hesabın var mı? giriş yap

  • kanım dondu resmen, böyle canilik görmedim. 1 değil 2 değil, 239 keçi ne demek, insan sinirlenir duvara yumruk atar bir kendine gelir durur. anlık bir öfke, cinnet hali kesinlikle değil bu, 239 tane hayvanı öldürmek zaman alır sonuçta, bildiğin psikopat... ömrü boyunca tımarhaneden çıkmamalı.

  • ahmet çakar: özhan canaydın gibi başkanın değil elini, şimdi söyleyemeyeceğim yerini bile öperim.

    rok: her yerinden öpüyorum rüştü'ye döndü bu ya

    sıvacı ertem: yeaa ne alakası var onunla bunun.

  • bir arkadaşın şöyle bir anısı var bununla ilgili:

    "sevgilim beni aldattı, seviyorum dedim affettim. sen şimdi bunun dırdırını çok yaparsın dedi, ayrıldı benden."

  • =======> 04.09.2018 tarihli güncelleme: "bu yazıyı yazdığımda döviz bu kadar artmamış, kitaplara zam gelmemişti. dövizin artışı yurtdışından kitap alışverişini güçleştirdi. kâğıt alımı ve telif ödemeleri dövizle yapıldığı için yayınevleri de zam yapmak zorunda kaldılar. 400 lira civarı olan e-kitap okuyucu amazon kindle'ın fiyatı 1000 tl'yi aştı. dolayısıyla bu yazıdaki bazı öneriler cazip olmaktan çıktı. şu durumda üç makul seçenek var:

    1-nadirkitap
    2-idefix, kidega, kitapyurdu gibi sitelerdeki bkmexpress, teb ve enpara kampanyaları.
    3-ukitap (takas için)

    bir örnek:

    dün kitapyurdu'ndan sipariş verdiğim kitapların (2 yky + 1 kabalcı) etiket fiyatı 101 tl, sitenin indirimiyle 57 tl ve üzerine teb kampanyasından gelen 25 tl'lik indirimle sipariş toplamı 32 tl. yani 69 tl cebimde kaldı.

    özellikle yakup kadri, refik halid, orhan kemal, yaşar kemal, orhan pamuk, murathan mungan gibi kitapları yüz binlerce basılmış, sahaflarda bolca bulunan kitaplar için en iyi seçenek nadirkitap.

    ukitap ise üyelik gerektiren, kitaplarınızı takas edebileceğiniz veya satabileceğiniz güvenilir bir site. ptt kargo ile kitaplarınızı siteden konuşup anlaştığınız üyeye yolluyorsunuz. cebinizden sadece kargo parası (ptt kitap kampanyasıyla cüzi bir miktar) ödüyorsunuz, hepsi bu."

    kendi alışveriş tecrübelerime dayanarak bazı önerilerde bulunacağım.

    1-) kitapları en ucuza satın alabileceğiniz yerler aslında bit pazarı, eskiciler, ve geri dönüşüm işçilerinin topladığı kâğıtları yığdıkları kâğıt toplama merkezleridir. eskicilere denk gelmek zor olabilir fakat bit pazarlarına gidip çok ucuza kitaplar satın almak mümkündür. çok değerli eserler bit pazarlarından üç-beş liraya bile satın alınabilir. mesela, geçen yıl bir arkadaşım orhan kemal imzalı bir romanı dolapdere bit pazarı’ndan 5 liraya almıştı. tabii kitabı ucuza mâl etmek için bit pazarına erken bir saatte gitmeniz ve kitaplardan anlamayan bir satıcıya (ki bit pazarlarında mümkün) denk gelmeniz gerekir. geri dönüşüm işçilerinin topladıkları kâğıtları getirip yığdıkları depolarda kitapları öncesinde ayırabiliyorlar. bunlar çöpe atılmış kitaplar, buralarda öyle değerli kitaplara, yüz yıllar öncesinden kalma yazma eserlere denk gelebilirsiniz ki...unutmayalım ki paha biçilemez kaşıkçı elması da çöpte bulunmuştu.

    2-) bir diğer yol ise kitap mezatlarına katılmaktır. istanbul’da yaşayanlar bu konuda çok şanslı çünkü özellikle haftasonları kadıköy ve beyoğlu ilçelerinde mezatlar düzenlenir. fatih’te de yapılıyor bu mezatlar fakat ben hiç gitmedim. mezatlarda kitapları sahaf fiyatlarının altına satın alabilirsiniz tabii ama her zaman olağanüstü fırsatlar denk gelmeyebilir zira sizin gibi mezatlara katılan pek çok alıcı var. gezegen sahaf’ı tavsiye ederim. kadıköy bölgesinde artemis ve barış sahaf’ta da mezatlar düzenlenir. daha detaylı bilgi için bir google araştırması yapmanız gerekiyor. internetin getirdiği bir diğer olanaksa online kitap mezatları ve kitap satışı yapılan facebook grupları.

    3-) sabah erken kalkıp bit pazarlarını gezmek, belli saatlerde düzenlenen mezatlara katılmak elbette her zaman mümkün olmayabilir. bu durumda en iyi tercih kadıköy çarşısı civarındaki sahaflara ve beyoğlu aslıhan pasajı’na uğramak olabilir. biraz da pazarlıkla piyasa fiyatının epey altına kitap satın alabilirsiniz. yeri gelmişken beyoğlu, üsküdar ve haydarpaşa garı'nda sonbahar aylarında sahaflar festivali yapıldığını ve bu fuar sayesinde istanbul’un farklı semtlerinden gelen sahaflara ulaşma imkânı olduğunu da hatırlatayım.

    4-) bir başka önemli seçenek ise doğrudan yayınevlerinden satın almaktır. yayınevlerinde umumiyetle en az %25 indirim yapılır. ayrıntı, iletişim, say, sel gibi pek çok yayınevi cağaloğlu’nda bulunmaktadır. ayrıca yayınevlerine giderek hem güncel kitap broşürlerini edinebilirsiniz hem de poster, ayraç vs. edinebilirsiniz.

    5-) ayrıca nadirkitap.com gibi her türlü kitaba kolayca erişebileceğiniz muhteşem bir kaynak var, ülkenin her yerine kitap gönderiyorlar. eğer fazla sayıda kitap alacaksanız mesaj yoluyla indirim yapılmasını da rica edebilirsiniz, yalnız kitapları satın almadan sitede farklı satıcılardaki fiyatları ve kitabın yıpranma durumunu (altı tükenmez kalemle çizilmiş kitaplarla karşılaşmak istemiyorsanız) özellikle incelemenizde fayda var. eğer ingilizce, almanca gibi farklı dillerde kitaplar satın almak istiyorsanız amazon.com ve amazon.de hem ikinci el hem de yeni kitaplar için muazzam bir kaynak. abebooks.com çok ucuza kitap satın alabileceğiniz yabancı bir kaynak.

    6-) farklı bir seçenek de e-book reader almaktır amazon kindle veya kobo aura gibi. 3000-4000 türkçe ve sayısız yabancı dildeki kitabı ücretsiz ama illegal bir yolla bu cihaza kolayca indirmek mümkün. tabii öncesinde 400-500 tl civarı bir para harcayarak bu cihazı edinmelisiniz.

    7-) internet sitelerinden satış yapan bazı yayınevlerinin internet siteleri:

    kitap yayınevi + helikopter yayınları %35 civarı:

    https://www.kitapyayinevi.com/…me.aspx?action=intro

    metis yayınları (normalde %20 indirimli) %40-%50'den başlayan indirimlerle takım kitaplar, yüksek indirimli sarı etiketli kitaplar, özel indirimli seriler:

    http://www.metiskitap.com/catalog/campaign-list

    https://www.mitosboyut.com.tr/default.aspx

    https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/

    https://www.kabalci.com.tr/kabalci-yayinevi

    https://www.iletisim.com.tr/

    8-) kitaplarınızı takas yapabileceğiniz şöyle güzel bir site varmış, yeni fark ettim: http://www.ukitap.com/

  • bu adamı oynatmak yerine bir masör koyun takıma. melo ve sneijder'e oyun durdukça masaj yapsın . takımın performansı 2 katına cıkar .

  • polislerden dayak yemiş bu sözü söyleyen hanımefendi.

    şimdi ben bir noktaya takıldım. olay hiç hoş değil tabii dayak, şiddet falan ama...

    hanımefendi olaydan sonra cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmuş. cumhuriyet... savcılık... cumhuriyet...

    hani humeyni süperdi ablacım? hani atatürk'ü sevmiyordun? ne işin var senin cumhuriyetle; savcılık, mahkeme falan gibi hukuk devleti kurumlarıyla he? sevdiğin humeyni'nin ülkesinde aha da aynen böyle davranıyorlar insanlara, özellikle kadınlara. kimsenin de gıkı çıkmıyor, çıkamıyor. ne çabuk mızıktın da cumhuriyete mahkemeye falan sığındın bi onu de hele bakayım. bayılıyorsan humeyni'ye, sen de yediğin dayağı sineye çek otur bir köşede. ha polisten dayak yiyip de hakkını hukuk marifetiyle arama şansına sahipsen bu ülkede, kullanıyorsan bu hakkını, bunun atatürk sayesinde, cumhuriyet sayesinde olduğunu unutma.

    işine gelince sev, işine gelince sevme. olmaz öyle.

  • efsanevi bir adam.

    7 yaşında programlama öğrenmeye başlar, daha lisedeyken bir çok uluslararası siteyi hobi olarak kırıp adminlerini bilgilendirir ki babası ile bir tartışması sonucunda babası bilgisayarı elinden alıp kilitler. bu esnada parker yalnızca "baba log out olmam lazım" diye ağlanır nitekim fbi kendisine ulaşmakta geç kalmaz, zarar vermediği için yalnızca kamu hizmeti yapmakla cezalandırılır. lisede bir sene full a alıp bir sene kalmaktan son anda kurtulur ki bunu da sadece kimsenin kuklası olmadığını göstermek için yapar.

    ailesinin kolej ısrarına rağmen lise bitince internet yoluyla tanıştığı ekürisi, bir diğer yetenekli hacker shawn fanning'in napster projesine destek vermek için san francisco'ya taşınır ki bu evden ilk ayrılışıdır. partiler içinde boğulurken napster'ı yaparlar, ilk senede milyonlarca kullanıcıya ulaşmalarına rağmen telifli müzik dosyalarını illegal paylaştıklarına karar verilir ve napster doğduktan 14 ay sonra hakim kararı ile kapatılır. daha sonra yeniden açılmasına rağmen hem piyasada rakipler oluşması, hem de fanning'in diğer ortaklarının dahi çocuk parker'ı uzaklaştırması nedeniyle napster asla eski seviyesine dönemez.

    2001-2004 yılları arasında plaxo'yu kurar ki kurana kadar ve kovulduktan sonra yine işsizdir. yatırımcılarının onu kovması uyuşturucu yüzündendir.

    2004'de bir gün oda arkadaşının stanford'da okuyan kız arkadaşının bilgisayarında thefacebook yazısını görür. o andan itibaren ne parker, ne zuckerberg, ne de dünya artık eskisi gibi olmayacaktır. new york'da tanışırlar ve kısa sürede kaynaşırlar. parker işsiz olmasına karşın hala bir bmw kullanıyordur, 20 yaşındaki zuckerberg'i kafalar ve mentörlüğünü yapmaya başlar. nitekim facebook'a zuckerberg'den fazla inanan ve bugün geleceği noktayı o zamandan tasarlayan parker'dır. facebook'un başkanı olarak yatırımcılarla pazarlık eden, yönetim kurulunun 5 koltuğundan 3 tanesi daimi olarak koparan ve bu sayede yahoo'nun 2007'de yaptığı 15 milyar dolarlık teklifin reddedilebilmesine imkan sağlayan da...

    ancak yine rahat durmaz ve 2005'de kiraladığı bir evde parti esnasında uyuşturucu kullanımı ile suçlanır. ceza almamasına karşın yatırımcı baskısı ile facebook başkanlığını bırakmak zorunda kalır. hali hazırda 7% facebook hissesine sahiptir zaten...

    2010 yılında davos'ta bölgenin gece hayatından şikayet eden bir açıklama yaptı, seneye büyük bir yer bulabilirse bir kaç rock star arkadaşı ile tüm zamanların en büyük forum partisini organize edecekmiş.

    ara sıra eski arkadaşı shawn "napster" fanning ve chatroulette'in 18 yaşındaki kurucusu andrey ternovskiy ile bir araya gelip fikir üreten parker, tüm aşırılıklarına rağmen kanser araştırmaları için en fazla bağış yapan kişilerden biri.

    linkedin kurucusu ve parker'ın eski arkadaşı reid hoffman onunla ilgili "ona neden katlanıyoruz? iki sebepten; birincisi olduğu yere değer katar, ikincisi çok sadıktır", paypal kurucusu peter thiel parti canavarı dedikleri ve muhtemelen uyuşturucu bağımlısı olan (proposition 19 için 100.000$ bağışlamış) parker'ın howard hughes'un torunu olduğunu düşünüyor. wikipedia kurucusu jimmy wales ise onun bir sanatçı olduğunda ısrarlı. kendisi ise "benim için her zaman bir peri masalı değildi. tüm başarım hatalarımdan doğdu. çocukluk hayalleriniz her zaman başarı hikayesidir, gerçek ise çok daha ağır ve dramatiktir" diyor.

    not: türkçe güzel kaynak yoktu, sağdan soldan bulup toparlayıp çevirdim. sonra bana gelip abi o öyle değil diye çemkirmeyin.

  • çocukken, cumartesi günleri sabahın kör karanlığında uyanıp çizgi film izlemek diye bir şey vardı. sabah uykusuna kıyamayan ben bile içtimaya giden asker gibi uyanır televizyonun karşısına geçerdim. böylece kahvaltı hazır olana kadar bir yığın çizgi film izleme şansım olurdu. o zaman seçici değildim. şimdiki gibi bunun yönetmeni şuymuş, bunun oyuncusu daha önce şurada oynamıştı diye araştırmıyordum haliyle. ancak çizgi filmlerden biri özellikle ilgimi çekiyordu. izlediğim diğer şeylere göre belli bir farkı vardı ama tabi o zaman sebebini bulamamıştım.

    üzerinden yıllar geçtikten sonra batman the animated series'i tekrar izledim ve ortalama bir filmden ya da diziden çok daha kaliteli olduğunu fark ettim. çekilen 85 bölümün tadı damağımda kaldığı için de yakın zamanda tekrar başına oturdum. bu izlememde ise bir çizgi film nasıl olur da bu kadar başarılı olur sorusu dönüp durdu kafamda. her bölümü dili tutulan emine'yi dinleyen şaban gibi "yok canım. öyle mi? vay canına." diyerek izledim. daha sonra seriyi başarılı kılan noktaları bir liste haline getirmeye karar verdim. şimdi hazırsanız batarang'lerinizi alın, kemerlerinizi bağlayın ve listemize başlayalım.

    1) batman:

    uyarlamalar konusunda marvel çok daha şanslı. mesela peter parker zaten sevilebilir bir karakterdir. öğrencidir, maddi sıkıntılar çeker, kız arkadaşıyla arası açılır falan. okuyucu kitlesine yakındır bu nedenle. dc karakterleri ise pek öyle değil. dc tarafında clark kent de yalnızlık çeker ama yok olan bir gezegenin son temsilcisi olduğu için onun yalnızlığı galaktik boyuttadır. bu nedenle dc'nin karakterlerini anlatmak görece daha zordur.

    bruce wayne ise içinde çok karmaşık dengeler bulunduran bir karakterdir. genelde marvel tarafında tony stark ile karşılaştırılır ama tony, ortalama her erkek çocuğun olmak istediği adamdır aslında. zenginlik, başarı, kahramanlık gibi özellikleri bünyesinde bulundurur. batman'i anlatmanın zorluğu ise sadece aşırı zengin olmasından kaynaklanmıyor. birincisi bruce wayne çocukken yaşadığı travmayı asla atlatamamış. ikincisi sürekli kendini ve yaptıklarını sorgulama halinde. üçüncüsü de her ne kadar kendisi görmezden gelmeyi seçse de gücünün limitleri var. bu nedenle karakteri işlerken aynı anda birden fazla yöne bakmanız gerekiyor.

    bu durumda çizgi diziyi yapanların elinde iki seçenek vardı. birinci seçenekte batman'i daha basit bir karakter haline getireceklerdi. mesela lise ya da üniversite öğrencisi yapıp daha neşeli daha komik bir bruce wayne göstereceklerdi. yani o sert, kuralcı, planlı hali olmayacaktı. ancak batman'i batman yapan da bu özellikleridir aslında. hiçbir süper yeteneği olmamasına rağmen mantığı ve çıkarımlarıyla justice league'in defacto lideri olabilmiş biridir. ikinci seçenekte ise karakterin özüne dokunmadan çizgi romanda sevilen ne özelliği varsa onları öne çıkarmaya çalışacaklardı.

    bu da riskli bir seçim aslında. çünkü çizgi film izlemek isteyen çocuğa santayana'dan yapılan alıntıyı dinletmek ve ekran başında tutmak kolay değil. ancak karakteri o kadar derin o kadar çok yönlü ve dengeli anlatmışlar ki hiçbir şey boğmuyor sizi. bu da çizgi dizinin hem küçük yaştaki izleyicilerin hem de çizgi roman hayranlarının beğendiği bir seri olmasını sağlıyor.

    2) villian'lar:

    bir hikaye ancak içindeki kötü karakter kadar iyidir diye bir söz vardı. doğruluğu kesin değil ancak batman the animated series'i bu argümanda rahatlıkla kullanabilirsiniz. çünkü burada animasyon tarihine geçecek kadar kaliteli kötüler var.

    normalde kötü karakter nedir? izleyiciyi heyecanlandırmak için başlarda çok güçlü, hain ve sinsi olan finalde ise basit bir hata ya da tamamen şans eseri ana karaktere yenilen kişidir. en azından çoğu hikayede böyle. batman the animated series ise bildiğimiz üzere çoğu hikaye diyebileceğimiz bir konumda değil.

    peki burada villian'lar nasıl farklı? öncelikle two face, joker, mr. freeze gibi hikayesi olan kötülerin olduğu bölümlerde ön plana bu karakterler geçiyor ve batman hikayenin ilerlemesini sağlayan araca dönüşüyor. anlatılan bu hikayelerin hepsi de insana iyilik ve kötülüğün ötesini düşündürecek yapıda. mesela mr. freeze'i ele alalım. bu karakterin villian olmadan önceki ismi dr. victor fries. kendisi insanları tıbbi amaçla dondurma üzerine çalışıyor. eşi nora da ölümcül bir hastalığa yakalanınca bu yönteme başvuruyor ancak çalıştığı şirketten izin almadığı için bu pahalı "proje"yi durdurması isteniyor. programın durdurulması nora'nın ölümü anlamına geleceği için dr. fries buna karşı çıkıyor ancak yaşanan arbede sırasında bir kaza oluyor ve nora'nın dondurulduğu ünite bozuluyor. kimyasallara maruz kalan dr. fries de sıcak havada ölecek şekilde değişim geçiriyor ve mr. freeze adını alıyor. daha sonra eşinin ölümüne sebep olan insanların peşine düşüyor.

    şehrin bir kısmını dondurmak gibi yöntemleri tartışılabilir ancak mr. freeze'in gerçekten bir kötü olduğunu söyleyebilir miyiz? burası bence biraz tartışmalı. çünkü elinde imkan olan herkes sevdiği insanın ölümünü durdurmaya çalışır. peki bu çabada nereye kadar gidilir? nerede durulur? iş başkalarına zarar vermeye geldiğinde ne yapılır? işte bu çizgi dizide yer alan bir çok kötü karakter, insana bu tür sorular sorduruyor. bu nedenle de hikayeleri kompleks ve sürükleyici oluyor.

    3) kısa film tekniği:

    hikayenin içindeki elementler kadar bu parçaların nasıl bir araya getirildiği de önemlidir. eğer hikayenin hazırlık, merak, heyecanı tırmandırma ve final gibi kısımlarını düzenleyemezseniz istediğiniz fikirleri de ön plana çıkaramazsınız. burada ise neredeyse kusursuza yakın bir anlatım tarzı var. izleyiciyi gerekli yerlerde meraka sürükleyip gerekli yerlerde soruları yanıtlıyor. bunları yaparken bir yandan da karakterlerin gölgede kalmasını engelliyor.

    peki bunu nasıl yapıyorlar? burada 3 perdeli dramatik yapı ya da daha bilinen adıyla "giriş gelişme sonuç" yöntemini kullanıyorlar. ancak bir kağıda giriş gelişme sonuç yazınca her şey birden bire düzlüğe çıkmıyor. yöntemi kullanmanın da püf noktaları var. mesela işaretle inşa etmek buna bir örnek. diyelim ki bir karakter finalde kalp krizi geçirecek. pek iç açıcı bir final değil ama olsun. bu finale ulaşmak bölüm boyunca kaleminizi seyircinin gözüne sokmadan bunu ufak ufak işaret etmeniz gerekir. mesela bir yerde sigara içtiğini gösterirsiniz. bir yerde merdivenlerde tıkandığını izletirsiniz bir yerde kötü beslediğini anlatırsınız gibi. batman de bu tür ufak işaretlerle konuyu dağıtmadan finali inşa ediyor sürekli.

    kullandıkları bir diğer mekanik de karşılaşma, geriye düşme ve yenilgidir. bu çoğu aksiyon filminde de kullanılır. ana karakterimiz filmin başında bir rakiple karşılaşır ancak rakip bir şekilde elinden kurtulur. daha sonra ana karakterimiz araştırma yapar ve rakibinin izine ulaşır. ikinci karşılaşmada ise işler ana karakter için iyi gitmez ve yakalanır ya da işte koruması gereken bir şey çalınır falan. finale doğru ana karakterimiz bir yöntem daha bulur. mücadelede önce geriye düşer sonra da yeni kullandığı yöntem ya da teknikle rakibini alt eder sonra da jenerik akar.

    bu çok tahmin edilebilir bir hikaye anlatma tarzıdır bu arada. filmin ya da dizi bölümünün takribi yüzde 15'ini geçtiğinizde finale kadar olacak her şeyi bilirsiniz artık. ancak bu durum batman the animated series için bir dezavantaj değil. çünkü tahmin edilebilirlik sayesinde çok fazla açıklama yapmak zorunda kalmadan bir hikayeyi 20 dakika içinde derli toplu şekilde anlatabilirler.

    4) derin psikolojik anlatım:

    biraz önce bahsettiğimiz zaman kazanma durumu tembel bir şekilde harcansaydı başlamasının üzerinden 28 yıl geçmiş olan bu seriyi şuan konuşuyor olmazdık. ancak yapımcılar bu anları sadece sayılı çizgi filmde görebileceğiniz psikolojik çıkarım ve karakter gelişimine harcamışlar.

    normalde çizgi filmlerde karakter gelişimi nedir? bir işin acemisi olan karakter bir takım mücadeleler sonunda alanının en iyisi olur. batman the animated series'in farkı ise dönüşen karakterlerin temelde iyiye gitmemesidir. bunun en güzel örneği harvey dent'in two face'e dönüşümünün anlatıldığı iki bölümdür. the dark knight filminde mesela bu iş biraz aceleye gelmişti ve olay tek bir travmaya bağlanmıştı. burada ise çok güzel bir pastayı yavaş yavaş yermiş gibi keyifle anlatıyorlar dönüşümü.

    mesela ilk farklılık burada harvey'nin aslında başından beri two face olması. harvey çocukluğunda bir travma geçirmiş ve serideki diğer pek çok karakter gibi bunu asla atlatamamış. daha sonra pek de sağlam olmayan bu zeminin üstüne aşırı stresli bir kariyer kurmuş. öfkesini bastırdıkça da içindeki "wrong harvey"i beslemiş. biraz önce bahsettiğimiz işaret mekaniği burada bolca kullanıldığı için harvey'nin two face'e adım adım dönüşmesini görebiliyoruz. mesela sürekli atıp tuttuğu para, korkutucu öfke patlamaları gibi şeyler bize neyin gelmekte olduğunu anlatıyor sürekli.

    yalnız psikoloji diyorsak dizide bahsetmemiz gereken asıl vaka kesinlikle batman'dir. çünkü bir travmayı atlatmak için yarasa kostümü giyip suçluları pataklamak nereden baksanız garip bir davranış. dizinin yapımcıları da bunun farkında olduğu için bu cevheri çok güzel kazıp çıkarmışlar. özellikle scarecrow'un geldiği ve suçluların kabusu olan batman'in kendi korkularıyla mücadele etmek zorunda kaldığı "nothing to fear", bruce wayne'in hafızasını kaybedip kendisini tekrar bulduğu "the forgotten", bruce wayne'in aslında ne kadar mutlu olabileceğini ancak bir yandan da iradesinin ne kadar sağlam olduğunu anlatan "perchance to dream" batman fikrinin bruce wayne'de nasıl kök saldığını işleyen "beware the gray ghost" ve batman'in mental çöküş yaşadığı "i am the night" bu alanda çok güzel örnek olabilecek bölümler.

    5) dozunda korku ögeleri:

    scarecrow demişken dizideki korku ögesinden de bahsedelim. çocukken korku filmlerini izlemenin bir esprisi vardı. çünkü o zaman çoğu insanın hayal gücü henüz körelmemişti. bu nedenle izlediğiniz korkunç sahneler sizi hakikaten geriyordu. bu nedenle batman the animated series'deki korku türüne yaklaşan kısımları keyifle izliyorduk.

    burada tabi öne çıkan karakter scarecrow. mesela batman'in tüm kabuslarının çorba olduğu dreams in darkness bu konuda çok iyidir. ancak korku ögeleri sadece bununla da sınırlı kalmaz. sahnelere ve tekniğe yansıyan genel bir durum söz konusu burada. mesela two face'in anlatıldığı bölümde harvey'nin sinirlendiği ancak öfkesini içinde tutmaya çalıştığı kısımlar şuan bile insanı geriyor. ayrıca aynı sahne içinde şahane bir teknik kullanımı da var. burada mafya lideri rupert thorne, harvey'nin dosyalarını ele geçirmiş raporları okuyarak dalga geçiyor. harvey de biraz önce konuştuğumuz gibi olabilecek en ürkütücü şekilde öfkesini bastırmaya çalışıyor ancak başarılı olamıyor ve "big bad harv" ortaya çıkıyor. işte bu anda siyah olan arkaplan dönüşümü anlatabilmek için pan şeklinde kırmızıya dönüyor. bu değişim ilk seferde gözden kaçabilir ancak hareketsiz siyahtan öfke dolu kırmızıya geçişi hissediyorsunuz. bu da sahnenin gücünü ikiye üçe katlıyor.

    6) çizimler ve teknik:

    şimdi bakıyorum da o dönem gerçekten çok cesur bir işe girişmişler. çünkü batman gibi "i am vengeance, i am the night, i am batman!" diyen bir karakterin hikayesini anlatırken bile çizim olarak bu kadar sert bir tona giremezsiniz normalde.

    şöyle düşünün bir çizgi film yapıyorsunuz elinizde halihazırda çok sevilen bir karakter var ama iş, sonuçta televizyonda yayınlanacağı için yapımcıların da bazı tereddütleri var. şimdi en baştaki toplantılardan birinde nasıl bir çizim tarzı olacak diye sorulduğunda "işte binaları, arabaları, kostümleri ve silahları 30'lar gibi düşünün." dediğiniz anda yapımcılarda kalp spazmı başlar, "batman'in kullanacağı alet edavatı da diesel punk ve atom punk arası yaptık." dediğinizde kalp krizi başlar. eğer sağlık ekipleri yetişemeden "bazı sahnelerde de alman dışa vurumculuğundan ilham aldık." derseniz ekibe artık ihtiyaç kalmamıştır çünkü yapımcı orada can verecektir.

    ancak burada bahsettiğimiz yapımcı bu çizgi filmdeki gibi hırslı ve vizyonsuz bir iş adamı aslında. batman the animated series'i yapan ve yöneten ekip ise her anlamda yaratıcı işlere imza atmış ve karakterden ödün vermeden diğer insanların cesaret edemeyeceği kreatif kararlara bir bir onay vermiş. hatta "ya batman'in var oluşsal kriz geçirmesi yeterli olmadı sanırım." diyerek bir de bütün çizimleri siyah kağıt üstüne yapmışlar. sonuçta da ortaya hikaye ile tekniğin müthiş uyumlu olduğu bu seri çıkmış.

    7) animasyonlar:

    tekniğin bir diğer ayağı da animasyonlar. dizi bu alanda da döneminin bütün nimetlerinden faydalanmış ve el çiziminin fiziksel etkisini kullanmış. peki el çizimi fizik konusunda nasıl bir ayrıcalık yaratıyor? mesela iki karakter dövüşüyor olsun ve biri diğerini tutup fırlatsın. cgi'da modeli hali hazırda üç boyutlu tasarladığınız için istediğiniz kadar ekstrem hareket yaptırabilirsiniz. ancak el çiziminde böyle bir şansınız yok. eğer bir karakter diğerini fırlatacaksa bunu olabildiğince yerinden kıpırdamadan yapmak zorunda ki bin beşyüz tane farklı açı çizmek zorunda kalmayın.başka bir örnekle daha açıklayalım. mesela batmobile bir yamaçtan aşağı düştü. elinizde yine üç boyutlu bir model varsa istediğiniz kadar takla attırabilirsiniz araca. el çiziminde ise yemek yemek, arada sırada uyumak ya da en önemlisi bölümü yetiştirmek gibi dertleriniz olduğu için kazada batmobile'i olabildiğince az çevirmeniz lazım.

    az çizim yapmak gerçekçiliği azaltmaz mı diye soracak olursanız bana göre tam tersi durum geçerli. bir kaza var seyirciyi endişelendirmeniz gerekiyor. burada illaki araca fazla takla attırırsınız. hatta biraz daha amatörseniz sahnenin hint filmlerinden çıkma bir şeye dönüşmesi de olası. ancak el çiziminde ne kadar abartmak isteseniz de bilekler şişmeye başladığında bir şekilde sahneyi bitirmek zorunda kalacaksınız. bu nedenle mecburiyet aynı zamanda ekonomik çözümler üretmenize de sebep olacak. bu da daha gerçekçi animasyonların yapılması demek.

    8) joker:

    normalde anlatım, teknik, ton, ritm gibi konular birleşir ve bizi ana karaktere ulaştırır. batman the animated series'de ise durum biraz farklı. burada da belli bir yere ulaşıyoruz ama geldiğimiz yer batman değil tarihin en iyi canlandırılmış jokerlerinden biri oluyor. mesela dizinin düzenli ancak şaşırtma ögelerini de es geçmeyen bir senaryo yapısı var demiştik. o "acaba ne olacak?" sorusu ve gerilimin tırmanışı en iyi joker'in başrolde olduğu joker's favor bölümünde görülebilir. burada ayrıca normal bir insanın yoğun stres altında nasıl zıvanadan çıkacağı da anlatılıyor. böylece dizinin psikolojik noktalarına da değiniliyor.

    başarı sadece hikaye anlatımıyla alakalı değil bu arada. bütünleşik bir çalışma var. bu bölümün başında mesela joker'in çok başarılı şekilde canlandırıldığından bahsetmiştim. peki canlandıran kim? tabi ki luke skywalker'ımız mark hamill. bu bilgiyi daha önce duymadıysanız kendisinin geek camiası tarafından neden bu kadar el üstünde tutulduğunu da anlayabilirsiniz.

    mark hamill'in farkı ne diyecek olursanız da karakteri anlaması ve bir oyuncu olarak başarıyla yorumlaması diyebiliriz. mesela kayıt sırasında bütün diğer ses aktörleri işini oturarak yapıyormuş. mark hamill ise ellerini ve beden dilini kullanarak karakteri yansıtmak için kayıt alınırken ayakta duruyormuş. joker'in en ikonik noktası da kahkahası. bunun için mark hamill bir röportajında "çizgi romanlarda sadece "ha ha ho hi" yazıyordu ancak tabi sesi bilmiyordum. bu nedenle joker'in gülmesini canlandırırken bunu bir müzik enstrümanı gibi düşündüm ve kahkahayı joker'in moduna göre düzenledim." demiş. böylece sinema dahil tarihin en dikkat çekici karakterlerinden biri ortaya çıkmış.

    9) detaylar ve nefes alma anları:

    dizinin şimdiye kadar hep karanlık yönlerinden bahsettik. tüm bölümler bu şekilde olsaydı yine izlenirdi ancak bir yerden sonra yorgunluk gelirdi muhtemelen. mesela ben bu sefer abartıp 12 13 bölüm izledim aynı günde bana mısın demedi. bunu yapabilme sebebim de dizinin sürekli nefes alma anları vermesi. mesela mr. freeze ya da harvey'nin olduğu bölümler gerçekten çok ağır bunlar arka arkaya gelse yorulacağınız için arkadan gelen bölümün tüm güzel detayları gözden kaçacaktı. bunun önüne geçmek için araya man-bat ya da standart suçluların anlatıldığı daha basit bölümler koymuşlar.

    bir de bruce wayne'nin şüphe çekmemek için normal hayata karıştığı kısımlar var. hikayenin bu anlarında da batman'in etkileri görülüyor ancak bruce'un halkın önünde belli bir imajı var. bunu korumak için de bruce wayne olabildiğince rahat olmaya çalışıyor. bu sayede aksiyonun çok yüksek olmadığı yer yer eğlenceli anların yaşandığı sahneler izliyoruz ve yorulmamış oluyoruz.

    10) alfred pennyworth:

    alfred kesinlikle kendi başlığını hak ediyor. çünkü bu nefes alma anlarının bir çoğunda başrolde kendisi yer alıyor. peki alfred'i bu kadar değerli bir karakter yapan şey ne? dizideki aşağı yukarı her şeyin birden fazla boyuta sahip olduğunu söylemiştik. alfred de bu tonlar arasında geçiyor ve duyguları sentezleyebiliyor.

    mesela öfke, sevgi gibi konuları yazabilirsiniz ancak bunları tek başlarına kullanırsanız çok yavan, çok tatsız diyaloglar olur dizide. alfred ise dışarıdan baktığınız zaman kızıyor gibi görünüyor. hatta yeri geldiğinde hem bruce wayne'i hem batman'i iğnelemekten geri durmuyor. ancak bu anlarda bile yetiştirdiği çocuğa olan sevgisini fark edebiliyorsunuz. bu da söylediği ve yaptığı her şeye ayrı bir tat katıyor.

    iğneleme demişken alfred'in bu konuda master seviyesinde olduğunu da belirtelim. eğer kendisine kulak verirseniz en zor, en karanlık, en gergin anlarda bile sizi güldürecek bir şey söylediğini fark edersiniz.

    sonuç olarak batman the animated series, çizgi filmden öte bir yapım. bazı anlarda hikayenin kompleks yapısını terk ettikleri oluyor. ancak genele bakacak olursanız derin karakterlerin işlendiği, karmaşık hikayelerin kısa sürede izleyiciye aktarılabildiği yayınlanmış pek çok dizi kadar başarılı bir seri olduğunu görebilirsiniz.

  • gençler bir avukatla görüşüp şahsa dava açsınlar. uğraşsın biraz. hakaret var, halkı galeyana getirme var, kişinin özgürlüğüne müdahale var. avukat arkadaşlarımız bir ton detay görmüşlerdir. lütfen yardımcı olun çocuklara :)

    kıskançlıktan çatlamış birinin repliği.

    edit: tck 125 diye msjlar gelmiş.

  • bana inanılmaz gelen durum, abi bi insan en azından 2 ayda bi istediği yere 1 hafta kaçabilmeli, tatil yapabilmeli ama türkiye'de işe giriyorsun ve 1 sene çalıştıktan sonra sadece 14 gün izin hakkın oluyor.
    kendimi görünmez bi kelepçeyle özgürlüğü alınmış köle gibi hissediyorum. ne yani sevdiğim bir şehre gidip 1 hafta kalamaz mıyım şimdi ben? niye kimse itiraz etmiyor buna.