hesabın var mı? giriş yap

  • "yaptığı kazayı, alkol ya da uyuşturucu etkisi altında olduğu için ilk anda üstlenmeyip sonradan çakallık yapmıyorsa ahlaki olarak erdemli bir davranışa imza atmış yazar."

    hangi ahlak?
    hangi erdem?

    arkadaş iyi misiniz? tamam adamı seviyorsunuz filan anladık onu ama 2 insanın ölümüne sebep olmuş ve olay yerinden kaçmış. nasıl erdemden, nasıl ahlaktan bahsedersiniz.

    ayrıca itirafının neresi takdirlik?

    lan adam teslim olmasını bile sosyal medyadan şov haline getirerek yapıyor.

    emrah serbes sosyal medyadan kendini takip edenlere şov yapacağına ölümlerine sebep olduğu insanların sevenlerine hesap versin.

    tekrar ediyorum; ölümlerine sebep olduğu insanları kaza yerinde bırakıp kaçmıştır, bu da yetmemiş bu suçu arkadaşı üstlenmiş ve adaleti yanıltmıştır.

    bir insanı seviyor olabilirsiniz ama savunmak adına gerizekalılık yapmanıza gerek yok, o ölen 2 insan sizin aileniz canınız olabilirdi, biraz empati lütfen.

  • - kerimcan kanka naaptık biz....
    + ....
    - bak kerimcan çok içmiştik sarhoştuk. bunlar aramızda kalacak taaammmı.
    + taam.

    - aşkım ben geldiiiiimm.
    ğ hoşgeldin aşkııım nası geçti tatilinnnn.
    - sıkıcıydı yaaa.. sen yoktunnnn ki :(( ygg:fdg..
    ğ oooo aşkımmm bidahakine beraber giderizz..

  • (bi şey iç, çay iç)
    türk esnafının misafirine söylediği, "bir şey içer misin?" ve "aman kola, meşrubat falan isteyip de beni batırma!" cümlelerinin ikisini birden içeren cümle. önemli olan bir çırpıda söyleyip misafirin konsantrasyonunu çaya yönlendirmektir.

  • ön edit: başlık buraya taşınmış, orjinal metni aşağıdaki gibi tutuyorum yine de:
    ------------------------------

    eti tarafından geliştirilen ve "eti vitamin ve minerallerle zenginleştirilmiş bisküvi" adı altında üretilecek olan bisküvi. 50 karakter sınırı nedeniyle başlık bu şekilde açıldı.

    ulaşılan bilgiye göre eskişehir'deki eti fabrikasında üretilecek olan bu bisküvi bir afet veya acil durum anında hızlıca üretilecek ve ihtiyaç duyulan bölgelere ulaştırılacak; afetzedelerin günlük vitamin ve mineral ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılamalarına yardımcı olacak.

    işte o kutlu bisküvi

    para ile satılamayacak, üzerinde böyle bir ibaresi de var. dolayısıyla market raflarında olmayacak. ambalajı da sarı yapmışlar ben buradayım diyecek belli ki.

    yorumum: etinin bu hareketini çok beğendiğimi belirtmek istiyor; saygılarımı sunuyorum. yürüyedur aslanım.
    not: reklam almadım firmayla alakam yok.

  • uyarıya rağmen yaptıysa erkek haklıdır. bu abuk sabuk türk adetleri niye üretildi anlamış değilim.. bu kahve değil, içine tuz girdiği vakit vücuda alınmaması gereken bir maddedir.

    tweet altında kız kurtulmuş yazmışlar. tuzlu kahveyi reddeden bir damat adayı gerçek yüzünü gösterdi diye eleştirmişler. kusura bakmayın ama aptal aptal gelenekleriniz ile kafayı yemişsiniz.

  • --- spoiler ---

    april ve frank iki çocukları olan genç bir çifttir. frank tipik bir kapitalist şirket olan knox’un sıradan elemanlarından biridir. komşuları ve etrafındakiler tarafından mutlu bir çift olarak görülseler de, frank yaşadığı hayatın rutin ve sıkıcı olduğunu fark etmiş ve bunu renklendirmek için küçük kaçamaklar dahi yapmaktadır. bir gün karısı april’in ısrarıyla bu rutin ve sıkıcı hayatı bırakıp paris’e gitme fikrini tartışmaya başlarlar.

    cornelius castoriadis insanlığın kaostan doğduğunu kaos üzerine var olduğunu söylemişti [1]. ona göre insanın bütün çabası bu kaos temelsizlik durumunu gizlemek görmezden gelmek üzerine kurludur ve tüm çabasını bu doğrultuda sarf eder. bir an durup düşünüldüğünde her şeyin ne kadar boş olduğunun fark edilmesi tam da bu nedenledir (tüm anlam dünyalarımızı kaosun üzerine inşa edişimiz nedeniyle) fakat bu düşünce katlanılmazdır. bu düşünceyi başımızdan savmak için kısa vadede kalkar yürür ya da o an saçma da olsa bir şeyler yaparız uzun vadede ise sisteme dahil olmak en iyi yoldur. evlenmek, iş sahibi olmak, çoluk çocuk yetiştirmek, onların geleceği ile uğraşmak gibi tüm aktiviteler bu saçmalığı örtmek çabasının sonuçlarıdırlar.

    kaosu örten bütün bu aktiviteler imgesel olanı temsil ederken, bir kaos üzerinde var olduğumuz olgusu da gerçekliğin ta kendisidir. fakat gerçeklik insan bünyesinin kaldırabileceği bir şey olmadığından imgeseldeki yaşamı tercih ederiz. kapitalist dünya her ne kadar imgesel yönü fazlasıyla güçlü olsa da (gerçeği unutturmada fazlasıyla başarılı olsa da), makinenin bir dişlisine dönüşmek de bir o kadar sıkıcıdır. tam da bu nedenle kapitalist dünyanın öznesi kendisine bir başka imgesel kurarak bu sıkıcılığın dışında bir hayatın olduğu ve buna istediği zaman kavuşabileceği ümidini üretir.

    frank wheeler’in paris’i tam da bu ikinci imgeseldir. ilk fırsatta oraya döneceği, yaşamla dolu insanların arasına karışıp, yaşamı hissedeceği yer olan paris onun için kapitalist çarkı katlanılır kılan ikinci imgeseldir. her şey normal seyrinde akarken, karısı april, paris’i imgesel olmaktan çıkarmayı teklif eder. april imgeseli gerçekleştirmekte bir hayli kararlıdır: “sen her zaman, oranın, geri dönüp yaşamak istediğin tek yer olduğunu söylerdin. yaşamaya değer tek yerin orası olduğunu. peki öyleyse neden oraya gitmiyoruz?”

    frank, april ve ev sahiplerinin zihinsel hastalıklı oğulları john givings arasında ormanda geçen konuşma tüm bunların özetidir. frank neden paris’e gittiklerini “belki de kaçıyoruzdur buradaki umutsuz, boş hayattan kaçıyor olabiliriz, öyle değil mi?” şeklinde açıklarken, john givings’in bu gerekçeye tepkisi gerçeğin dillendirilmesidir: “pek çok insan, boşluğa düşer ama umutsuzluğu görmek cesaret isteyen bir şeydir. vay canına.” umut diye bir şey yoktur, çünkü kaosun üzerinde kurulu bir yaşamda umuttan bahsedilemez. bunu herkes bilse de, dillendirilmesi (ya da kabul edilmesi) insanın tüm yapıp ettiklerini anlamsızlaştıracağından diğer bir ifadeyle yaşamın sürdürülmesini gereksizleştireceğinden kimse bunu dillendirmez. aklına her geldiğinde bunu unutmak için kendini oyalayacak her türlü işe sarılır.

    frank paris’e gitme fikri üzerinde bir süre düşünür: “sahip olduklarınızı tartarak, virgül, ihtiyaçlarınızı bilerek, virgül, ne olmadan yapamayacağınızı bilerek, tire envanter kontrolü yapıldı.” vardığı sonuç paris’in imgesel olarak kaldığı sürece bir anlamı olduğudur ve gitmekten vazgeçer. fakat bu vazgeçiş, frank hayatın saçma bir şey olduğunu unutturacak daha yoğun bir işe sahip olduğundan onun için katlanılabilir bir şeyken, april için katlanılamazdır. april kendisini saçmalığa mahkûm eden frank’tan ve onun bahane olarak öne sürdüğü karnındaki bebekten nefret eder.

    hayatı yeniden anlamlı görmeye başlayan frank yeniden john givings’le muhatap olur fakat bu sefer onun söyledikleri katlanılamazdır. “onca şeyden sonra, buranın daha iyi olduğuna mı karar verdin? her şeyden sonra buradaki umutsuzluğun ve boşluğun daha rahat olduğunu mu fark ettin?” sorusu frank’i kızdırır. anlamsızlığın üzerine örttüğü perdeyi kaldırır. perdeyi koruma noktasında frank’ın tavrı nettir: “buraya gelip, aklına her gelen kahrolası lanet şeyi söylüyorsun. sanırım artık birisi o lanet olası çeneni kapatmalı.”

    ayrıca, filmde üç önemli dönüm noktası vardır. april’in oyunculuk serüvenini bırakıp ev kadını olması, frank’in paris’e gitme fikrinden vazgeçmesi, april’in karnındaki çocuğu almaya karar vermesi. bu üç dönüm noktası, karakterlerin ayna’da kendilerine baktıktan sonra verdikleri kararlarla şekillenmiştir. april oyun sonrasında aynanın karşısında oturur, frank tuvalete gitmek için üst kata çıktığında aynanın karşısına geçer, april bebeğini almaya yarayacak aleti aynanın karşısında kutudan çıkarır. karakterlerin yeni öznelere geçiş aşamalarının bu şekilde ayna ile temsil edilmesi fazlasıyla dikkat çekicidir.

    --- spoiler ---

  • geçen gün, yine benim gibi feci çirkin olan bir arkadaşımla oturduk kadınlardan bahsediyoruz. zaten biz çirkin erkekler kadınlardan bahsederiz, kadınlar da yakışıklı erkeklerden bahsederler. yakışıklı erkekler de arabalardan bahsederler. arabaların genelde beş vitesi olur, vitesler arasındaki oran aracın son hızını etkiler. oran-orantı üniversite sınavında çok sorulan ve annemin de anladığı ve en çok sevdiği matematik konularından biridir. zaten annem sadece anladığı matematik konularını sever, anlamadıklarını reddeder. zamanında teyzemle birlikte okula giderlerken, teyzem modern matematik okutulan deneme lisesi'ne gitmiş. deneme lisesi, ankara'nın emek semtinde yer alan bir okuldur. işte o çirkin arkadaşımla emek gibi değil de emek'e yakın bir semtte oturduk kadınlardan konuştuk.

    dedik ki aga bizim kadınları ilk görüşte etkileme şansımız, evrenin bir köşesindeki paralel evren'de bir serdar ortaç daha olma olasılığı kadar. dolayısıyla bizim yapacağımız tek şey, mütemadiyen ve biteviye konuşmak. dedi ki sonra benim çirkin arkadaşım, yüzüne bile bakamıyorum, yere bak konuşurken, dedim, abi biz kadınları ilk görüşte etkileyemediğimiz için karşılaşabileceğimiz yerlerde zaman geçirmekten de hoşlanmıyoruz. yani bara, diskoya falan gitmiyoruz. dolayısıyla evde oturup, bir kadının bizi görmeden de bizi sevebileceğini düşündüğümüz bir şekil yaratıyoruz. ama, dedi sonra büyük bir sinirle, sinirlenince daha da çirkin oluyordu, nedense kadınlar burada da bize şans vermiyorlar. peki ne yapacağız? bizi görünce çirkin diye bakmıyorlar, konuşunca dinlemiyorlar, o zaman hiç şansımız yok. bir süre sessiz kalıp topraktan yansıyan çirkinliklerimize baktık.

    modern matematik eskiden sadece belli başlı okullarda okutulurdu. şimdi her yerde. ama eskiden belli başlı da olsa hiç okutulmasaydı, şimdi modern matematiği bilmiyor olacaktık. erkekler de modern matematik gibidir. sınavda çıkmaz diyip çalışmamazlık edilmez. erkeğin de bir emeği, bir özsaygısı vardır. evet görülmez bakılınca, ama anlamak istediğinde tüm matematik emrine amadedir, dedi bu çirkin arkadaşım, nasıl da duygulu. susturmadım. sanki sadece onların vücudunun bir değeri var, sanki sadece onların ruhu temiz, sanki sadece onların duyguları önemli. ben de ruhumu korumak istiyorum aga, benim de kirlenmesini istemediğim bir özsaygım var. ben de bir çöp çuvalı değilim ki. onların ruhu, onların duyguları ne kadar değerliyse, benim ruhum da o kadar değerli. sonra biraz dinlenip yere çöktü. en azından kendimi anlatabilecek kadar güzel doğabilseydim, dedi, böyle olunca iki kat yoruluyor insan. çirkin olmak büyük bir meslek.

    geçen gün, yine benim gibi feci çirkin olan bir arkadaşımla birkaç kıza âşık olup unuttuk. biz o yola bu sefer hiç girmedik. sonra oturup bizi tanımayan, bizi tanımaktan erinen ne kadar kadın varsa, hepsine bir şarkı söyledik. içimizden geldi, içimizde tuttuk.