hesabın var mı? giriş yap

  • insanı sinir eden bir durum.

    efendim, biniyorsunuz metro, tramvay, otobüs veya savaşçı bir ruha sahipseniz metrobüse ve boş yer bulamayınca ayakta yolculuğa başlıyorsunuz.

    oturacak bir yer bulma umuduyla etrafı süzüyorsunuz. kimsenin kalkıp da size yer vermeyeceğini anlayınca acaba kim kalkar da yerine otururumun hesaplarını kırk yıllık insan sarrafıymışcasına yapmaya başlarsınız.

    ve o an gelir... dakikalarca yerine oturmak için başında beklediğiniz kişi yerinden kalkmaya teşebbüs eder fakat tamamen terk etmez ve yerine oturacak kişiyi,
    sanki o koltuğun sahibiymişcesine,
    yıllardır emek vermişcesine,
    yerine geçecek kişiyi seçmenin ona tanınmış bir ayrıcalıkmışcasına seçer.

    kimse de çıkıp "birader/bacım/dayı/teyze zaten ineceğin durağa geldin, sanane sen indikten sonra yerine kimin oturacağından kendine veliaht mı seçiyorsun?" demez. diyemez. çünkü, biz de içselleştirmişizdir bu durumu ve hemen kabulleniriz.

  • panama bandırası

    sen tam röbdeşembırını çekip mürebbiyenin hazırladığı kahvaltıya inecekken camdan içeri kuru yük gemisi girebilme ihtimali. güverteden yatak odana help help diye atlayan gundiler. yaşadık bunları üstadım zor zor.

  • psikoloji bölümünü bitirdikten sonra neler yapılabileceğiyle sorusuyla bir süredir yüzleşiyorum ister istemez.

    mezun olma sürecinde ve hemen ardından bütün yaz tatili boyunca üniversitelerin yüksek lisans süreçlerini, iş ilan ve imkanlarını takip ettikten sonra, geçtiğimiz günlerde aniden bir ışık yandı ve "neden artık tecrübe olmuş olan tüm bu bilgileri yazıya dökmüyorum ki?" dedim ve yazıp blogumda ve daha geniş kitleye ulaşması için de sözlükte paylaşmaya karar verdim. ardından olan oldu. çevremde psikolojiden mezun olan herkesle bu konuları enine boyuna tartışmaya ve elime geçen her yere notlar almaya başladım. daha kafamda tasarlarken bile çok uzun bir yazı olacağını tahmin edebiliyordum ama bölüme yeni başlayanlar için çok yardımcı olabileceğini düşündükçe çeşitli üşengeçliklerden sıyrılarak nihayet yazmaya başlayabildim (bu bana ikinci bir lisans tezine başlıyor gibi hissettiriyor). bu yazı dizisinin tek amacı, bu bölümden mezun olduktan sonra neler yapabileceğini merak eden öğrencileri bilgilendirmek.

    başlamadan önceki son uyarı, burada yazılanların tamamen benim fikirlerim olmasından kaynaklı hatalar içerebileceği gerçeğidir.

    ilk bölümde tabii ki mezun olduktan sonraki ilk seçenek var,

    1. yüksek lisans:

    yüksek lisans yapmak, psikoloji bölümlerinin bir olmazsa olmaz'ı. henüz birinci sınıfa giderken bile "yüksek lisans yapmadan bir şey olamazsınız" söylemleri fısıltı halinde dolaşmaya başlıyor öğrenciler arasında. bu söylem tam olarak doğru değil ama o konuya sonra geleceğiz, yani yüksek lisans yapmadan direkt iş hayatında lisans mezunu olmanın karşılığının ne olduğuna.

    muhtemelen hiçbir bölümde öğrenciler psikoloji bölümündekiler kadar akademisyen olmak istememiştir. 60 kişilik sınıfımda akademisyen olmayı düşünmeyen, en azından yüksek lisans yapmayı düşünmeyen kişi sayısı 5'i geçmezdi (5 burada epey iyi niyetli bir rakam bu arada). üniversitede yatay geçiş yaptığım için (özel üniversiteden devlet üniversitesine), eski okulumda da durumun tamamen aynı olduğunun farkındaydım. daha da ileriye gidelim, her yaz yapılan ulusal psikoloji öğrencileri kongresi (upok)'ta da tanıştığım her öğrenci yüksek lisans yapmak istiyordu. ama şöyle bir durursak: hepimiz master yapamayız. bu kadar öğrencinin yarısı, hatta çeyreği kadarı bile master yapamaz. gerçekçi olursak, mezun olunca çoğumuz psikolojiden master yapamayacağız. master imkanlarını (gözlemlediğim kadarıyla) ikiye ayırıyorum: mezun olunan üniversiteye göre, başvurulan üniversiteye göre. şimdi tek tek inceleyelim.

    1.a. mezun olunan üniversiteye göre:

    bizim zamanımızda, yani bundan 5-6 sene öncesini kastediyorum, psikoloji popüler bölüm olmanın doruklarındayken (kpss'de 65 ile atanılan o görkemli dönem :), özel üniversiteye gitmek ile devlet üniversitesine gitmek arasında da dağlar kadar fark vardı. devlet her zamanki gibi daha "tercih edilir" olandı, oysa şimdi öyle değil. büyük okullar dışında (odtü ve boğaziçi), psikolojinin şu anki iyi bölümleri hep özellere kaymış durumda (bilkent, bilgi, bahçeşehir vs... istanbul şehir üniversitesinin ilk 5 binden psikoloji öğrencisi aldığını biliyor muydunuz? bizim zamanımıza göre inanılmaz rakamlar...). bu genel olarak bütün bölümlerde var olan bir şey sanırım ve temel sebebi "iyi hocaların özel okullara geçmesi" olarak görülüyor (bu başka bir yazının konusu ama). kendi okulumdan örnek verecek olursam, zamanında ilk 6 binle alan okul yanlış bilmiyorsam 10 binlere kadar kaymış durumda. anlayacağınız, "okul adının önemi" konusu, son birkaç senede çok değişti. şimdi "köklü" bir devlet üniversitesinden mezun olduğunuz zamanın, yeni bir özel üniversiteden mezun olduğunuz zamandan avantajlı olan tek kısmı, özel sektörde işe girerken/ya da devlette mülakatlı bir alım yapılırken daha sağlam bir imaj veriyor olması.

    peki yüksek lisansta durum nedir?

    burada pek çok değişken var. mezun olunan üniversiteye göre değil, tamamen not ortalamasına göre işleyen bir süreç başlıyor. genelde kimse, hani hep internette dalga geçilen isim üniversitelerinin birinden mezun olduğu için yüksek lisansa kabulde bir sorun yaşamıyor: ama not ortalaması çok yüksek olduğu sürece. buradaki çok yüksek olma kriterimiz ise: 90+/100 gpa. özel üniversitelerden düşük ya da orta seviye bir ortalama ile mezun olan kitle, muhtemelen en şanssız kitle. çünkü devlet üniversitesinden orta seviye bir ortalama ile mezun olanlara göre mülakatlı kabullerde onlara büyük bir önyargı ile yaklaşılıyor. aynı şekilde iş hayatında da, devlet mezunları daha tercih edilebilir çünkü daha "sağlam" bir eğitim aldıkları izlenimi var. görece doğru. iyi hocalar özel üniversitelere kayıyor olsa da, çoğu özel üniversitede "hoca" yok (psikoloji bölümleri için konuşuyorum). üç tane yarddoç'tan dönüşümlü olarak eğitim alarak mezun olan arkadaşlarım var. bazı okullar, "hocaları" olmadığı için yüksek lisans açamıyor. yök, popüler bir bölüm olduğu için psikoloji bölümlerini özel okullarda açmada çok elibol davransa da eğitim kalitesi göz önünde tutulmuyor.

    burada pek çok haksızlıklar ve hakkaniyetsizlikler de var ama genel bir eğitim sistemi sorunu bu. ortalama yapmak hiç kimse kolay bir şey değil ama bazen kolay olduğu durumlar da var. siz bir devlet üniversitesindeki 70 geçme notu (70=cc, 90+=aa) ile bir özel üniversitedeki çan eğrisinde (45 ile de aa alınabilir, 70 ile de, 90 ile de) aynı ortalamayı yapmış iki insanın emeğini hiçbir şekilde eşitleyemezsiniz. sırf bulunduğunuz sınıftakilerden (ve doğal olarak ortalamadan) biraz daha iyisiniz diye dersleri geçmek, çok adil bir yöntem değil. burada çan eğrisi kolaydır denilmiyor, eğer çok iyi bir okuldaysanız çan sizin aleyhinize de dönebilir elbette. ama piramidin altındaki büyük kısım ortalama okullardan oluşmakta ve bu not sistemlerindeki haksızlıklar, en azından bazı okullardan mezun olan öğrenciler için tamamen bir hayalkırıklığına sebep oluyor. çünkü yüksek lisans sıralaması yapılırken mezun olunan okullara ya da o okulların zorluk derecesine (ki böyle bir şey olduğuna iki okul görmüş bir insan olarak kesinlikle inanıyorum) bakılmıyor.

    ayrıca çok iyi okullardan mezun olduğunuz zaman zaten sizin yeriniz de belirlenmiş oluyor.

    bu başka bir problem, yani ikinci kısım.

    1.b. başvurulan üniversiteye göre:

    lisans 1. sınıfta bölümü tanıtmak için gelen bir araştırma görevlimiz vardı, kendisi ankara'da yüksek lisans yapıyordu o sırada. boğaziçi mezunuydu ve iyi bir ortalaması (3.60 civarıydı sanırım) vardı ama bize sürekli kabul sürecinde ne kadar zorlandığından bahsetmişti. iyi okulların master kontenjanlarını zaten kendinin en iyi öğrencileri dolduruyor (ki bütün okulların kendi öğrencilerini kabul etme yanlılığından bahsetmiyorum bile burada). bu sene hacettepe'nin klinik psikoloji'sine kabul alan öğrencilerden en düşük ortalama ile girenin bile 100 üzerinden 98 ortalaması var. bu gençler aynı şekilde çılgın toefl, ales puanları alıyorlar. diğer üniversite mezunu gençler büyük başarılar elde etmediği sürece, en tepedeki okullar genelde kendi öğrencilerini kendi aralarında değiştiriyorlar sadece.

    geriye kalan en iyi öğrenciler de diğer okullar arasında paylaşılıyor. bu denklemde ortalama bir öğrenci olmanın hiçbir yeri olmadığını siz de fark etmişsinizdir. tabii ki paranız yoksa.

    bu da başka bir problem.

    yani özel üniversitelerden birinde yüksek lisans yapmak.

    bin kere söyledim ama psikoloji popüler bir bölüm ve ilginç bir şekilde bölümü isteyen çılgın bir kitle var. "psikoloji olmazsa başka bir yer de olmasın" diye defalarca üniversite sınavına hazırlanan (ki bunlardan biri de bendim zamanında) ve ardından mezun olunca da bu bakışı devam ettiren. böyle olunca çoğu özel üniversitede burslu bir şekilde psikolojide yüksek lisans yapma imkanı kalktı (emin değilim ama şu an hiçbirinde olmuyor bile olabilir). çılgın bir talep olduğu için, işe bakın ki en pahalı yüksek lisans bölümleri de psikolojininkiler oldu. başvuru döneminde çoğu özel okulun burs verilebilecek durumlar listesine "psikoloji bölümleri hariç" yazısı eklenmeye başlandı. buralarda bahsedilen fiyatlar minimum 35 binlerden başlayıp, ucu açık olarak 60 binlere kadar çıkabiliyor. burada sizin akademik başarılarınızın hiçbir anlamı kalmıyor. boğaziçinden iyi bir ortalama, güzel ales puanları ile mezun olmuş ve kaderin tuhaf bir cilvesi sonucunda başkent'te yüksek lisans yapmak isteyen bir insansanız (neden yapmak isteyesiniz hiç bilmiyorum) hiçbir burs indirimi alamıyorsunuz (kendi öğrencisi de olmadığınız için, hiç). lisansta çocuğunu yarı burslu olarak okutabilen aileler bile bu noktadan sonra çare bulamıyor. tüm bu durumun görmezden gelinmesi de psikolojide yüksek lisansın korkunç bir ticaret olduğu hissini uyandırıyor bende.

    ki yüksek lisans yapmış olsanız bile ilgili "sertifika"ları almadan test veya terapi yapamıyorsunuz. sadece uzman oluyorsunuz, yani sırada benzer bir yarışı doktora için sergilemek var. bu sertifikalardan en temel olanları (basic kelimesinin karşılığı olarak) bile bin liralardan başlıyor. içinizi daha da karartmak istemiyorum ama örneğin bilişsel terapi yapabilmek için sertifikasını, eğitimini ve süpervizyonunu almalısınız ve bu toplam 10 bin lirayı bulabilen bir süreç. ciddi bir klinik psikolog olmak, iyi bir kendine yatırım gücü istiyor.

    başvurulan üniversiteye göre başlığının altında olması gereken bir diğer konu da, başvurulan üniversitenin o dönem açtığı kontenjan sayısı. bu tamamen şansa yönelik bir değişken ve gitgide azalıyor da (bunun sebebi de zamanında öyp'lilerin bu kontejanları direkt doldurmasıydı; istedikleri yere geçebiliyorlardı ve okullar gitgide daha az master öğrencisi almaya başladı). bu konuyla alakalı (psikoloji bölümleri kontenjanları ile alakalı) her sene güncel bilgiler veren bir hocamız var, engin arık. onun sayfasından ve tpöçg'den aldığım son verilere göre şu anda türkiye'de 75 tane üniversite psikoloji öğrencisi alıyor ve sadece geçen sene yaklaşık 8 bin psikoloji öğrencisi mezun olmuş. yüksek lisans programı sayısı (16 haziran 2016 itibariyle) 90. ayrıntılı program listelerine şuradan bakılabilir: tık.

    bu yazıyı şimdilik burada noktalıyorum, devam edecek serinin ilk yazısı olarak.

    o zamana kadar: (bkz: psikoloji/@silverleaf) ya da blog.

  • patiswiss piyasayı sürklase mi ediyormuş? allah belamı versin ilk kez duydum ismini. ayrıca başlık sahibinin yazdığı şeyin "tayyip iyi ama ah o dış mihraklar" laflarından hiçbir farkı yok.

    ulan kadında öyle bir kibir ve kendine inanmışlık var ki öss'de 45'te 45 türkçe yaptığını yazarken bile imla hatalarıyla göz kanatıyor.

    neyse, çikolata zaten pek sevmem, küflüsünü hiç yemem.

  • olan ülke itibarına oldu denmiş de ülke itibarının başına tam olarak ne geldiğini anlamadım. avustralyalı dünyaca ünlü bir restoran zinciri sahibi bir futbol müsabakası sonrası kural ihlali yaptı diyelim, nasıl avustralyalıların konuyla ilgili endişelenmelerini gerektirecek bir şey yoksa bizim de olmamalı. sanki nusret ülkenin dışişleri temsilcisi. otu çöpü ülke itibarına bağlamasak mı artık?

    edit: birkaç mesaj geldi, değerli arkadaşlar hemen her ülkede tek bir kişinin eyleminden tüm milletini itham etme müessesesi bir avuç kafatasçı ve 31'ci ergenin tekelinde olduğundan hiçbir ülkede ülkemizin itibarına gölge düşürebilecek kamuoyu mevcuduna ulaşılamayacaktır. ülke itibarı için endişelenmek için çok daha ağır olaylar gördük. şimdilik rahat uyuyun :) *

  • alisveris yapilmis, eve gerekli ivirzivir alinmis eve donulmustur. paket icerisinden alinanlar cikarilirken goz ufuk*'a takilir, adam tuvalet fircasinin posetini yirtmis (tamamen cikarmamis ama) aradan cikan fircayi yalamaktadir..

    - lan? olm napiyorsun?
    - yaliyorum???
    - niye lan ? manyak misin?
    - e kullaninca yalayamicaz olm dusunsene

  • haksız protestodur.

    fakiriz arkadaşlar, şunu artık kafanıza sokun.

    “oturup bir kahve de mi içemeyeceğiz?” diye soracaklara peşinen cevap vereyim: içecekseniz böyle şikayet etmeyeceksiniz. paranızı biriktirip gidip öyle içeceğiz ya da başka yerden kısıp denkleştireceğiz.

    zira 48 lira denen paranın bugünkü kurla karşılığı yaklaşık 2.5 dolar.

    girin bakın amerika’daki starbucks fiyatlarına. bir sürü ürün hala daha amerika fiyatlarından daha ucuz.

    fakirlik, gelişmemiş bir ülke vatandaşı olmak böyle bi şey.

    sahte zenginlik bitti arkadaşlar. dilerim bunlar iyi günler değildir.

    alışsanız iyi olur, yoksa çok ağlar durursunuz.

    editbucks: arkadaşlar bana neden çemkiriyorsunuz? sanki zamları ben yaptım, sanki ben çok memnunum.

    ok, keşke bölgeye göre fiyatlandırsa, keşke burda da 2.5 lira olsa. hepsine ok diyorum. hepiniz haklısınız.

    merciler kontrol etsin diyen arkadaşlar: kontrolünü umduğunuz mercilerde en baştan sağlıklı işleyen bi kontrol sistemi olsa, zaten böyle fakir olmazdınız diye tahmin ediyorum. ama siz daha iyi bilirsiniz tabii.

    lütfen kabul edemediğiniz fakirliğinizden alevlenen ateşli hırslarınızı fakirliğinizin sorumlusu olanlardan çıkarın; ben de siz gibi fakirim.

    editté macchiato: sevgili arkadaşlar, iyi niyetlisiniz anlıyorum. buyrun, edin protestonuzu; ben kimse protesto etmesin demedim. hepinizi destekliyorum gönülden.

    alçak kahve sektörünü yola getirince eliniz değmişken elektronik eşya, et süt gibi temel gıda ve araba/taşıt satıcılarını da protesto etmekten geri durmayın.

    onlar kim köpek de bu millete 40-50bine telefon satmaya kalkıyor?

    kahve sevdasına kapılıp, etin fiyatından daha pahalıya peynir satan alçaklara da bi protesto ayırmadan geçmezsiniz umarım.

    fındık da çok pahallandı bence; hatta duyduğum kadarıyla almanya’ya burdan giden fındık orda daha ucuz(muş). fisko birlik mi kimse sorumlusu o da bi zılgıtı hak ediyor diye düşünüyorum; onu da sakın boş vermeyin.

    ayrıca şahsi ricam, selpak’a da el atmanız. 10 tane selpak mendili 38 liraya aldım dün. tuvalet kağıdını da söyleyecektim de bir an fakir olduğumu hatırlayıp selpak tuvalet kağıdı benim neyime diyerek vaz geçtim.

    böyle böyle teeek tek hepsini yola getirip, o pis iç ve dış güçlerin oyununu da bozmuş olursunuz.

    hadi bakalım; aslansınız, kaplansınız.

    şimdi müsaade ederseniz zar zor aldığım ristretto biancomu içmem gerek daha fazla soğuyup tadı kaçıp param boşa gitmeden.

    siz bir ristretto bianco kaç lira biliyor musunuz?

  • kaplumbağayı bir türlü evrimleştirememiş teoridir. o nedenle kaplumbağayı tanrı yaratmıştır.

    gülmeyin öyle:)