hesabın var mı? giriş yap

  • mideden ve bağırsaktan emiliminden sonra 30 dakika içinde etki gösteren ve 3-10 saat arası etkisi süren madde. günde 500 mg. dan fazla alındığında zehirlenme gelişebilir. en yaygın görülen belirtiler, çarpıntı, huzursuzluk, anksiyete, kaslarda seyirme, mide yakınmaları ve uykusuzluktur. daha da yüksek dozlarda kulak çınlaması, nöbetler, solunum problemleri ve fikir uçuşması görülebilir. toleransı hızla gelişen bir maddedir yani her gün miktarını arttırsanız da etki etmemeye başlar.

    kahve fincanında 80-100 mg. (bir kupa nescafe ya da bir fincan türk kahvesi gibi o içeceğin bir birimi kastedilmektedir)
    çay bardağında 66-100 mg.
    kafeinsiz kahvede (bir kupa) 2-4 mg.
    kola bir bardakta 25-55 mg.
    sıcak kakao bir kupada 5-50 mg.
    aspirin 32 mg. bir tablette
    kafein tabletinde 100 mg.
    çikolata 25 mg. küçük pakette.... kafein içerir.

  • oha oha oha. 14 yasindaki ablasinin da babasi cikti adam.

    görsel

    edit: @yalandadaolsa isimli arkadas uyardi. odatv olayi yalanlamis.
    odatv haberi

    türkiye'deki pislik zincirinin açığa çıkmış küçük bir halkası.

    bunu sadece "muslumenin dedesi babasıymış yaa" diye okumamak da lazım.

    ya anne kocasını aldattı. ya da anne tecavüze uğradı.

    neresinden tutarsan elinde kalıyor. keşke insanları black mirror'daki gibi sessize alsam ya her şey çok kötü abi. yani her gün bir insanı rahatsız edecek olay oluyor ve bu olay dibin dibi.

  • diğer büyük kedilerle karıştırıldığı için yaptığı iş büyük şaşkınlıkla karşılanan jaguar.

    jaguarlar dört büyük kediden biridir ancak karakteristik özellikleri ile diğer kedilerden çok farklıdır. öncelikle avını uzun veya kısa mesafeden kovalamaz. çok sık yağmur ormanlarında yaşamasından ve üstün kamuflaj yeteneğinden ötürü pusuya yatar ve tek sıçramayla avını yakalar. zaten jaguar kelime anlamı itibariyle avını tek sıçramayla yakalayan demektir.

    ayrıca büyük küçük fark etmeksizin diğer kedilerin hiçbiri gibi avının boğazına da sarılmaz. jaguar tüm hayvanlar arasında, kafatası büyüklüğüne oranla en yüksek güç uygulayabilen ikinci hayvandır.(birincisi benekli sırtlandır) bu yeteneğinden faydalanarak avının kulaklarının hemen üzerinden ısırarak kafa tasını kırar.

    son olarak, o gördüğünüz timsah, belgesellerde izlediğiniz nil timsahı değildir. zaten nil timsahı jaguarın yaşadığı coğrafya olan amerika'da da bulunmaz. o gördüğünüz caimandir. ağırlığı ortalama 70 kg olup, ağırlığı 140 kg'ye çıkabilen jaguar için standart avlardan biridir.

    avlanma sahnesi değerli ve ender görülen bir sahnedir çünkü jaguar çok iyi kamufle olan bir kedi olduğundan ve yaşadığı ormanlarda çok sık bir bitki örtüsü olduğundan, jaguar avına ender rastlanmaktadır. bu yüzden aslanlar, çitalar veya leoparlar gibi yüzlerce belgeseli bulunmaz. ana konusu jaguar olan zannedersem 4 belgesel var. bu da o belgesellerden biri olan 'der jaguar - das phantom des dschungels' belgeselinden bir kesittir.

  • bugun biraz texas tarihi ile ilgili yazmak istedim.

    bildiginiz gibi texas'in ilk yerlesik halki amerikan yerlileri. bunlar apache, caddo, comanche, kiowa, cherokee, coushatta, kickapoo, wichita diye gidiyor.

    1519'da ilk avrupa'lilar olan ispanyollar bolgeye variyorlar ve daha sonra nueva españa yani "yeni ispanya" olarak adlandirilacak olan koloniyi kuruyorlar. merkezi mexico city olan bu koloninin buyuklugu gunumuzdeki texas ile sinirli degil, neredeyse abd'nin tamamini kapsayacak bir yuzolcumune sahip ve guneyde guney amerika kitasina kadar iniyor. bu koloni daha sonra yillar icerisinde diger avrupalilarin da kitaya gelmesi ile birlikte savaslar (ozellikle fransa ile) ve bagimsizlik ilanlari ile parcalanacak ve meksika'ya evrilecek.

    ispanyollarin somurgelestirdigi bu topraklarda yasayan amerikan yerli uluslarindan biri de pueblo'lar. pueblo halkinin ozelligi amerikan yerlilerinde pek rastlanmayan bir sekilde, cadirlar yerine adobe kullanilarak yapilmis cok katli ve icerisinde odalari bulunan binalarda yasamalari. ayrica diger yerlilere gore daha gelismis tarim teknikleri kullaniyorlar. pueblo'da ispanyollarin bu halka verdigi isim zira "pueblos" ispanyolca "kasabalar" demek. aslinda ispanyollarin pueblo halki diye tek bir isim altinda topladigi bu halk bes farkli halktan olusuyor ve kendilerine dogal olarak pueblos demiyorlar. kendi dillerindeki isimleri hopi, taos, jimez, zuni and tigua.

    tabii bu halktan durduk yere uzun uzun bahsetmedik. bu halkin texas'in kurulmasindaki onemi 1620'de santa fe de nuevo méxico'da (gunumuzde abd'nin new mexico eyaleti) ispanyollara karsi ayaklanmalari ve 400'e yakin ispanyolu oldurmeleri, geri kalan 2000 tanesini ise gunumuzde el paso, texas sehrinin oldugu bolgeye surmeleri. surulen ispanyollar bu sehri kuruyorlar ve bu sehir, gunumuzdeki texas topraklarinda kurulan ilk ispanyol sehri oluyor. bu olaydan 12 sene sonra ispanyollar geri donup, pueblos katliami yapacak ve sehirlerini tekrar ele gecirecekler fakat konumuz bu degil, donelim texas'a.

    bu arada yil 1625 oluyor. gunumuzde corpus christi sehri yakinlarina fransizlar gelip bir koloni kuruyorlar. maksat ispanyollara killik olsun. yok yok aslinda oyle degil. aslinda missisipi nehrine gitmeye calisirlarken kaybolup orada bir kale kurmaya karar veriyorlar (fort saint louis). bu sanssiz koloni kuzeye illionis'e ulasmaya calisiyor ve bu sanssiz yolculuk boyunca katliamlar, hastaliklar, isyanlarla bogusuyor ve illionois'a ulasamadan hepsi olduruluyorlar. bu arada fransizlarin bolgeye geldigini ogrenen ispanyollar onlari aramaya basliyor cunku kendilerine tehdit olarak goruyolar. bu sayede bolgede yayilmalari hizlaniyor. bir sure sonra fransizlarin terkettigi kaleyi ve toplari buluyorlar. toplari yakip, kaleyi gomuyorlar. daha sonra "lan biz bayagi salagiz galiba, topu gomup kaleyi niye yakmadik ki ? saatlerdir ugrasiyoruz" diyorlar. neyse, kale ve toplar ortadan kalkinca kalintilar uzerine binalar dikiyorlar ve fransizlarin biraktigi o kalintilar 1990'li yillara kadar topragin altinda kaliyor.

    ote yandan kurduklari bu kale daha sonra fransizlar'in bu topraklar uzerinde hak iddia etmesi icin dayanak olusturuyor.

    bundan sonraki bir asir ispanyollarin, bolgenin hemen komsusu olan fransiz bolgesi louisiana'nin olusturdugu tehdite karsi ha babam sehir kurmasi ile geciyor.

    yillar 1821'i gosterdiginde meksika ispanya'ya karsi isyan bayragi acip, bagimsizlik ilan ediyor. tabii ki o yillardaki meksika sinirlari gunumuzdeki meksika'dan cok farkli (cok cok daha buyuk). gunumuzdeki texas da meksika'nin bir parcasi.

    bu arada on uc koloni ayaklanmis ve ingiltere'den bagimsizligini alip abd'yi kurmuslar. meksika hukumeti ulkeyi guclendirmek ve nufusu arttirmak icin bir gocmen programi baslatiyor ve kuzeyden amerikalilarin ulkeye gelmesine izin veriyor. 1819 ekonomik krizi'nden dolayi fakirlikten surunen amerikalilar icin meksikaya yerlesmek cok cazip geliyor cunku meksika hukumeti bu insanlara toprak veriyor. bu ingilizce konusan, cogunlugu protestan gocmenlere anglos deniyor ve 1834 yilina geldigimizde ulkede 8bin ispanyol/amerikan yerlisi kokenli meksikaliya karsin 30bin anglos yasiyor.

    bu sirada meksika hukumetinde "antonio de padua maría severino lópez de santa anna y pérez de lebrón " gucu eline geciriyor. insanlar "oha ! ne kadar da uzun isimli bir adam" diye hayran olup bunu basa getiriyorlar herhalde. kendisi batinin napoleon'u unvanina sahip olan antonio abimiz, giderek saga cekmeye basliyor. ulkeyi baskici, asiri sag, askeri bir hale sokuyor. boyle otoriter bir manyagin dikkatini "azinliklar" cekiyor tabii. "lan daha ulkeyi yeni kurdunuz, ne ara azinlik problemi yarattiniz ?" uyarilarina aldirmadan yaverine "bu anglos'lara cok fena gicik oluyorum" diyor ve sorunu cozmek icin kendince bir cozum buluyor.

    diyor ki [yaverine] "yahu yaver senin adin ne ?" adamcagiz da "efendim benim adim yaver degil, tutturdugunuz bi yaver de yaver... daver benim adim diyor". antonio bu konuya fazla takilmiyor, "tamam uzatma" deyip devam ediyor.

    "arkadas bu tejas [evet tejas, texsas in orjinal ispanyolca ismi tejas] bir eyalet degil mi ? bu eyaletde de lanet olasi anglos cogunluk degil mi ? bu adamlar ulkede azinlikken eyalette nasil cogunluk olabilir, hayatta izin vermem" diyor ve tejas eyaletini ispanyol kokenli meksikalilarin harman yeri olan coahuila eyaleti ile birlestirip coahuila y tejas adinda sacmasapan bir eyalet olarak ilan ederek gerrymandering'in tohumlarini atiyor.

    aslinda antonio oglan, kuzeydeki abd'nin meksika'nin bir parcasi olan teksas'ta hak iddia ederek ele gecireceginden cekiniyor. bu yuzden boyle islere giriyor ama bununla da yetinmiyor. zaten bu konuda toplum destegi varken koleligi kaldirmaya karar veriyor. bu ekonomisi kolelige dayali isgucu gerektiren texas'a buyuk darbe vuruyor. yetiyor mu ? hayir. hemen arkasindan abd'den anglos gocmenlerin gelmesini yasakliyor. yetiyor mu ? hayir. yaninda bu gormus oldugunuz tarak ve gocmenlerin katoliklige gecmesini ve ispanyolca konusmasini zorunlu kiliyor.

    bu bardagi tasiran son damla oluyor ve isyan eden texasli anglolar meksikali komutanlari esir almaya, kaleleri ele gecirmeye basliyorlar (don't mess with texas). antonio bu isyanlarin uzerine bildigin deliriyor ve cok sert bir sekilde bastirmaya basliyor. hatta "esir almak yok, direkt oldurun. vurun, koman" diye emir veriyor. hizini alamayip "yok ulan eyalet filan, kaldiriyorum eyaletleri, uniter devletiz bundan kelli, mexico uber alles" diyor ve badem biyik birakmaya karar veriyor.

    bu artik islerin geri donulmez bir sekilde donustugu nokta oluyor ve 1836'nin nisaninda texas revolution basliyor. antonio "texas'in geri alinmasi benim kisisel meselemdir, seni almadan olmeyecegim" diyor ve hazirladigi dev ordu ile kuzeye yuruyerek saldiriya geciyor. yoluna cikan tum teksas ordularini birer birer bicen antonio nihayetinde gunumuzde san antonio sehrindeki alamo kalesi'ne variyor.

    kaleyi savunan herkesi tamamen olduren antonio oglan zafer sarhoslugu icerisindeyken, sam houston liderliginde yeni bir texas ordusu kuruluyor. bu ordu yavasca kuzeye dogru cekilmeye basliyor ve bu cekilme surecinde meksika ordusunun zalimliginden korkan sivil halkin da katilmasi ile giderek buyuyor. cunku manyak antonio artik yoluna cikan sivil anglo'lari da oldurmeye basliyor.

    takvimler 21 nisan'i gosterirken iki ordu nihayet karsilasiyor. bu asamada artik antonio teksas'lilari cok kucumsedigi icin guc sarhoslugu icerisinde. bu karsilasma bagimsiz texas'in kurulmasindaki en onemli savas olan san jacinto olarak tarihe geciyor zira texas'lilar savasi kazandigi gibi antonio oglani da esir aliyorlar.

    bundan sonraki surec antonio'nun hayatina karsi meksika ordusunun rio grande nehrinin guneyine cekilmesi, antonio'nun serbest birakilip geri donmesi fakat buna sinirlenen texas halkinin isyan etmesi, yeni kurulan republic of texas hukumetinin "texas'da yeni bir fransiz devrimi istemiyoruz" demesi, basarisiz bir darbe denemesi gibi olaylarla geciyor. neticede sam houston texas'in ilk baskani olup, houston sehrine adini veriyor.

    sonraki surecte meksika, bagimsiz texas cumhuriyetini tanimayi reddediyor. antonio dondugu ulkesinde ozellikle de texas'a karsi giristigi savasta isledigi suclardan dolayi gozden dusuyor. meksika hukumeti abd'yi texas'i kiskirtmakla suclamasina ve abd texas'i bagimsiz ulke olarak tanimasina karsin, parcasi ilan etmeyi reddediyor.

    ote yandan fransa kendisi icin yeni bir ticaret partneri olacagini dusundugu ulkeyi hemen taniyor. meksika ile iyi iliskiler icerisinde bulunan ingiltere ise 1840 yilina kadar bekleyip, meksika'nin geri alamadigini gorunce ulkeyi tanimaya karar veriyor.

    yil 1845 oldugunda, hedefleri abd ile birlesmek olan texas hukumeti abd ile anlasiyor ve abd texas'i annex etmeye karar veriyor. bunun uzerine meksika "tamam ulan, annex etme bagimsiz ulke olarak tanicam ben dur !" diyor ama artik is isten gecmis oluyor. birlesme yonunde oylama yapan texas, abd'ye katilmaya karar veriyor ve bu karar mexican-american war'a yol aciyor.

    texas'in abd ile birlesmesine cildiran meksika abd'ye savas aciyor ve savasin sonucunda topraklarinin %55'ini kaybediyor ve texas ile beraber, new mexico, arizona ve california'yi da abd'ye vermeyi kabul ediyor.

    ve bu olaylar texas halkinin yari deli, silah duskunu karakterini sekillendirip bugune getiriyor.

  • akla şu hikayeyi getiren teyze...

    “emlak bürosunun önünde kırmızı, spor bir araba durdu. arabadan inen şişman adam,büroya doğru yürüdü.sıcaktan ter, ince elbisesinin üstüne kadar çıkmıştı.50 yaşında görünüyordu.yüzü heyecandan kızarmış,fakat kısık gözlerindeki kararlı,donuk bakış değişmemişti. içeriye girince başıyla selam verdi.

    "bay hacker?"

    aaron gülümseyerek,"evet benim,sizin için ne yapabilirim.bay..?"

    şişman adam,"dill" diyerek kendisini tanıttı."zamanım çok az,hemen konuya girsek iyi olacak." dedi.
    "benim için de iyi olur bay dill.ilgilendiğiniz belli bir yer var mı?"
    "doğrusunu isterseniz,evet. kasabanın kenarındaki eski bina."
    "sütunlu ev mi?"
    "ta kendisi.yanılmıyorsam üzerinde satılık tabelası var."

    aaron kuru bir sesle,"evet." dedi. bizim satış listemizdedir. "kalınca bir defterin yapraklarını karıştırdı.sonra daktilo ile yazılmış bir sayfayı işaret etti:
    "160 yıllık bina. 8 odası, 2 banyosu, otomatik gaz fırını, geniş terasları, çevresinde ağaçları var. çarşıya, okula yakın. 750.000 dolar." diye okudu ve ekledi:
    "hala ilgileniyor musunuz?"

    adam oturduğu yerde rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. "neden olmasın. olumsuz bir yanı mı var?"
    aaron, "aslına bakarsanız," dedi. "bu evi defterime yalnızca yaşlı sade grim'in hatırı için kaydettim. ev asla onun istediği kadar etmez. uzun zamandır onarım görmemiş çok eski bir binadır. kirişlerden kimi bir kaç yıl içinde çökecek durumda. bodrumu ise yılın yarısında su ile doludur."
    "öyleyse sahibesi neden bu kadar çok istiyor."

    aaron omuz silkti. "herhalde kendisi için manevi değeri olacak. çok eskiden beri ailesine aitmiş."
    şişman adam gözlerini yerde gezdirdi. "bu çok kötü." dedi. başını kaldırıp aaron'a baktı ve çekingen bir biçimde gülümsedi.
    "hoşuma gitmişti. o,nasıl söylesem bilemiyorum , tam aradığım evdi."

    aaron güldü."100.000 dolara belki iyi bir alışveriş olurdu ama,750.000 dolara...sanırım sade'in düşüncesini de anlıyorum. hiç bir zaman fazla parası olmadı. kendisine kentte çalışan oğlu bakıyordu. sonra adam 5 yıl önce öldü. onun için ev satmanın akıllıca bir iş olacağını biliyor. fakat gönlü bir türlü evden ayrılmaya razı olamıyor. bu yüzden eve kimsenin almaya yanaşamayacağı bir fiyat koyuyor. böylece kendini avutuyor." üzgün bir ifade ile başını salladı. "dünya ne kadar garip değil mi?"

    dill soğuk bir sesle "evet." dedi. sonra ayağa kalktı. "kendisini bulup fiyatı biraz düşürmesini isteyeceğim."
    otomobilini bn.grim'in evinin önündeki yıkık dökük çürümüş tahta parmaklıkların önüne park etti. evin çevresini tümüyle yabani otlar kaplamıştı.

    kapıya çıkan kadın kısa boylu, beyaz saçlı idi.yüzündeki hatlar, küçük inatçı görünüşlü çenesine kadar iniyordu. havanın sıcak olmasına karşın sırtında kalın, yün bir örme hırka vardı.

    "bay dill olmalısınız."dedi, "aaron hacker buraya gelmekte olduğunuzu telefonda söyledi. içeri girmez misiniz?"
    dill, "içerisi korkunç derecede sıcak." diye söylendi. "öyleyse içeri girin. buzluğa biraz limonata koymuştum.içeriz."
    içerisi loş ve serindi. pancurlar kapatılmıştı. eski tarz geniş koltuklarla döşenmiş büyük bir salona girdiler. yaşlı kadın ellerini sıkı kenetleyerek sallanan bir sandalyeye oturdu.

    şişman adam öksürdü. "bn. grim,az önce emlakcınız ile konuştum."
    kadın, "tümünden haberim var." diye sözünü kesti. "aaron fikrimi değiştirebileceğiniz düşüncesi ile sizi buraya yollamakla akılsızlık etmiş. doğrusunu isterseniz amacımın bu olduğuna da pek emin değilim."
    "bayan grim,sizinle biraz konuşabileceğimi sanmıştım."
    bayan grim sallanan sandalyesini gıcırdatarak arkasına yaslandı.
    "konuşmak için para alınmaz, ne istiyorsanız söyleyin."
    "evet,haklısınız. " adam beyaz bir mendille yüzünün terini sildi.

    "izin verirseniz anlatayım. bir iş adamıyım. bekarım. uzun yıllar çalıştım ve iyi bir servet yaptım. artık dinlenmeyi hak ettim. yaşamımın sonlarını geçirebileceğim sakin bir yer arıyorum. burayı sevdim. bir kaç yıl önce albany'ye giderken buradan geçmiştim. o zaman bir gün buraya yerleşebileceğimi düşünmüştüm. bugün kasabadan tekrar geçerken, burayı gördüm. tam istediğim yerdi."
    "burayı ben de severim, bay dill. böyle oldukça yüksek bir fiyat isteyişimin nedeni de bu zaten."
    dill gözlerini kaldırıp yaşlı kadına baktı. "oldukça yüksek bir fiyat değil mi? kabul etmelisiniz ki bn.grim, bu günlerde böyle bir ev en fazla..."
    "yeter." diye bağırdı kadın. "bay dill bu konuda sizinle kesinlikle tartışmak istemiyorum. eğer istediğim parayı vermeyecekseniz, üzerinden durmayalım."
    "fakat,bn. grim."
    "iyi günler bay dill."

    adamın da aynı şeyleri yapmasını belirten bir tavırla ayağa kalktı.
    fakat adam kalkmadı.
    "bir dakika bayan,delilik olduğunu biliyorum ama,istediğiniz parayı ödeyeceğim."
    yaşlı kadın uzun süre adama baktı. "emin misiniz, bay dill?"
    "kesinlikle, yeterince param var. eğer evi satmanızın tek yolu buysa, parayı alacaksınız."
    grim hafifçe gülümsedi.
    "sanırım limonata iyice soğumuştur. size getireyim.siz içerken ben de evi anlatırım."

    kadın elinde tepsi ile geriye döndüğünde dill yine mendille alnındaki terleri siliyordu. limonatayı zevkle yudumlamaya başladı.
    yaşlı kadın sallanan sandalyesine yaslanırken "bu ev." diye söze başladı. "1902'den beri aileme aittir.kasabadaki en sağlam ev olmadığını da biliyorum.oğlum michael doğduktan sonra bodrumum su bastı. o günden bu yana da bir türlü kurutamadık. aaron bazı yerlerin çürüdüğünü de söylüyor.yine de bu eski evi severim. bilmem anlatabiliyor muyum?"
    dill,"evet." dedi.

    "michael 9 yaşında iken babası öldü. ondan sonra sıkıntılar başladı. michael belki de benden çok babasını özlüyordu. çok vahşi ve haşin bir çocuk olmuştu. liseyi bitirince kasabayı terk edip kente gitti. çok hırslı bir insandı.kentte ne yaptığını bilmiyorum. fakat başarıya ulaşmış olmalıydı. bana düzenli para gönderirdi."
    gözleri nemlenmişti.

    "kendisini 9 yıl görmedim. dokuz yıl sonra geldiğinde başı dertte idi. zayıf ve yaşlanmış bir durumda bir gece yarısı çıka geldi.yanında ufak, siyah bir valizden başka bir şey yoktu. valizi elinden almak istediğim zaman bana vurdu. bana, annesine vurdu. ertesi gün bir kaç saat için evi terk etmemi söyledi. ne yapmak istediğini açıklamadı. döndüğümde valiz ortadan yok olmuştu."

    şişman adam gözlerini limonata bardağına dikmiş öylece dinliyordu. "o gece evimize bir adam geldi. içeriye nasıl girdiğini bilmiyorum. michael'ın odasından sesler duydum. oğlumun içinde bulunduğu tehlikenin ne olduğunu öğrenmek istiyordum. kapının arkasından dinlemeye çalıştım. fakat yalnızca bağrışmalar tehditler ve..."
    bir an durakladı. omuzları sarsılıyordu.

    "...ve bir silah sesi duydum. " diye devam etti."içeriye girdiğim zaman yatak odasının penceresi açıktı ve yabancı gitmişti. michael'ım da yerde yatıyordu. ölmüştü. tüm bunlar bundan 5 yıl önce oldu.ondan sonra polis bana olanları anlattı. michael ve tanımadığım o adam birçok suç işlemişler. bir sürü yerlerden bir kaç milyon dolar çalmışlar. michael parayı alıp kaçmış. parayı bu evde, hala bilemediğim bir yerde saklamıştı. sonra diğer adam hissesini almak için oğlumu arayıp bulmuştu. paranın yok olduğunu görünce de oğlumu öldürmüştü."

    başını kaldırıp adama baktı.

    "işte o zaman evimi 750.000 dolara satışa çıkardım. bir gün oğlumun katilinin döneceğini biliyordum. o bir gün gelip fiyat ne olursa olsun evi almak isteyecekti. bütün yapacağım, yaşlı bir kadının köhne evine bu kadar çok para vermeye razı olacak adamı buluncaya kadar beklemekti."
    sandalyesini ağır ağır sallıyordu.

    dill bardağı yere bıraktı, diliyle dudaklarını yaladı. "uf!" dedi. bu limonata çok acı..."

    bakışları canlılığını kaybetti, hafif titreme ile başı, omzunun üzerine cansız bir biçimde düştü...

  • savunanlar oldukça sırtı yere gelmeyecek restoran zinciri.

    tavuğun kilosu 50 60 tl. toptan alıyordur, ama hadi 50 diyelim. 100 gram tavuk, 5 tl. üzerine nasıl bir krema, baharat ekliyor ki 104 tl'ye satıyor? şakasınız abi.

    şurada zengin savunmayın be abicim.

  • hoşlanılan kız, bizim evdeki şofben değilse eğer sıkıntı büyük demektir. gerçi hoşlanılan kızın bizim evdeki şofben çıkma ihtimalini büyük bir mesele gibi görmeyişim de apayrı bir değişik. iki ucu boklu değnek. şofben çıksa yine iyi. usta çağırırsın halledersin. ya değilse? gerçekten ağır bir trajedi. insan üzülmelere doyamıyor.