• çok basarili bir caz sanatçisi, çok iyi bir yorumcu olmasina ragmen kariyeri en basta memleketim, sonra biraz "tek basina" (bkz: da troppo tempo), biraz da "ben böyleyim" (adoro-tapıyorum isimli italyanca sarkinin orjinalinden çok daha güzel, çok daha hisli söylenen haliydi bu, söyle diyordu ayten: ister vur/ ister oksa/ ister tut/ ister yolla/ ister sev/ ister zorla/ ben böyleyim- parantez çok uzadı, çikinca anlamak güç olacak) gibi aranjmanlarla sinirli görülmüs bayan sanatçi.
    ilham gencer'le bir evlilik yaptigini, sonra bosandiklarini ve simdilerde yetmis gibi bir yasta oldugunu biliyorum.
  • muhteşem bir insandır.

    1929 yılında doğmuş ve 2012 yılında vefat etmiştir.

    kendini anlatıyor :

    "yeşilköy’de doğdum, annem dünyanın en güzel kadını idi, kızıl saçları vardı, babamdan ben üç yaşında iken ayrıldı, ben annem ile büyüdüm, babamı çok az hatırlarım. bir gün nişantaşı kız lisesinde okurken beni görmeye gelmişti, korkudan yanına çıkamadım. herhalde annemin onu kötülemesinden korkuyordum. annem dedemin doktoru ile evlendi, çok büyük bir evde kalabalık bir aile olarak yaşardık.

    ortaokulu erenköy kız lisesinde bitirdim, leyli olmaktan sıkıldım ve bir yıl da nişantaşı kız lisesinde okudum. sonra tekrar erenköy kız lisesine döndüm ama kendisine çok yakınlık gösterdiğim bir kız arkadaşımın iftirası yüzünden okuldan uzaklaştırıldım. hayatım boyunca hep zayıf olanlara, hastalara, özürlülere karşı içimde bir zaaf oldu ama bana da böyle bir arkadaşım ihanet etti, hiç kaçmadığım halde okuldan kaçtığımı söyledi. disiplin kuruluna verildim ve ceza olarak simsiyah uzun saclarım bir tarafından kesildi. üvey babam bir yıl okula gitme evde otur sonra tekrar devam edersin dedi, ama kısmet işte o kış okulum yandı ve ben bir daha asla o okula dönemedim."

    devam ediyor :

    "üvey babam malatya belediye başkanı olunca annem onun ile gitti, ben de gittim ama dayanamadım ve üç ay içinde döndüm, bana anneannem baktı.
    hırant lusikyan bir zamanlar yeşilköy çınar’da çalardı, biz bisikletle onu dinlemeye giderdik, hırant o zamanların çok mühim adamı idi, hepimiz bayılırdık çalışına. bir gün bana sordu; "sen niye şarkı söylemiyorsun?". ben o zamanlar judy garland’ın şarkılarını söylerdim. "sesin güzel, ders almalısın, istersen ben sana ders vereyim" dedi. hırant bana jazzcı olabileceğimi ilk hissettiren kişidir. beni cüneyt sermet ile tanıştırdı, cüneyt de beni yetenekli buldu. o da beni arif mardin ile tanıştırdı. arif mardin ve cüneyt çok iyi arkadaştılar, ikisi de sarıyer’de otururlardı. bana jazz plakları verdiler, eğer jazz’ci olmak istiyorsan çok dinlemelisin dediler. dinleyip dinleyip tekrar onlara gittim, şarkılarımı dinlediler. ikisi birden bana sevinç tevs’i örnek gösterdiler. o yıllar jazz’ın ilk tadına vardığım seneler oldu, 1945 1946 yılları. ella’dan sonra julie christie’yi çok beğendim ve taklit ettim. aynı onun gibi oldum. onun söylediği "ıt had to be you" parçasını söylerdim, sonra onun havasından kurtulmam gerektiğini anladım. julie beyazdı, zaten bir beyaz ne kadar jazz söyleyebilir ki?"

    ve,

    "ilham gencer’i çok eskiden beri tanırdım. bana "esmerim" der akordiyon ile serenatlar yapardı. ilk evliliğimi 19 yaşında onun ile yaptım. ilham 23 yaşında idi. 7,5 yıl evli kaldık ve çok pişman oldum. iki çocuğumuz oldu. sonra boşandık. hemen arkasından ismet sıral ile isveç’e gittik.

    orada jazz tutkum tekrar depreşti. bir gün miles davis’in "ı remember clifford" unu dinledim ve tabiri caiz ise delirdim. bir kursa yazıldım ve şarkı söylemeyi teknik olarak öğrendim. artık gırtlak yerine karın boşluğumu kullanabiliyordum. bir yandan durmadan isveç’teki jazz’cıları dinledim.

    bir lars gluin vardı, onu çok beğenirdim, sonra eroinden öldü. duke ellington, dizzy gillespie falan derken gırtlağıma kadar jazz’ın içine girdim. üç yıl böyle geçti, derken türkiye’ye dönme vaktim geldi. kendimi jazz’ı öğrenmiş ve dönüşümde istanbul’u yıkacakmış gibi hissediyordum. dönüşümde erdem buri’nin işlettiği "çayhane" adlı kulübe gittik. tülay german’ı dinleyeceğiz.

    sanıyorum ki tülay benim olmadığım o üç yılda çok gelişti. tülay çıktı, arkasında sazlar filan var, derken bir söylemeye başladı, türkü gibi bir şeyler söylüyor, anlayamadım, şaşırdım, şok oldum. beni oraya getiren ismet’e sordum ne oluyor diye, cevap verdi, buna aranjman derler, şimdi artık bu müzik yapılıyor, türkiye’ye hoş geldin. sene 1965 idi, çok hayal kırıklığına uğramıştım.

    daha sonra ıhlamur’da amerikan hastahanesinin arkasında bir kulüpte söyledim, orhan’ın yeri. orhan’ın soyadını hatırlamıyorum ama idealist bir insandı, sonra öldü. her gece bir iki masaya söylerdik. sonunda kulüp kapanmak zorunda kaldı.

    o yıllar soysuz yıllardı. "besame mucho" bile yoktu. her yer aranjman ile dolmuştu, italyanca şarkıya bir türkçe söz yazarlardı işte oldu sana aranjman. toprağı bol olsun, bir gün fecri ebcioglu beni çağırdı, "bildiklerini kendine sakla, evde dinle, ben sana bir kaç tane türkçe sözlü şarkı yazayım, üç beş kuruş para kazan dedi. beni elimden tuttu ve o zamanların odeon plak şirketine gittik. onlar ile birçok 45’lik plak yaptım, tam sayısını hatırlamıyorum.

    geçenlerde bilsak’da benim şarkılarımın çalındığı bir gece yaptılar. gece saat dokuzdan bire kadar çalmışlar. o kadar şarkım olduğuna inanamadım.

    bu devirden en çok "hayal gibi" ve sözlerini fikret şenes’in yazdığı "tanrı aşkı yarattı" yı severim.

    sonra ümit aksu ile tanıştım. o zamanlar süheyl denizcinin piyanisti idi, bursa çelik palas’da tanıştık. esas para getiren plaklarımı bu devirde yaptım.

    ümit ciddi ve olgun bir insandı, ilham’ın tam tersi, bana çok destek oldu. bu devirden "tek başına", "feelings", "ben böyleyim", "yanımda olsa", ve herkesin favorisi "memleketim", sayabilirim. bunlar çok sattı ama benim esas beğendiklerim daha az popüler olan "birazcık umut", "ben varım", ve "yalnız kadın" oldu.

    jazz’ı hiç unutmadım, hep içimde bir ateş olarak kaldı. jazz her zaman bana bir ayrıcalık duygusu ve gurur verdi. jazz çalınan bir yere girince evime girmiş gibi olurum, o mekan benimdir, benden bir parçadır. bana hep jazz dinle dediler ve ben de çok jazz dinledim.

    zaman içerisinde jazz’ın içersinde oluşan sesleri ve diyalogları çözmeye başladım. tam jazz’ı anlamaya başladım zannederken aslında hiç anlamadığımı hissettim. ama anlamadığım zamanlarda bile ritim ve swing duygularini anladım. swing jazz’in vazgeçilmez bir parçasıdır, eğer swing yoksa hemen hissedilir. hep jazz’ın içinde oldum.

    özellikle big band’i çok severim. o ne müthiş bir sestir, big band’in önünde söylemek çok başkadır. yıllardır buna hasret kaldım. süheyl denizci trt jazz orkestrasını kurdu ama bana altı yıl kan kusturdu ve şarkı söyletmedi. o emekli olunca neşet yerine geçti, sağ olsun beni çağırdı. en son istanbul festivali çerçevesinde onlar ile söyledim, müthiş bir duygu idi. önce bir hafta çalıştık, ses açtım sonra kamil özer’in aranjmanları ile "going out of my head" ve "all of me" yi söyledim. zaten jazz defterini de sanırım bu noktada kapadım.

    her söylediğim şarkıyı derinlemesine hissederim ama benim için en özel olanı "someone to watch over me"dir. kızım bazen bana sorar, "anne nasıl benim onbeş dakika bile kalmaya sıkıldığım kulüplerde iki saat şarki söylerdin". ona şöyle derdim:"kızım halkı unut, duy, hisset, havaya gir, ve kendin için söyle, sadece kendin için.

    ben müziği ve jazz’ı yüreğimde hissederim, hayatım boyunca da hiç kötü bir şey söylemedim. bazen şarki söylediğim kulüplerde ortam gerçekten tatsız olur, tabak çanak sesi, kötü çalan bir orkestra. aldırış etmem, o karmaşanın ortasında bir güzellik arar ve bulurum, mesela güzel bir mehtap görürüm ve artik o güzel şey benim şarkımın içerisindedir.

    nasıl anlatmalı bilmem, hiç esrar içmedim ama galiba esrar gibi bir şey olmalı, şarkının veya o şarkının hikayesinin içerisine girerim ve onu anlatırım. her ortamda o şarkıyı yaşarım. bazen o şarkıyı gerçekten çok iyi söylediğime inanırsam kendi sesime ağlarım, çok az olur bu.

    kendi şarkılarımı ise hiç dinlemem, yüreğim sızlar da kaldıramaz. televizyonda "memleketim" çalınırsa hemen kapatırım.

    isveç’e ilk gittiğimde o zamanlar esmer kadın çok azdı, bir de giderken olgunlaşma enstitüsüne güzel bir gardırop yaptırmıştım, çok süksemiz oldu. ehliyetimi de orada aldım. 15 sefer imtihana girdim, yok yok direksiyonum iyi idi ama yazılıda sorulan ingilizce tabirleri anlamakta güçlük çekerdim. her denemenden sonra gazeteler yazardı, ayten alpman gene ehliyet alamadı diye, ama sonunda aldım.

    oyuncu olarak çok yeteneksizim ama "tek başına" çok sevilmişti. tutturdular, üstüme üşüştüler, ille de filim yapılacak, oynayamam dedim dinlemediler. karşımda başrol oyuncusu olarak büyük yıldırım önal var. hamlet gibi bir adam, inanılmaz, muazzam bir tiyatrocu. "ben sizi oynatırım"dedi. ve başladık, hakikaten beni oynattı, hatta bir sahnede ağlamam gerekiyordu, ağlattı. allah rahmet eylesin. resim olarak güzel bir filim oldu ama oyuncu olarak ben sıfırdım.

    aslında bu ilk filim denemem de değildi. memduh ün de beni muzaffer tema ile oynatmıştı. "aşk ıstıraptır" adlı film, gerçek bir ıstıraptı.’’

    devam ediyor:

    "aslında kişi olarak dışa dönük ve girişken de değilim, yeni insanlar ile tanışmayı sevmiyorum, insan ilişkilerimde çok tutucuyum, kırk yıldır aynı terzi ve berbere gidiyorum, saç modelim yıllardır aynı ve en mühimi 32 yıldan beri hayatımda ümit var. ümit aksu ile dört yıl evli kaldım ve ondan da boşandım ama ümit benim dostum olarak kaldı. gene benimle kalıyor ama gene de kendimi çok yalnız hissediyorum, neden böyle onu da bilmiyorum.

    bugün düşünecek çok zamanım oluyor, ama kendimi çok yalnız hissediyorum. çocuklarım var, torunlarım var ama gene de çok yalnızım. yıllarca çok büyük bir tempo ile çalıştım, kişilik olarak verilen işi çok iyi yapmaya çalışırım. tatil nedir bilmedim. dünyanın herhalde bir yarısını dolaştım ama dostluklar kuracak ve geliştirecek vaktim olmadı. bunu istemeden de olsa ihmal ettim.

    bu gün iki arkadaşım var çok şükür. handan biri, büyükelçi eşi idi, şimdi eşinden boşandı, çok şık ve hoş bir hanımdır, hayatım boyunca ona benzemek istedim. yıllar boyunca çok kopukluklar da olsa dostluğumuz sürdü.

    insanlara şunu söylemek isterim; aşkı bulanlar onu asla kaçırmasın ellerinden, bol bol ve utanmadan, sıkılmadan yaşasınlar, hesap vermeden, aşkın hatırası bile güzel insanın ileri yaşlarında.

    her insanın hayatında kavşaklar vardır, bu kavşaklar bazen kişiyi iyiye bazen de kötüye götürür. kavşakların ötesini çoğu zaman onları dönmeden göremeyiz, ve gene çoğu zaman kavşaklarda yolumuzu değiştirmeye cesaret edemeyiz.

    ama yıllar geçip de hayat akıp gidince herkes içinden yaptığı geçmişe yolculuklarda o kavşakların ardındakileri sorgular.

    hayata yeniden gelse idim aynı şeyleri yapardım, geriye bakınca iyi ki her şeyi yapmışım diyorum. çok dolu dolu yaşadım. belki de bugün içinde olduğum boşluk biraz da bu yüzden.

    ama benim de hayatımda kaçırdığım iki fırsat oldu. bugün olsa onları da denerdim. bunlardan ilki bbc’nin müdürü villace connover’in yeni ve yetenekli şarkıcıları keşfetmek için istanbul’a gelip bizleri o zamanki "çatı" kulüpte dinlemesi idi. kimler söylemedi ki o gece, ayfer, sevinç, tülay, hatta erol büyükburç bile vardı. ilham çok kıskançtır, beni kulübün arkalarına bir yere oturttu. o zamanlar iki çocuğum var, bir yandan mutsuz bir aile hayatı bir yandan da müzik dolu geceler sürdürüyorum. adam beni de çağırttı ve iki parça söyledim, "black cofee blues" ve "ı have got you under my skin". yerime döndüm ve kaldığım yerden iskambil falı bakıyorum. adam biraz sonra yanıma geldi, “sen delirmişsin” dedi. en iyiniz sevinç tevs ama sende olan ve onda olmayan bir şey var, sen yürekten söylüyorsun, “moody” bir şarkıcısın, isterdim ki sana bir fırsat vereyim. bir an düşündüm, nasıl gideyim, iki küçük çocuk ve derken ilham tepemde bitti, bakışlarında kıskançlık ve hiddeti aynı anda gördüm, karar verilmişti gidemedim. ikinci şansım isveç’te oldu. quincy jones ile tanışıyordum, o zamanlar bugünkü kadar şöhretli değildi, başıma musallat oldu, sana söz vermiyorum ama gel beraber amerika’ya gidelim, sana bazı imkanlar yaratabilirim dedi. ismet “deli misin, git yahu” diyordu ama ben gidemedim, isveç’li bir adama aşıktım, gönlüm onu bırakmaya elvermedi. bilmem bir şey olur muydu ama dünyaya bir defa daha gelsem bu iki fırsatı mutlaka denerdim."

    muhteşem bir insandır ayten alpman.
    onun sesinde şarkılar daha da derin anlamlar kazanır.

    mekanın cennet olsun güzel insan.
  • 20 nisan 2012' de kaybettiğimiz türkiye' nin en değerli kadın vokalistlerindendir. huzur içinde uyusun.
  • allah tan rahmet diliyorum kendisine, yakınlarına da bol sabır. kendisi arkada hiç unutulmayacak eserler bıraktı. yıllar sonra bile ismi anılacak. sevenlerinin ve yakınlarının başı sağolsun.
  • klasik olacak ama sol tarafta "ayten alpman(7)" diye görünce vefat ettiği haberini alacağımı anladım ve çok üzüldüm. uzun zamandır ekranlarda görünmüyordu. eminim birçok kişi benim gibi hasta olduğunu dahi bilmiyordur. tabi sibel can'ın kiloları, hülya avşar'ın zehrası çok önemli oldukları için böyle değerli bir insanın hastalığı haber değeri taşımıyor.

    2007'deki cover albümü bir başkadır uzun bir emeğin sonucunda ortaya çıkmıştı ve ilerlemiş yaşına göre çok başarılı bir çalışmaydı. ben 2007'den beri ondan bir albüm daha bekliyordum, kısmet değilmiş.

    çok güzel şarkıları bizlere kazandırdı, yeterli olamasa da cazın türkiye'de sevilmesine ve dinlenmesine ön ayak oldu. allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
  • ilişkilerin her evresinde yaşanabilecek duygu durumlarını anlatan sanatçı. uzun süre yalnızdınız, aşık olmayı özlediniz. ne var ki önceki ilişkilerinizde birçok kez ummadığınız anda terk edildiğiniz için artık kanıksadınız bu durumu.

    yeni bir ilişkiye başladınız, bu sefer öyle bir temeli var ki ilişkinizin, ilerisi için her şeyin farklı şekilleneceğini, onunla beraber mutlu olacağınızı düşünüyorsunuz. bunu da ben varım'da anlatıyor ayten alpman.

    hoşgörülen hatalar, davranışlar, ilişkinizin orta evresinde su yüzeyine çıkmaya başlıyor. üzerinde durmadığınız konular sürekli önünüze geliyor. ben böyleyim demek istiyorsunuz.

    bir ilişkinin daha sonuna geldik. eskilerinden farklı olduğunu düşündüğünüz insan sadece yanılsamaymış fakat onunla yaşadığınız güzel hatıralar hep ağır basıyor, içiniz buruk halde tabi. bu durumda sesini duyur diyor ayten alpman.

    gözleriniz doluyor, birkaç damla düşüyor belki bu görüntüler aklınızdan geçerken o zaman da kendinize erkekler ağlamaz'ı ithaf ediyorsunuz. ben sürekli bu parçayı ithaf ediyorum kendime.
  • "zaman durdu sanki, beklerken seni
    ben bir tek sevgiye bağladım kalbimi

    ayrılmam istersen hiç yanından
    çağırsan gelirim çok uzaklardan
    eskiden korkardım yalnızlıktan
    korkmam artık sen varsın."

    ve "ben varım" derdi, şimdiyse "bir başka memleket"e gitti... ruhu şad olsun...
  • "bir başkadır benim memleketim" şarkısıyla anılmaktan nefret eden caz sanatçısı. ben böyleyim, söyle buldun mu, sen benim şarkılarımsın, her yaşın ayrı bir güzelliği var sevdiğim şarkıları arasında...

    uğurlar olsun...
  • hayatımın fon müziklerinden birini kaybettim...
  • ölümüyle maalesef 'bir başkadır benim memleketim' demek için bir nedeni daha yitirmemize sebep olan kişi.
hesabın var mı? giriş yap