hesabın var mı? giriş yap

  • henüz hepsini izleyemesem de geçen gün anacığımla bi sahnesine rastlayıp bizi derin düşüncelere daldırmış olan dizidir.

    --- spoiler ---

    şu babası yunan oldu diye kendini yerden yere atan kızı izledik. ben bi yandan mandalinamı soyup diğer yandan çay içerken diziye direktif veriyordum:

    "tamam lan abartma yunansa yunan kaç yıl olmuş görmemişsin git sarıl öp babanı ağlama bu kadar" falan.. sonra kadın anam dedi ki ; düşünsene baban akepeli olmuş elinde ampullü bayrak eve geliyor ?

    --- spoiler ---

    düşünemedim !

    aboovvv içim titredi yemin ediyorum.. 3 dakika falan sessizce bakıştık. sonra karar verdik: evden kovarız.... canım babam akepeli olmadığın için teşekkürler seni çok seviyorum

    edit: debemin zamanlaması manidar olunca sosyal mesaj vermeden edemedim.. okuyun zaten eliniz paylaşa gidecek : imam hatipler kapatılsın!

  • ''neden hayatında biri yok diye soranlara:
    hani bazen durakta belli bir otobüsü beklersiniz ya;
    on dakika, on beş dakika, yirmi dakika beklersiniz gelmez.
    bu arada başka alternatifler de geçer ama binmezsiniz.
    ne de olsa “beklemişsinizdir o kadar”, boşa gitsin istemezsiniz.
    sormayın artık bana!
    herhangi biriyle değil, beklediğime “değecek” olanla devam etmeliyim bu yola!..
    durakta yaşlanmak olsa da işin ucunda..'' *

    siz yine de beklemeyin.

  • ya biraz kafanız çalışsa şunu sorarsınız kendinize; sizi şampiyonluktan etmek isteseler pendik ve kasımpaşa maçlarında son dakika penaltıları verirler miydi? bunu bile düşünemiyorsunuz arkadaş.

  • bunu çok yakınlarım hariç kimseye anlatmadım. burada zaten kim olduğumuz belli olmadığı için yazmamda bir sorun yok.

    yıl 2010, amerika'nın alaska eyaletindeyim*

    orada yaşamaya başlayalı yaklaşık iki ay olmuştu. şehrin yaşam tarzına artık alışmıştık. mesela sokakta yürüyen bir tek insan yoktu. sadece biz türkler yaya idik, herkes arabayla geziyor.

    birgün marketten çıktım bisikletimi bağladığım yere doğru ağır ağır yürüyorum. arabanın birinde şoför koltuğunun yanında bi tane yaşlı adam oturuyordu, adam aynı dedem. ama bukadar benzer yani. kendimi ona bakmaktan alamadım çünkü aşırı benziyor. o da bana bakıyor. artık o kadar uzun bakıştık ki adam elini yavaş yavaş kaldırıp bana selam verdi. yavaş yavaş diyorum çünkü galiba adam felçliydi, felçli tanıdığı olanlar bilir, hani ilkokulda hoca parmak uçlarımıza cetvelle vururdu ya, parmaklarımızı birleştirirdik, hah işte eli öyleydi. o şekildeki elini yavaşça başına kaldırarak selam verdi ve gülümsedi.

    ben iyice heyecanlandım çünkü benim dedem de felçli. adamın yanına gitmek istedim ama hasta olduğu için birileri adama zarar vereceğimi düşünür diye çekindim ve gitmedim. arkama baka baka gittim ve adam da hiç gözünü benden çekmedi.

    türkiye ile aramızda 11 saat var. yani alaskada sabahken türkiyede akşam oluyor. ben ertesi gün sabah yani türkiyede akşamken bizimkileri türkiyeyi aradım, normal konuştuk ettik. dedemin öldüğünü söylediler. ne zaman dedim dün dediler. yani benim o markette dışarıda o adamla selamlaştığım an.

    dedem yaklaşık 25 sene felçli yattı, yatalaktı yani. çok zor yıllar geçirdi. ben dedemin normal halini hiç göremedim. bir kere bile sohbet edemedik yani adam zaten yatalak. ama hep sıcaklık hissederdim adamcağıza. severdim yani.

    lafın özü bu olay bana pek tesadüf gibi gelmedi. dedemin zaten hayatımızda bir yeri yoktu ki hatırladım özledim aklıma geldi ölümü de ona denk geldi desem. adamın öldüğü anda benim birini ona sanki oymuş gibi benzetmem, elin amerikalısıyla vedalaşır gibi selamlaşmamız bana gülümsemesi kaybolana kadar birbirimize bakmamız..

    dedemin kafamdaki görüntüsü hep o adamın görüntüsüdür, diğer hallerine dair gariptir ama hiç bir anı yok. hep o gülümseyip bana selam verdiği anı hatırlıyorum.

  • çizgi roman söz konusu olduğunda favorim olan yayınevi. sahibi ve baobab'ın bastığı pek çok kitabın çevirmeni doğan şima harikulade işler yapıyor. zaten doğan bir çizgi roman hastası, öyle güzel eserler bulup çıkartıyor ki okuyunca insan hayran kalıyor. işlerine bayılıyorum.

    baobab yayınları'nın çıkardığı çizgi romanlara başlamak isteyenler için sevdiklerime kısa kısa değineyim.

    cahiller, karşılıklı bir aydınlanma hikayesi - şarap hayatımda önemli bir yer kaplıyor. hatta hayatımı şarap satarak kazanıyorum. eğer sizin de şaraba azıcık da olsa ilginiz varsa bu çizgi romana bayılacaksınız. o chenin blanc'ı bir gün içmek hayaliyle. detaylı yorumum için (bkz: #107434957)

    hariciye günlükleri - politika dünyasının, bürokrasinin ve siyasetin ne menem bir şey olduğunu şahane çizimlerle anlatan bu eser, hoş bir hiciv.

    avare tanrı - hikayesi zaten mükemmel ve sürükleyici ancak öylesine göz alıcı ve parıltılı çizimleri var ki beni ilk vuran kısmı onlar oldu. modern çağda geçen ve mitolojik karakterle bezeli bu hikaye şarap tanrısı dionysos'a dokunduğu için yeri ayrı.

    kaybolan o günler - bilimkurgu hikayelerine ve kitaplarına benim gibi tutkunsanız sizleri hemen içine alacak bir hikaye. bu eserin çizimleri de ayrıca övgüyü hak ediyor. bir ara sınırlı sayıda kalın kapaklı hali de piyasaya sürüldü. çok şıktı.

    hartlepool maymunu - milliyetçilik denen o sığ ve geri kalmış düşünceyi öyle güzel yerden yere vuruyor ki şapka çıkartıyorum. zaman içerisinde daha iyiye doğru gitmemiz temennisiyle.

    kurt - bir koyun çobanı ile kurdun arasındaki ilişki, çekişme ve gerilimi kullanarak insana ve doğaya dair güçlü mesajlar veren bu eser, sonundaki değerlendirme yazısıyla ağzımı açık bıraktı. şahane bir metin.

    bütün ayazların ortasında - bu topraklardan çıkmış yetenekli yazar ve çizer ege avcı'nın bu hikayesi adeta bir nuri bilge ceylan filmi havasında. ayrıca kayra'nın aynı isimli rap albümünden serbest bir uyarlama. okuduktan sonra müziğe de kulak verin.