hesabın var mı? giriş yap

  • artık olması gerekendir. makas atma sebebiyle yapılan kazaların haddi hesabı yok. para cezası caydırıcı değil. makas atan aracın plakasından sürücüsüne gidilip, hapis cezası verilmelidir. bu işin çocuk oyuncağı olmaktan çıkması gerekiyor.

  • ankara kızı: hocam fazla ego'nuz var mı?
    istanbul kızı: afedersiniz, fazla akbil var mı?
    izmir kızı: merhaba, arabada yer var mı?

  • sabah annem 8 gibi uyandırdı, anneanneni aradım ama açmadı bir gidip bak diye. daha önce de ulaşamadığımız çok olmuştu yine öyle sandım. yataktan çıkıp koşa koşa gittim. anahtarım olmasına rağmen her seferinde kapıyı çalardım ama bu sefer çalmadım, neden bilmiyorum. içeri girdim annenannem yatıyordu. seslendim yavaşça, sonra tekrar seslendim, duymadı. yanına gittim, omzuna dokundum uyansın diye, uyanmadı. o zaman farkettim bir daha uyanmayacağını.

    annemi arayıp haber verdim ve balkona çıkıp bir sigara yaktım.

    cuma günü aramıştı beni, bana ‘2 ekmek ve yoğurt alır mısın’ diye. ‘senin aldığın yoğurt çok güzel oluyor yine aynısından al’ demişti. yoğurt geldi aklıma, acaba yemiş midir diye düşündüm. bakmak istedim ama cesaret edemedim.
    4-5 sene önce bir gün aramıştı. ‘müsait olduğun bir zaman gel sana bir şey vereceğim ama annene bile söyleme’ demişti, hemen gitmiştim yine. eski bir köstekli saat çıkarmıştı, dedesinin saatiymiş. ‘o kadar torunum var ama buna en iyi sen bakarsın, sende dursun demişti’, duygulanmıştım.
    haftada 1 bazen 2 kere uğrardım ihtiyacı var mı diye. konuşurduk, mahalledeki olayları anlatırdı. ‘işlerin yolunda gitsin diye her gün dua ediyorum ben sana, derdi. belki bu sefer yolunda gider be anneanne diye geçirirdim içimden. allaha bile inanmayan ben dualardan sonra zırhımı giymiş gibi çıkardım o evden, kendimi yenilmez hissederdim. artık zırhım yok, yenilebilirim.
    şimdi o da gitti.

    edit: yüze yakın mesaj aldım, hepsini okudum ama hepsine cevap veremedim kusura bakmayın. iyi dilekleriniz için teşekkür ederim, güzel insanlarsınız.

  • benim lan. soracağım tabi, sik gibi anında kargo yazmayın o zaman. 1 saat içinde yazın, 2 saat sonra yazın. anında kargo yazarsan anında sorarım. yollamasan da anında söverim.
    editcan: ben böyle anlarım arkadaş. güzel türkçemizi güzel kullanın o zaman. gün içinde kargo yaz bebeğim.
    edit 2: başlık başıma.

  • pixar'ın diğer filmleriyle kıyaslandığında beklenen övgüleri alamadı bir türlü. metacritic'ten 61/100 gibi görece düşük bir puan, imdb'den ise şu an için 7,5 puan alabildi. bir önceki filmleri coco ve inside out ile kıyaslanınca ciddi bir başarısızlık olduğu ortada. gerçi toy story 4 filminde de pixar, kaliteden taviz verebileceğini bize göstermişti. baş rollere tom holland ve chris pratt gibi hollywood'un en gözde iki oyuncusunu koymasına rağmen; filmin istediği övgüleri alamaması ile ilgili birkaç sebep sayılabiliriz:

    birincisi, filmin arka planında gördüğümüz evrenin içine pek giremiyor oluşumuz. bu filmde buna izin vermemişler. halbuki pixar'ı farklı kılan ve bundan önceki pek çok animasyonunu şaheser düzeyine çıkaran özelliği buydu. pixar, hayal gücümüzün ötesinde bir dünya yaratır ve bizleri o dünyanın içine davet ederdi. anlattığı hikaye ile hikayenin geçtiği dünya birbirini besleyen nitelikte olurdu. en basitinden inside out ya da wall-e filmlerini düşünün. anlattıkları hikayenin dışında var olan dünya, düşlerimizin çok ötesindeydi. toy story filmleriyle oyuncakların arasında kaybolup gitmeyen var mıydı aramızda? bu filmde ise hikaye, var olduğu evrenin ötesine geçmiş. ortada elf'lerin, büyücülerin ve masal kahramanlarının yer aldığı bir dünya var; ama bizler bir türlü o dünyanın içine davet edilmiyoruz. yalnızca iki kardeş elf'in hikayesine ortak olmamıza izin veriliyor.

    ikincisi, hikayenin aceleye getirilmesi. filmde, iki kardeş elf'in ölmüş babalarını 24 saatliğine hayata döndürebilmek için verdikleri mücadeleye ortak oluyoruz. fakat bunun tam olarak nasıl yapılacağı o kadar aceleye getirilmiş ki "hikaye nasıl olsa iyi, boşlukları seyirci kendisi tamamlar" diye düşünmüşler resmen. ölmüş babaları, on altı yıl sonra açılmak üzere bir hediye bırakıyor ve bu hediye sayesinde bir günlüğüne hayata dönebileceğini aceleyle öğreniyoruz. inside out filminde kafalarımızın içinde konuşan duyguların olabileceğine, toy story'ler ile oyuncakların konuşup hareket edebileceğine, coco ile öbür tarafa gidebileceğimize, wall-e ile dünyayı bir çöp yığınına çevirebileceğimize, the ıncredibles ile süper kahramanların emekliye ayrılabileceğine, up ile yaşlı bir adamın balonlar ile dünyayı dolaşabileceğine bizi ikna etmeyi başaran pixar, bu filminde bizi hiçbir şekilde anlatmaya çalıştıklarına ikna etmeyi beceremiyor.

    üçüncüsü de filmde ne yazık ki akılda kalıcı sahneler neredeyse hiç yok. yıllar sonra bile hüzünlenerek hatırlayabileceğimiz tek bir sahne yoktu. sadece coco'dan bir sürü sahneyi sayabiliriz. toy story 3'teki ateşe yuvarlanma sahnesini düşünün mesela. sinema tarihinde ona benzer bir sahneyi çok az görebilirsiniz. ya da up filminin başlangıcını ele alalım. hala şu dört dakikalık bölümü izleyip ağlamıyor muyuz?

    yine de "onward" filmini izlerken etkilenmediğimi söylersem yalan söylemiş olurum. özellikle abi-kardeş hikayesi üzerinden dokunaklı anlar yakalamayı başarmışlar. tüm eleştirilerime rağmen kesinlikle bir facia değil; bilakis keyifle izleyebileceğiniz bir film. belki de tek kusuru "bir başyapıt" olmamasıdır.

  • 1995 yılında hitnet yazılarımdan ilkini (bkz: #2940055) yazarken kullandığım saçma bkz'lara bakıp "içinde en saçma sapan şeylerin bile en ince ayrıntısına kadar var olduğu bir bilgi kaynağı olabilir mi?" diye düşünüp "yok be imkansız ahahha" diye gülüp geçmiştim.

    1997 yılında disq'in irc'den yolladığı douglas adams'ın the hitchhiker's guide to the galaxy romanını bilgisayar ekranından okudum. "e ilk ben akıl etmemişim ki bunu" dedim.

    1999 yılında ise internet'te içerik yayınlamanın zorluğu yüzünden ekşi sözlük'ü birkaç saate kodlayıp 16 şubat gecesi yayına geçirmiştim. o sırada ilk entry ne girsem diye düşünürken masamın üzerinde klavyenin yanında duran penaya gözüm takılmış ve #1'i yazmıştım.

    bugün ekşi sözlük'ü her ay 19 milyon kişi ziyaret ediyor. her gün douglas adams'ın tüm romanlarının toplamı kadar içerik giriliyor. şimdi 1995 yılında düşündüğüm şeyin hayal edemeyeceğim kadar büyük boyutlarda gerçekleştiğini görüyorum. biz "2010'da sözlük" diye başlık açıp "mars'tan entry girilir hahah" gibi fantaziler kuruyorduk. 2010'u fırladık geçtik back to the future'daki geleceğe geldik bile.

    20 yıl önce gülüp geçtiğim bir hayalin, hayal bile edemeyeceğim kadar büyük bir boyutta, hayal edemeyeceğim sonuçlara vesile olmuş olması beni her sene daha çok şaşırtıyor, hayran bırakıyor. her seferinde konunun benle pek de ilgili olmadığını daha iyi anlıyorum. ekşi sözlük'ün kültürü ve dinamizmi bir toplumun yıllardır açlık çektiklerinin, içine attıklarının dışavurumundan geliyor, benzersiz bir mizahla harmanlanıyor. pek çok şeyini tasvip etmediğim oluyor, kızdıklarım oluyor. ama bu dinamizmin bir benzerini başka mecralarda görmüyorum. tamamen bize ait, bizim kusurlarımızı eksiksiz taşıyan, bizi eksiksiz anlatan bir ortam.

    umarım hikayemizin katipliğine uzun yıllar devam eder. 12 yıl önce dediğim gibi bir gün aniden ortadan kaybolsa bile sonrasında torunlara bahsedecek acayip bir masalımız olacağı kesin.

  • kotun ve taytın altına ne giydiğiniz pek önemli değil. tayt varsa o kadar aşağılara bakan olmuyor kızlar.