini seyre dalan narkisos anımsanır.

    ayna ayna söyle bana diye seslenip güzelliğinin bir nesne (aslında yaşayan bir canlı formunda tasvir edilir ayna) tarafından onaylanması derdindeki masal kahramanı yeniden gelenekle ilişki kurar. bu bağlamda ayna ya da onun içinde gizlenen ruh narsisist benliğin özdeşim kurduğu esrarengiz bir nesnedir.

    amerikan menşeli film noir'larda femme fatale ya da vamp arketipi genelde ayna karşısında betimlenir. welles'in şanghaylı kadın'ı anımsanır bir kerre daha. o bahis çoktan kapanmıştır.

    fritz lang'ın human desire'ında femme fatale (gloria grahame) ayna karşısındadır ve ansızın dönüp bize (kameraya) bakar. özne-nesne ikiliği ortadan kalkmış, seyirci de suç ortağına dönüşmüştür. yüzlerce noiresque mizansende femme fatale'ler ayna karşısında salınmaya devam ederler.

    aynanın cismine çarpan özne ya da nesnenin mutlak biçimde kusursuz bir görüntünün yerine geçeni olduğu söylenegelmiştir. şu halde en iyi ressam aynanın kendisidir. kimse ondan iyi bir resim çizemez. bu bahiste mesnevi'de anlatılan meşhur hikaye yeniden gündeme gelir: ayna tek başına bütün ressamları dize getirecektir; şayet hâlâ mimesis kuramı gündemdeyse!

    bakılan şeyin görülen şey olmadığı da yazılıp çizilmiştir. aynada kendi suretini seyreden özne salt kendisi midir? bu soruya da nihai yanıtı muhtemelen picasso'nun girl in front of mirror (görsel) (1932) adlı fevkalade tablosu vermiştir: eğer sabit, durağan özne tanımından bahsedebilseydik hâlâ, bu ve benzeri modernist tabloların hiçbir geçerliliği olmayacaktı; ama değişen özne kuramından foucaultcu özne ve iktidar sorunsalına, ricoeur'ün hermenötiğinden lacan'ın ayna evresi bahsine değin özne, merkezdışı olmasına rağmen halen özneliğini muhafaza eden özne, sen ya da ben, ne tam manasıyla düşündüğümüz ne de tam manasıyla görüldüğümüz, düşünüldüğümüz kişiyiz. picasso'nun mezkûr tablosundaki kaotik geometri, iki büyük sömürü savaşındaki parçalanmış kişiliği olduğu kadar, toplumun dayattığı kadın modeli ile kişinin istediği rol modeli arasındaki çatışkıyı da kuşatır. sonuç: aynalar çatlamıştır artık.

    stendhal, "roman, yol boyunca gezdirilen bir aynadır." diye yazmıştı. sanatın hakiki taklidi realizmin zaferiydi kuşkusuz ama bu dalga bir rüzgâr gibi çabucak esip geçti değişimlerle çalkalanan 19. asrın muhayyilesinden. baudelaire'den rimbaud'ya uzanan çizgide büyük sembolistler ve nihayet ardından gelen anarşist ruhlu ekspresyonistler (edvard munch mesela) realizmi bertaraf ettiler. olması gereken de buydu. munch aynalardan nefret etti ya da fazla ciddiye almadı. nude in front of the mirror'da (görsel) (1902) ayna o eski işlevini yitirmiş gibidir. kadın bedeni doğal haliyle yeterince gerçektir, der gibidir. kadın, aynada kendi bedenini seyreder, ama tabloya bakan özne, aynadaki kadını değil, aynaya bakan kadını seyreder. şu (görsel) tablosunda da durum pek farklı değildir. araya farklı görüntüler de sızmıştır üstelik. ötekinin gölgesi! bu örnekte bastırılmış erkek, doğal kadına bakamaz bile.

    candyman adlı fantastik korku filminde, aynaya bakarak beş defa "şeker adam" diyenlerin ensesinde biten kancalı bir katil söz konusudur. efsanenin gerçek oluşu ya da bastırılanın geri dönüşü. mitlerin gerçek olabilmesi için gündelik yaşamda tekrarlanması gerekir. gerçeğe mitler aracılığıyla yaklaşırız. mitler aynı zamanda gerçeklikten uzaklaşıp fanteziyi yardıma çağırdığımız ara-geçişlerdir.

    kuşkusuz daha farklı bağlantılar da kurulabilir; ama nafile, çünkü ne denli ilişkilendirme yaparsak yapalım ayna bahsi söz konusu olduğunda her defasında insanlığın ortak bilinçaltına gönderme yapmış oluruz.

    ayna ayna söyle bana...
  • "aynı" ile aynı kökten geldiğini düşündüğüm kelime.
  • varlığımızı onaylayan canlı. sabahları sakal traşı olurken ara ara göz kırptığım ve işaret beklediğim de bir nesnedir. aynadaki suretimden daha bugüne kadar olumlu ya da olumsuz manada bir cevap alamadım. lakin henüz umudumu yitirmedim. aldığım gün zaten nebiliğimi ilan edeceğim. (bkz: terelelli pictures)
  • çok eskiden bir köyde öksüz ve yetim bir yılan yaşarmış. bu yılanı tavşanlar büyütmüşler anası babası yok diye. yılan da kendini tavşan bilmiş, yazık öyle sanmış. ama bir takım gariplikleri de fark etmiyor değilmiş. misal yılancık ot yermiş, havuç yermiş fekat hiç doymazmış. neyse...günler günleri kovalamış. bizim kendisini tavşan sanan yılancığımız bir gün gezip dururken bir de bakmış ki karşısında bir yılan! aaaaa... çok korkmuş kaçmış. ama aklından o yılanı atamamış. yine gitmiş ertesi gün korka korka, sonra cesaretini toplayıp aniden koşup kafa atmış yılana. of çok kötü canı yanmış. bir daha bir daha derken kan içinde kalmış kafası. karşısındaki yılanın da öyle... bir an gözleri buluşunca, aynı anda kan sızınca yüzlerine anlamış tavşancık karşısında yılan olmadığını... çakmış kanlı kafası baktığım kendimim diye... ondan sonracığıma aydınlanmış tabii, yılanlık bilincine ulaşmış. ardından hoplamaya çalışmaktan acıyan gövdesini yere bırakmış şöyle güzelce sürüne sürüne tavşanların yanına ulaşmış. sonra da hepsini midesine indirip doyuma ulaşmış. sonra karnı doyunca da bir köşeye sinip ağlamış, ah ne kadar yalnız kaldım, ah ben ne yaptım, şu hayatta beni seven varlıkları nasıl yedim diye... kafasını vurmuş ağaçlara, toprağa... sonra uyumuş. sonra yine acıkmış ertesi gün. başka tavşan var mı diye aranmış. asimile etmeselerdi beni amkoduklarım demiş. geğirmiş. napsın ölsün mü? ölü derisini alıp kemer mi yapsınlar. sürünmüş yavrucak ondan sonra hep, sürüm sürüm sürünmüş. işte bunlar hep ayna yüzünden. ayna yansıtır, ama içinde göreceklerinizden siz mesulsünüz. (o yeah)
  • ayna çukurdur. içimize gömülmek için adres tarif eden hacı abidir. çok kaybolunca bakıp kendimizi hatırladığımız bir not defteridir. aynaya ne zaman baksa yüzünü gören insanlar vardır. bugün kimmişim sorusunun a şıkkıdır. ama elbetteki aynaların da yansıtamadığı şeyler vardır ve aynalar bunu hiç dert etmezler. her şey karşılıklıdır ilkesini edinmiştir bu yansıma askerleri. oysa sen kimsin ki tam olarak beni göstereceksin angut efendi diye çıkışsam, ben buna kafa atsam kendisi kırılır. ve sahici ben, belki bir ayna daha bulurum bana kim olduğumu söyleyecek. işte o vakit o aynanın gözleri olsun isterim. ve bir kalbi.
  • sabahları ilk olarak günaydın dediğim nesne...
hesabın var mı? giriş yap