hesabın var mı? giriş yap

  • bundan 3-4 sene öncesine kadar kulüplerin reklam vizyonu, bir tane sempatik yıldız yabancıyı çıkarıp "merhaba ben x, ben de zattiri kart kullanıyorum" dedirtmekti. yani kulübün tırt bi ürününü(kredi kartı, mobil hat vs.) pazarlama üzerine kuruluydu. son birkaç senedir beşiktaş (candaş tolga ışık pay sahibi sanırım) tırt bir ürünü değil, komple kulübü pazarlıyor mantıklı bir hamleyle.

    reklam çok başarılı olmuş. dedikleri gibi ortadoğu ve asya'da tv kanallarında yayınlanacaksa ve bu konseptte tanıtımlar devam edecekse büyük bir taraftar kitlesinin sempatisini kazanırlar.

    darısı başımıza.
    not: ulu elmander spor.

  • bir kitaptan mümkün olan en iyi derecede faydalanmak için yapılan eylemdir.

    okurken satır aralarına notlar almadıkça; kitabın üst, alt ve yan boşluklarını verimli bir şekilde kullanmadıkça; hatta, kitap sonundaki boş sayfaları kendi düşüncelerinizle doldurmadıkça, üzgünüm, verimli bir okuma yapmış olmuyorsunuz.

    bu tıpkı şu soruya cevap vermek gibi bir şey: ''markete gidip çok sevdiğin o çikolatadan aldın ve onu market reyonundan evindeki dolaba 'aktardın' diyelim, dolabındaki çikolatayı tüketip kanına karıştırmadığın sürece gerçek anlamıyla çikolataya sahip olmuş olur musun?''

    evet dostlarım, size kitapları işaretlemenin onu sakat bırakmak değil, sevmek olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

    entry'nin bu kısmında bir kitaba notlar almak neden okumanın ayrılmaz bir parçası olmalı onu söylemekte fayda var.

    ilk olarak, sizi uyanık tutar. bahsedilen uyanıklık ise sadece bilinç düzeyinde değil, tam anlamıyla uyanıklıktır...

    ikincisi, okumak aktif bir şekilde yapılıyorsa düşünmektir ve düşünmek de ancak kelimelerle mümkündür.

    ve, üçüncüsü, yazmak okurken aklınıza gelen ya da yazarın ifade ettiği düşünceleri hatırlamanıza yardımcı olur ve aynı zamanda yazarla sohbet etmektir...

    kitap okumanın tam da olması gerektiği şey işte budur: yazarla aranızda bir sohbet. muhtemelen konu hakkında sizden daha çok şey bilmektedir; doğal olarak ona uygun bir alçak gönüllülükle yaklaşmalısınız. ama kimseye, okurun sadece alıcı olması gerektiğini söyleme hakkını tanımayın. anlamak çift yönlü bir olaydır; öğrenmek boş bir kap olmak anlamına gelmez. öğrenen, kendisini ve öğretmeni sorgulamak zorundadır; öğretmenin ne demek istediğini anladığında, öğretmenle tartışması bile gerekir. o halde bir kitabı işaretlemek, kelimenin tam anlamıyla yazarla olan fikir farklılıklarınızın ya da birliklerinizin ifadesidir.

    ufaktan sona yaklaşırken, bahsetmekte fayda gördüğüm konulardan bir diğeri notları nasıl almamız gerektiği yönünde olacak...

    bir kitabı zekice ve verimli şekilde işaretlemek için çeşitli yöntemler vardır. satırların altını çizmek, anahtar kelimeleri daire içine almak, boşluklara not almak, ilgili paragrafa bir referans numarası verip sayfa altına bu numarayı tekrar yazarak kendi düşüncenizi yazmak gibi.

    nitekim, atatürk de kitaplarına bu gibi tekniklerle notlar alarak okuma yapmıştır.

    entry'nin başındaki görselde kubrick'in stephan king'in kitabını nasıl okuduğunu görebileceğiniz gibi, burada nabokov'un kafka'yı nasıl okuduğunu, burada ise jack kerouac'ın dostoyevski'yi nasıl okuduğunu görebilirsiniz.

    son olarak, benim yöntemimden bahsedeyim biraz. buradaki renkli boya kalemleri ile ''<'' ve ''>'' olmak üzere iki işaretleme yapıyorum ben kitaplarıma. bu işaretlerin renklerini ise üç sınıfa ayırıyorum: alıntıla, anahtar bilgi ve araştır...

    bir kitabı bitirdikten sonra sadece bu renk sınıflandırması çok kısa bir sürede hafızamı tazelememe yardımcı oluyor...

    tüm bunlara rağmen not almam gerektiğinde ise ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor.

    the saturday review of literature isimli derginin 1941'de yayınladığı bir yazıdan alıntılar yaparak tamamladığım bu yazı, kitap okurken "kitaba" not almak üzerine aslında.

    elbette okuma yaparken deftere ya da boş bir kağıda not alan arkadaşlar da vardır, bunun hakkında yazmak ise onlara kalsın isterim.

  • - hanimiş canım kızım? hanimiş hanım kızım? hanimiş güzel kızım?
    - ...
    - hanimiş tonton kızım? hanimiş kokoş kızım? hanimiş güloş kızım?
    - :)
    - hanimiş şeker kızım? hanimiş şerbet kızım? hanimiş bal kızım?
    - agu

    inşallah daha konuşuruz, daha yazarım..

  • üstündekilere saygılı, mesafeli ve her şeyi söylemesen de yalansız ol. bu sana saygınlık kazandırır.

    senle aynı seviyedekilere sıcakkanlı, mesafeli ve ketum ol. bu seni aşağıya çekmek istediklerinde ellerini kozsuz bırakır.

    atındakilere cömert, mesafeli ve kibirsiz ol. bu saygının yanında sevgi de kazandırır. sevilmek sana kazandırır, bir gün o gün sahip oldukların elinden kayıp gitse bile.

    hiçbirini yapamam diyorsan sadece mesafeli ol ve işini yap. büyük çoğunluğun ekmeğinin peşinde olduğunu unutma.

  • burada konuşan çoğu kişi olayın aslını bilmiyor. sadece bahsedilen videodaki başlığı okuyup yorum yapıyorsunuz.

    bu site yöneticisi köpeğini şiddetle eğitiyor ve köpeğin gece boyunca havlamasına hiç engel olmuyordu. ayrıca köpeğe site içerisinde site sakinlerinin onayını ve rızasını almadan demirden büyük bir kulübe yapıyor ve orada besliyor. sosyal medyada da verdiği pozların %90'ı silahlı pozlar. daha sonra öldürülen damat ve kayınbaba kendisine durumu güzel bir dille izah ediyorlar. ortada hiçbir sorun yokken yönetici kendilerine sert bir şekilde karşılık veriyor. ardından olan olaylar kameraya yansıdığı gibi.

    burada hayvanseverlik adı altında yitip giden iki cana acımamanız gerçekten çok acı bir durum. böylesine şiddete eğilimli bir insanı savunmanız da çok acı. bakın insan haklarını ihlal eden bu katil ve siz bunu savunuyorsunuz. düşüncelerinizi tekrar gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum.

  • bu kişiler; yunanı balık yemler gibi denize attık diye algılıyor.
    "şehitlerimizin kanlarıyla sulandı bu topraklar" cümlesinden ne anlarlar acaba?

  • her sözün söylenmesi gereken doğru yer vardır. otobüste ağlayan bebek için söylenmez "bakamayacaksan doğurmayacaksın" diye. diyen halt yemiş.

    ama karın tokluğuna yaşayıp hala dördüncü beşinci çocuğu zorlayan, sonra da aç kalınca yardım dilenen yarım akıllılara denir. "bakamayacağın çocuğu niye doğuruyorsun biz bilmiyor muyuz çocuk yapmayı" da denir.

    ibareleri doğru kullanmak önemlidir.

  • robert frost zekası:

    ikinci dünya savaşından sonra ezra pound faşistlerle işbirliği yaptığından tutuklanmış, önce cezaevine sonra da akıl hastanesine kapatılmıştı. abd'li sanatçılar pound'un salıverilmesi için kampanya başlattılar. başsavcıyla görüşmesi için robert frost'u washington' gönderdiler. bir süre sonra da pound serbest bırakıldı.
    arkadaşları "ne dedin de serbest kalmasını sağladın diye sorarlar frost'a.
    "ne diyeceğim?" diye güler frost. "içerideyken herkesin onunla ilgilendiğini söyledim. bırakırsanız gündemden düşer, kimse yüzüne bile bakmaz, unutulur gider." dedim.

  • babam bir kaç gün önce vefat etti. acına mı yanarsın, ne oldu diye soranlara bilmem kaçıncı kere anlatmak zorunda kalışına mı, haber verilmesi gereken yüzlerce insana nasıl ulaşacağına mı derken en azından işin bu kadarını whatsapp'ın çözebileceğini düşündük, babamın, annemin, kardeşimin ve kendimin whatsapp hesabından durum mesajı olarak vefat haberini, cenazenin nereden kaldırılıp nereye defnedileceğini paylaştık.

    çok işe yarayıp yaramayacağını bilmiyordum, çünkü ilk defa whatsapp durum mesajı paylaşmış oldum, işe yaradı. babamın yıllardır görmediğim arkadaşları, izmir'den, ankara'dan çıkıp geldiler, onlarca insanla, o sıkıntılı halde iken konuşmak zorunda kalmadık.

    kalitesiz insan olduk ama olsun yükümüz bir nebze hafifledi.

  • oturup rakı içiyoruz, benim haricimdeki masadaki 5 kişi fb'li ve gs'li, bazıları benim beşiktaşlı olduğumu bile bilmiyor; "abi beşiktaş süper oynuyor, ligi kesinlikle beşiktaş hak ediyor."

    trabzon'da uçağa biniyoruz, uçağa geçerken körükte yarı gs'li, yarı ts'li ve hangi takımı tuttuğunu anlayamadığım iki adam konuşuyor; "abi beşiktaş maçını izledin mi, ne top oynuyor adamlar, bu sene inşallah şampiyon olurlar"

    işteyim sabah milletin afyonu patlamamış, sağdan soldan sesler geliyor "beşiktaş liverpool'u eler abi. eleyemez abi. süper oynuyor adamlar... ama sturridge, sterling dönüyormuş... dönsün abi adamlarda da demba ba var."

    o kadar çok bu muhabbetlere denk geliyorum ki, içten içe öyle mutlu oluyorum, öyle mutlu oluyorum... anlatamam.

    ama ve lakin, beşiktaş'ın şampiyon olması büyük olay. eşit rekabet şartları yok. koskoca beşiktaş'a devlet geçici de olsa bir stadyum tahsis etmiyor, gidip trabzon maçını, gs derbisini konya'da oynamaya kalkıyoruz, bir başka iç saha maçını ankara'da oynuyoruz. hakemlerin takdir hakları sürekli ince ince aleyhte. sürekli diğer takımlara çıkmayan kartlar, çalınmayan düdükler, verilmeyen penaltılar veriliyor.

    ama oyuncu grubu öyle inançlı ve mücadeleci ki, bu sene hakemi, siyasileri de yenip şampiyonluk ipini göğüsleyebilirler. hakemi ya da engel ne varsa hepsini yenmek için sahaya çıkıyorlar. hoca bana taktı deyip, sınava çalışmamazlık etmiyorlar.

    gurur duyuyoruz.