hesabın var mı? giriş yap

  • i.u. iktisat fakultesi turkce butunleme sinavi (360 kisilik siniftan sadece 5 kisi var):

    "cimlere uzanmis,
    gokyuzunu izliyor
    icinde bir huzursuzluk vs. "

    diye giden bir siire, "baslik bulun" diye embesil bir soru vardi.

    bende "islak cimlere uzanmis adamin birikmis gazi" diye bir baslik yazdim. asistan gezerken gordu, guldu
    "ama kalirsin" dedi, bende "ama deger" dedim.

    kaldim gene

  • verin gitsin. napacak ki çocuk? en fazla temayla oynar, kapıları açıp toplu çaylak alır, beğenmediklerini uçurur falan. aa bi dakka lan, onlar zaten şu anda da yapılıyordu, değil mi?

  • efendim bu ismin verilmesindeki hikâye şudur: "dursun, durmuş, satı, satılmış, hediye, ömür yaşar gibi adlar çocuk ölümlerine karşı tedbir olarak konulan adlardır. bebekleri ölen aileler, bu adları tercih ederek ad büyüsü yapmaktadırlar. 'satmak' kökünden türetilen adlarda, bebeğe musallat olan kötü ruhları, bebeğin o aileye ait olmadığına, başkasına satıldığına inandırarak kandırma hilesi yatmaktadır. bazı yörelerde bebek, 'satıldığı' yeni anasının eteklerinin altından geçirilip yakasından çıkartılarak satma işlemi, gerçekte doğurma işlemi yapılmaktadır. eski türk*ler de aynı yöntemi uygulayarak kötü ruhları bebeklerin değersizliğine inandırıp kaçırtmak için çocuklarına itilmas, itboku, çoçkabay (domuzbay) gibi adlar koymuşlardır."

    kaynak: gündelik hayatımızın tarihi, kudret emiroğlu, dost kitapevi . . .

  • kılıçdaroğlu iyi niyetli bir siyasetçi olabilir ancak seçim kazanmak başka bir şey.

    şu yaşananlara rağmen senin partin %28'i geçemiyorsa, senin o koltuğa talip olmanın hiçbir anlaşılabilir tarafı yok.

  • o zamanlar tığ gibi delikanlı, cepte para çok. oyuncu bir de. mavi boncuk filmini çekiyoruz. bir gün setten çıktık, eve gidiyoruz. ben laleli’de oturuyorum, kemal benden önce çıktı. herkes yevmiyesini almış, taksiyle giden gitti, kendi arabasıyla giden de gitti. ben baktım ki kemal yürüyerek gidiyor. üç kilometre var gideceği yere. her gün yürüyerek gidip geliyor, merak ettim nereye gidiyor bu adam böyle diye.
    uzun süre yürüdü. sonra bir bankta bir adam yatıyordu, kaldırdı adamı bir şeyler konuştular. cebinden para çıkarıp verdi. şaşırmıştım, sonra biraz daha ilerde bir lokantaya girdi. bir şey yemeden çıktı. oraya da para verdiğini görmüştüm...
    bıraktım takibi. banktaki adama yaklaştım, "tanıyor musunuz o az önce size para veren adamı?" dedim. "adını bilmem, sormam da her gün para verir bana..."dedi. teşekkür ettim. daha sonra az ilerideki lokantaya gittim, "az önce gelen beyin borcu mu var size?" dedim. tanımadılar beni. "kemal abi’nin mi? yok hayır, bize her gün evsizler uğrar, yemek yediririz, o da sağ olsun onların yemek masrafını öder." dedi.
    ertesi gün kemal’in yanına gittim.
    "sen ne güzel bir adamsın ya..." dedim. ne olduğunu anlayamadı, sarıldım ağladım... "ölme sen benden önce." dedim.
    dinletemedim...

    emel sayın.

  • başlığın tam hali ahmet hakan'ın sokak röportajları yasaklansın önerisi olacaktı, malum sınırdan dolayı kısaltıldı.

    ahmet hakan'ın bugünkü yazısında bahsettiği zırva

    --- ilgili kısım ---

    sokak röportaji yasaklansin

    hayatimda hiçbir zaman yasakçı bir tutumum olmadı. tek istisnası var bunun: sokak röportajları.

    yasaklansın istiyorum bu röportajlar.

    * komşuyu komşuya, anayı oğula, amcayı yeğene, dayıyı bütün mahalleye, mahalleyi şehre, şehri ülkeye düşman eden bir fitne odağı sokak röportajları.

    * öfke, nefret, kin duyguları ekiliyor tüm topluma bu sözüm ona röportajlarda.

    * nasıl edilir, nasıl yapılır bilmiyorum ama ülkemizin esenliği açısından eline mikrofon alanın dayıları birbirine kırdırdığı bu zıpırlığa bir son vermenin vakti geldi de geçiyor.

    --- ilgili kısım ---

    gazeteciyim diyen birisinin gazetecilikle alakalı bir konu ile yasak kelimesini yanyana kullanması, halkın sesini duyurabildiği bir alanda yasak istemesi sadece dikta ile yönetilen bir ülkedeki gazeteci bozuntusundan beklenirdi.

    yakışır

  • karadeniz bölgesinde bir iş yemeği. masada genel müdürler, proje koordinatörleri, yöneticiler vs 20 kişilik bir ekip. sofrada da malesef çükündür var.
    malesef diyorum çünkü bir gün öncesinde çok daha mütevazi başka bir sofrada yine vardı ve adının ne olduğunu o zaman öğrendim. belli ki iyi öğrenememişim.
    karşı şirketin proje yöneticisi kadınla yan yanayız. ağzına bir parça çükündür attı. bana dönerek;

    - hmm bu ne ki acaba?
    + sikindir.

    bazen gürültülü bir ortamda yüksek sesle konuşurken herkes bir anda susar ya, işte öyle yankılandı bu söz. ama ben gerizekalı kendimden o kadar eminim ki sözlerime devam ettim;

    + evet bana da garip geldi, ama sikindir deniyor işte, insan yedikçe alışıyor, ehehe!

    kadın hiçbir şey diyemedi, ortalık iyice gerildi. tam o anda diğer tarafımdam yediğim dirsek darbelerini fark ettim. baktığımda dün çükündürü kendisinden öğrendiğim arkadaş gülmekten kıpkırmızı olmuştu, kulağıma eğilerek;

    - oğlum sikindir değil lan naptın, çükündür o!

    işte o anda sikindir/çükündür her ne boksa onunla aynı renk olduğumu hissettim.

  • banyodan çıktıktan sonra, kremler, kokular falan sürünüp tertemiz olduğumda, kendimi kokluyorum bazen, saçlarımı kollarımı falan. sapık değilim hayır. ama böyle anlarda bu temizliği biriyle paylaşamadığıma çok üzülürüm. birinin omzuna yatmışken onun burnuna gelen saçlarımın kokusunu alamamasına, sarılırken buram buram o kokuyu duyamadığına, o karşıdakinin kokumu içine çekerkenki halini göremediğime çok üzülürüm. onca temizlik boşa gitmiş gibi gelir.
    o nedenle belki de en güzel iltifatlardan biridir benim için ''çok güzel kokuyorsun'' denmesi. koku çıkmaz çünkü akıldan.
    manyaklık bedava.