hesabın var mı? giriş yap

  • mike portnoy'un dönmesinin bence 2 tane sebebi var.

    1- portnoy gruptayken tüm pr işlerini kendi yürütüyordu. setlisti oluşturuyordu, konser mekanlarına kadar seçiciydi. portnoy gidince bunlar diğer elemanlara düştü ama tam beceremediler. sadece bu da değil. portnoy özellikle konserlerde çoşturucu güçtü. hani kendisi gruptan ayrılınca o heyecan da çoşku da azaldı, gitti gibi oldu. bu da ister istemez fanların ilgisini azalttı gruba karşı. portnoy'un dönüşü tekrar bir alev yakabilir.

    2- tamamen ticari sebep. çünkü dream theater'ın bilet satışları son yıllarda inanılmaz düştü. portnoy'un gelişi klasik dt'nin doğuşu demek olduğu için ve birçok dt fanının portnoy ayrıldıktan sonra tepkili oldukları için, bu birleşme ticari bir yükselişe de sebebiyet verecek. bazıları bu ticari kaybı son birkaç yılda oluşan james labrie'nin kötü performanslarını sebebiyet göstermiş lakin bu çok gerçekçi bir bakış açısı değil.

    şu noktadan sonra keşke değişse dediğim birkaç şey var grupla alakalı.

    1- rudess kesinlikle abidik gubidik klavye partisyonlarından vazgeçmeli. bu adam scenes from a memory ve octavarium albümlerinde güzel iş çıkarmıştı. sonra sapıttı. benim ve uluslararası forumlardan anladığım kadarıyla çoğu dt dinleyicisi rudess'in bu deneysel ve hiçbir yere ait olmayan uzun klavye sololarından rahatsız. son albümler yemin ediyorum kevin moore'u mumla aratıyor.

    2- canlı performanslarda click uygulamasından vazgeçip düzgün bir alıştırmayla olduğu gibi çalmaları gerekiyor.

    3- james labrie, özellikle eski şarkıları seslendirecekse arkadaşları ile toplanıp şu anki sesine uygun bir şekilde vokal melodilerini değiştirmesi gerekiyor. ray alder aynısını yaptı ve harika oldu. james labrie'nin değişmesini isteyenler hayal kuruyor. labrie'nin sesi artık bu grup için bir imza olmuştur. evet canlı performansı kötüdür, iyidir tartışılır. umarım yakın zamanda bu duruma bir önlem alırlar. lakin labrie'nin gidişi demek düşünülenden fazla kayba sebebiyet verir dt için.

    4- ticari kaygı sebebiyle her albüme en az 2 tane leş gibi single koymasınlar.

  • bakın müptezeller,

    bizim için stres yükü çok yüksek bir maç olmasına rağmen,
    ilk 15 dakikada ads'nin kaptanı 2 defa ve totalde 5-6 dk yattı. hiçbir oyuncumuz gidip kuduz köpek gibi saldırmadı, tam aksine gidip cocukla ilgilendiler, geçmiş olsun dediler.
    ikinci yarı gs kontraya çıkarken balotelli kendini topsuz alanda yere bıraktı diye kaan aldı topu taca attı. oyuncularımız gidip balotelli'yle ilgilendiler.
    hiçbir oyuncumuz adana tribünlerine el kol etmedi, yerde yatan rakip oyuncuyu gidip sarsmadı.

    kimse bizi sevmiyor, diyorsunuz ya, iste biraz sebeplerini bilin, anlayın, idrak edin diye yazıyorum bunları.

  • netflix'i bilgisayardan izliyorsanız, 1080p + yüksek bitrate ve surround ses ile izlemek istiyorsanız microsoft store'daki netflix uygulamasını indirmeniz gerekiyor. çoğu kişinin bilmediği bir şey söyliyeyim. google chrome'dan netflix izliyorsanız size verilen görüntü 720p.

    1080p veya daha yüksek çözünürlük, yüksek bitrate ve surround ses için: microsoft store'daki netflix uygulaması
    1080p veya daha yüksek çözünürlük için: microsoft edge, explorer, safari, chromium edge
    720p sınırı olan tarayıcılar; chrome, opera, firefox

    tekrar söylüyorum. eğer 42 tl veriyorsanız google chrome'dan izlemeyin. izlediğiniz görüntü 720p.
    kaç p izlediğinizi öğrenmek için; https://www.netflix.com/title/80018499 (ilk videoyu açın sağ üste 1280 x 720 ise anlıyacağınız üzeri 720p'dir)
    bazen uygulamadan acıncada düşük çözünürlük yazabilir. başka bir test videosu açın. yine bakın. düşük çözünürlük göstermesinin sebebi başta düşük çözünürlük gösterip sonra hd'ye geçmesi.
    ctrl+alt+shift+d basarak bitrate ve bir çok değeride görebilirsiniz.

    ayrıca netflix.com'a girip sağ üst'ten hesap > yürütme ayarları > ekran başına veri kullanımı > yüksek yapın.
    (birden fazla profil varsa hepsi için yapmalısınız).
    microsoft store netflix uygulamasında ise sağ üstteki 3 nokta > ayarlar > video kalitesi > yüksek yapıyoruz.

  • granada valencia maçının başlamasına yaklaşık beş dakika varken;

    "arkadaşlar şuan granadadayım ispanyaya erasmusla geldim .maçı izlemek için sahayı görebilen yüksekçe bi apatmana çıktım sizlere elimden geldiğince dilim döndügünce maçı anlatmaya çalışacagım."

  • ya bir cumhurbaşkanı neden dandik bir tv dizisini korumaya geçer, hadi geçti neden bir komedyenle atışır? bir tek bana mı bu kadar saçma geliyor rte'nin her şeye yorum yapması, herkesle kapışması?

    ben türkiye'nin muhtarıyım dediğinde gülmüştük de, bu kadarını boş boş kahvede oturan muhtarlar bile yapmaz.

  • içimi her seferinde cız ettiren bir anı, hayatta kırıp da kırdığımı fark ettiğim zannederim ilk pottur. 1988 yılında, öyle çok küçük de değil, dokuz yaşında olduğum ve oturduğumuz ikinci eve taşındığımız sonbahardı. oturma odasına halı döşemek üzere eve iki usta gelmişti ve ben annemle beraber hayatımda ilk defa bir halının nasıl döşendiğini gözlüyor, adamların hareketlerini ilgi içinde izliyordum.
    aptallık, cehalet, belki korunaklı hayat denebilir, ama o yaşımda değil nasıl olduğunu, neye benzediğini bilmek, ayak kokusu diye bir kavramın varlığından, ayakların kokabileceği gerçeğinden dahi haberdar değildim. işte bu yüzden ki, ustaları seyretmeye başlamamdan bilmiyorum kaç dakika sonra etrafı pek yabancı ve tahammülü pek güç bir koku sardığında içten bir merak içinde anneme dönüp “ya anne, burası ne koktu?” diye sormaktan hiç çekinmedim. annemin o anda bir cevap verip vermediğini, kaş göz edip etmediğini, benim orayı terk edip kokunun olmadığı bir yerlere kaçıp kaçmadığımı hatırlamıyorum. ortamdaki yeni kokuyu ortamdaki yeni insanlara bağlamak gibi basit bir zihinsel işlemi gerçekleştirememiş olduğumu görmek apayrı bir utanç kaynağı bugün bana, ama annemin adamlar gittikten sonra beni çekip, içten içe saflığıma gülse de üzgün bir şekilde “kızım ne yaptın öyle, adamların ayağı kokuyordu tabii ki, başımdan aşağı kaynar sular döküldü” demesini takip eden utanç kadar değil.
    beni çok etkilemiş, çocukluğuma damgasını vurmuş bir anı olduğunu iddia edemem bunun, abartı olur. ama uzun ve düzensiz aralıklarla da olsa, kimi zaman sebepli, kimi zaman sebepsizce aklıma düşmüş ve her defasında içime hicapla hüzün karışımı hisler salmıştır. şimdi hiçbir şeylerini hatırlamadığım, halı döşedikleri o evden on seneden çok oluyor ki ayrıldığımız bu adamlar sözlerimi duymuşlar mıydı o gün işleri güçleri içinde, duydularsa bir şey hissetmişler, canları acımış mıydı, evden çıktıktan sonra bunu aralarında konuşmuşlar mıydı, yoksa hakkında bir söz edilemeyecek kadar ağır mı gelmişti onlara, ve eğer ki hala yaşıyorlarsa, benim gibi onlar da arada bir geri dönüyorlar mıdır zihinlerinde bu buruk hatıraya? bilemiyorum.
    asla duyamayacak olsalar ve o özür hiçbir şeyi değiştirmeyecek de olsa o salak, densiz kız çocuğu adına defalarca özür dilemek istiyorum. bana insanları hiç bilmeden, hiç istemeden, üstelik de geri dönüşü olmayan bir şekilde kırmanın ne kadar mümkün, mümkünden de öte, kolay olduğunu belletmiş bir çocukluk lekesidir.

  • maalesef biri adliyede, diğeri acilde dayak yiye yiye kalmamış egodur.

    evet, kıran kırana.

  • lan fotografi millet gtume baksin diye koyuyorsun zaten sonra neden tribe grip icerigi engelletiyorsun

  • beni bu tiplerle aynı ülkede yaşamaya muhtaç eden -başta adnan menderes olmak üzere- herkesin allah belasını versin. rezalet ya. gençliğimi, gençliğimizi, hayallerimizi sikip atan bu tipler işte...

  • benim. işim de var ünvanım da. evet mesaide orda burda çok ciddiyim.
    ne yapak be oturup soba başında kestane mi pişirelim.
    bırakta biz de soytaralım, kendimizi ifade edelim ergen liseli.

    edit: başlık başa kalmış.

    edit2: hala yaşayıp yaşamadığımı merak edenler var :)

    edt3 yaşıyorum. merak edenlerin gözlerinden öperim. yaş 51