hesabın var mı? giriş yap

  • netflix'de 100 humans adında deneysel bir belgesel var, orada izledim. yüz kişiyi ellişerli olarak iki gruba ayırıyorlar. iki gruba da aynı olay anlatılıyor ve biz de işte tepkileri izliyoruz. anlatılan olay şu: bir anne küçük yaştaki çocuğunu arabanın içinde birkaç saat yalnız bırakarak gidiyor, çocuk da bu sürede havasız kalarak can veriyor.

    ilk gruba bu hikaye anlatılırken ekranda tipsiz, aşırı bakımsız, suratından iğrençlik akan, uyuşturucu bağımlısı stayla bir kadın fotoğrafı görüyoruz. kamera elli kişiye döndüğünde, hepsinin suratında da aynı nefret dolu ifadeler görülüyor ve "sizce ne ceza verilmeli" diye sorulduğunda, 30-40 yıl mahkum olmalı nidaları havada uçuşuyor, hatta bu canavar kadının ömür boyu hapse tıkılması hatta ve hatta idam edilmesi gerek diyenler bile oluyor.

    sıra geliyor diğer elli kişilik gruba. hikaye aynı, ortada ihmalkarlıktan hayatını kaybeden küçük bir çocuk var fakat bu sefer ekranda aşırı güzel, adeta melek gibi bir annenin fotoğrafını görüyoruz. insanların ceza olarak bırakın idam ya da hapis istemini, "bu masum kadın zaten çocuğunu kaybettiği için yeterince acı çekmiş olmalı, o yüzden ceza verilmesin hatta travmasını atlatması için psikolojik destek verilmeli" diyenler bile oluyor.

    şuç aynı oysa ki ama işte dış görünüşün insanlar üzerinde yarattığı etki, adeta dipsiz bir uçurum gibi.

    malesef ben de dış görünüşün her şey olduğunu düşünenlerdenim. dışınız güzelse eğer, insanlar için içinizin çok da bir önemi kalmıyor. dış görünüş yönünden şanslı olan insanların hatalarına kolayca tolerans gösteriliyor ya da onlara pozitif anlamda önyargı yapılıyor. hatta karşıdan karşıya geçerken arabalar bile durup yol veriyor eğer yeterince güzelseniz. değilseniz de yukarıdaki örnekteki gibi yaşamanızın bile bir kıymeti yok diğer insanların gözünde...

    debe editi: çok da uzun yazdım bi' kişi bile okumaz derken bak şimdi.. sabah sabah mutlu oldum valla. teşekkür ediyorum herkese :)

  • futbolcular yardim etmez.
    inşaat zenginleri ihale zenginleri etmez.
    milletvekilleri adaylar aday adayları siyasi partiler etmez.
    ulkenin sosyal kurumlari yardim etmez.
    yine biz sozlugun fakirleri ustuste para koyariz toplariz o parayi.
    tanim: zengin ve fakir kavramlarini tekrar sorgulatan kampanyadir

  • apati, rasyonel düşünce kabiliyetini geliştirmiyor. rasyonel düşünmek duygusuz olmak değil, mantıksal kararları etkileyebilecek duygu kökenli olan veya olmayan çeşitli yanılgıların farkında olarak düşünebilmektir. kaldı ki sağ beyin sol beynin, sanatsal yaratıcılık bilimsel düşüncenin, duygular da rasyonalizmin zıttı değildir.

    beyinlerimizde, corpus callosum adını verdiğimiz bir yapı var. bu yapı sağ ve sol beyin yarı kürelerini birbirine bağlıyor. latinceden türkçeye "sert cisim" şeklinde tercüme edilebilir. aslında corpus latincede "vücut" gibi bir mânâya gelir, lakin teorik fizikte ingilizcesi black-body radiation olan fenomeni nasıl kara cisim ışıması şeklinde çeviriyor isek, burada da benzer bir durum söz konusudur. konudan fazla sapmamak gerekirse; sağ ve sol beyin aktivitelerini birbirinden tamamen bağımsız olabilirmiş gibi düşünmenin mantıksızlığının temel sebebi, arada böyle güçlü bir sinir demetinin olmasıdır.

    leibniz, da vinci, goethe gibi polymathleri polymath yapan, yaratıcılıklarının tek bir alanla sınırlı kalmamasıydı. sezgisel zekâ, yaratıcılık ve hayal gücü yeri geldiğinde caz doğaçlaması, yeri geldiğinde fizik teorisi olarak kendisini dışavurabilir. duygusuzluk ise hayatın detaylarından sanatsal veya bilimsel anlamda bir ilham almayı zorlaştırır. monadolojiden izler gördüğünüz borges eserleri gibi eserler, rasyonel zekânın sanatsal yetenek ile harmoni içinde işlemesi sonucunda ortaya çıkarlar.

    hannah arendt'ın, on violence adlı eserinde şu satırlar yazar:

    "duyguların yokluğu ne rasyonelliğe neden olur ne de onu teşvik eder. dayanılmaz bir trajedi karşısında tarafsızlık ve soğukkanlılık, denetimden kaynaklanmıyor da kavrayışsızlığın bir dışavurumu olarak ortaya çıkıyorsa gerçekten de dehşet verici olabilir. makul bir tepki gösterebilmek için kişinin öncelikle müteessir olması gerekir. duygusallığın tersi rasyonellik değil müteessir olma yeteneğinden yoksun olma ya da aşırı hassas olma, yani duygulanımın sapkın bir hâlidir."

    hannah arendt bir nörobilimci değil siyaset bilimciydi, ancak haklıydı.

    arendt'ı bu mevzular üzerinde düşünmeye iten nedenleri tahmin etmek pek zor değil. gözlem yeteneği muazzam olan bir kadındı arendt. şiddet üzerine adlı eserinin yayınlanmasından 7 yıl evvel, banality of evil yayınlanmıştı. şüphesiz, kafasında akılcı bir zemine oturtamayacağı, aşağılık gördüğü "emir kulu" itaatkârlığından doğan ve kendisine ürkütücü gelen türde bir soğukkanlılığı en çok adolf eichmann'da gözlemlemişti.

    çok duygusuz olduğu iddia edilen einstein ise, mein weltbild'i kaleme alan, okul arkadaşı mileva'yı evlilik dışı hamile bırakabilecek kadar duygusal dürtülerinin peşinden giden, boş vakitlerinde de keman çalan, ahlak felsefesi gibi konularla ilgilenen bir adamdı. eichmann'ın ahlak felsefesi ise çok basitti: "bana söylenen neyse yaptım."

    "zeki ama duygusuz insan" figürünün moda olmasında popüler kültürün etkisi büyük. yapımlarda sheldon cooper gibi karakterler sık sık işlense de gerçek dünyada bu karakter yapısının pek fazla karşılığı yok. çevrenizde duygusuz sandığınız kişiler duygusal ihtiyaçlarını çeşitli sanatsal uğraşlarla gidermeyi tercih ediyor olabilirler. asosyal de olabilirler, asosyal insanların duygularını nasıl yaşadığına etraftakiler pek tanık olmaz. duygusuzluk, duygu kontrolü ve asosyallik: bunlar birbirlerinden farklı konseptlerdir.

    "aşırı zeki ama duygusuz insan" klişesi; 21. yüzyılın popüler dizileri ile iyice ünlenmiş olan suni bir stereotiptir.

  • six feet under'ın finali.
    hani bir deyim vardır yaa.
    koltuğa çivilenmek.
    ben onu birebir yaşadım ilk izlediğimde.
    hareketsiz bir şekilde ekrana baktım.
    final bitti ben halen kımıldayamadım.
    bir hafta sonra tekrar izledim finali ve yine aynı şekilde koltuğuma çivilendim.
    gelmiş geçmiş en büyük ve en kaliteli dizi finali six feet under'ın finalidir

  • az önce denk geldiğim video. sinirden elim ayağım titriyor. şerefsizler, adi köpekler. o çocuğun tek bir damla gözyaşına değer mi lan yaptığın fanatiklik? nasıl bir gözü dönmüşlük bu?

    https://twitter.com/…rlig/status/656406750330036224

    edit: adam kayseri'de tanınan bilinen amigo recai adında biriymiş. böyle adamların öfkeli kalabalık lafıyla aklanması, sakinliğe davet edilmesi utanç vericidir. bir tane kolluk kuvveti görmedim "aga hayırdır sen kimsin de çoluk çocuğa, insanlara saldırıyorsun" diyen. yeter lan.

    edir 2: vaguedespassions denen bir garip kişilik "hemen saldırı diye olayı lanse et, ortalığı ateşe ver. işte bunlar hep uzun süren akp döneminin sonuçları" gibi değişik laflar etmiş. saldırı kelimesinin anlamının sadece fiziksel şiddete dayalı olmadığını anlaması için bu cahilliğinden kurtulması gerekiyor. tdk bile saldırı kelimesini açıklarken "kötülük yapmak, yıpratmak" diye başlar cümleye. aksi takdirde bu saldırı yapanlarla aynı düşünce yapısına sahip olduğunu iddia edebilirim.

    edit 3: ilhan ekşioğlu ve şekip mosturoğlu minik kardeşimizin kadıköy'e davet edildiğini yazdı.

    kardeşimize ulaşılmış, nasıl da gülüyor. emeği geçen herkese teşekkürler.

  • yedi yıl önce ülkemizde polisler, ali ismail korkmaz'ı döve döve öldürdüler. döve döve. hiçbir suçu, günahı, yanlışı yoktu. daha iyi bir yaşam istediği için öldürüldü.

    almanya'da gerçekleşen bilmediğim bir olay üzerinden nefret kusacak değilim. ama o zamanlar tepki göstermeyenlerin şimdi dış güçler demesi de gülünç olur. kendi ülkesinde medeniyet olmayan bizler, başka ülkelerin asayişlerine had bildirebilecek mertebede değiliz.

  • üzüntülerinin acısını gs ve bjk taraftarından çıkarmaya çalışan taraftar grubudur. oysa ki konunun onlarla ne alakası vardır. sadece izlediler ve her komik şey gibi güldüler. fenerbahçe taraftarı üzüleceği yerde siz bukelemunsunuz siz birbirinizi tutuyosunuz vay efendim çok yalnızız. ulan tamam fenerin olmasını istemedi belki kimse ama 22 kişimi çıktılar sahaya. biz burda içimizden inşallah olamaz fener dedik diye mi suçluyuz yoksa.

    ben şunu anlamıyorum
    ilk gs maçından önce rakip takım kaptanına saldırıcaksın, http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=17095913

    bjk maçında kazandıkları penaltıdan sonra penaltı noktasını kazarak çirkefliğin daniskası diye tabir edilebilcek bi garip davranış sergiliyceksin. http://sphotos.ak.fbcdn.net/…0_3974450_144442_n.jpg

    yine ezeli rakibinle oynarken dünyada eşine az rastlanır saygısızlık ve seviyesizlikle topu kıçınla tutucaksın http://www.medyafaresi.com/…7_76b6c.jpg&w=279&h=235

    sondan bir önceki hafta kazandığın maçda gol sevinci olarak rakiplerinin ağladığını ima edeceksin.http://www.facebook.com/…2272&id=82795302208&ref=mf`

    sonra diyceksin ki niye birbirlerini tutuyolar. seviniyorlar sevinmesinler. bu tarafa bakıyorlar bakmasınlar. size ne arkadaşım.

    dünya' nın en aptal görüntüsünü oluşturdunuz şükrü saracoğlunda. timsah yürüyüşü yaptınız kendi sahanızda. karnımız ağrıyana kadar niye gülmeyelim? komik değil mi hakkaten. zamanında yöneticiliğinizi yapmış biri * avrupada gs' i desteklemem dediğinde herşey normal ama biz final maçında trabzonu destekleyince niye bu kadar olay oluyor. feneri mi destekliycektik tüm o yukardakilerden sonra. tabi ki bursa alsın istedik nesi garip bunun? bırakın bizim sevincimize laf söylemeyi. biz biraz güleriz geçer. siz de biraz üzülün geçsin. karşı saldırı için yeterli malzeme yok çünkü elinizde.

    içiniz rahat edicekse bukalemun deyin diğer takım taraftarlarına. en az bursa şampiyon oldukdan sonra timsah yürüyüşü yapan fenerliler kadar bukalemun.*

    not: iş bu entry zamanın ötesinde olup ait olduğu yere ulaştırılması için itinayla buraya bırakılmıştır.

  • küçükken annemin dikkatini çekmek için salıncakta sallanırken kendimi yere atmıştım. annem görmeyince belki duyar diye avazım çıktığı kadar bağırmaya başlamıştım, duymayınca da kalkıp salıncağa geri binmiştim.