hesabın var mı? giriş yap

  • sözelci halimle deneyde gördüğüm tek şey, suyun karıştırılmasıyla ortaya çıkan kinetik enerjiden elektrik üretilmesi.

    dalga mı geçiyor cern filan? ciddiyse çok daha kötü, lütfen dalga geçsin!

    edit: hayır bir de atomu parçalamak bu kadar kolay olmamalı :) düşünsene kahvede çay karıştırıyorsun, "hilmi abi, yine sağlam atom bırakmadın..."

    2. edit: kinetikten farklı atraksiyonlar varmış. tamam kardeşim vurmayın sözelciyiz dedik ya. çubuğa odaklanın :)

  • tabii ki tatsız bir durum, özellikle her maça kollarda respect yazısı ile çıkılan bir uefa organizasyonunda.

    durum bence şuursuzluk ve fazla hassasiyetten ibaret, ortada bir ırkçılık olduğunu düşünmüyorum. öncelikle şu görsel fotoğrafı bir bırakalım. üstü mor olanlar futbolcu, yeşil ve altın rengi olanlar ise teknik ekip ya da çalışan. en sağda ise pierre webo var.

    1. hakem ve 4. hakem rumen. kendi aralarına rumence konuşmaları kadar normal bir durum yok. cüneyt çakır da avrupa maçlarında kurmayları ile telsizden türkçe konuşuyordur herhalde.

    bir pozisyon sonrasında kenardan yükselen sesler duyuluyor, seyirci olmadığı için daha net dinleyebiliyorsunuz. sonra muhtemelen 4. hakem telsizden 1. hakeme olağandışı bir durum olduğunu belirtiyor ve teknik ekipten birini bildiriyor. bildirirken de "negro" dediği duyuluyor. hakem de gelip webo'ya kırmızı kart gösteriyor. ancak neden webo kırmızı kart görüyor onu bilmiyoruz. hakem daha kırmızı kartı göstermeden webo zaten sinirlenmiş durumda ve hakeme "bana neden negro dedin" diye sinirleniyor.

    öncelikle, yukarıdaki fotoğrafa baktığımızda teknik ekipteki tek siyahi ismin webo olduğunu görüyoruz. 4. hakemin başakşehir teknik ekibindeki herkesi bildiğini, webo'yu tanıdığını düşünmüyorum. bu yüzden ayırt edici olduğu için kendi dilinde "siyah olan" demiş, yani webo'ya ırkçı bir söylem olarak "negro" kelimesini kullanmamış.

    bir de şu açıdan düşünelim; yedek kulübesinde herkes 170 olsa ve kart gösterilecek adam 195 boyunda olsa, "uzun olan" dendiği zaman problem olmayacaktı. çünkü bu hakaret etmek için söylenmiyor, 4. hakem orada ayırt edici bir özellik olarak hakeme kolaylık olsun diye söylüyor. (parmağı ile gösterse o kadar kalabalık içinde hakemin seçebilmesi mümkün değil) buradaki nokta, rumence siyah kelimesinin "negru" olması ve ırkçılık için söylenen "n word"e çok benzemesi, hatta muhtemelen aynı kökenden gelmesi. yani türkçe olarak "siyah" ya da almanca olarak "schwarz" deseydi hakem (aynı dili konuştuklarını göz önünde bulundurmak lazım) bu sorunların hiçbiri olmayacaktı.

    ama uefa bu kadar yoğun bir ırkçılık karşıtı kampanya yürüttüğü için çalışanlarını, elbette bunun içinde hakemler de var, bu konuda bilinçlendiriyor ve dikkat etmeleri gereken durumları tembihliyordur. eğer uefa gerçekten bu konuda sıkı bir tutum izliyorsa, hakemin de o kelimeyi kullanmaması gerekir elbette. burada ben hakemin boşluğuna geldiğini düşünüyorum, dediğim gibi ağır bir şuursuzluk var. maçların seyircisiz oynanması ve stadyumun çok sessiz olması da denk gelmiş. normal bir maçta hakemlerin konuşmalarını bu kadar çok duymuyoruz, yani her maçta olabilecek bir durum bu, oluyordur da olmuştur da.

    peşin edit: hakemi savunmuyorum, ancak yargısız infaz yapılmasından da yana değilim. sadece kendi görüşümü belirttim. hakemi tanımıyorum belki gerçekten ırkçıdır, bunu bilemeyiz ancak bu maçtaki eylemin bir ırkçılık eylemi ya da dışavurumu olduğunu zannetmiyorum.

  • bir çok insan müthiş fikirleri olduğundan ama paraları olmadığı için bu fikirleri hayata geçiremediklerinden yakınıp durur ancak l'oreal denen dev güzellik ürünleri markasının kurucusu eugène schueller'in beş parasız bir şekilde işe başlayarak azimli ve akıllı bir çalışma sonucu ortaya çıkardığı milyarlarca dolarlık dev başarı aslında "parasızlığın" sadece bir bahane olduğunu ispatlamıştır.

    1904 senesinde paristeki üniversitesinden kimyager olarak mezun olduktan sonra evine kapanan genç eugène schueller her gece evinin mutfağında türlü boyalarla deneyler yapmaktadır ve amacı tamamen doğal görünen bir saç boyası bulmaktır.

    geceleri evinde ürettiği saç boyalarını ufak şişelere doldurarak sabahın ilk ışıklarında şehirdeki bayan kuaförlerini tek tek gezmekte ve bunları türlü taktiklerle ikna ettiği yerlere satmaktadır. işleri o kadar güzel gider ki bu beş parasız kimyager genç iki sene içinde biriktirdiği paralarla kendi şirketini açar. l'oreal markası doğmuştur.

    schueller işlerini büyütmek için kadınları saçlarını güven içinde boyatabilecekleri konusunda bilinçlendirmesi gerektiğini biliyordu. aklına gelen fikirse süperdi. o dönemlerde "la coiffure de paris" isimli bir moda dergisi bayan kuaförlerinde popüler olmuş bir dergiydi ve kadınlar saçlarını yaptırmak için sıra beklerken harıl harıl bu dergiyi okurlardı.

    schueller bu dergide kimyager kimliğiyle makaleler yazmaya başladı. şirketinin ismini hiç geçirmeden yazdığı makalalerin konusu tabii ki "saç boyaları ve boyama teknikleriydi". yazıları bayanlar tarafından okundukça daha fazla ürün sattı ve kısa süre sonra tüm dergiyi devir alarak kendi ürünlerini çaktırmadan öven bir içeriğe kavuşturdu.

    girişimci kimyager schueller bu sıralarda saç boyalarının satılması için en önemli insanların kuaförler olduğunu anlamıştı. onlarla iyi geçinmek ve mutlu etmek için elinden geleni yapıyor türlü türlü kampanyalar düzenliyordu. böylece fransadaki kuaförlerin büyük bir kısmı onun ürünlerini bayanlara "şiddetle" önermeye başladılar.

    schueller'in bir başka süper akıllı fikriyse parisin en güzel semtinde süslü püslü bir "saç boyama akademisi" açması ve başına rus çarının sarayında çalışmış aristokrat bir rus kuaförünü oturtmasıydı. fransanın her yanından gelen kuaförler bu "seçkin" okulda saç boyamanın tüm inceliklerini öğreniyorlar ve tabi doğal olarak "l'oreal" markasının dünyadaki en iyi boya olduğunu kendi kuaför salonlarında bayanlara ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.

    1920'li yıllara gelindiğinde kadınlar çalışma hayatına daha fazla girmeye ve otomatik olarak bakımlarına çok daha fazla önem vermeye başladılar. tabii bu schueller ve şirketi l'oreal için harika bir gelişmeydi. fransa sınırlarını aşıp dünyanın dört bir tarafında mal satmaya başlamışlardı.

    bu dönemlerde schueller koyu saçlı kadınların saçlarını sarıya boyatma taleplerinin arttığını farketti ve çok kısa bir zaman içinde saçların rengini açan yepyeni bir ürünü piyasaya sürdü. o dönemler schueller'in bu ürün şişesini eline alarak etrafındakilere " bu minicik şişeden servetler kazanacağız çünkü gün gelecek milyonlarca kadın saçlarını sarıya boyatmak isteyecek" dediği söylenir.

    (ufak bir not : hanımların türkiye'de "oryal" olarak kullandıkları terimin l'oreal saç açıcısının tüm dünyada tek ürün olduğu dönemlerden kalma bir benzeşim olduğunu düşünüyorum tabi sadece bir fikir)

    l'oreal firması bu tür fırsatları her zaman ilk farkeden firma olmuştur. mesela fransada ilk defa işçilere yönelik ücretli izin kanunu çıktığı zaman schueller iuzun yaz tatillerine çıkacak işçilerin plajları dolduracağını düşünmüş ve bilin bakalım hangi yeni ürünü piyasaya sürmüştür ? cevap veriyorum:güneş yağı. tabii çuvalla para kazandıklarını söylememe ayrıca gerek yok.

    l'oreal firmasının en büyük başarılarından biri de bilime ve ar-ge çalışmalarına büyük bütçeler ayırmasıdır. kendisi de bir kimyager olan schueller'in talimatıyla daha ilk yıllarında koca bir araştırma enstitüsü kurulmuş ve en modern cihazlarla donatılmıştır. burası öyle bir hale gelmiştir ki mesela 1950 senesinde sadece araştırma departmanında yüz adet uzman kimyager çalışmaktaydı. tabi o dönemlerden bugüne kadar l'oreal firmasının bir çok yeni ürün keşfedip piyasaya sürmesinin arka planında bu bilime verilen büyük önem yatmaktadır. fransa'da beş parasız yeni mezun öğrenci eugène schueller'in evinin mutfağında başlayıp bugün milyarlarca dolarlık koca bir endüstri devi haline dönüşen l'oreal ve kurucusunun başarı sebeplerini özetlersek.

    1) bayanların istek ve ihtiyaçlarını, dünyadaki gelişmeleri göz önüne alacak şekilde iyi takip edip harika bir zamanlamayla en kaliteli ürünleri onlara sunmak

    2) güzellik ürünleri sektöründe büyük bir ağırlığı olan kuaförlerin ve moda dergilerinin bayanlar üzerindeki etkileme güçlerini kullanmak.

    3) bilime çok büyük önem vermek ve sürekli yeni geliştirilmiş ürünleri bayanların hizmetine sunmak. bir gün aklınıza harika bir girişimcilik fikri gelir ama birileri "senin paran yok başaramazsın" diyerek cesaretinizi kırmaya çalışırsa lütfen eugène schueller'in mutfağını ve sıfırdan kurduğu dev l'oreal imparatorluğunu düşünün.

  • vay anasını. hala buraya gelip kalitesiz ayakkabı, giyim kuşam diyen var. kaliteli ayakkabılı şehir magandalari öpsün sizi.

    bir insanı kalitesiz yapan en önemli şey, kendine ve cevresindekilere saygısızlık yapmasidir.

  • baslik: beyler dogum yerimi anamin ami olarak

    1. evet beyler siirt olan dogum yerimi anamin ami olarak degistiriyorum. sorularinizi alayim ?

    2. ananin ami il olacak kadar buyudu mu?

  • sokakta çöp karıştıran dalmaçyalıları, husk'yleri, terier'leri görünce içimi bir hüzün kaplıyor...

    sokak köpeği doğuştan "alfa". çöpten yemeye alışmış. çomar doğmuş, çomar ölecek. işini biliyor, fırsatçı, uyanık, açgözlü. hayatında hiç sevgi görmemiş, onun için kendinden başkasını sevmiyor.

    ama sen asil bir köpeksin, kuru mamalarla beslenmişsin, yıkanmışsın, bakılmışsın, sevilmiş, şımartılmışsın. sonra birden bire sokakta tek başına bırakılmış, "başının çaresine bak" denmişsin.

    allah hiçbir canlıyı gördüğünden geri koymasın... çok zor çok...

  • kadıköy anadolu lisesi, henüz okurken anlaşılamasa bile, kişiye ileriki yaşamında kendisini diğerlerinden ayıracak farklı bir dünya bakışı kazandıran; mezun olduktan sonra kaç yıl geçerse geçsin, her daim insanın burnunu sızım sızım sızlatan; üzerine lisans, yüksek lisans, ne yapılırsa yapılsın, her zaman "okul" denince akla ilk gelen yerdir.

  • baslik yetismedi ama su aslen:

    karanlikta inilen ya da cikilan merdivenin var olmayan son basamagi gerilimi ve yanilsamasi

    karanlikta merdivenden inilmesi halinde var olmayan son basamaga basmak istegi dizkapagi ve kalcaya dogru yayilan siddetli bir aciya, cikilmasi halinde ise antep yoresinden halk oyunlari figurune donusmesi ile sonuclanan varsayimsal basamak.

    zorlasam kesin paralel bir tecrubeye, hayattan baska bir soyut ornege baglarim. karanlikta merdiven cikmak, inmek "hayat da boyle degil midir"lesmeye cok musait bir imgelem.