hesabın var mı? giriş yap

  • uefa ekşi sözlük ve twitter'da ki hesaplamalar ve görüşleri göz önünde bulundurarak işin içinden çıkamamış ve ülkelere kendi aranızda anlaşıp oynayın demiştir. 7 ülke estonya ile karşılaşmak isteyince uefa ''vay ibneler'' demiş ve estonya'yı direk olarak finallere göndermiştir.

    tallinn meydanı karnaval alanı gibi şu an.

  • kişisel ve magazinsel yönü bir yana bırakılacak olursa, edebiyat açısından yararlandığı kaynaklar arttıkça kalitesi üst seviyeyi gören, her ne kadar popülerleştikçe bozulsa da türkiye’de çok uzun bir süre geçilemeyecek nobel ödüllü yazardır.

    edebiyat gibi geçmişi çok uzun süre öncesine dayanan, sözlü ve yazılı geleneğe sahip bir sanat dalında eleştiri kültürü çoğu yerde oturmuş olsa da türkiye’de maalesef özellikle romanın çok geç gelmesinden dolayı akademik ve sanatsal çevreler haricinde eleştiriler kişiliğe ve dünya görüşüne göre şekilleniyor. ağzı olanın konuştuğu da düşünülünce popüler olmuş ve herkesin duyduğu eleştiriler eserlere değil kişilere yönelik oluyor ve bu sebeple çoğu yazara daha hiç okunmadan önyargı başlamış oluyor. orhan pamuk gibi otuz yılı aşkın süredir göz önüne olan ve büyük başarılar elde etmiş bir yazar aynı zamanda hayatını ve görüşlerini-özellikle siyasi-açıkça paylaşmayı sevince yapılan eleştiriler genellikle magazinsel seviyeyi aşamıyor. eleştirilerin haklı veya haksızlığından ziyade edebiyat açısından olmaması, edebi düzlemde yapılan genel eleştirilerin de modern edebiyattan bihaber olanlar tarafından intihalcilik ya da türkçe zayıflığı gibi konularda yapılması nedeniyle orhan pamuk sığ iki üç açıdan kurtulamayıp genel okuyucu gözünde kaçınılması gereken biri olarak görülüyor. her ne kadar kitapları çok satsa, dünyada ünlü bir yazar olsa da ülkemizde ne oraya ne buraya yaranabilen, kitaplarının edebi yönü hep arka planda tartışılan bir yazar. kendisinin kişiliği, görüşleri, magazinsel olayları bir kenara bırakılıp edebi açıdan bakılacak olursa;

    orhan pamuk yirminci ve yirmi birinci yüzyılın başat akımı olan postmodernizmi kullanan, çoğu eserini bu akıma göre şekillendiren ve sadece edebi alanda kaldığı kitaplarında bunları çok başarılı bir şekilde uygulayan bir yazar. kabaca ve oldukça eksik bir postmodernizm özeti yapacak olursak, postmodernizme göre her kitap önceki eserlerden bazı izler taşır, bazıları eski işlere şerh düşer, yazarların yazdığı şey önceki eserlerden ve olaylardan bir karışım yaratmak, onları yeniden uyarlamak veya yorumlamaktır. sinema, resim, heykel gibi sanatlarda yapılan göndermeler her zaman sanatsal bir iş olarak algılanıp takdir görmekte, eleştirmenler bu göndermeleri anladıkça kaliteli bulunmaktayken; edebiyat gibi oldukça kadim bir geçmişe sahip olan sanat dalında gönderme yapılması, esinlenilmesi, uyarlama yapılması bazı çevreler tarafından garip bir şekilde olumsuz karşılanmakta, bu yüzden yok intihal var çok çalıntı var diye yersiz eleştiriler yapılmaktadır. postmodernizme karşı olup da bu geleneğe getirilen eleştiriler tabii ki olabilir fakat bizde maalesef çoğu eleştiri bu seviyeye gelmeden düz mantıkla yapıldığından pek edebi değere sahip olmuyor.

    orhan pamuk’un ilk kitabı cevdet bey ve oğulları’na baktığımızda, kendisinin yeteneğinin genç yaşına rağmen çok büyük potansiyeli olduğu açıkça görülüyor. gavurların bildungsroman dediği çağdan bahseden bir roman türünde verdiği bu eserde, özellikle buddenbrooks ve üç istanbul eserlerini temel olarak görebiliyoruz. aynı zamanda sıkı bir ahmet hamdi tanpınarcı olan orhan pamuk, bu eserinde ondan izler de taşıyor. bu kitabın alametifarikası bir ilk kitap olmasına rağmen sahip olduğu olgunluk. ülkemizde çok fazla tanzimat döneminden, ilk cumhuriyet yıllarından bahseden; batılılık ve doğululuk arasında sıkışmışlığa değinen; buradaki değişimleri konu alan eser mevcut. bu eserlerin çoğu o değişim dönemine tanık olmuş, o dönemlerde yazılmış eserlerken, orhan pamuk bu yıllardan çok sonra bu konulardan ustaca bahsederek, her dönemin ruhunu ustaca yakalayarak ilk kitabında farklı bir yazar olacağını ortaya koyuyor. bu ruhu yakalamayı da doğal olarak o dönemin eserlerinden, kaynaklarından yararlanarak yaptığı için postmodernizmi daha en başında dahi görebiliyoruz. o yaşta ve dönemde üç kuşağı böylesine gerçekçi ve döneminin içinde yakalamak çok büyük bir iş.

    orhan pamuk ikinci kitabı sessiz ev’de ilk kitabındaki kuşaklar yerine bir ailenin kısa bir dönemini konu alır. darbe dönemini arka plan olarak kullanırken gerçekçi, her türlü okuyucunun bir şeyler bulabileceği, hem yalın hem de postmodernist açıdan zengin bir romandır. farklı anlatıcıları kullanışı, ilginç ve garip tipleri ciddi bir ortama yedirişi, paralel konuların işlenişi, esinlendiği ve gönderme yaptığı yazarlar ve eserler, sonunun müphemliği gibi özellikleriyle bu roman artık daha da güncel bir tarza evrildiğini gösteriyor. ileride çok zayıf siyasi kitaplar yazacak olan orhan pamuk, bu kitabında siyasi ortama ucundan kıyısından değiniyor. ana konuyu bu gerginlik etrafında kurduğu ve net bir çıkarım yapmadığı için, çok iyi bir değinme olmasa da ilerideki kitaplarına kıyasla oldukça başarılı bir sosyal ortam kuruyor.

    üçüncü kitabı beyaz kale artık tam gaz postmodernizme giriş yaptığı eseri oluyor. sessiz ev’le kurduğu bağlantı; sessiz ev’de de bayağı yararlandığı vladimir nabokovvari metaforları, kurgusu; yararlandığı eserleri aktarımıyla puslu kıtalar atlası’ndan on sene önce çıkmış olan bu kitap, puslu kıtalar atlası o kadar övülürken ilginç bir şekilde intihal vs. diye yeriliyor. dayandığı tarihsel gerçekçiliği başarılı bir şekilde anakronistik konularla harmanlarken, tarih seven ve postmodernizme giriş yapmak isteyen okuyucular için çok güzel bir kitap.

    dördüncü kitabı kara kitapla artık ustalık eserini veren orhan pamuk, hiçbir zaman aşılamayacak bir eşiği türk edebiyatının ortasına gelip çakıyor. batıdaki eserlerin dayandığı ve beslendiği edebi kültürü kıskanan orhan pamuk, her ne kadar yerli ve milli değil diye garip bir eleştiriye konu olsa da kendi edebi kültürümüzü ortaya koyarak, doğu ve batı karışımı, nevi şahsına münhasır ve başka kimsenin yazamayacağı bir eseri yazıyor ve aslında bu toprakların edebi kültürünün zenginliğini ve güzelliğini dünyaya gösteriyor. postmodernizmin başat konusu polisiyeyi, başat teması arayışı, bizden ve dışarıdan gelen kaynaklarla kullanıp dünya edebiyatının sayılı eserlerinden birini meydana getirirken, çok kültürlü bir roman oluşturup çok farklı konulardan bahsediyor, kendi eserlerine ve diğer eserlere gerek açık gerek kapalı göndermelerle meraklı ve araştırmacı okuyucuyu da tatmin ediyor. ilk okunduğunda normal okuyucuya zor ve çetrefilli gelse de biraz dünya edebiyatıyla haşır neşir olan okuyucuların sebat ettiğinde başucu yapacağı bir kitap.

    beşinci kitap yeni hayat, adından dahi anlaşılacak üzere artık postmodernizmin-iyi anlamda-suyunu çıkardığı, kara kitap’tan sonra güncel roman açısından daha da uç bir örnek verdiği, çoğu okuyucunun beğenmediği fakat kara kitap gibi dayandığı temelleri bilince çok usta bir roman olduğu anlaşılan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. kara kitap’ta da dayandığı tasavvufi temeller artık bu kitapta başat konuyken, paralellikler, mizahi öğelerin fazlalığı, metinlerarasılık, yine açık ve kapalı göndermeler gibi özellikleriyle tam bir postmodernist eser. edebi ve birçok konuya çok fazla aşinalık gerektirdiğinden, herkesin sevemeyeceği fakat sevenin de favori kitabı olacağı bir kitap.

    altıncı kitabı benim adım kırmızı’da eski kullandığı tema ve konuları birleştirip, umberto eco’nun il nome della rosa’sını bize uyarlıyor. postmodernizm denince yine tabii ki yine bir polisiyeyi tarihsel düzleme oturtup, baz aldığı eserle paralel olarak manalı konuları işlerken resim, minyatür, nakkaşlık gibi sanatları kullanarak çok yönlü bir romanla karşımıza çıkıyor. hiçbir yönü beğenilmese dahi sırf il nome della rosa’yla tanışmayı sağlaması bile okuyucuya büyük şeyler katarken, tarihsel romanları ve polisiye sevenlerin okuması gereken bir roman.

    bence bu altı kitabıyla zirvesini yaşayan orhan pamuk, bundan sonraki eserlerinde veba geceleri hariç keskin bir düşüşe geçip, daha popüler olma kaygısından mıdır yoksa gerçekten artık böyle kitaplar yazmak istemesinden midir bilmiyorum çok daha basit ve günlük tüketime uygun kitaplar yazmaya başlıyor.

    yedinci kitabı kar aslında güzel bir roman olacakken, orhan pamuk’un siyasi konulardan bahsetmeye çalışıp becerememesinden, eğreti durmasından ötürü kötüleşen bir eser. aslında şehir seçimi, kurgusu, bazı karakterlerinin orijinalliği, postmodernist esintilerle çok iyi yönleri olabilecekken, korkunç kötü karakterler ve onları hiç gerçekçi olmayan biçimde aktarmasıyla, kendi bakış açısının zayıflığı nedeniyle taraflı incelemeleriyle ilk vasat romanını yazıyor.

    sekizinci kitabı masumiyet müzesi nobel'e ve anılarını yazdığı döneme denk gelince biraz geç çıkan bir eser. yeşilçam esintili bir aşk romanı olan bu kitap kendisinin dümdüz yazdığı, ortalama okuyucunun çok sevdiği fakat edebi açıdan bana göre diğer eserlerine göre pek dolu olmayan bir kitap. bu kitabın asıl olayı kitabın bir müze ile gerçek hayata taşınmasıdır. bu da tabii ki on milyon kere söylediğimiz postmodernizmi yine önümüze koyuyor. edebiyat açısından çok bir numarası olmasa da yazın oyununu gerçek hayata taşıyarak yine de orijinal bir özelliğe sahip oluyor.

    dokuzuncu kitabı kafamda bir tuhaflık’ta bir kişi üzerinden bir dönem anlatan orhan pamuk, önceki eserlerinden ziyade artık yeni kitaplarındaki gibi çok derinlemesine bir iş çıkaramıyor. sosyolojik açıdan bir şeyler yazmaya çalışıp edebi yönü zayıf tutunca, bunların üstüne sosyolojik durumları da üstünkörü arka plan olarak kullanınca pek de başarılı bir roman ortaya koyamıyor. fakat nostalji duygusu, değişen dönemler, aşk hikayesi gibi unsurlarından ötürü okuyucuların yine de ilgisini çekiyor. masumiyet müzesiyle başlayan basit romanları kafamda bir tuhaflık’ta zirve yaparak, bu son iki kitabıyla ortalama bir okuyucunun zorlanmadan okuyacağı, çok uğraş gerektirmeyen kitaplar ortaya koyuyor.

    onuncu kitabı kırmızı saçlı kadın’da kısa bir roman denemesi yapan orhan pamuk, çok az da olsa eski günlerine ara sıra ufaktan sinyal yakıyor. geneli yine vasatı aşamayan bu kitapta biraz mitoloji ve edebiyat temeli olduğundan geçmişine bir sinyal görülse de, biraz çalakalem havası veren bu romanı da daha zorlayıcı şeyler arayanlar için doğru bir eser değil. kısa olduğundan mıdır nedir yine bu kitabı en çok okunan, ortalama okuyucu tarafından bağırlara basılan bir kitap.

    on birinci kitabı veba geceleri bence son zamanki romanlarına göre oldukça iyi. zaten yıllardır kurguladığı bir eser olduğundan, tarihsel kurgusu, yararlandığı kaynaklar, gerçekçiliği ilk dönem işlerine benziyor. üstüne bir de pandemi çıkınca kitabın çoğu kısmında revize gerçekleştiren orhan pamuk, çok çalıştığı bu eseriyle saf bir tarihsel roman yazıyor. bu tarzın seveni kadar sevmeyeni de çok olduğundan ortalama okuyucu ve daha ilgili okuyucularda sevgi veya nefret duygusu uyandırabilir. ben tarihsel romanları güzel olduğu sürece sevdiğim için bu kitabını zayıf döneminde yazsa da fena olmayan bir tarihsel roman olduğundan eski günlerini aratsa bile güzel bir kitap.

    bu kitaplarından sonra yazacağı yeni kitap olursa artık eski günlerine mi döner yoksa popülist tarzını devam mı ettirir bilemiyorum ama her ne kadar vasatlaşsa da sırf kar dönemine kadar olan kitapları sayesinde uzun süre seviyesine ulaşılamayacak bir yazardır.

  • bana en sevdiğim kitap sorulduğunda, soranın tipine, elindeki silaha ve içki durumuna göre, "sık kullanılan cevaplar" bölümünden gerekeni seçiyorum: kuran, nutuk, halil cibran, suç ve ceza... ama içimden geçen cevap gödel escher bach.

    beni en çok etkileyen kitap olmasına ve pulitzer ödülü olmasına rağmen, en çok önereceğim kitap değil. çünkü konunun tam belli olmaması, açık bir plana göre ilerlememesi ve içeriğin ağır olması, bazı insanları rahatsız edecektir. zaten başlık da biraz yanıltıcı: değişik alanlardan üç meşhur isim var ama bunlardan ikisi, biraz süs diye oradalar ve süs olmayan gödel bile zar zor alakalı. zira kitabın hedef kitlesi, yapay zekacılar, machine-learningciler veya en azından "mühendis kafalı" olanlar. konu ise, geniş anlamıyla, bilinç.

    yazarın ana tezi şu: bilinç, basit yapıtaşlarından oluşan ama yeterince karmaşık biçimde birbirine bağlanmış, özellikle de kendine referans veren bir sistemde ortaya çıkabilir. bu yapılara strange loop diyor (self reference, recursion, fractal geometri gibi kavramlarla yakından alakalı).

    buna basit örnek: kendi ekranına çevrilmiş bir kameranın yarattığı "video feedback loop". yahut birbirine belli bir açıyla bakan aynaların içinde yaratılan görüntü. (bunlarda meydana gelen "tekrarlanan resim" etkisine droste etkisi deniyormuş. pink floyd'un ummagumma albüm kapağındaki gibi). kitabın başlığındaki "süs isimler", aslında daha iyi örnek teşkil ediyorlar, çünkü bu loopların paradoksal yapısına işaret ediyorlar. mesela escher'in drawing hands'inde görülen yumurta-tavuk ilişkisi.

    ***

    bu sistemlerin, bilinç oluşturabilmeleri için, hem milyarlarca kat daha karmaşık looplara sahip olmaları, hem looplar arasında da loop olması (hiyerarşik bir yapı), hem de dışardan gelen etkilerle kendi yapılarını değiştirmeleri gerekli (nöroplastisite). bu yüzden, kendine çevrilmiş bir tv kamerasını 1 milyon yıl da açık tutsak, oradan bir terminatör çıkmaz. ama bunun asıl önemli sonucu: bilinç için, organik nöron yığınları gerekli degil. platform önemli değil (organik, silikon, vs) önemli olan strange loop yapısı.

    dahası, strange loop'lar ne kadar çok ve karmaşıklarsa, bilinç de o kadar keskin olur. yani bilinç, siyah beyaz bir fenomen değil, dereceleri var.

    ***

    bu kadar hızla değişen bir konuda, 35 senelik bir kitabı önermek garip ama bu bir ders kitabı veya popüler bilim kitabı değil, bir sanat eseri, o yüzden onu zamansız görüyorum. anlatmak istediği kavramları, kuru tanımlarla değil de, puzzle benzeri örneklerle ve kelime oyunlarına dayalı fabllarla betimlediği için, yavaş ilerleyeceksiniz ama zevk alarak ilerleyeceksiniz.

    burada bir dil notu geçmek gerek: kitabın elbette türkçe çevirisi de mevcut. ben okumadım. fakat, biraz da kitabın meşhur ettiği "meta" kavramını anlatan kelime oyunlarını, hakkını vererek çevirmeleri zor. yapmışlarsa helal olsun ama ikinci bir emre kadar, kesin ingilizcesini okuyun.

    hofstadter, buradaki kavramları daha düz bir dille anlatmak için "ı am a strange loop" diye bir kitap yazdı sonra. bir de başka bir yazarla ortak giriştiği "the minds i" isimki bir kısa hikaye kolleksiyonu mevcut. her hikayeden sonra onu yorumlamış, ilgili araştırmalardan bahsetmişler. geb kadar teknik değil, belki konuya meraklı olan ama bu tuğladan korkanlara, bu iki kitap daha iyi birer başlangıç noktası olur.

  • benzer bir öküz sürüsüyle manisa'da ben de karşılaştım. düğün konvoyuydu benimkisi yolu kapattılar başladılar araba döndürmeye falan, arabadan inip oynamaya başladılar. yolda yüzlerce arabadan oluşan kuyruk oldu. aradım 155'i ihbarda bulundum. bekledim bir bok olmadı. nasıl bir sinirlendiysem artık yol açılınca gittim gelin arabasının önünü kestim, "hastası olan var, acelesi olan var, işi gücü var milletin, ne yapıyorsun sen mal!!!" diye bağırdım arabanın camlarını açıp. arabada hanım var, çocuk var. adamlar belki 20 30 araba konvoy... neyime güvenip de girdim böyle bir aksiyona ben de bilmiyorum. en son hatırladığım arkadaki arabalardan inen adamlar ve damadın gelin arabasının camından beline kadar çıkıp ağzından salyalar saçmasıydı. sonra 1. vitese takıp lastiklerimden dumanlar çıkararak uzaklaştım oradan. arkamdan uzun süre takip ettiler. kendi güvenli bölgeme geldiğimde indim arabadan ve kimsenin gelmediğini görünce derin bir nefes aldım. bu da böyle bir anımdır.

  • durum çok kötü çok. bu gece benim bütün umudum tükendi artık. herkes tedbirini alsın arkadaşlar.
    verilen vergiler nerede? içtiğimiz su bile vergi. işsizlik fonu nerede? ah nerede vah nerede.

    size destek olmayacağım çünkü yarın işime son verilirse aç bırakacaksınız.

    size destek olmayacağım çünkü göz göre göre işe gitmek zorunda bırakılıyorum, evde bekleyenlere ne zaman bulaştıracağım diye düşünüyorum.

    size destek olmayacağım çünkü kötüsünüz.

  • alkol vergisiyle maaş alan hacı hoca tayfasının başlattığı harekat. ekmeğinize ihanet etmeyin genç takkeliler..

  • hakkında bazı bilgiler :
    - dünyada 3 alt türü olduğu biliniyor.bu türler bulnudkları coğrafaya göre isimlendirilmekte. sırasıyla borneo sumatra ve yeni bulunan toba(veya tapunali) orangutanları

    - bir orangutan yaklaşık 40-45 yıl arası yaşar. dişilerinin yaşam ömrü bir miktar daha uzun. şaşırtıcı gelmediği gibi sebeplerine girmiyorum:)).

    - bir orangutan ilk 9 yılını annesi ile geçirir. hayatta kalma becerilerini bu dönemde uygulamalı olarak öğrenir. bu sürede besin bulma ve seçme, ağaçlarda yatak yapma, tehlikeden uzaklaşma (özellikle yılanlar) ve yakın dövüş(yok tabi bunu ben uydurdum) eğitimi alırlar.

    - orangutanlar otobur hayvanlar oldukları için babanın avlanmak gibi bir görevi yoktur. bununla beraber aileyi koruma (zaman zaman hayvan saldırıları veya başka erkek orangutanın saldırısı oluyor), besin toplama gibi görevleri olsa da orangutanlar pek ailece takılmazlar. baba anneden ayrı beslenebilir. başka bir ağaçta vakit geçirebilir. şahsen hak veriyoruz :))

    - yine orangutanlar diğer insansı maymunlara göre daha münzevi takılırlar. kalabalık gruplar halinde sosyal aktiviteleri örneğin goril ve şempanzeye göre azdır. sadece yere indiklerinde yakın ağaçlardaki orangutanlarla sosyalleşirler. ki zamanlarının çoğu ağaçların üstünde geçer iri gövdelerine rağmen.

    - yetişkin bir orangutan yaklaşık 1.2 - 1.4 metre civarı. sağlıklı ve iyi beslenmiş bir yetişkin 80 kilo civarı takılır.

    - orangutanların temel besinleri meyveler(muz, kokonat gibi), ağaç yaprakları ve ağaç kabukların oyarak ulaştıkları süttür. nadiren de olsa ağaçlardaki çok küçük böcekleri yiyebilirler. genel olarak kaslı ve fit bir yapıları olmakla beraber çocuk orangutanların karın bölgeleri bir miktar şiş gözükür.

    - avcı bir hayvan türü olmadıkları için fazla kavgacı değillerdir. ancak erkekler arası alfalık kavgaları olur ve bunlar ölümle sonuçlanabilir. zaman zaman da bölgedeki bazı köpeksi maymun türleri ile kavga ederler.

    - orangutan ölümlerinin çoğu eğer hastalık ve doğal sebepler değilse ağaçtan düşme veya sulak yerlerde boğulmadır. orangutanlar yüzmeyi pek sevmez ancak mecbur kalırlarsa çok hızlı öğrenirler.

    - orangutanları taklit yetenekleri inanılmazdır. eğer insanlarla iletişimi varsa ki zaman zaman oluyor onların yaptıklarını hızlıca öğrenebilirler. internette gördüğünüz bir çok komik orangutan videosunun temel sebebi bu. alet kullanandan(çekiç, testere) kilit açana, şapka takandan dans edene kadar bir çok örnek hep bu yetenekten geliyor.

    - orangutanların kendinin farkında olma (bkz: self recognition) yeteneklerinin olduğu çeşitli gözlemlerle kanıtlanmştır.

    - palm yağı yüzünden kesilen ormanlar orangutanların yaşam alanlarını tehdit etmekte. ayrıca illegal bir şekilde pet olarak kullanılıyorlar. bu yüzden evsiz kalan, avlanan veya öldürülen orangutanların yavruları gönüllü örgütler tarafından rehabilitasyon merkezlerinde eğitiliyor. en bilinenleri "bos foundation". youtube sayfası : https://www.youtube.com/c/bosfoundation