hesabın var mı? giriş yap

  • bir piyasadan bir varlığı satın alma ve aynı zamanda özdeş bir varlığı bir başka piyasada daha yüksek bir fiyattan satmaktır. bazen bunlar, farklı piyasalardaki özdeş varlıklar olacaktır, hem new york stock exchange hem de londra borsası'nda kote olan herhangi bir şirkete ait hisse senetleri gibi.

    çoğu zaman arbitraj yapılan varlıklar daha karmaşık bir şekilde özdeştir, örneğin benzer risklere maruz kalan farklı finansal menkul kıymetler söz konusu olabilir. bu noktada, etkin piyasalar hipotezi göz önüne alındığında, arbitraj ancak etkinsiz piyasalarda mümkün olur. yani arbitraj bir nevi piyasaları daha etkin kılan bir süreçtir.

    kimi arbitraj türleri tamamen risksizdir. risksiz olan bu arbitraj türü saf arbitraj olarak da bilinir. örnek vermek gerekirse, londra'da euro new york'tan daha düşük maliyetle satın alınabiliyorsa, arbitraj yapanlar, londra'dan euro alıp aynı miktarı new york'ta satarak risksiz kâr elde edebilirler.

    saf arbitraj fırsatlarına değinmek icap ederse, mesela son yıllarda, kısmen finans piyasalarının küreselleşmesi hasebiyle bu fırsatlar azaltmıştır. günümüzde, birçok gösterişli hedge fund üzerinden gerçekleştirilen ve arbitraj olarak tanımlanan işlemlerin büyük çoğunluğu, benzerlikleri olan fakat özdeş olmayan değerleri içermektedir. işin özü, bu saf arbitraj değildir. üstelik risksiz oldukları da kabul edilemez.

    bütün bunlara ek olarak, arbitrage pricing theory (arbitraj fiyatlama teorisi) hususunda da birkaç kelam etmek gerekir diye düşünüyorum. bu teori finans piyasalarında varlıkların nasıl değerlendirileceğine ilişkin en temel iki teoriden biridir. bir diğer teori de sermaye ve varlıkları fiyatlandırma modelidir.

    genel olarak arbitrage pricing theory, beklenen faiz oranı gibi birkaç kilit risk faktörünü ve varlık fiyatlarının portföy fiyatına nispeten nasıl değerlendirildiğini açıklamaktır. bir varlığın fiyatı, teorinin gösterdiğinden sapma gösteriyorsa, yatırımcıların arbitrajı bu eylemi geri düzeltmelidir.

  • bu entrye yolu düşenlerle paylaşma arzusunda olduğum ilginç bir hakikat de pek çok dilde "mutluluk" sözcüğünün şans, baht, talih ve hatta kader gibi sözcüklerle ya birebir aynı olması, ya da etimolojisinde bu izleri barındırmasıdır.

    hint avrupa dilleri'nde bu pek bir nettir: misal almanca’da glück bugün hem mutluluk, hem de şans anlamındadır. keza italyan, ispanyol ve portekizliler’in mutluluk yerine kullandığı kelimeler (sırasıyla felicita, felicidad, felicidade olacak) hep latince “felix” gibi köklerden uzanırlar bizlere, ki talih, baht anlamları da aynı kökün içindedir. fransızca mutluluk demek olan bonheur’ü ise modern dile rahatlıkla “iyi talih” şeklinde çevirebiliriz. ingilizce’ye gelince, happiness kelimesinin middle english’teki “hap” kelimesinden evrildiğini anlatır bize sözlükler ve perhaps, haphazard, to happen gibi kelimelerde de kendini belli ettiği üzere, “hap” başa gelen şey, şans anlamındadır. son olarak sevgili türkçe’ye dönersek görürüz ki, “mutluluk” kelimesi sonradan üretilmiş köksüz, acayip bir kelime olduğu için, şansla, talihle, kader kısmetle bir alakası yoktur, fakat en azından (farsça asıllı) bahtiyar kelimesi açık açık baht’tan türememiş midir?

    bu saydığım ve bir de aşina olmadığım daha kimbilir kaç dildeki mutluluk-talih bağlantısı mutluluğun insan arzu ve iradesinin çok dışında, ancak fortuna’nın döngülerinde, bahtın rüzgarlarında, kaderin cilvelerinde bir yerlerde denk gelinebilecek bir mefhum olarak algılandığı çağların ürünü olsa gerektir. mutluluğun, ilahi lütuflarla değil de bireysel tasarrufla ulaşılabilecek ve hatta ulaşılması gereken bir hak olduğu fikrinin yaygınlaşacağı aydınlanma çağı’na daha vardır.

    sözlerimi şu bilgi parçasıyla nihayetlendireyim ki, amerika ve avrupa’da yapılan araştırmalar kişinin hayatında başına gelenlerle öznel mutluluk düzeyi arasında öyle beklendiği kadar kuvvetli korelasyonlar bulamıyorlar. talih ve mutluluk öyle görünüyor ki atalarımızın varsaydığı kadar özdeş değiller, en azından asri zamanlarda, en azından batı alemlerinde...

  • son kur krizlerinden sonra orta sınıf denebilecek bir grup kalmadığı için göze batan olma durumu. 3-5 sene çoluğu çocuğu özel okula yolladık, özel hastanede doğum yaptırdık. 5 yıldızlı otelde sezonun azıcık dışında erken rezervasyonla tatil yaptık, orta-sınıf jipimsi bir araba alıp, enparaya maaştan kalanları yollayıp, borsada bilmem ne hissesi yükselirken kendimizi yatırımcı hissettik, ama geçti artık. artık bu hayata essek gibi çalışmaya gelip karnını zar zor doyuran, barinacak eve maaşı zar zor yetirenler grubundayız.

  • tam azar olmasa da koridorda full makyaj yakaladığı, muhtemelen 9. sınıf öğrencisi olan kıza müdür yardımcısının tepkisi;

    - şimdi sen o ruju sürdün ya, dünyanın en güzel kızı sen oldun zannediyorsun ama çok yanılıyorsun.

    (bkz: baltalı ilah)

  • akıl ve mantık yoksunu bir bünyenin metrobüsleri korumak adına uydurduğu saçmalık olsa gerek.

    ulan dallama bu otobüsler günde 18 saat çalışmak ve binlerce insanı taşımak için dizayn edilmedi mi? yani görevleri bu... uçaklar da günde 14-18 saat uçuyor. hatta hiç durmadan 18 saat uçan uçaklar da var. çalışma şartları da ağır. kaç bin metreye çık, bilmem eksi kaç derece, basınç düşük, in çık in çık... e iyi o zaman onlar da bozulsun, en fazla düşerler ne olacak ki. böyle mantık olur mu?

    günlerce, aylarca ve hatta yıllarca hem de oldukça ağır şartlar altında hiç durmadan çalışan makinalar var... ama çalışıyorlar... çünkü bu iş için dizayn edilmişler. doğru ekipmanı doğru işte doğru bir şekilde kullanınca arızalar da iyice azalacaktır. ama sen o iş için dizayn edilmemiş makinayı al getir, bozulunca da şartlar ağırdı, hiç durmadan çalışıyordu de... olacak iş mi?

    dediğim gibi bu otobüslerin işi bu. günde 18 saat çalışıp binlerce yolcu taşımak... şartlar bu... ve otobüsler bu iş için dizayn ediliyor. ve onun için 2-3 milyon lira ediyorlar... sağlam olsun, dayanıklı olsun, bozulmasın, ekonomik olsun diye o kadar para veriliyor.

    yahu ortadaki salaklık karşısında dilim tutuluyor... ne mantıksız insanlar var be!

    hastanede yangın çıkar, yoğun bakımdaki hastalar ölür, sağlık bakanı çıkıp zaten öleceklerdi diye açıklama yapar. aynı mantık, daha da doğrusu aynı mantıksızlık...

  • kendini nimetten sanan, okulun sahibi sanan sınıf anneleri gözü yaşlı.
    günün güzel haberi.

    reisi anmadan geçmeyelimgörsel
    sana ne diyen ağzına sağlık koçum.

  • victor hugo benim şu halimi görseydi sefiller yerine buna da şükür adlı bir roman yazardı.

  • sen zamaninda turk halk profiline, kulturune demedigini birakma, basit gör hakir gör hatta turkten cocuk mu yapilir falan diye zirvala sonra gel hakan altunla sevgili olup ibo show da yeni nesil cansever denemesi yap. puhahahha. olm su ulkede kimseyi ciddiye almayin. valla almayin bak. 3 - 5 sene sonra kim kimdir nedir taniyamazsiniz bile.