hesabın var mı? giriş yap

  • şu haberi okuyup okuyup ağlayasım var:
    http://dunya.milliyet.com.tr/…y/1884441/default.htm
    asgari ücret 4000 frank (9400 tl) olsun mu diye referanduma gitmişler.
    (@yapici uyardı 4000 frank ağustos 2021 itibariyle 37200 tl olmuş. türkiye'de brüt asgari ücret 3577tl imiş. onda biri)
    insanların asgari ücret deyince aklına 9400 tl gelmesine ağlayasım var.
    böyle bir kararın halka sorulmasına ağlayasım var.
    koca bir ülkenin %90'dan fazlasının hali hazırda bu maaşı ve fazlasını alıyor olmasına ağlayasım var.
    halkın bu ücreti yüksek bulduğu için, böyle olursa iş adamları gelmez gibi rasyonel bir gerekçeyle reddetmesine ağlayasım var.
    bütün bunların üzerine ülkemize ve özellikle soma'ya bakıp, "borcum var 1500 tl için yine madene inerim" diyen işçi kardeşlerime bakıp ağlayasım var.
    not: daha ağlamadıysanız bir de şunu deneyin:
    isviçre doğrudan demokrasi ile yönetiliyormuş, yılda 4 kez referandum yapılıyormuş, asgari ücretten alınacak uçağa, pedofililere verilmesi gereken cezaya kadar birçok konu halka soruluyormuş.
    not 2: bokunu cikartma uyardı. beğenmedikleri milletvekillerini referandumla azledebiliyorlarmış. gözyaşları pınar olsun.
    edit: @yapici uyarısı ile kur güncellemesi eklendi

  • masamda gönülsüzce doldurulmuş bir form, üstünkörü yanıtlanmış ya da yanıtsız bırakılmış sorular. "bu görüşmede başlıca ele almak istediğiniz sorunlar" kısmı özellikle boş, anne baba ile ilgili soruların olduğu kısımlar detaysız.

    bir kurum görevlisi giriyor odaya, başka birkaç form bırakıyor öncekinin üzerine. yirmi dakikalık bir görüşmenin ardından tanı ve tedavi bilgileri yazılacak üzerine. tanınacak ve iyi edilecek, iyi oldu mu diye kontrol etmek için yeni bir randevu tarihi belirlenip yazılacak.

    bir oğlan çocuğu giriyor sonra içeri, donuk bakışlarını yerleştiriyor masamın üzerine. gözlerini yakalamaya çalışıyorum, gönülsüzce bakıyor. sorular soruyorum, üstünkörü yanıtlıyor ya da yanıtlamıyor. başlıca ele alınması istenen sorunlara yanıt yok, anne baba kısımları detaysız. formda eksik kalan görüşmede tamamlanmıyor.

    buraya getirildiği için mi tedirgin ve öfkeli yoksa buraya getirilmesini gerektiren şeyler nedeniyle mi, hiçbir fikrim yok. bir sonraki sorulacak soruyu kestiremeden bir şeyler soruyorum, her seferinde birkaç kısa birkaç cümle ile etimi koparıyor.

    on dört yaşında. annesi birkaç yıl önce kansere yakalanmış, birkaç yıldan az yaşayabilmiş. babası uyuşturucu kullanırmış, altı ay önce cezaevine girmiş. belki salınırmış birkaç aya, salınmasa ne iyiymiş. dövermiş, sadece dövse yine iyiymiş.

    altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    bir esnaf lokantasında aşçı yamaklığı karşısında karnını doyurmuş. kış zaten henüz bastırmamış, battaniyeler örtünmesine yeterli olmuş. elektriklerin henüz kesilmediği zamanlarda televizyon izlermiş, ses olsun istermiş evde. ama bir de epilepsi hastasıymış. ışık nöbetlerini tetiklermiş, televizyon ışığı mesela. evin elektriği kesilene kadar zaman zaman nöbet geçirirmiş, sonra devrildiği yerden kalkar ve battaniyenin altına girermiş. allah vere nöbetleri pek sık değilmiş o aralar. zaten allah'ın ona verdiği ancak bu kadarmış.

    söylemiş miydim; altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    sosyal inceleme raporuna göz gezdiriyorum; üç beş akrabası varmış ama ona bakacak durumları yok imiş. hem babası ile de kavgalılarmış, yüzüne bakılacak adam değilmiş. teşekkür edip telefonu kapatmışlar. oğlanın yüzüne kimse bakmamış.

    yirminci dakika olmak üzere, görüşmede başlıca ele alınması istenen sorunlar kısmı hala boş. zihnimde evde bir başına nöbet geçirişinden, düştüğü yerden kalkıp kanepesine geçişinden başka sahne yok. kaç sahne tahayyül edilebilir, kaç sahne bilinebilir ve kaç sahneye katlanılabilir, bilmiyorum.

    bilinç hep sahnede, kapandığı birkaç dakikalık nöbetler dışında. bilinç orada ve odamda. başlıca olarak ele alınması istenen sorunlarda.

    üstelik ortada bir sahne de yok.

  • bu filmi çıktığı dönem vcd'den izlemiş ve ikinci kez izlememiştim hiç. bugün henry james'in yürek burgusu romanını okurken aklıma düştü. blu-ray baskısından yeniden izledim. film herhalde çekilmiş en dokunaklı gerilim filmlerinden biridir. iletişimsizlik üzerine yazılmış bir ağıt. insanların en yakınlarının acılarına dokunabilmeyi başaramadıkları, yalnızlık gerçeği yüzünden korkularının üzerine gidemediği bir çağın ortasında çekilmiş tam bir yönetmen sineması örneği. ölü insanlar, ölü ilişkiler ve yeniden kurulmayı bekleyen doğru iletişim çeşitleri...

    bir ampulün yavaşça ışık vermesiyle başlıyor film. evin bodrum katında. malcolm ve anna çiftinin benliklerinin en derininde yanması gereken bir ışık. birazdan olacakları önleyemeyen güçsüz bir aydınlanma. malcolm'ın elde ettiği ödül tablosunda yazan başarılarla dolu psikologluk geçmişindeki tek başarısız vaka olan vincent'ın evin içindeki varlığı peş peşe düşüyor ekrana. henüz ortada bir ölü olmamasına rağmen bir anda soğuyor hava. anna, üzerlerini örtecek hırkalarla geliyor. aniden soğuyan hava film boyunca ölüleri temsil edecek. camın kırılmasından kaynaklı soğuyan oda olacakları da önceden haber veriyor. malcolm ve anna'nın steril banyosu; benliklerinin vicdanla ilgili kısmı vincent'ın saldırısına uğruyor. malcolm'ın, tedavisini aksattığı, gördüklerine inanmadığı tek hastası vincent yıllar önce onunla doğru iletişim kurmayan doktorundan intikamını almak istiyor.

    filmin sahne geçişleri heykel ve biblo görüntüleriyle dolu. taştan, konuşamayan, bir şeyler anlatmaya çalışan ama iletişim kuramayan heykeller. biz yaşayanlarla ölü figürlerin sessiz iletişimi bu. cole ile ölüler arasındaki iletişimsizlik için duyduğumuz dehşet bizimle o heykeller arasındaki çaresiz iletişimsizlikle paralelleniyor. ölülerden kalma cevaplanamamış sorularımız var. insanlar yitip gittikten sonra artık kurulamayacak iletişimin pişmanlıkları var. sırlar var. film, ölü insanları görmeyi bir lanetten saymıyor. keşke böyle bir şansımız olsa da insanlar bizden yitip gitmeden evvel onlarla doğru biçimde kuramadığımız iletişim için bir şans daha elde etmiş olsak. cole'u iyileştiren de tam bu bakış açısı oluyor. ama elbette bunun da bir bedeli var: malcolm kendisi hakkındaki gerçeği öğrenmek/fark etmek zorunda kalıyor. başkalarına nikah yüzüğü satan anna'nın kendi avucundan düşen bir başka yüzük sayesinde. iki insanı birbirine bağlayan bir sembol olan alyans, malcolm'la anna'yı sonsuza kadar ayıran anın aracı oluyor. cenaze evinde birbiriyle konuşmayan insanlar, kızdığı zaman kekelemeye ve dolayısıyla iletişimsizliğin fiziki örneklerinden birine dönüşen öğretmen, tek başına yıl dönümü kutlayan aşıklar, hepsi yepyeni bir insani sürecin, insanı mutsuzlaştıran ve her türlü ilişkide havayı soğutan askerleri: iletişimsizliğin.

  • köşeye sıkışmış savunacak argümanı, mantığı kalmamış akp'li beyanı. klasik. 11 yıldır "tamam haklısın ben de farkındayım ama x gitse yerine kim gelecek" diye dolanıyorlar.

    yılmaz vural gelsin amk. en azından küme düşmeyiz.

  • şu an sözlük bize ait arkadaşlar. kanzuk meşgul. istediğimiz yapabiliriz bence.
    ay çok heyecanlandım. annem nilgül teyzelere gidip evde tek kalınca da böyle olurdum.

    napıyoz lan hadi?

  • olay tamamen sosyal ortam ile alakalı. bilgisayar oyunu her ne kadar asosyal bir aktivite gibi görünse de tadı arkadaşlarla beraber çıkar. 20li yaşlara kadar her oyunu birlikte oynayacağınız arkadaşlarınız vardır. internet/play statiton kafelerden evde online oynamaya kadar birlikte takılabileceğiniz birçok ortam mevcuttur. tek başına bile oynadığın bir oyunda yaşadığın her türlü anekdotu anlatabileceğin pek çok arkadaşın vardır. bir rts* oynarsın muhabbeti bir hafta sürer. pes'te bir maçta 7-0 yenersin 10 senede unutulmaz..

    ancak zaman geçtikçe bu tarz olayları paylaşabileceğin kişi sayısı bir bir azalıyor. yaşın artmasıyla birlikte hayata dair sorumlulukların artıyor. e haliyle senin de artık eskisi kadar boş vaktin olmuyor.. bu durumda da oyunlar artık eskisi gibi eğlenceli gelmiyor.

  • tuvalete giderken hesabı ödemiş +10 yazıyor ama tek amacın o tatlım +10000 falan yazmalısın, gerisi gereksiz jestler senin için. değerli olsaydı anı yaşardın, böyle siksok şeylerle uğraşmazdın.

  • hee kurmaca; hatta lego amk. diye cevap verilecek kadar ciddiye alınabilecek bir iddia.

    gendilerine birkaç soru da benden;

    -savaş gerçekse niye hala sabri ilk onbirde?

    -savaş gerçekse niye çanakkale dardanelspor süper lig'de değil?

    -savaş gerçekse sükut altın mıdır?

    -madem savaş gerçek kim yalan ulan?

    -bu yumurtalardan hangisi daha büyük?

    -kabartma tozu pastayı ne kadar kabartır?

    -krema nasıl böyle güzel kokar?

    -bu kek niye böyle kabardı amk?

    -babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?

  • sözlüğün tıklanma oranını yükseltecek, ssg'nin hesabına katma değer katacak yaklaşım. mümkünse başlığın yeni tabda açılmasını da talep etmekteyim.

  • binaya her geldiğimde asansörü 6. katta buluyordum. polat alemdar gibi ben de ilk seferinde olabilir dedim. ikincisinde tesadüf dedim. üçüncüsünde ise bu işte bir ibnelik var diyip asansörden indikten sonra bekledim. asansör ben inince , otomatik olarak yukarı çıktı ve 6. katta durdu. bekledim ancak inen de olmadı.

    meğer benim komşum olan şahıs *, asansörcüyü kafalayıp , her seferinde kendi katına (6. kat) çıkacak şekilde ayarlatmış.

    sonraki bakımda düzeltdi ve her seferinde otomatik olarak zemin kata göndermesi şeklinde ayarlandı.

    bu düşünce veya ayar , her ne kadar enerji sarfiyatını artırsa da binaya giren için elinin dolu olması veya acil ihtiyacı olması açısından güzeldir.