hesabın var mı? giriş yap

  • bahaneler çoğaltılabilir.

    ancak yaratıcı insanı tek körelten şey; psikolojik savaştır. insan en çok kendine acımasız davranır. sürekli kendini eleştirir, yaptığı işi hiç bir suretle beğenmez, mükemmeliyetçi bir zihniyeti vardır. bu nedenle çevresiyle paylaşmaktan korkmaya başlar, sanattan anlamayan insanların eleştirileri de eklenince haliyle özgüven kaybına uğrar ! tarz yaratmakta sıkıntı bile yaşayabilir.

    türkiye’de yaşamak bir tarafa dursun, parasızlık ya da internet kesinlikle körelme sebebi değildir. insan yaratmak istedikten sonra parayı her türlü idare edecek gerekirse kıyafet almayacak gene de boya setine tonlarca para yatırmaktan hiç geri kalmayacaktır. internet dediğiniz meseleye gelince, faydalı kullanmak yine kişinin kendi elinde. sosyal medyada gezerken başkalarının hayatını merak edip stalklamak yerine, yaratıcılığa ilham olabilecek dergileri, çizimleri, modern çağın sanatını ya da belli web siteleri takip ederek her boş bulduğu aralıkta kendini geliştirmek için çabalayabilir.. kaldı ki bu en büyük nimettir. zaman kavramı diye de bir olgu olduğunu sanmıyorum, yeterki kişi sanatını geliştirmek istesin gerekirse her akşam bir saat bunun için vakit ayırmayı hevesle isteyecektir...

    kendi yaşadığım problemlerden ufak bir özet geçeyim, belki biraz olsun herkese ilham kaynağı olabilirim. eminim içinde başlığa cevap olabilecek nedenlere dayalı detayları yakalayacaksınız...

    henüz 10 yaşımdaydım, abim okul kütüphanesinden aldığı meslekleri detaylı şekilde anlatan bir kitabı eve getirmişti. hala dün gibi, aklımda kalan tek görüntü sayfada ki resim yapan insan çizimidir. kitaba dair başka bir şey hatırlamıyorum. bir süre incelerken o sayfaya denk gelmemle dönüp ev halkına ‘karar verdim ben ressam olacağım’ demiştim. nasıl bir his nasıl bir tutku biliyorum o sayfayı detaylıca okumamın ardından kitabı öylece kapatıp abime geri verdim. senelerce bana ‘aç kalacaksın, ısınmak için tablo mu yakacaksın, sonra evin alev alacak ve yalnız başına öleceksin, hobi olarak yapsan da olur, türkiye’de bu işi yapamazsın, yol yakınken vazgeçmelisin’ gibi gibi bir çok acımasız uyarı ve espiri yapıldı !!! bu arada anne baba öğretmen buna rağmen herkesten tepki aldım. derken; lisede tembel bir öğrenciydim, bir şekilde mezun oldum. test çözmek öss ye hazırlanmak gibi bir karektere sahip değildim. neredeyse beni iki yıllık bir bölüme öylesine göndereceklerdi. bir gece ailece çok içmiştik ayakta duramadığım için uzanmıştım, babamı yanıma çağırdım geldi oturdu başucuma ‘ neden ağlıyorsun’ dedi. ‘ben güzel sanatlara girmek istiyorum, başka mesleği yapamam, beni hazırlık kursuna göndermiyorsunuz, hayatımla oynuyorsunuz, yıllardır dershanelerde sürünüyorum, buna mecbur değilim’ dedim. bir hafta sonra beni ressam bir tanıdığın atölyesinde kursa yazdırdılar. o sene sadece üç ay eğitim aldım. ilk yetenek sınavına girdiğim üniversitede görsel tasarım bölümünü kazandım. benden umudu kesmişlerdi haberi aldığımız gün bütün aile kutlama yaptı. hevesle bütün süreç boyunca yanımda oldular. hatta gidip bana okulum ilk günü ev tuttular. üniversite boyunca resim yapmayı hiç bırakmadım ancak dijital dünya ve teknoloji hoşuma gitmiyordu. mezun olunca denedim sektörü sevmedim. bıraktım. sinema sektöründe devam ettim. şartlar hassas karekterime zor geldi onuda bıraktım. çünkü hayatım boyunca hiç bir zaman para için çalışmadım. ailemin durumu çok çok iyi ya da çok çok kötü de değildi ancak bir şekilde kendi ayaklarımın üstünde durmak için oradan oraya savrulup, çabalayıp, yıpranıp duruyordum. 6/7 sene çizim yapamadım. belki daha fazla. sonra yine aniden, hayatımı böyle saçma sapan şeylerle geçiremeyeceğimi, sektörün yeteneklerimi körelttiğini farkedip meslek hayatımı bitirme kararı aldım. yaşım oldu 32, hızla geçen 10 seneye geri dönüp baktım. elde hiç bir şey yok. ne para, ne ev ne kendi aldığım bir araba ! sorgulamaya başlayınca en ağır eleştirileri kendime yaptımı anladım. ne için gelmiştim ki dünyaya, üç beş lira kazanmak adına sağlığımı kaybetmek için miydi tüm bu eziyetler. hayatım boyunca yalnız yaşamıştım, ailemden maddi bir beklentiye girmemiştim ama artık yılmıştım. psikolojik tedaviler, fiziksel problemler yaşamaya başlamıştım. her şeyi bırakıp sıfırdan kendi istediğim mesleği icra etmek, insanlara, topluluklara, saçma sapan şirketlere, kapitalizme hizmet etmektense kendime yatırım yapmak istiyordum. hayatım düzene girecek diye beklemekten senelerimi harcamıştım. ne yapacağımı bilmez bir ruh haliyle kayıplara karıştım. başka bir şehre göç ettim. kendimi geçindirebilmek için evime yakın olan bir markette işe başladım. mesai saatlerimi kendim ayarlama şartım vardı. akşamları erkenden soluğu evde alıyordum. her gece saatlerce resim yaptım. iki ay aileme yalan söylemek zorunda kaldım. bu süreçte ziyaretime gelen kuzenlerim durumumu görüp haber vermişler. ailem endişelenmeye başlamıştı. hatta bir süre yalanıma ortak olmaya devam ettiler. sonra bana geri dönmem için ideal teklifler sundular. babamın şöyle bir cümle kurduğunu hatırlıyorum sadece ‘ biz senden maddi bir şey beklemiyoruz, sende yıllarca mücadele ettin, sağlığını bozdun, ülkenin durumu zaten ortada, bence tatilini yapıp kafanı dağıttığına göre artık dön yanımıza. markette çalışmanı istemiyoruz, buna gerek yok, gel evinde otur, resim yap, ne yapmak istiyorsan onu yap, orda kendine daha fazla işkence çektirme’ dedi. istanbul’a geri döndüm. gerçekten de bir sene evde oturdum. odamı atölye gibi kullandım. malzemelerin bir kısmını babama aldırdım. bir kısmını arkadaşlarım, kuzenlerim, dayılarım aldı, eksiklerim oldukça kendi harçlıklarımı kullandım. gerektiğinde bir ay sokağa çıkıp para harcamaktan kaçındım. 32 yaşında eve dönmek sıkıntılı ve mahçup ediciydi. onu da aştım. resim yaparak motive oldum. sağlığım düzeldi, aileme yakınlaştım, yılların kopukluğunu ortadan kaldırdım. yıllarca çalışmaya alışkın biri olarak sonra neden evde duruyorum dedim. yüksek lisansa başladım. eski ressam hocalarımla görüşmeye başladım. çevrem bile değişti. hayatımda her kademe değişti. mutluyum. resim yapmayı hiç ihmal etmedim. yılların acısını çıkardım, günlerce sabahladım, bende körelen ne varsa yeniden ortaya çıkardım.....

    gelecekte bir sergi açmak dileğiyle !

    sevdiğin şeyi yapmak bahaneleri hiçe sayar bunu anladım.
    kendiniz olun. toplum baskısı, aile, ekonomi, siyaset bunlar faso fiso. hayatta hiç bir şey sağlığınızdan daha önemli olmasın ! ancak o zaman gelişmeye devam edebilirsiniz.

  • ilk nesilde dakika olmayacaktır. sadece saati gösterir.
    fanboylar aslında dakikanın ne kadar gereksiz olduğunu söyleyecektir.
    ikinci nesilde dakika gelecek ve devrim olacaktır. ne dahice be. haha.

    şimdiden hayal edebiliyorum.

  • nüfusun ne kadarının hangi partiye oy verdiğinden bağımsız olarak hükümdarlığını sürdürür. akp, chp, mhp'ymiş filan, bunlarla pek alakası yoktur.

    merkez sağın her türlü pişkinliğini, iki yüzlülüğünü ve o yapmacık ahlak anlayışını her sokağında hissedebilirsiniz bu kentlerin. lisesinin müdür muavininden tutun, tapu kadastrodaki memuruna kadar o kentte büyüyüp yetişmiş insanların çoğunun üzerine sinmiş rezalet bir merkez sağ esansı vardır.

    kendi ahlaki anlayışını diğerlerinden üstün tutarken bir yandan menfaatleri peşinde koşan küçük insanların, ufak tefek idari çıkarlar için maymun olmaları merkez sağ ekolünün imzasıdır zira. peşinden koşulan kazançlar bazen o kadar ufak, o kadar kişiseldir ki, yargı tarafından takibe lüzum dahi görülmez. bu hukuki tembellik, elbet çoğunun hoşuna da gider.

    kırsalda veya büyük şehirlerde aynı havayı bulamazsınız. anlatması zor sayılır.

  • lan bi yürüyün gidin. sözlükte mal olduğunu bilirdim de bu kadar mal olduğunu bilmezdim. nerede ikibinli yılların başındaki sözlüğün seviyesi, nerede kalitesi magmaya yaklaşmış bu ergen topluluğunun seviyesi.

    ulan hiç mi insan görmediniz. sıradan insan ya. sanki kendileri yalılarda yaşıyorlar da, işte bize gerçek hayatı hatırlatacak birisi diyorlar. ulan zaten bim'den çıkmayan adamsın. bu kadar mı eblehleştiniz. sanki metrobüslerde milletin ağzındaki soğan kokusunu ayırdedebilecek olan sizler değilsiniz.

    nesi güzel olm bu videoların. beyniniz akıllı telefon karşısında eriyip gitmiş, farkında değilsiniz. ondan bu kadar hipnotize oluşunuz bu boş videolara.

    yazık ulan vallahi yazık.

  • arif: galatasaray benfica'yı benfica'da yenemez miydi?
    ali ece: yenemezdi !
    arif: nasıl yenemezdi?
    ali ece: maç lizbon daydı !

  • insanlık hali, olur ya, rte dışarda kalp krizi geçirir, yanında kendi doktoru da yoktur, izindedir falan.

    işte bu durumda yoldan geçmekte olan doktordur.

    şüphesiz ki, hastaya izinsiz müdahale etmeyip ölmesine seyirci kalacak, kanunlara uyacak, 2 milyon tl ceza riskine girmeyecek, hayırlara vesile olacak olan doktordur. zira izini de o an bilinci yerinde olmayan hasta kişiden alması gerekmektedir.

    not: müdahale edene suç duyurusunda bulunmak görevimizdir.

  • dünyanın en asap bozucu şeylerinden biri. ilk sorulduğunda babamın mesleğini söyleme gafletinde bulunmuştum "pikocu" diye. sonra muhabbet "pikocu ne?", "nasıl yani terzi mi?", "overlokçu mu oluyor o?", "hele bir anlat şunu" diye öyle uzamış ve ben anlatmayı başaramadıkça o kadar canımı sıkmış, beni sınıfta öyle rahatsız edici derecede ilgi odağı haline getirmişti ki sonraki senelerde "emekli", "serbest meslek" diye geçiştirmeye başlamıştım. onlarda bile öğretmen tatmin olmazsa "nasıl serbest meslek? öyle geziyo mu yani?" diye dalga geçebiliyordu. sonunda bir sene "bilmiyorum" bile dedim artık dayanamayıp. "bilmiyor musun? babanın yaptığı işi bilmiyor musun?" raddesine gelmişti ama o kadar sıkılmıştım ki gönül rahatlığıyla "bilmiyorum" demeye başlamıştım. o beni rahatlatmıştı.

    işin ironik tarafı 14 yıldır ekşi sözlük'te pikoyu ve pikoculuğu anlatan yegane entry'ler bana ait.

    edit: "terzi diyeydin ya" demişler. terzi demeyi denedim, "terzi gibi" dediğim oldu ama düz "terzi" diye sallamayı içime sindiremedim. veteriner babayı doktor diye tarif etmek gibi olacaktı. sanki babamın mesleğinden utanıyormuşum da yalan söylemeye ihtiyacım varmış gibi hissedecektim. o yüzden "terzi" demedim "terzi gibi" dedim ama o daha çok probleme yol açtı.